TEFSİR, İÇTİHAT VE FIKIH
Çevremiz vardır. Olaylar orada cereyan eder. Işık, ses, tat ve koku olarak bize ulaşır. Biz elimizle dokunarak onlara ulaşırız. Böylece çevremizden bize bilgiler gelir. Gelen bilgilere bir ad veririz ve kelime olarak veya cümle olarak depolarız.
Sonra onları beynimizde muhakeme eder ve yapmamız gerekenler hakkında karar veririz. Beynimiz kaslara emreder, kaslar da bedenimizi harekete geçirir ve çevremize etki ederiz. Böylece bilgi ve etki alarak, sonra da etkileyerek yaşarız.
Çevremizde bizim gibi varlıklar vardır. Onlarla çevremiz aracılığı ile ilişki kurarız. Onlarla dil ile anlaşırız. Aynı dil sayesinde benler birleşir biz olur. Böylece benim çevrem bizim çevremize dönüşmüş olur.
Çevrelerimizdeki olayları anlayabilmek için çevremizdeki olayları dönüştürmemiz gerekir. Bu da ancak dil ile olur. Dil sayesinde topluluk oluşur ve dil ile ifade edilen topluluğun çevresi olur. Dil ile ifade edilmeyen ise kişilerin çevreleridir.
Dil ile ifade edilen sosyal çevreyi anlamamız için ifadelerin taşıdığı manaları bilmemiz gerekir. Buna “TEFSİR İLMİ” denir. Yani bir cümlenin neler ifade ettiğini bilme ilmine “TEFSİR” denir. Tefsir merkezden çevreye yayılmadır, bir şeyin çok şey ifade etmesidir.
Bir konuda çevreyi öğrenebilmemiz ve ona göre karar verebilmemiz için o konudaki değişik ifadeleri bir araya getirip onlardan bilgi almak ve onların verdiği bilgileri değerlendirerek yeni bilgi üretmek ise “İÇTİHAT”tır. İçtihat da çevreden merkeze doğru gelmedir.
Tefsirde merkezden çevreye gidiş varken, içtihatta çevreden merkeze gelme vardır.
Çevreden alınan bilgiler “delil”dir.
Delillerin değerlendirilmesi ile varılan sonuçlara “hüküm” denir.
Delillerden hüküm çıkarmaya “içtihat” denir.
Çok delilden bir hüküm çıkarıyorsunuz.
Bir hükümden çok deliller üretmeye de “yorum tefsir” denir.
Biz 722 haftadan beri seminerlerimizde yorumlar yapıyoruz. Bir âyetin ifade ettiği manayı veriyoruz. Verdiğimiz manalar eksiktir. Bir konuda araştırma yapıp hüküm çıkarmamız “fıkıh” olur, “içtihat” olur. Bugünkü yani bu haftaki seminerimizde “fıkıh” yapmaya çalışacağız.
***
İBRET ALINASI BİR AÇIKLAMA!
Üstad ile yaklaşık olarak kırk yıl önce yani Ege Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Turizm ve Otelcilik Bölümü’nde okuduğum yıllarda (1972-1976), sekizinci sömestr döneminde… “Mezuniyet Tezi” olarak… “Din İle Turizm Arasındaki İlişkiler, Bu İlişkilerin Türkiye Açısından Değerlendirilmesi” konusunda… O zamanın şartlarında Kur’an’ı baştan sonuna kadar tarayarak kapsamlı bir çalışma yapmıştık… Bir yıl sonra çalışmayı “KUR’AN VE TURİZM / SİYRÛ Fİ’L-ERDİ… / SEYAHAT EDİNİZ…” ismiyle kitap olarak hazırladım ve o zaman yönetmekte olduğum Akevler Akyol Yayınevi’nde yayımladım…
Konuyu Üstad ile tesbit etmiştik ama konuyu bölüm hocalarına, daha doğrusu sadece bölüm başkanına kabul ettirmem de epey zamanımı almıştı ve zorlanmıştım…
Çalışmayı yaparken… Bölüm hocalarım bir taraftan başlangıçta sonuçları kendileriyle değerlendikçe birçok yönden hayretler içinde kalıyor, “Biz İslâmiyet’in böyle olduğunu bilmiyorduk!” diyorlardı… Diğer taraftan “Bizde doktora yapanlar bile böyle çalışma yapmıyor!” diyorlarken… Çalışmam bitip de sıra not vermeye gelince… Bütün bölüm hocaları bir araya gelip değerlendirme yapıyor ve not olarak “D” yani “geçersiz” notunu layık görüyorlardı!.. Tam “altı tane ret maddesi” yazmışlardı…
Hocalarla tartışmayı denedim ama sonuç alamadım… Zaten, daha tez konusunu tesbit ederken, “Ben İmam-Hatip mezunuyum, turizm konusunu Kur’an açısından ele almak istiyorum…” dediğimde… “Burası İlâhiyat Fakültesi değil!..” gibi gerekçeler ileri sürmüşler ve kabul etmemişlerdi… Bunun üzerine Bölüm Başkanı Prof. Dr. Hasan Olalı’ya gidip konuyu teklif etmiş, o da konuyu beğenip “özel ve orijinal iyi bir çalışma olur” demişti… (Bildiğim kadarıyla kırk yıldır hâlâ alanındaki tek çalışma olarak kaldı, yenisini duymadım.) Ama asistanlar çalışma boyunca, “Biz başından beri bu konuya karşıyız ama sen doktora seviyesinde bir çalışma yaptığın için sana “A” vereceğiz!..” deyip duruyorlardı… Çalışmayı değerlendirmek üzere hepsi bir araya geldiklerinde ise “D” verdiler!.. Tekrar Bölüm Başkanı Hasan Olalı Hoca’ya gittim ve dedim ki: “Hocam… Reddetme gerekçesi olarak gösterilen ve yazılan altı maddenin de tam tersi tez çalışmamda var ama çalışmamın daha dikkatli değerlendirilmesi gerekmektedir…” Hasan Hoca’nın talimatı üzerine tez asistanı ile çalışmayı baştan sonuna kadar fakülte veya evinde bir araya gelerek satır satır okumaya başladık ve tek cümlesini bile değiştirmeden aynen kabul ettirdim… Elbette başta takdir edilen “D” notu da “A”ya dönüştü… Ama baştan sona birlikte okuyup değerlendirmemiz tam altı ay sürdü…
Bu altı ayda yaptıklarımızı ve yaşadıklarımı anlatsam, ayrı bir kitap olur… Sonunda, hocalarımdan bölüme asistan olma teklifi bile aldım… Ama bütün o yaşadıklarımdan sonra tereddütsüz reddettim!.. Ve daha o zaman otuz-kırk yıllık çalışmalarımızı yapmayı kafama koydum… Bu çalışmaları yapabilmek için ise esir değil “HÜR” olmam gerekiyordu…
Üniversitelerimiz o zaman maalesef işte bu durumdaydı… Peki, acaba üniversitelerimiz şimdi ne durumda?.. Bunun takdirini de sizlere bırakıyorum…
Aradan yaklaşık olarak kırk yıl geçti… Üstad ile kırk yıl sonra aynı konuda bu çalışmayı yaptık… Konu ile ilgili yapılması gereken daha o kadar çok şeyler var ki… Mesela, kırk yıldır bu konu veya “ADİL (EKONOMİK) DÜZEN” ile ilgilenen üniversite var mı?!. Oysa biz Üstad ile kırk yıldan beri kırk bin sayfaya ulaşan ve doktora seviyesinde de olan onlarca çalışma yaptık; ERBAKAN HOCA dışında ilgilenen oldu mu?!.. Allah bize ve bundan sonra çalışacaklara kolaylıklar ihsan eylesin ve başarılı kılsın… Selâm ve dua ile…
İstanbul, 07.07.2013
Reşat Nuri EROL
***
ADİL DÜZEN’DE TURİZMİN HÜKÜMLERİ NELERDİR?
BU HÜKÜMLERİ NASIL ÇIKARABİLİRİZ?
Önce Kur’an’da turizmle ilgili kelimeleri belirlememiz gerekir. Bunun için Kur’an’ı baştan sonuna kadar okur ve her âyette turizmle ilgili bir kelime varsa onu belirleriz.
Örnek olarak Besmele ve Fatiha’yı deneyelim.
“Rahman ve Rahim Allah’ın ismiyle yola çıkarım veya yolcuyu ağırlarım.” diyeceğiz. O halde yolculuk Allah’ın ismiyle yani topluluğun ismiyle olacaktır.
Topluluğun ismi nedir?
Onun kuralları ve kanunlarıdır, onun araçları ve imkânlarıdır.
“Rahman” kelimesi bunlardan bir kısmının bedelli, diğer kısmının bedelsiz olacağını ifade eder. Yani ben yola çıktığım zaman masrafların bir kısmını ben ödeyeceğim, bir kısmını da kamu karşılayacak demektir. Aynı şekilde ben misafir kabul ettiğim zaman masrafların bir kısmını ben karşılayacağım, masrafların bir kısmını kamu karşılayacak demektir.
O halde “Turizmin Fıkhı” demek, hangi masrafların kişiler tarafından karşılanacağı, hangi masrafların kamu tarafından karşılanacağının tesbiti demektir. Sonra kişiler tarafından karşılanacak masrafların ne kadarının turistler tarafından, ne kadarının konuklayan tarafından karşılanacağının belirlenmesidir.
“Hamd Allah’ındır” demek; fazl Allah’ındır, rant Allah’ındır demektir.
Bu ne demektir?
Ben kendi başıma yolculuk yaptığım zaman 1000 lira harcıyorum. Beraber yolculuk yaptığımız da 100 lira ile aynı seyahati yapıyorum. 900 lira kâr edilmiş oluyor.
Bu kâr kimin olacaktır?
Kapitalistlere göre bu kâr araba sahibine ait olacaktır.
Sosyalistlere göre bu kâr yolculara ait olacak, eşit olarak bölüşeceklerdir.
İşte size fıkhi bir soru daha ortaya çıkıyor.
Bu kazanç kime ait olmalıdır, sermayeye mi yöneticilere mi?
İslâmiyet bunun topluluğa ait olması gerektiğini söyler. Topluluk onu tüm halkın yararına harcar. Önce yolcuların bedellerini azaltarak onlara kazanç sağlar. Bir kısmı ile yol yaparak, bir kısmı ile araçların bakımını yaparak yolculuğu kolaylaştırır.
“Rahman ve Rahim” kelimeleri bu rantın bölüşülmesi kurallarını ortaya koyar. Kazancın bir kısmı yolculara, bir kısmı da yolculuğa katılmayan diğer topluluk mensuplarının yararına harcanır demektir.
“Din yevminin malikidir; din/düzen gününün sahibidir.”
Yani bu gelirler senelik bütçeler şeklinde oluşur. Senelik bütçeleri yapma görevi hükümetlerin değil, meclislerin görevidir demektir. Yani kazancın bölüşülmesi ve kamu payına düşenin harcanma yerlerinin gösterilmesi topluluğa yani meclise aittir demektir.
“Sana ibadet eder, Senden yardım isteriz.”
Buradaki uygulama şudur. Turizm sektörü kazanç sektörü değildir. Turizm sektörü bir kamu sektörüdür. Burada çalışanlar paylarını alırlar. Tesisler kamu tarafından kurulur. İşletmeler vakıf işletmelerdir. Kâr amaçlı işletmeler turizmin konusu olmaz. Turizm gelir kaynağı değil gider kaynağıdır. Turizmden doğan çıkar kamuya aittir, insanlığa aittir; kişilerin çıkarına olmaz.
“Bize sırat-ı müstakimi göster.”
En kısa yol doğru yoldur. O halde turizmde gaye en az emek harcanarak en çok insanın seyahat edebilmesidir. İsraf yoktur. İstasyonlarda asgari masraflar yapılır, yolculardan bedel alınmaz. Ayrıca lüks hayat için özel yatakhaneler yapılabilir, özel aş evleri tesis edilebilir. İsteyenler oralarda konaklarlar, oraları özel sektör işletir. Herkesin konaklayacağı yerleri ise vakıflar işletir. Yatak yerleri bulunur. Çarşaf ve terlikleri yolcular taşırlar. Buraların temizliği kamuca yapılır. Buralarda kalanlardan para alınmaz.
“Kendilerine in’am ettiğin kimselerin sıratı.”
Burada yolculuk yapanların öncelikleri vardır. Herkesin bir bedava yolculuk kontenjanı vardır. Önce onu kapatır. Bu miktar sınırlıdır. Demek ki buralardan yararlananlar kendilerine sağlanan yolculuk imkânlarından yararlanırlar.
“Kendilerine gazab edilenlerin yahut dalalette olanların yolunu değil.”
Fatiha Sûresi’ni bu şekilde yorumladığımız zaman anlıyoruz ki, lüks yerlerde seyahat etmek yasak değildir ama meşru değildir; haram veya mekruhtur. Çünkü seyahatten maksat insanların birbirleri ile tanışmaları ve birlikte hareket etmeleridir. Halktan kopuk sınıflaşmaya dayanan bir turizm bu sektörü asıl maksadına götürmez.
Görüyorsunuz ki Kur’an’ın her âyetini turizm amaçlı yorumlarla yorumlayabiliriz.
Demek ki turizme ait fıkıh yapmak için önce “tefsir ilmini bilmek” gerekmektedir.
Sonra “turizm sektörünü bilmek” gerekmektedir.
Ondan sonra da “Kur’an’ın baştan sonuna kadar ona göre taranması” gerekmektedir.
Turizm ile ilgili kelimeleri aklımıza geldiğince sıralayalım.
Yani Kur’an’ı taradığımızda karşımıza şu kelimeler çıkacaktır.
SEYR, SEYAHAT, SEFER, İNTİŞAR
DAYF, RESUL, MUHACİR, İBNU’S-SEBİL
ARAB, ACEM, MÜSTE’MEN, MUKİM
SADAKA, FEY, SEBİLULLAH , ABİRİ’S-SEBİL
Bu kelimelerin üzerinde araştırmalar yapılmalıdır.
Bu kelimeler turizm yönüyle ele alınmalıdır.
Demek ki bizim turizme ait fıkhı oluşturmamız için birçok kimsenin uzun zaman çalışması gerekmektedir.
İçtihat budur.
Bir âyeti alıp onu yorumlamak kolay iştir.
Fıkıh ise son derece zordur.
Bunun için;
a) “Adil Düzene Göre İnsanlık Anayasası”nı istihsanen oluşturmamız gerekmektedir. Bunu yapmış bulunmaktayız.
b) “Adil Düzene Göre İnsanlık Anayasası”nın her cümlesine Kur’an’da bir delil bulmamız gerekir. Bulabilirsek istihsanımız doğrudur demektir. Aksine delil bulursak değiştiririz. Kur’an’da bu yoktur diyemeyiz. Onaylayan veya reddeden âyet mutlaka vardır.
c) Ondan sonra bir turizm işletmesini kurmalıyız. Araştırmacı Müçtehidin biri de bunu yüklenmelidir. Günlük seyahatlerle işe başlayabiliriz. İşte bu araştırmacı bizimle istişare ederek Turizmin Fıkhını yapmalı, sözleşmesini hazırlamalıdır.
d) Turizm işletmesinin muhasebesi kurulmalıdır. Ortaklık faaliyete geçmelidir.
Bugün bir işletme kurmak için dört ortak bir araya gelmelidir.
a) İşletme Sorumlusu Ortak, işletme ile ilgili kararları almalıdır. Bu ortak bundan başka bir şey yapmamalıdır.
b) İşletme Kasası, para ve belgeleri alıp vermelidir. İşletmenin veznesi olacaktır. Onun başka bir görevi ve yetkisi olmamalıdır.
c) İşletmenin Yediemini Ambar Sorumlusudur. Mallar ona teslim edilir, mallar ondan alınır. O da başka bir sorumluluk yüklenmemelidir.
d) Muhasip Ortak da kayıt işleri yapmalı ve sonuçları bildirmelidir.
“Adil Düzen Turizm İşletmesi”, Akevler İstanbul Tüketim Kooperatifi’nin “Genel Hizmet Sorumlusu” olarak katıldığı bir işletme olacaktır. Dört fert ortak olarak bir araya gelir de böyle bir işletme kurarlarsa, kooperatif olarak bunları destekleriz.
Dört ortak nasıl bir araya gelebilir?
a) Ortak her gün 10 saat çalışır. Böylece haftalık olarak 70 saat emeği var demektir. Bunun yarısını yani 35 saatini şimdilik kendi geçimi için harcar, öyle bir iş tutar. Haftanın 35 saatini de turizm işletmesine ayırır.
b) Ev hanımıdır; bu işletmeye ortak olarak katılabilir.
c) Öğrencidir; dışarıdan okumaktadır yahut artırdığı zamanları vardır. İşte o zamanlarını bu şirkete ortak eder.
d) Emeklidir; emekli maaşı ile geçinmektedir, ayrıca bu işletmede çalışır.
İşte böyle bir işletme kurma zamanıdır.
Bu işletme içinde işletmenin fıkhı oluşturulacaktır.
Sadece teorik düşüncelerle fıkıh olmaz, sadece teorik düşüncelerle ilim olmaz.
Ayrıca uygulamalar da yapmak gerekmektedir.
***
ŞİMDİ TARADIĞIMIZ ÂYETLERE BAKABİLİRİZ.
قَالَ قَائِلٌ مِنْهُمْ لَا تَقْتُلُوا يُوسُفَ وَأَلْقُوهُ فِي غَيَابَةِ الْجُبِّ يَلْتَقِطْهُ بَعْضُ السَّيَّارَةِ إِنْ كُنْتُمْ فَاعِلِينَ (10)12
“SEYYARE” kelimesi burada marife olarak getirilmiş, “BAZI” kelimesi ile nekreleştirilmiştir. Mısır ile Mezopotamya arasında yolculuk yapan kafileler anlaşılmaktadır. Deve, at, katır ve eşeklerle yola çıkan kafileler birlikte yolculuk yapar ve kentler arasında eşya ticareti yaparlardı. Türkçede bunlara “kervan” denmektedir. İş maksadı ile yolculuk yapan kimseler anlamındadır.
وَجَعَلْنَا بَيْنَهُمْ وَبَيْنَ الْقُرَى الَّتِي بَارَكْنَا فِيهَا قُرًى ظَاهِرَةً وَقَدَّرْنَا فِيهَا السَّيْرَ سِيرُوا فِيهَا لَيَالِيَ وَأَيَّامًا آمِنِينَ (18)34
“Oraya seyri takdir ettik.” Güvenlik alanı yaptık. Kafileler bu yolu takip ederler. Buranın görevlileri vardır, bunlar güvenliği sağlarlar. O halde yeryüzünde güvenliğin sağlandığı yollar olacak buralarda gündüz gece herkes yolculuk yapabilecektir. Yolcunun mallarına veya canına zarar verilirse, bu görevliler zararı tazmin edeceklerdir. Bu görevliler ücretlerini o yolun çevresinden alınan vergilerden bir pay olarak alacaklardır.
وَجَاءَتْ سَيَّارَةٌ فَأَرْسَلُوا وَارِدَهُمْ فَأَدْلَى دَلْوَهُ قَالَ يَابُشْرَى هَذَا غُلَامٌ وَأَسَرُّوهُ بِضَاعَةً وَاللَّهُ عَلِيمٌ بِمَا يَعْمَلُونَ (19)12
Bundan önceki âyette “bazı seyyareleri” marife yapmış, burada ise “seyyare” kelimesini nekre getirmiştir. Demek ki bazı kelimesi ile o da nekredir. “Es-seyyare” kafileler anlamında çoğul isimdir. Buradaki ise nekredir, tekildir. Bu da kafileden çok kişileri gösterir.
وَتَسِيرُ الْجِبَالُ سَيْرًا (10)52
Burada dağların seyr ettiği anlatılmaktadır.
وَلَوْ أَنَّ قُرْآنًا سُيِّرَتْ بِهِ الْجِبَالُ 13(31)
Burada kur’an aracılığı ile dağların yürütülmesinden bahsedilmektedir. Taşımada yakıt aracı olarak kur’an zikrediliyor.
قَالَ خُذْهَا وَلَا تَخَفْ سَنُعِيدُهَا سِيرَتَهَا الْأُولَى (21)20
Varlıklar belli çizgi üzerinde seyretmektedir. Bu seyirde durumları değişmekte ama kendileri değişmemektedir. Dört boyutlu uzaydaki şekli onun siyretini oluşturur. Kendiliğinden bıraktığınız zaman takip edeceği siyret ilk siyrettir. Bizim müdahalemizle değişecek siyret ise sonraki siyretlerdir. Her şey dört boyutlu uzayda seyrederek hâlini değiştirmektedir.
قُلْ سِيرُوا فِي الْأَرْضِ ثُمَّ انْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُكَذِّبِينَ (11)6
قُلْ سِيرُوا فِي الْأَرْضِ فَانْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُجْرِمِينَ (69)27
قُلْ سِيرُوا فِي الْأَرْضِ فَانْظُرُوا كَيْفَ بَدَأَ الْخَلْقَ ثُمَّ اللَّهُ يُنْشِئُ النَّشْأَةَ الْآخِرَةَ إِنَّ اللَّهَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ (20)29
Bu üç âyette “Kul” kelimesi getirilmiştir. Mümin olmayanlara hitap etmekte, onlara gezin denmektedir.
“Seyr” için iki illet gösterilmektedir. Seyredip tarihte topluluğun nasıl helak olduklarını görmeleri istenmekte yani arkeolojiden söz etmektedir. İkincisi ise yaratılışın nasıl olduğunu öğrenmemiz için emredilmektedir. Bu da jeolojik araştırmalar için seyr emredilmektedir demektir. Bugün bunların her ikisi birer ilim olmuştur. Seyr kazılarını da içine almaktadır.
Bundan sonraki iki âyette “Kul” kelimesi getirilmemekte, doğrudan bütün insanlar muhatap alınmaktadır.
وَمَا أَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ إِلَّا رِجَالًا نُوحِي إِلَيْهِمْ مِنْ أَهْلِ الْقُرَى أَفَلَمْ يَسِيرُوا فِي الْأَرْضِ فَيَنْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الَّذِينَ مِنْ قَبْلِهِمْ وَلَدَارُ الْآخِرَةِ خَيْرٌ لِلَّذِينَ اتَّقَوْا أَفَلَا تَعْقِلُونَ (109)12
Bu âyette “kul” emri yoksa da muhatap olarak tebliğ edici alınmaktadır. Resule, “arzda seyretmiyorlar mı, nazar etsinler” derken, zımnen “kul” emri taşımaktadır.
وَجَعَلْنَا بَيْنَهُمْ وَبَيْنَ الْقُرَى الَّتِي بَارَكْنَا فِيهَا قُرًى ظَاهِرَةً وَقَدَّرْنَا فِيهَا السَّيْرَ سِيرُوا فِيهَا لَيَالِيَ وَأَيَّامًا آمِنِينَ (18)30
Burada da seyretmeyi emrettiğini ifade etmektedir.
فَلَمَّا قَضَى مُوسَى الْأَجَلَ وَسَارَ بِأَهْلِهِ آنَسَ مِنْ جَانِبِ الطُّورِ نَارًا قَالَ لِأَهْلِهِ امْكُثُوا إِنِّي آنَسْتُ نَارًا لَعَلِّي آتِيكُمْ مِنْهَا بِخَبَرٍ أَوْ جَذْوَةٍ مِنَ النَّارِ لَعَلَّكُمْ تَصْطَلُونَ (29)28
Burada Hazreti Musa’nın ehli ile çıkıp gitmesini seyr olarak anlatmaktadır.
قَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلِكُمْ سُنَنٌ فَسِيرُوا فِي الْأَرْضِ فَانْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُكَذِّبِينَ (137)3
وَلَقَدْ بَعَثْنَا فِي كُلِّ أُمَّةٍ رَسُولًا أَنِ اعْبُدُوا اللَّهَ وَاجْتَنِبُوا الطَّاغُوتَ فَمِنْهُمْ مَنْ هَدَى اللَّهُ وَمِنْهُمْ مَنْ حَقَّتْ عَلَيْهِ الضَّلَالَةُ فَسِيرُوا فِي الْأَرْضِ فَانْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُكَذِّبِينَ (36)16
Bu âyetlerde doğrudan doğruya insanlara seyretmelerini, arkeolojik araştırmalarla yalanlayanların akıbetlerini görmelerini istemektedir.
أُحِلَّ لَكُمْ صَيْدُ الْبَحْرِ وَطَعَامُهُ مَتَاعًا لَكُمْ وَلِلسَّيَّارَةِ وَحُرِّمَ عَلَيْكُمْ صَيْدُ الْبَرِّ مَا دُمْتُمْ حُرُمًا وَاتَّقُوا اللَّهَ الَّذِي إِلَيْهِ تُحْشَرُونَ (96)5
Bu âyette denizde avlanan balıkçıların seyrinden bahsetmekte, onların paylarını belirlemektedir.
هُوَ الَّذِي يُسَيِّرُكُمْ فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِ حَتَّى إِذَا كُنْتُمْ فِي الْفُلْكِ وَجَرَيْنَ بِهِمْ بِرِيحٍ طَيِّبَةٍ وَفَرِحُوا بِهَا جَاءَتْهَا رِيحٌ عَاصِفٌ وَجَاءَهُمُ الْمَوْجُ مِنْ كُلِّ مَكَانٍ وَظَنُّوا أَنَّهُمْ أُحِيطَ بِهِمْ دَعَوُا اللَّهَ مُخْلِصِينَ لَهُ الدِّينَ لَئِنْ أَنْجَيْتَنَا مِنْ هَذِهِ لَنَكُونَنَّ مِنَ الشَّاكِرِينَ (22)10
Bu âyette denizlerdeki ve karalardaki taşımacılıktan bahsetmektedir.
Bu âyetlerin anlatımı ile seyr etmenin bir iş yapma amacıyla yolculuk olduğunu anlıyoruz. Arkeolojik ve jeolojik araştırmaların yapılmasını da tüm insanlığa emretmektedir.
Bugün bu ilimler gelişmiştir.
Bu ilimlerin bize öğrettiği iki şey vardır.
Birincisi, canlılardaki evrimdir. Canlılar zamanla çoğalmakta ve değişerek daha ileri türler meydana gelmektedir. Görevleri biten türler de inkıraz etmektedir. Canlılardaki evrimleşme böyle olmaktadır.
İnsanlardaki uygarlaşma da buna benzer. Uygarlıklar doğarlar, gelişirler, yaşarlar, yaşlanırlar ve ölürler. Eceli gelen topluluk yaşamaya devam edemez.
İşte, ömrü dolan uygarlıkların yerine eskiden yeni peygamber gelir, yeni kitap gelir ve yeni uygarlık böyle kurulurdu. Şimdi ise yeni peygamber gelmeyecek, yeni kitap gelmeyecektir. Kitap olarak Kur’an, peygamber olarak ilim adamları yeterli olacaktır.
Burada bize emredilen araştırmamızdır, nazar etmemizdir, yeryüzünün tümünü dolaşmamızdır.
“SEYR” kelimesini teyit eden ikince kelime “RIHLE” kelimesidir.
وَقَالَ لِفِتْيَانِهِ اجْعَلُوا بِضَاعَتَهُمْ فِي رِحَالِهِمْ لَعَلَّهُمْ يَعْرِفُونَهَا إِذَا انْقَلَبُوا إِلَى أَهْلِهِمْ لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ (62)12
فَلَمَّا جَهَّزَهُمْ بِجَهَازِهِمْ جَعَلَ السِّقَايَةَ فِي رَحْلِ أَخِيهِ ثُمَّ أَذَّنَ مُؤَذِّنٌ أَيَّتُهَا الْعِيرُ إِنَّكُمْ لَسَارِقُونَ (70)12
قَالُوا جَزَاؤُهُ مَنْ وُجِدَ فِي رَحْلِهِ فَهُوَ جَزَاؤُهُ كَذَلِكَ نَجْزِي الظَّالِمِينَ (75)12
لِإِيلَافِ قُرَيْشٍ (1) إِيلَافِهِمْ رِحْلَةَ الشِّتَاءِ وَالصَّيْفِ (2) فَلْيَعْبُدُوا رَبَّ هَذَا الْبَيْتِ (3) الَّذِي أَطْعَمَهُمْ مِنْ جُوعٍ وَآمَنَهُمْ مِنْ خَوْفٍ (4)
Bu âyetlerdeki “RIHLE”yi seyahat olarak anlamışlardır. Doğru olabilir. Ama rıhle yük anlamında olup yaz ve kış nevalesi manasına da gelebilir. Gayri zizer (Ziraat olmayan) olan Mekke’nin pazar sorununu ifade eder.
Semt projemizde tüccar sınıfını koyuyoruz. Bu sınıf iylaf işini yapmaktadır. Semtin mallarını piyasaya satmakta, piyasanın mallarını semte getirmektedir.
Bucak tüccarları il tüccarlarına, il tüccarları ülke tüccarlarına satarlar. Ne var ki bunların güven içinde taşınması da gerekmektedir. “Rıhlet” bunu ifade etmektedir. Rehl rıhl ile olmamaktadır.
وَلَكُمْ فِيهَا جَمَالٌ حِينَ تُرِيحُونَ وَحِينَ تَسْرَحُونَ (6)16
Bu âyette akşam hayvanları toplayıp istirahate çekme şeklinde ifade edilmiştir.
فَأَمَّا إِنْ كَانَ مِنَ الْمُقَرَّبِينَ (88) فَرَوْحٌ وَرَيْحَانٌ وَجَنَّةُ نَعِيمٍ (89)
“Revh” “Reyhan”a eş olarak gösterilmiştir. “Reyhan” bitkilerin havaya saldıkları kokudur. Bitkiler kendilerini tanıtmak için koku salarlar. Böcekleri ve hayvanları kendilerine çekerler. Onlara yiyecek verir, onun karşılığında onların tozlaşmaları yani döllenmelerini sağlamalarını isterler. Tohumları alıp götürüp başka yerlerde yaymalarını isterler.
Hayvan yaprağı kopardığı zaman özel sıvıyı bitkiye verir. Bitki de ondan yararlanır. Bu sıvı sebebiyledir ki elle kopardığınız yaprakta kuruma meydana gelir. Oysa hayvanların kopardığı yapraklarda kuruma meydana gelmez.
Bitkilerin çevreye yaydıkları koku birçok enzimleri ve vitaminleri içerir. İnsanlar da bunlardan yararlanır. Ayrıca ormanlık yerlerde oksijen miktarı fazla olduğu için insanın bedeninde rahatlık meydana getirir. Daha az kan dolaşımı daha fazla hayat olaylarına imkân verir. Bu sebeple revh yani rahatlık olur.
وَلِسُلَيْمَانَ الرِّيحَ غُدُوُّهَا شَهْرٌ وَرَوَاحُهَا شَهْرٌ وَأَسَلْنَا لَهُ عَيْنَ الْقِطْرِ وَمِنَ الْجِنِّ مَنْ يَعْمَلُ بَيْنَ يَدَيْهِ بِإِذْنِ رَبِّهِ وَمَنْ يَزِغْ مِنْهُمْ عَنْ أَمْرِنَا نُذِقْهُ مِنْ عَذَابِ السَّعِيرِ (12)9
Bu âyette öğleden önce esen sabah rüzgârlarından ve öğleden sonra esen akşam rüzgârlarından bahsetmektedir. Yelkenli gemilerin seyahat edebilmelerinden bahsetmektedir. Batıdan esen sabah rüzgârları ile doğudan esen akşam rüzgârlarından bahsetmektedir.
Sabahleyin doğu ısınmış, basınç azalmıştır. Batı soğuktur. Soğuk hava baskı yaparak doğuya doğru eser. Öğleden sonra ise batı sıcaktır, doğu soğumuştur. Doğudan batıya rüzgâr eser. Böylece yelkenli gemiler batıya ve doğuya göre bu saatlerde yelken açarlar.
Ay’ın etkisi ile gel-git olayları olur. Su Ay’ın bulunduğu yerlerde ve onun karşısında kabarır. Kabaran yerde basınç düşer. Buharlaşma da kolay olur. Böylece Ay’da bir kabarma olduğunda Ay’ın doğuda olması rüzgârın daha çok doğuya esmesine sebep olur. Ay’ın batıda olması rüzgârın batıya esmesine sebep olur.
Rüzgârın esiş istikametleri ayda bir değişmesi gerektiği halde iki ayda bir değiştiğini ifade etmektedir. Bunu şöyle izah edebiliriz. Bir kazana kaşık sokup çevirmeye başladığınız zaman, sıvı eğer akışkansa her seferinde daha fazla hızlanır, kaşıktan hızlı dönmeye başlar. Sıvı eğer koyu ise kaşıktan yavaş dönmeye başlar. Her seferinde döngü için verilen hız yetmez ve kaşık iki defa dönerse sıvı bir defa döner.
İşte rüzgâr için de durum böyledir. Rüzgâr doğudan batıya daha zor döner. Çünkü dünyanın dönüşünden fazla hızla dönmesi gerekir. Oysa batından doğuya çok kolay döner. İşte bu sebepledir ki periyot bir ay olması gerekirken iki ay olmuştur.
SEYAHAT
عَسَى رَبُّهُ إِنْ طَلَّقَكُنَّ أَنْ يُبْدِلَهُ أَزْوَاجًا خَيْرًا مِنْكُنَّ مُسْلِمَاتٍ مُؤْمِنَاتٍ قَانِتَاتٍ تَائِبَاتٍ عَابِدَاتٍ سَائِحَاتٍ ثَيِّبَاتٍ وَأَبْكَارًا (5)
Bu âyette seyahat eden kadınlardan bahsedilmektedir. Kurallı çoğul getirilmiştir. Bunların dul veya bekâr olmalarını ifade etmektedir. Evli olmayan kadınlar kafile oluştururlar. Konaklaya konaklaya yol alırlar. Gittikleri yerlerde sanatlarını gösterirler.
a) Konuşma sanatlarını, b) Okuma sanatlarını, c) Takdim etme ve kendi güzelliklerini şeriatın sınırları içinde gösterme amacıyla eş ararlar.
Bekâr erkekler bunların gösterilerine katılırlar ve onlar da kendileri maharetlerini gösterirler. Beğenenler olursa görüşme yapar ve anlaşırlarsa evlenirler.
Burada anlatılan kadınlar bunlardır.
Bu müessesenin ihyası gerekmektedir. Batılılar bu sorunu balolarla çözmektedir. İslâmiyet ise birlikte cemaat namazları ile çözmekte ve komşu olanlar böylece tanışmaktadırlar. Uzaktakilerin tanışması da seyahatle olmaktadır.
Kur’an evli olmayanları evlendirin emrini vermiştir. Bunun için kadının veya erkeğin ‘ben böyle eş arıyorum’ gibi koyun satar gibi pazarlık yapmasını meşru olarak görmüyorum. Kadın veya erkeğin bir yakını ona eş bulmayı yüklenmelidir. Kadın olsun erkek olsun böyle birisine teslim olmalıdır. Evlenmek istediği eşin vasıflarını ona anlatmalıdır. Onun sırdaşı olmalıdır. Buna “sağdıç” denmektedir. Kur’an “nikâhın ukdesi elinde olan” demektedir.
Sağdıçlar internette bir sahife açıp nasıl özellikleri olan kimsenin nasıl bir eş aradığını bildirmelidir. Böylece önce iki sağdıç aralarında anlaştıktan sonra adaylarla görüşüp anlaşma tamamlanmalıdır. Ondan sonra bunlar buluşturulup birbirleriyle görüştürülmelidir. İşte bu buluşma yakın yerlerde beş vakit namazlarda olur. Erkek kızın ocağına gider ve orada misafir olur. Uzakta iseler kadınların seyahatlerine kız katılır ve gittiği yerde görüşür.
إِنَّ اللَّهَ اشْتَرَى مِنَ الْمُؤْمِنِينَ أَنْفُسَهُمْ وَأَمْوَالَهُمْ بِأَنَّ لَهُمُ الْجَنَّةَ يُقَاتِلُونَ فِي سَبِيلِ اللَّهِ فَيَقْتُلُونَ وَيُقْتَلُونَ وَعْدًا عَلَيْهِ حَقًّا فِي التَّوْرَاةِ وَالْإِنْجِيلِ وَالْقُرْآنِ وَمَنْ أَوْفَى بِعَهْدِهِ مِنَ اللَّهِ فَاسْتَبْشِرُوا بِبَيْعِكُمُ الَّذِي بَايَعْتُمْ بِهِ وَذَلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْعَظِيمُ (111) التَّائِبُونَ الْعَابِدُونَ الْحَامِدُونَ السَّائِحُونَ الرَّاكِعُونَ السَّاجِدُونَ الْآمِرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَالنَّاهُونَ عَنِ الْمُنْكَرِ وَالْحَافِظُونَ لِحُدُودِ اللَّهِ وَبَشِّرِ الْمُؤْمِنِينَ (112)9
Bu âyetlerde cihat yapan müminlerden bahsedilmekte, bunların da kafileler hâlinde seyahat etmeleri gerektiğini ifade etmektedir. Savaşa çıkan kafile seyahat etmektedir. Sıkıyönetim var da oranın sükûnunu sağlayacaklarsa o da seyahat olarak adlandırılmaktadır.
Seyyahlar ile seyyareler arasındaki en büyük fark, seyyareler kendi işleri için yolculuk yaptıklarından masraflar kendilerine aittir. Oysa savaş ve güvenlik harekâtı kamu adına yapıldığı için giderler kamuca karşılanacaktır.
Burada tesbit edeceğimiz en önemli husus, kadınların eş arama seyahatleri de kamuca finanse edilecektir demektir. Çünkü evlendirmek topluluğa farzdır.
Kooperatiflerimiz bu tür seyahat kafileleri oluşturmalıdırlar. Kadınlar ve erkekler beraber seyahat etseler bile, bekâr kadın ve bekâr erkekler için programlar hazırlamamız gerekmektedir. Onların oynayacağı piyesler yazılabilir. Gittikleri yerlerde yerli bekârların katıldığı piyesler oynanabilir. Yahut bir pazar kurulup alışveriş yapılabilir. Mallar seyyahlar tarafından götürülür. Pazar kurulur. Bekâr erkekler veya sağdıçları alışveriş yaparlar.
SEFER
مَثَلُ الَّذِينَ حُمِّلُوا التَّوْرَاةَ ثُمَّ لَمْ يَحْمِلُوهَا كَمَثَلِ الْحِمَارِ يَحْمِلُ أَسْفَارًا بِئْسَ مَثَلُ الْقَوْمِ الَّذِينَ كَذَّبُوا بِآيَاتِ اللَّهِ وَاللَّهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِمِينَ (5)62
Bu âyette “SUFUR” süpürgedir. Sabahleyin halk sokağa çıkmadan evvel yollar süpürüldüğü için sabah vaktine “sefer vakti” denmiştir. Sonra yolculuğa sabahleyin çıkıldığı için de yola çıkmaya “SEFER” denmiştir.
“SEFER” ağaçtan düşen yapraktır. Çoğulu “ESFAR” gelir.
Yaprakların dallardan kopup sürüklenmesi fiili olmuştur. Sonra insanların yolculuk yapması “SEFER” ile ifade edilmiştir. Yolculuğa sabahleyin başlandığı için de sabah olması durumu “ESFAR” ile ifade edilmiştir.
Kitaplar ağaç yaprakları üzerine yazıldığı için “ESFAR” ciltler demektir, çok yapraklar anlamındadır.
فَقَالُوا رَبَّنَا بَاعِدْ بَيْنَ أَسْفَارِنَا وَظَلَمُوا أَنْفُسَهُمْ فَجَعَلْنَاهُمْ أَحَادِيثَ وَمَزَّقْنَاهُمْ كُلَّ مُمَزَّقٍ إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِكُلِّ صَبَّارٍ شَكُورٍ (19)34
Buradaki “ESFAR” “SEFER”in cemidir. Yolculuklarımızın arasını uzak yapalım, yani sık sık yolculuk yapmayalım yahut sık sık savaşa gitmeyelim anlamındadır.
كَلَّا إِنَّهَا تَذْكِرَةٌ (11) فَمَنْ شَاءَ ذَكَرَهُ (12) فِي صُحُفٍ مُكَرَّمَةٍ (13) مَرْفُوعَةٍ مُطَهَّرَةٍ (14) بِأَيْدِي سَفَرَةٍ (15) كِرَامٍ بَرَرَةٍ (16)80
Buradaki “SEFERET” “SAFİR”in yani kâtibin çoğuludur. Kâtip mukabeleleri yazmaktadır. Oysa safir ilmi kitapları yazmaktadır. Kur’an’ın aynı zamanda ilmi kitap olduğuna işaret etmektedir.
وُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ مُسْفِرَةٌ (38) ضَاحِكَةٌ مُسْتَبْشِرَةٌ (39) وَوُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ عَلَيْهَا غَبَرَةٌ (40) تَرْهَقُهَا قَتَرَةٌ (41)
“ESFERE”nin ism-i fâilidir. Ağarmış yüzler anlamındadır. Başka yerde “Nadıret” denmektedir. İkincide yüzler katranlanmış olarak gösterilmektedir. Diğerinde ise ekşimiş olarak ifade edilmektedir.
لَوْ كَانَ عَرَضًا قَرِيبًا وَسَفَرًا قَاصِدًا لَاتَّبَعُوكَ وَلَكِنْ بَعُدَتْ عَلَيْهِمُ الشُّقَّةُ وَسَيَحْلِفُونَ بِاللَّهِ لَوِ اسْتَطَعْنَا لَخَرَجْنَا مَعَكُمْ يُهْلِكُونَ أَنْفُسَهُمْ وَاللَّهُ يَعْلَمُ إِنَّهُمْ لَكَاذِبُونَ (42)
Bu âyette kasıtlı bir sefer olsaydı denmektedir. Savaşmak sefer ile ifade edilmektedir.
“SEFER” kelimesi ile savaş ifade edildiği gibi diğer yolculuklar da ifade edilir.
Savaşın en büyük zorluğu intikaldir yani birliklerin istenen yere intikalidir. Savaşın ana kanunu vardır. Savunma saldırmadan daha kolaydır. Eğer bir tepeyi siz erken işgal ederseniz artık savunma durumuna geçersiniz ve işiniz kolaylaşır, düşman işgal ederse o zaman da işiniz zordur.
Savaşın başka kuralı da ikmaldir. Cephede savaşan askerlere siz cephane ve erzak ulaştıramazsanız onlar orada savaşamaz.
İşte, ister öncelik kazanma, ister ikmali sürdürme işi yol ve konaklama ile olur.
Devletlerin ana işi yollar yapıp o yolları işletmeye hazır tutmadır. Barış zamanında kullanılmayan yolları yapıp işletmek devlete ağır geleceği için yolları halka karşılıksız açar, konak yerlerini karşılıksız tutar. Halk buradan gelip geçtikçe milli hâsıla birkaç misli artar, devlet de onlardan vergisini alıp ordusunu besler, yolları yapar ve yaşatır.
Demek ki turizm aynı zamanda savaş için hazırlıklı olmak demektir.
“KASİD SEFER”den maksat kazançlı bir seferdir.
Bu yalnız yolcu taşıma anlamında değildir. Benzin istasyonları kurulur. Her yerde yedek stoklar oluşturulur. Benzin alınıp satılır. Stoklar hazır bulundurulur ve savaşta onlar kullanılır. Elektrik hatları da savaşta işe yarayacaktır.
Hâsılı; devlet savaşa hazırlık olmak üzere tüm ekonomik ve imar faaliyetlerinde bulunur, barışta bunlardan halkı yararlandırır, savaşta ise bunları kullanır.
وَجَاءَهُ قَوْمُهُ يُهْرَعُونَ إِلَيْهِ وَمِنْ قَبْلُ كَانُوا يَعْمَلُونَ السَّيِّئَاتِ قَالَ يَاقَوْمِ هَؤُلَاءِ بَنَاتِي هُنَّ أَطْهَرُ لَكُمْ فَاتَّقُوا اللَّهَ وَلَا تُخْزُونِ فِي ضَيْفِي أَلَيْسَ مِنْكُمْ رَجُلٌ رَشِيدٌ (78)11
وَجَاءَ أَهْلُ الْمَدِينَةِ يَسْتَبْشِرُونَ (67) قَالَ إِنَّ هَؤُلَاءِ ضَيْفِي فَلَا تَفْضَحُونِ (68)15
وَلَقَدْ رَاوَدُوهُ عَنْ ضَيْفِهِ فَطَمَسْنَا أَعْيُنَهُمْ فَذُوقُوا عَذَابِي وَنُذُرِ (37)54
Kur’an bir kıssayı anlatarak o kıssada geçen olaylarla ilgili hükümleri ortaya koyar.
Bu âyetlerde Hazreti Lut aleyhisselamın misafirlerinden bahsedilmektedir.
Lut halkı bugünkü insanlığın müptela olduğu eşcinselliğe dalmıştı. Erkekler evlenmiyor, cinsi arzularını eşcinsellikle gideriyorlardı. Kadınlara saldıracaklarına erkeklere saldırıyorlardı. Bugün olduğu gibi erkekler kadınlarla evlenmiyor, topluluk pislik içinde yaşıyordu. Bunları helâk etmek üzere melekler Lut peygambere misafir olurlar ve oradan ailesiyle ayrılıp gitmesini isterler. Bu esnada oranın halkı misafirlere saldırmak için Lut peygamberin yanına gelirler. Hazreti Lut onlara yaptıklarının çirkinliğini anlatmakta, işte kızlarım bekâr, onlarla evlenmiyorsunuz da buradaki misafirlerime saldırıyorsunuz demektedir. Böylece “DAYF” kelimesini kullanarak insanların misafirlik için de seyahat etmelerini ve ev sahibinin onları koruması gerektiğini, hattâ onları korumak için kızlarını bile feda edebileceğini anlatmaktadır.
وَنَبِّئْهُمْ عَنْ ضَيْفِ إِبْرَاهِيمَ (51) إِذْ دَخَلُوا عَلَيْهِ فَقَالُوا سَلَامًا قَالَ إِنَّا مِنْكُمْ وَجِلُونَ (52) قَالُوا لَا تَوْجَلْ إِنَّا نُبَشِّرُكَ بِغُلَامٍ عَلِيمٍ (53)15
هَلْ أَتَاكَ حَدِيثُ ضَيْفِ إِبْرَاهِيمَ الْمُكْرَمِينَ (24)51
Bu âyette de Hazreti İbrahim peygambere gelen misafirlerden söz etmektedir. Bunlar da meleklerdir. Hazreti İbrahim’e bir oğul müjdelemektedirler.
Demek ki yalnız insanlar değil melekler de misafir olurlar.
Biz klasik anlayışa uyarak melek diyoruz. Gelenler melekler değil resullerdir. Bunlar uzaydan gelen insanlar olabilir.
Bugün kullandığımız atom bombası ile helak etmiş olabilirler. Geri bakmamaları emredilmiştir. Japonya’ya atılan atom bombasında da benzer olay olmuş, geriye bakan pilotun gözleri körleşmişti. Buna göre araştırmalar yapılmalı, atom bombasının kullanılıp kullanılmadığı tesbit edilmelidir.
فَانْطَلَقَا حَتَّى إِذَا أَتَيَا أَهْلَ قَرْيَةٍ اسْتَطْعَمَا أَهْلَهَا فَأَبَوْا أَنْ يُضَيِّفُوهُمَا فَوَجَدَا فِيهَا جِدَارًا يُرِيدُ أَنْ يَنْقَضَّ فَأَقَامَهُ قَالَ لَوْ شِئْتَ لَاتَّخَذْتَ عَلَيْهِ أَجْرًا (77)18
Burada bahsedilen Hazreti Musa aleyhisselamın misafir edilmemesi konusudur.
Buradaki misafirlik Âdemoğlunun misafirliğidir.
Turizm hakkında fıkıh oluşturabilmemiz için:
a) Bir deneme turizm işletmesini kurmamız gerekmektedir.
b) Bunu dört araştırmacı ortak kuracaktır.
c) “Adil Düzene Göre İnsanlık Anayasası”nı tetkik ederek oradaki müesseselere uyumlu bir işletme kurmalıyız. İslâm düzenindeki müesseseler içinde onlara uyumlu olmalıdır.
d) İşletme senedini çıkararak muhasebesini çalışır hâle getirmeliyiz.
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92