MÂİDE SÛRESİ TEFSİRİ - 72
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
قَالَ عِيسَى ابْنُ مَرْيَمَ اللَّهُمَّ رَبَّنَا أَنْزِلْ عَلَيْنَا مَائِدَةً مِنَ السَّمَاءِ تَكُونُ لَنَا عِيدًا لِأَوَّلِنَا وَآخِرِنَا وَآيَةً مِنْكَ وَارْزُقْنَا وَأَنْتَ خَيْرُ الرَّازِقِينَ (114) قَالَ اللَّهُ إِنِّي مُنَزِّلُهَا عَلَيْكُمْ فَمَنْ يَكْفُرْ بَعْدُ مِنْكُمْ فَإِنِّي أُعَذِّبُهُ عَذَابًا لَا أُعَذِّبُهُ أَحَدًا مِنَ الْعَالَمِينَ (115)
قَالَ عِيسَى ابْنُ مَرْيَمَ
(QAvLa GIySay iBNi MaRYaMa)
“Meryem oğlu İsa kavletti.”
Kur’an’da peygamberlerden bahsederken Hazreti İsa’dan başka hiçbirisinden filanın oğlu diye bahsetmez. Mesela İshak oğlu Yakup demez, sadece Musa, İbrahim diye bahseder. Sadece Hazreti İsa’dan bahsederken çoğunlukla “Meryem oğlu İsa” diye ifade eder. Bazen “el-Mesih İsebni Meryem” olarak geçer. Mesih İsa’nın geçtiği yerde Meryemoğlu olarak geçer. Melekler Meryem’e İsa’yı müjdelerken Meryem oğlu İsa Mesih isimli bir oğul müjdeliyorlar. Oğulun ismini veriyorlar. O “Meryemoğlu” olarak anılacaktır deniyor.
Kur’an’da kadın ismi olarak sadece Meryem geçmektedir. Hazreti Meryem kadınlığı ve kadınları temsil eden bir nebi olmaktadır. Hıristiyanlık âlemi de Hazreti İsa kadar Hazreti Meryem’i de takdis etmektedir.
Burada da dua eden Hazreti İsa değildir. Meryemoğlu İsa Mesih de değildir. Burada dua eden Meryemoğlu İsa’dır.
Hazreti İsa’nın üç adı vardır; İsa, Meryemoğlu İsa, Meryemoğlu İsa Mesih.
Mesih onun İbrahim gibi asıl adıdır. İsa Peygamber İsa’dır. Meryemoğlu İsa Ruhü’l-Kudüs ile teyit edilmiştir.
Havariler Hazreti İsa’dan semadan maide indirmesini isteyince Hazreti İsa önce itiraz ediyor ve diyor ki; Allah’tan ittika edin, böyle şey talep edilir mi diyor. Havariler ısrar ediyor ve sebebini açıklıyorlar. O zaman Hazreti İsa’nın da aklına yatıyor ve dua etmeye karar veriyor.
Havariler meclisteki şura üyeleridir. Bizim öngördüğümüz anayasada ilmî, meslekî, siyasî ve ahlâkî şuralar vardır. Hazreti İsa ahlâkî risaletle görevlendirilmiş biridir. Dolayısıyla onun havarileri de ahlâkî şurayı temsil ederler.
Havarilerin Hazreti İsa’ya inanmaları için ondan mucizeler istemeleri doğaldır. Daha önce saydığımız mucizeler maddi mucizelerdir, zahiri mucizelerdir. Bunlar ruhani mucize de talep ediyorlar. O da semadan sofranın inmesidir. Hazreti İsa da onların bu taleplerini kabul etmektedir.
Kur’an nazil olduktan sonra da şeriat ve tarikat devam ettiğine göre bugünkü ehli tarik de böyle zahiri olmayan kerameti şeyhlerinden talep edebilirler mi? Şeyh de bu kerameti gösterebilir mi?
Şeriat ehli olan bizlerin bunlara aklımız ermez ama Gazali dâhil birçok samimi ilim adamları şeyhlerden kerametlerin zuhur ettiğini söylerler. Bunları tekzip etmek mümkün değildir. Mevlana ve Muhyiddin İbni Arabî gibi zatların kerametlerinden bahsetmek dışında, bugünkü ehli tarikat da bu tür kıssalar anlatmaktadırlar. Gerçek olan şudur ki onlar buna inanmaktadırlar. Şeyhlerinde görmek istedikleri kerameti görmektedirler.
Hazreti İsa’nın kıssası da bütün bunların boş olduğunu iddia etmemize manidir. Şeriatçı Ehli Sünnet buna şöyle fetva vermişlerdir. Evliyanın kerameti haktır. Evliyaya gelen ilham başkasına delil değildir. Yani Ehli Sünnet kerametleri inkâr etmemektedir ama kerametlere dayanarak amel etmeyi de doğru saymamaktadır.
Bizim içtihadımız şudur. Musa’nın yol arkadaşı kıssası bize gösteriyor ki, şeriatın ötesinde bir şeyler vardır ama şeriatçıların buna akılları ermez. Dolayısıyla Hazreti Musa gibi şeriatçı olanların bu tür konularla ilgilenmemeleri gerekir.
Biz diyoruz ki; askeri mantık başkadır, sivil mantık başkadır. Askerler sivillere, siviller de askerlere karışmamalıdırlar. “Adil Düzene Göre İnsanlık Anayasamız” bu ilkeye dayanmaktadır. İşte Kur’an’daki delili olarak Hazreti Musa’nın kıssasını esas alabiliriz.
Konuyu biraz daha ileri götürelim. Ceza hukukunda kural vardır. Kısasın uygulanması için fiilin kasten işlenmesi gerekir. Hataen işlenen suçlara ceza verilmez.
İslâmiyet’ten aldıkları bu kuralı batılılar da uygulamaktadırlar.
Kastın olup olmadığı nasıl tesbit edilecek?
İşte burada soruşturmacının kanaati önemlidir. Davranışları, hareketleri, öldürme biçimini göz önüne alarak kendi kanaatine göre şehadet edecektir. İşte bu ilhamdır ve sonunda tarikattır. O halde tarikattan tecrit edilmiş bir şeriat olmaz. Bu sebepledir ki hukukla ahlâk birbirinden ayrılmaz. Fıkıhta hükümler birlikte ele alınır.
اللَّهُمَّ رَبَّنَا
(elLAvHumMa RabBaNAv)
“Rabbimiz Allah’ım”
“Allah” kelimesinin sonunda “umma” getirilmiştir. Birleşik kelime yapılmıştır. “M” harfi Türkçede ve Fransızcada ben anlamına gelir, “Benim” dersiniz, “Geldim” dersiniz. Fransızlar “me” der. Gürcüler “me” der.
Arapçada da acaba “m” harfi “me” olarak gelir mi?
İlk görünüşte Arapçada “m” harfi “ben” manâsına gelmez. Ne var ki harflerin dönüşme kuralları ile hareket ettiğimizde “b” harfi düşer bile deki “b” düşmüş “ile” olmuş, “bolmak” kelimesinden “b” düşmüş “olmak” olmuş. Bunun dışında “V” harfi de “T” harfine dönüşmüştür. “Ticaret”in aslı “vicare”dir. “Takva”nın asıl “vakya”dır. “Nasartu”daki “T” “ve” den dönüşmüştür. Onun için ötrelidir. “Ensuru”daki “E” de “M”den dönüşmüştür. Aslı “mensuru”dur. Ben yardım ederim demektir. Zamir başa alınırsa gelecek zaman olur. Sona alınırsa geçmiş zaman olur.
Bu tahlili yaptığınız zaman “Allahümme”yi Türkçeye “Allah’ım” diye çevirebiliriz.
“Allah” kelimesinin Ya ile gelmesi fasih değildir. Harfi tarifin başına “Ya Eyyuha” gelir “Ya” gelmez. Bu sebepledir ki “Ya Allahu” Kur’an’da yoktur. “Allahümme” kelimesinin başındaki “Ya” harfi de düşmüştür. “Yarabbi” gibidir. Buna sonundaki “ümme” yeterli görülmüştür. Arap gramercileri “Allahümme”nin “Ya Allah” manâsında olduğunda birleşmektedirler ama “ben” manâsını içerdiğini biz ortaya koymuş oluyoruz.
Burada “Allah’ım” dedikten sonra “Rabbimiz” demiş olması bizim yorumumuz ile çelişkili görünebilir. “Allahümme Rabbi” denmesi gerekirdi.
Buna iki şekilde cevap verebiliriz. Biri “Allah’ım” kelimesinin çoğulu yoktur. Tekil ve çoğul bir anlamdadır yani Allah’ımız” dediğimiz gibi “Allah’ım” da diyebiliriz.
Diğer bir yorum; Hazreti İsa Allah’a kendisi dua ettiği için “Allah’ım” demekte ama Havarilerin isteklerini yerine getirdiği için “Rabbimiz” de demektedir. Allah’ım Rabbimiz. Yani benim Allah’ım ve bizim rabbimiz demek olur. Sen rabbimizsin. Ben de böyle bir sofranın gelmesini istiyorum.
“Allahümme” kelimesi beş defa geçer. “Rabbimiz Allah” kelimesi yalnız burada geçer. Yani burada Allah’a dua ederken kendisinin Havariler adına dua ettiğini ifade etmektedir. Siz birisine bir şey teklif ederken ne adına teklif ediyorsanız o adı söylersiniz. Babanız vali ise vilayetle ilgili bir şey söyleyecekseniz “Ey Vali” dersiniz, babanız olarak bir şey söyleyecekseniz “Ey Baba” dersiniz. Hazreti İsa da burada kendisinin Allah’ı olarak dua etmekte ama Havarilerin rabbine dua etmektedir. Kendisi de Havariler içindedir.
“Rab” terbiye eden, eğiten demektir, yetiştiren demektir. Terbiye etmek ona bilgi vermek ve ikna etmek demektir. Burada terbiyenin bir kuralı olmaktadır. Çocuğu terbiye ederken onu ikna ederek terbiye edeceksiniz. Kimse ben söylüyorum demeyecek, ona makul deliller getirme durumundadır.
Bizim aklımızın ermediği hususlarda Kur’an’da vardır diye inanmamız gerekmez. Kur’an bizi ikna etmektedir. Söylediğine deliller getirmektedir. Bu sebepledir ki Kur’an’da müteşabih âyetler sadece Allah’tandır der geçeriz, onlarla amel etmeyiz. Amel etmemiz için içtihat etmemiz yani bizim ona kani olmamız gerekir. İçtihat kati sonuçlar değildir ama ondan daha iyisi olmadığı için ona uyuyoruz.
أَنْزِلْ عَلَيْنَا
(EaNZiL GaLaYNAv)
“Bize inzâl et”
“Enzele” kelimesi “Alâ” ile gelmektedir, “İlâ” ile de gelmektedir. Eğer gelen şey bize etki etmeyecekse “İlâ” ile gelir, bize etki edecekse “Alâ” ile gelir.
Burada istedikleri şey gelsin ve kendilerine hem besin olsun hem de mucize olsun istemektedirler. Hazreti İsa da o şekilde dua etmektedir. Bu inzal Hazreti İsa ve Havarilere olabildiği gibi sonra Hıristiyanlara da inzal olabilir. Hazreti İsa duayı ümmeti için yapmış olabilir. Havariler tef’il bâbında tenzili talep etmişler, Hazreti İsa if’âl babından inzali talep etmiştir. Devamlı olarak semadan sofra indirilmesi sünnetullaha aykırı bir durumdur. Bir defaya mahsus mucize olarak sofranın indirilmesi makul sayılabilir ama “biz sana inanacağız ama bize hep böyle çalışmadan rızık ver” demenin manâsı yoktur. Havarilerin bunu talep etmelerinin sebebi ise görevlerini yapabilmeleri için ihtiyaçları olan besini temin etmeyi talep etmektedirler.
Bugün de hepimiz Allah’ın yolunda amel etmemiz gerekirken beslenmemiz için gerekli imkânımız olmalıdır. Bunun için dua etmekte herhangi bir sakınca yoktur. Semadan denmesi kırdan, dağlık yerden, köylülerden manâsında olabildiği gibi bizim bilmediğimiz sebeplerle rızkımızın verilmesi olabilir.
Hazreti İsa tereddüt ediyor, “nezzil” demiyor da “enzil” diyor.
مَائِدَةً مِنَ السَّمَاءِ
(MAEiDaTan MiNa elSaMAvEi)
“Semadan bir maide.”
Mütekellim ve muhatap değiştiği için “semadan maide” kelimesi iade edilmiştir. Kelime aynen tekrar edilmiştir. “Semadan bir maide.”
“Sema” kelimesi marife getirilmiştir. Belli bir sema kastedilmiştir. “Semavattan” denebilirdi. “Maidete Semain” (Bir göğün sofrası) denebilirdi. Marife getirildiğine göre Kur’an’da adı geçen semalar olmalıdır. Yağmur bize rızık getirmektedir. Güneş de bize rızık göndermektedir. Ayrıca “semada sizin için rızık var” denmektedir. Güneş semasının kastedilmiş olması gerekir. Havariler “semadan” demekte, Hazreti İsa da “semadan” demektedir. Eğer “Aleyna” kelimesi olmasaydı yağmur yağdır anlamında olabilirdi. “Aleyna” deyince sadece bizim için yağdır da olabilir. Böyle bir dua edilebilir. Mucize olsun diye Havarilerin topraklarına yağmur yağar, diğerlerinde yağmaz. Yahut Havarilerin bahçeleri daha fazla mahsul verir, diğerleri vermez. “Semadan” kelimesine yapılan vurgu ile doğrudan semada pişirilen yemeğin inmesini istiyorlar. “Maide” denmesinin sebebi budur. Bununla beraber bugün fırında pişirilen yemeği yiyoruz. Mangalda yapılan köfteyi yiyoruz. Bunlar da semada pişirilen maide olmaktadır. Semadan maide demek burada bizim pişirmediğimiz hazır pişirilmiş yemek de olabilir.
Bugün yemekleri evlerde pişiriyoruz. Oysa bu zaman israfıdır. Gıda tüketimi vergiden muaf olmalıdır. Yani yemek pişiren yerler yemekleri daha ucuza mâl etmelidirler. Evde yemek yapmak hem pahalı hem zor olmalıdır. O takdirde herkes hazır yemek satın alır. Evde ailece eşin hazırladığı sofra belki sosyal bakımdan iyi olur. Hazır yemekler evde yenir. Ocakta da birlikte yenebilir. Artıklar azalır. Herkes ihtiyacı kadar alır ve tüketilir. İşte bu semadan inzal olunan sofra olur. Geleceğin dünyası buna doğru gitmektedir.
O günkü insanların ve Hıristiyanlık âleminin bu mucizeye ihtiyacı vardır ama bizim mucizemiz vardır, o da Kur’an’dır. Biz o mucizelere Kur’an bildirdiği için inanıyoruz. Bir de milyarlarca insanı 2000 yıl peşinden götüren Havarilerde bir fevkaladelik olmalıdır diyoruz.
Marife olan semadan maksat güneş seması olabilir. Yahut mecazi olarak semadan maksat dışarıda pişirilmiş yemek olabilir. İman bakımından birinci manâ doğrudur. Bizim için mucize olmasa bile madem Kur’an bunları bildirmektedir, demek ki bu doğrudur diyoruz. Bu anlayış bize çok büyük huzur getirir.
Eski Yunanlılar da Tanrı’ya inanırlardı ama onlara göre Tanrı da bizim gibidir, her şeyi bilmez, küllü bilir cüz’ü bilmez. Diğer taraftan herkesle ayrı ayrı ilgilenmez, kurallar koyar, herkes kurallar içinde yaşar. Bu ve buna benzer kıssalardan öğreniyoruz ki Allah herkesle ayrı ayrı ilgilenir, onlara rızık verir, ilham eder.
Yine bu âyetlerden anlıyoruz ki dua ettiğimizde duamız kabul olunur. Bu dünyada cennet ver diye dua edersek Allah bu dünyada değil de âhirette cennet verir. Biz bizim için neyin iyi olduğunu bilemeyiz. Kastımız bizim için iyi olanı istemektir. Biz bilemeyiz ama Allah bildiği için ne iyi ise onu verir.
Yeryüzüne gelen güneş sınırlıdır. Bu güneşin ürettiği kalori bellidir. Yeryüzünün nüfusunu bir yere kadar götürebiliriz. Nüfus artmaya devam ettiği takdirde gökteki güneşten yararlanma imkânımız olacaktır. Şimdiden proje yapılmaktadır. 100 metre çapında bir silindir yaptığımızda bunun içini 1 atmosfer hava ile doldurduk, bu basınca dayanabilmesi için demir halatlarla takviye ederiz. İçinde yüz dairelik apartmanlar kurabiliriz. Yerden götüreceğimiz karbondioksit tüpleri ile oksijen tüplerini güneş ışığında buğday hâline getirip indirebiliriz. Böylece uzay güneşinden yararlanabiliriz. İleride böyle bir teknolojiye ulaşacağımızı Kur’an “semada sizin için rızık vardır” ifadesi ile bildirmiştir.
İşte Hazreti İsa’nın semadan bize rızık indir duası bu imkânı da haber veriyor.
تَكُونُ لَنَا عِيدًا
(TaKUvNu LaNAv GIyDan)
“Bize iyd olsun.”
“IYD” kelimesi “GVD” iade etmek, ait olmak, avdet etmek, miad olarak Türkçede kullanılmaktadır. Kur’an’da bir yerde geçmektedir. Araplar “iyd” kelimesini bayram anlamında kullanmaktadırlar. Yılbaşı gibi devredenlerin devre başlarına iyd denmektedir.
Miladi yılın başı Hazreti İsa’nın doğduğu gündür. Güneş takviminin başlangıcı o kabul edilir. Yerin güneşe en çok yaklaştığı gündür, 2 Ocak’ta yaklaşır.
Bizim iydmiz de Ramazan ve Kurban bayramı günleridir. Ramazan Kur’an’ın nâzil olduğu günlere rastlamaktadır. Kurban da Kur’an’ın nüzulünün tamamlanmasına rastlamaktadır.
Hazreti İsa sofranın nâzil olduğu günün miladın başlangıcı olarak kabul edilmesini istemektedir. Bugün bu Ocak ayı olarak belirlenmiştir. Belki de ikisi aynı tarihlere rastlamaktadır.
Biz nasıl Medinelilerin Müslümanlığı kabul ettikleri tarihi hicri yılın başı olarak kabul ediyoruz. Hazreti İsa da Havarilerle anlaşma yapıyor. Onların Hazreti İsa’yı resul kabul etmeleri tarihini takvimin başlangıcı olarak yapmayı dua etmektedir.
Havarilerin Hazreti İsa’nın peygamberliğini kabul ettikleri gün yemek vermek istemektedirler. Bir ziyafetle kutlamak istiyorlar. Nitekim biz de Ramazan Bayramını fitre ziyafetiyle, Kurban Bayramını da kurban ziyafetiyle kutluyoruz.
Zengin fakir Ramazan Bayramında senelik yiyeceğinin biraz fazlasını getirip sofralara koyarlar. Herkes başkasının yemeklerini yer. Böylece senede bir gün bütün insanlar eşit ziyafetle doyarlar. Kurban Bayramı günü de kurbanlar kesilir. Üçte biri orada pişirilir. Herkes doyasıya o gün çeşitli yerlerde otlayan hayvanların etlerini yerler. Üçte biri kesmeyenlere bölüştürülür ve eve götürürler. Üçte birini de kesenler kendi evlerine götürürler. Böylece kurban etinden tüm halk eşit şartlar altında yararlanırlar.
Hazreti İsa bunun için dua etmektedir. Havarilerin ziyafet verecek imkânları yoktur. Hazreti İsa’nın resullüğünü bir ziyafetle ilan edecekler ama imkânları yoktur. Hazreti İsa’dan bunun duasını istiyorlar. “Semadan” deyince köylerden anlamındadır. Köylerde âdettir. Gelen yabancılara köyün yemeklerinden ikram ederler. Bunlar da Allah’tan gidip oralardan yemek almamıza müsaade etsin, gidelim köylüden yiyecek alıp sonra da bayram yapalım yahut köylüye diyelim ki yiyeceklerle gelin, bize orada ziyafet verin.
لِأَوَّلِنَا وَآخِرِنَا
(Li EavVaLiNAv Va AOıRıNAv)
“Evvelimize ve âhirimize iyd olsun.”
Demek ki Hazreti İsa kıyamete kadar iyd olacak bir günün tespitini istemektedir. Böylece yılbaşını belirlemektedir. Nitekim bugün tüm insanlığa o gün iyd olmaktadır.
Buradaki olay şudur, Hazreti İsa peygamberliğini böylece ilan etmiş olacaktır.
Hazreti Muhammed de peygamberliğini ilan ettiği bir gün bir dağda insanları toplamış ve halka sormuş, “Ben şimdi size desem ki bu dağın arkasında düşmanlar geliyor, sizi mahvedecekler, bana inanır mısınız?” demişti. “İnanırız” dediler. “Şimdi size ben Allah’tan haber veriyorum ki bu dağın arkasında düşman var. Kendinizi korumanız gerekir. Ben Allah’ın size bunu haber vermek için görevlendirdiği kimseyim.” dedi. “Hoppala!” dediler. “Bizi bunun için mi buraya getirdin?” dediler.
Hazreti İsa da aynı işlemi yapması için Allah’tan yardım istiyor. Köylünün ve halkın onları desteklemesine izin vermesini istiyor. Nasıl Havarilere vahyetti ve onları oraya getirdiyse, şimdi de köylülere vahyetmesini Allah’tan istemektedir.
Kur’an son kitaptır. Hazreti İsa da insanlığa Hazreti Muhammed’den önce gönderilen son resuldür. Hazreti Muhammed Kur’an’la düzeni kurmuştur. Hazreti İsa insanlığı mucizelerle imana getirmiştir. İslâmiyet âlimlerin dinidir. Hıristiyanlık ise halkın dinidir, fikirlerden çok hislerle insanlar Allah’a ulaşmaktadırlar.
وَآيَةً مِنْكَ
(Va EAyYaTan MiNKa)
“Ve senden bir âyet olsun.”
Buradaki âyet iyde atfedilmiştir. İydin vasfı âyetin de vasfıdır. Yani evvelina ve ahirina âyet olsun demektedir. Kıyamete kadar o maide âyet olacaktır.
“Âyet” demek trafik işareti demektir. Eskiden tepelerle yol belirlenirdi, özel dağlardan her biri âyet, tamamı birlikte âyât idiler. Kur’an’ın sözleri de insanları hidayete götürdüğü için âyetlerdir. Bugünkü trafik levhaları birer âyettir.
Yıllar sayılırken ocak bir başlangıç noktası olsun diye bize semadan maide inzal et denmektedir.
Âyetin başka bir manâsı daha vardır. Tevrat’ta Hazreti Musa’yı takip eden Firavun’un bedeninin öldüğü, yok olduğu yazılı idi. Başka yerde ve sonraki kitaplarda kurtarıldığı yazılı idi. Kur’an’da “âlemlere âyet olsun diye bedenini kurtaracağız” denmiş, sonra mumyalanmış olarak o beden bulunmuş ve âyet olmuştur. Nuh’un Gemisi de ileride böyle âyet olacaktır.
Hazreti İsa’nın bu sofrasının kalıntısı bulunacak, Kur’an’da bildirilen hususlar ilmen ispatlanacak ve âyet olacaktır. Kaldı ki bugün bütün insanlığın yılbaşı olarak onu kutlaması ve kabul etmesi de bir âyettir, mucizedir.
وَارْزُقْنَا
(Va EuRZuQNAv)
“Ve bizi rızıklandır.”
“Maideyi inzâl et ve bizi rızıklandır” demekte, minha veya fiha dememektedir, çünkü burada dua ettiği o günkü bayram rızkı değil, kıyamete kadar gelecek rızıktır.
Bayramların ekonomik harekete yardımı vardır. Bayram günleri tüketim artar ve pahalılık ortaya çıkar. O pahalılık da üreticiyi harekete geçirir. Böylece bayram günleriyle ekonomiye gelişme dürtüsü vurulur. Bayram olsun da böylece ekonomik canlılığı korusun. Maaştan fazla ikramiyeler verilmektedir, bu da ekonomik dürtüdür. Bu sebepledir ki her topluluğun bayramları vardır. Hazreti İsa “bizim de bayramımız olsun”” diyor.
Ne var ki bayramların tesisi kolay değildir. Halkı bir vesile ile o gün toplayacaksınız. Halk kazanç için değil de o vesileyle gelmeye başlar. Böylece pazar oluşur, panayır oluşur. Hac bu amaçla teşri edilmiştir. Cuma bu sebeple teşri edilmiştir.
Hazreti İsa’nın bu duasıdır ki tarihte ilk büyük uygarlığı Hıristiyanlar oluşturdular. İstanbul’da onların yaptığı su yollarının altından hâlâ geçmekteyiz. Sanayide ve ekonomide Hıristiyanlar görevlidir. Hazreti İsa’nın duasını almışlardır. Biz ise hukukta ve yönetimde görevliyiz. Bizim bugün yapacağımız iş hukuku ortaya koymadır. Fıkhı diriltmek ve çağın ihtiyaçlarına cevap verecek şekle sokmaktır. Onlar bilgisayarı yapacaklar, biz ise halk muhasebesini kuracağız. İstanbul Yenibosna’da iki üç gariban bununla meşguldür. Hazreti İsa da böyle bir garibandı, misafirlere yemek verme imkânına sahip değildi. Hazreti Musa öyle, Hazreti Muhammed öyleydi. Biz vahiy almıyoruz ama bizim elimizde Kur’an var, Usulü Fıkıh var. İleride bizim de bayramlarımız olacaktır. Ramazan ve Kurban Bayramları böyle kutlanmayacak, Cumalar böyle kutlanmayacak. Şekli değişmeyecek, rekâtlar artıp eksilmeyecek, secdeler kıraatler terk edilmeyecek ama bunlar ruh kazanacak, bunlar canlanacak ve bize tezkire olacaktır.
Hıristiyanlık ne yaptı? Geliştirdiği sanayi ve ekonomi işletmeleriyle gökten rızıklar indirdi. Ben kendi ürettiğimi tüketmiyorum. Ben ürettiğimi satıyorum, bütün dünyanın ürettiği mallardan istediğimi alıyorum. Kullandığım malların üretimine katılanların çoğu şimdi yaşamamaktadır. Yaşayanlar da şimdi başka şeyleri üretiyorlar. Ben ürettiklerimle gelecekteki insanların yaşamasına katkı yapıyorum. İnsanlık da Hazreti Âdem’den beri ürettikleri ile beni yaşatıyor. İşte bu semadan gelen maidedir. Yani Hazreti İsa tarım döneminden ticaret dönemine işaret ediyor.
Bugün de ticaret döneminden sanayi dönemine geçilmektedir. Hazreti İsa’nın duası ile bugün bu seviyeye gelmişlerdir. O bizim de resulümüzdür. Biz de Hıristiyanların sanayide ve ekonomide yaptıklarını hukukta ve yönetimde tamamlayacağız.
Doğu hukukta ve yönetimde bir adım atar, yeni düzen getirir. Batı 500 sene sonra bundan yararlanarak sanayide ve ekonomide hamle yapar. 500 sene sonra doğu medeniyeti yaşlanır ve tarih olur. Yeni teknoloji ve mâli yapının adil hukuk sistemini doğu oluşturur. Böylece doğu batı dayanışması içinde uygarlaşma devam edip gider. Her adım bin yılda bir atılmaktadır, tekrarlamalı olarak atılmaktadır. İşte “iyd” kelimesi bunu ifade eder.
وَأَنْتَ خَيْرُ الرَّازِقِينَ (114)
(Va EaNTa OaYRu ELRaZIQIyNa)
“Ve sen rızık verenlerin hayırlısısın.”
Bundan önce “semadan maideyi inzal et ve bizi rızıklandır” diyerek, maidenin dışında kıyamete kadar bize rızık ver demişlerdir. Şimdi de isim cümlesi getirerek yukarıdaki duaya hâl yapmıştır. Hayırlı razıkların hayırlısısın izafeti ile onun hayırlı rızık ihsan edeceğini ifade etmektedir. Hazreti İsa Hıristiyanlar için rızık talep ediyor.
Onlar büyük sanayi keşifleri yapacaklar, üretimi artıracaklar, göklerde bile tarlalar yapacaklar. Bu onların görevidir. Ne var ki üretimin işe yaraması için adil bölüşüm sisteminin olması gerekecektir. İşte bu adil bölüşüm sistemi şeriatın işidir. Hazreti İsa’nın görevi değildir. Uygarlıkta yardımlaşma içinde Hıristiyanlara o görev verilmemiştir. Çünkü zengin olmanın kuralları ayrıdır, saadet içinde olmanın kuralları ayrıdır. İşbölümü vardır. Onlar üretecekler ama bölüşmeyi başkaları yapacaktır. Onu Ehli Kur’an yapacaktır. Bu durum kıyamete kadar böyle devam edecektir.
Bu sebepledir ki bize hayırlı rızık ver demiyor, rızkı hayırlı yapmak senin işin diyor, düzen senin işin diyor.
Biz rızkın semadan inmesi üzerinde düşünmeye başladık, her türlü açıklamaları yapmaya çalıştık, inkârcı olmadık ama sofra deyip de orada bırakmadık. Varsayımları ortaya koyduk. Adım adım yorumlamada ilerledik. Şimdi âyetler bizim varsayımlarımızı tasdik etmektedir.
Üretim olmadan tüketim olmaz ama tüketim olmadan yapılan üretim de üretim sayılmaz. Patatesi ürettiniz ama satamadınızsa o üretim olmaz. Patatesi satın aldınız ama yiyemedinizse o da tüketim olmaz. Adil bölüşüm demek üretimin sağlıklı şekilde tüketilmesi demektir. Bir insan beş kilo yiyemediğine göre üretim var ama adil dağılım olmuyorsa üretilenler boşa gidiyor demektir.
Razıkların hayırlısı rızıkları adil bir şekilde bölüştüren demektir.
Biz bugün teknolojide batıyı geçeceğiz demiyoruz, biz hukukta ve yönetimde batıyı geçeceğiz, çünkü onların ne yönetimi ne de hukuku bizim 500 sene önceki seviyede değildir.
Laikliğin sistemini Hazreti Muhammed Medine Sözleşmesi’nde koydu. Bütün din mensuplarını kendi dinlerinde serbest bıraktı. Hazreti Peygamberin bu sünnetini Emeviler bozmak istemişler ama hemen arkasından Abbasiler gelmiş ve en geniş şekilde laikliği uygulamışlar. Kurtuba’da Emeviler de laik düzeni en ileri seviyede tesis etmişlerdir. Türkler zaten kendi yapıları laik olduğu için sıkıntı çekmediler. İran’da hâlâ Mecusiler vardır.
***
قَالَ اللَّهُ إِنِّي مُنَزِّلُهَا عَلَيْكُمْ
(QAvLa elLAHu EinNIy MuNazZiLuHaV GaLaYKuM)
“Allah, ben onu size münezzil olacağım diye kavl etti.”
Allah Hazreti İsa’ya cevap veriyor. Duasını kabul etmiş ama bazı şartları veya ayrılıkları vardır.
İsim cümlesi olarak kuruyor. Başta “İnne” ile teyit ediyor. “Münzil” değil de “Münezzil” diyor. Maideye zamir gönderiyor. “Aleyküm”ü tekrar ediyor.
İsim cümlesi devamlılığı gösterir. Ben bunu hep yapacağım demektir. Yani ben maideyi size hep inzal edeceğim diyor. Hâlbuki Hazreti İsa bir defa inzal etmesini istemişti. Bu tekrarı teyit için if’al bâbını değil tef’il bâbını getirmiş, “Münezziluhâ” denmiş, yani bol bol, çok çok, tekrar tekrar göndereceğiz. “Sema”yı iade etmemiş, “aleyküm”ü iade etmiş. Eğer “aleyküm”ü iade etmeseydi “sema”nın iadesine gerek olmazdı. Ama zamir ya vasıfları ile müşarun ilyehe işaret eder ya da mutlak olarak yalnız kendisine işaret eder. Vasıfları ile işaret edecekse hiçbirisi iade edilmez. Biri iade edilirse demek mutlak işaret etmiş, vasfını belirtmiştir. Allah diyor ki ben o bayramlık sofrasını size tenzil edeceğim ama semadan olmayabilir. Başka şekilde inzal etmiş olabilirim ama size tenzil edeceğim. Yani siz Hıristiyanlara ayrıcalık tanıyacağım, büyük sanayi keşiflerini, dev üretim fabrikalarını siz kuracaksınız diyor.
Bakınız, âyetlere hep kurallar içinde yorum getiriyoruz. Kafadan atmıyoruz ama kurallar hep bugünkü olayları doğru olarak açıklamaktadır.
Başka bir tarihi olayı hatırlatalım. Ekonominin iki kolu vardır, reel ekonomi ve finans ekonomisi. Finans ekonomisi Yahudilerin elindedir ve çok kötü durumdadır. Bölüşümle ilgilidir. Faizli, karşılıksız paralı, krizli ekonomi vardır. Reel ekonomi ise üretim ekonomisidir. Bu husustaki batının başarısına kimse bir şey diyemez. İşte bu ekonomi yani reel ekonomi Hıristiyanların elindedir. Hazreti İsa’nın duasıyla çok başarılı bir şekilde gitmektedir. Finans ekonomisini Kur’an ekonomisine çevirdiğimiz zaman yani adil ekonomiyi kurduğumuz zaman insanlık üçüncü bin yıl uygarlığına süratle adımını atmış olacaktır.
Finans ekonomisini de düzlüğe çıkarmamız için karşılıksız para sorununu halletmek zorundayız. Bu da “faiz parası” yerine “emek parası”nı ikame etmektir. Bunun için “halk muhasebesi”ni kurmamız gerekmektedir. Bizim çalışmamız yeterli değildir. Siz genç mü’minler buna bedenen katılmak durumundasınız.
Bu arada şunu da bilmemiz gerekir ki İsrail oğullarının da gelecek uygarlıklarda yeri vardır. Ticarette ve ilimde onlar mahirdirler. İlimde mahirdirler çünkü dünyaya dağılmıştırlar. Bütün dünya dillerini bilmektedirler. Bu onları ilmî çalışmalarda daima etkin yapmıştır. Benim Yahudi hocalarım vardı. Almanya’dan kaçmışlardı. Dersleri Türkçe verirlerdi. İlmin ötesinde bir dertleri yoktu. Abbasiler de Yahudilerden çok yararlandılar, eski uygarlıkları onlar sayesinde Arapçaya geçirdiler.
Yahudilerin başka bir görevi de ticarettir. Bölüşmede kimin neye ihtiyacı olduğunu onlar bilmektedirler. Filistin de onların ülkesidir, Tevrat ve Kur’an onlara vaat etmiştir.
Adil Düzen Çalışanlarının insanlarla bir sorunu yoktur, sistemle sorunu vardır. Faizden vazgeçtikleri zaman ruusi emval onların olacak ve insanlığa yine hizmete devam edeceklerdir. “Adil Düzen”e karşı direnir de Erbakan’a yaptıklarını yapmayı sürdürürlerse bir daha sürgün hayatı yaşamak zorunda kalırlar.
Son günlerde Amerika’daki sermaye sahibi Yahudilerin de artık eski inatlarından vazgeçmek üzere olduğu haberlerini alıyoruz. Duamız hakkı kabul etmeleri, insanlığı daha çok meşgul etmemeleri ve kendilerinin de üçüncü bin yıl uygarlığının mimarları olmalarıdır. Hıristiyanlar için Kur’an bu müjdeyi bize vermektedir. Yahudiler için ise dengede bırakmaktadır. Dönerseniz döneriz demektedir. Tarihi gidiş de böyledir.
فَمَنْ يَكْفُرْ بَعْدُ مِنْكُمْ
(FaMaN YaKFuR BaGDu MiNKuM)
“Bundan sonra kim küfrederse.”
Buradaki “Fa” harfi sonuç fasıdır. Yani bundan önce söylenen cümlenin sonuçlarını bildirir. Birincisi ikincisinin sebebidir. Evet, ben size maideyi inzal edeceğim ama bunun sonucu sizin için tehlikeli olacaktır. Şimdi kesin deliliniz olmadığı için inanmamakta mazursunuz ama kesin delile ulaştıktan sonra inanmamak ve gereğini yapmamak, nankörlük etmek, nimete şükretmemek çok daha ağır cezayı gerektirecektir.
Bilmeyen ve delilleri olmayan insanların hataları mazurdur ama bildikleri ve kesin delilleri olduğu halde inkâr etmek ise çok daha ağır cezayı intaç ettirecektir. Kâinatımızın yapısını felsefi olarak kavradıktan sonra bu âyetin manâsı daha iyi anlaşılır olacaktır.
Kâinat bundan 13.7 milyar yıl önce patlamıştır ve büyümektedir. Genişlediği için soğumaktadır. Sıcaktan soğuğa doğru düzgün akan enerji zamanla bozularak ısıya dönüşmektedir. Isı ile ışık arasında aslında yapı farkı yoktur. Işık bir istikamette akan enerjidir. Isı ise dağılımı her istikamette akan enerjidir. Kâinattaki varlıklar bilinçli bilinçsiz varlıklar düzgün akan ışığı ısı enerjisine çevirerek varlıklarını sürdürürler. Belli bir zaman sonra bu ışık tükenecek, ısıya dönüşecek, hayat bitecektir.
Bu geçici kâinattır. Kur’an’ın bildirdiğine göre asıl ileri kâinat, ölümsüz kâinat ondan sonra başlayacaktır. Bu kâinatın görünür dünyanın sahibi insanlardır. Hızları ışık hızına yakın olanlar cinlerdir. Biz o kadar yavaş hareket ederiz ki ışık hızının yanında hızımız yokmuş gibi olur. Her parçacığın iki hızı vardır. Biri kendi hızıdır, buna v denir. Biri de dalgasının hızıdır, buna da u denir. İki hızın çarpımı ışık hızının karesini verir. v*u=c*c yani ışık kendi hızı dalga hızına eşit olan varlıktır. Buna göre dört çeşit varlık vardır.
Hızları ışık hızından daha büyük olan dolayısıyla kendi hızları ışık hızından küçük olan varlıklar vardır. Ses hızını geçen uçakların durumu böyledir. Diğerleri ise kendi hızları ses hızından küçük olan varlıklardır. Denizde yürüyen geminin durumu böyledir.
Bunlardan hızları ışık hızına yakın olanlar cinler ve meleklerdir. Hızları ışık hızından uzak olanlar insanlar ve ruhlardır.
| Hızları ışık hızından büyük Hız > Işık Hızı | Hızları ışık hızından küçük Hız < Işık Hızı |
Hızları güneş hızına yakın Hız <> Işık Hızı | MELEK | CİN |
Hızları ışık hızından uzak Hız <<<<>>>> Işık Hızı | RUH | İNSAN |
İnsanlar soğuk dünyada ve gezegenlerde yaşarlar. Cinler sıcak dünyada yıldızlarda ve güneşte yaşarlar. İnsanlar karalarda Allah’ın halifesi olarak kâinatın emanetini yüklenmişlerdir. Şimdilik yıldızların çevresindeki gezegenlerde yaşayan insanlardan haberimiz yoktur ama Kur’an onlardan haber vermektedir; kâinatın halifesinden insan olarak, yeryüzündeki halifesinden de âdemoğlu diye bahsetmektedir.
Âdemoğulları iki takımdır. Birileri yapıcıdır, bunlar mü’minlerdir. Diğerleri ise temizleyicidir, yıkıcıdır, bozulmuş, eskimiş, işe yaramaz olanları ortadan kaldırırlar.
Canlılarda da durum böyledir. Mikroplar temizlik yaparlar. Bitkiler ve hayvanlar ise yapıcıdırlar. Bu dengenin sağlanması için Allah insanları cehul halk etmiş, tam bilgi vermemiş, daima mütereddit bırakmıştır. Bu sayede insan mü’min veya kâfir olabilmektedir. Allah kâfirlere de zaman tanımaktadır. Çünkü onlar da kâinat dengesinin bir organıdırlar. Karşı takımdırlar.
“Kâfirleri” de derece derece ayırıyoruz. Bilmeden kâfir olanlar vardır, bilmeden yıkıcılık yapanlar vardır. Bunlara azap yoktur. Tam olarak bilmemekle beraber tahmin eden ama yine de yıkıcılık yapanlar mevcuttur. Bunların bu dünyada yaşama şansları vardır. Âhirette hesap vereceklerdir. Kesin bilgileri olduğu halde yıkıcılık yapanların artık dünyada yaşama şansları yoktur.
Bugünkü dünyanın durumu da böyledir. İnsanlık “Adil Düzen”i henüz tam olarak duymadı, öğrenmedi. Bu sebepledir ki yıkıcılar varlıklarını korumaktadırlar. Biz eğer “Adil Düzen”i tam olarak onlara gösterir ve ispatlarsak, ondan sonra onların artık yaşama şansları kalmaz, ondan sonra ya inanacaklar ya da helâk olup gideceklerdir.
“Minküm” yani kendilerine maide gönderilen kimseler demektir. Bunların içinde Hazreti İsa da vardır, kıyamete kadar gelecek Hıristiyanlar vardır. İşte bugün onlara o sofra gönderilmiştir. Allah’ın onlara öğrettiği müsbet ilimler sayesinde bugünkü sanayiyi kurdular ve dünyanın nimetlerine ulaştılar. Müsbet ilim sayesinde Tevrat, İncil ve Kur’an’ın ilâhi kitap olduğunu öğrendiler. Erbakan’ın tebliğleri ile de “Adil Düzen”i duydular. Erbakan’ın “Adil Düzen” kitaplarında ilâhi hukuk ve yönetim düzeninin varsayımları vardır. Onlar o varsayımlara dayanarak sorunları şeriata göre çözecek durumdadırlar. Başka bir ifade ile Hazreti İsa’nın maide dışındaki mucizelerini görmüş bulunuyorlar. Şimdi de sofranın gelmesini istiyorlar. Yani hazır içtihatları istiyorlar. Kendileri içtihat yapma zahmetine katlanmak istemiyorlar.
İşte, Allah onlara bu çözümleri Adil Düzen Çalışanları sayesinde ulaştıracaktır. “Adil Düzen” sofrasını hazırlamamız ve onları davet edip ziyafet sunmamız gerekecektir.
Bu ziyafet nasıl olacaktır?
Yüz dairelik apartmanları kurar ve onlara da kendi ülkelerinde sunarsan, işte sofra o zaman inmiş olur. Yeryüzü yüze yakın devletten oluşmaktadır. Her devlette de ona yakın bölge vardır. Türkiye’de 12 bölge vardır. Her bölgede birer yüz dairelik yapıları kurmamız gerekir. O yapının işyerinde o bölgenin ürettiği mallar alınacak, başka bölgelere gönderilecek. Başka ülkelerden gelen mallar o bölgede satılacaktır. İşte bu mallar semadan gelen sofra durumundadır.
İşte bu “Adil Düzen”in kesin kanıtı olacaktır. Bunun için iktidar olmamız gerekmez. Herhangi bir kuruluş bu kooperatifleri kurar ve bu işi başarır. Mesela F. Gülen grubu bunu yapabilir. Millî Görüş bunu yapabilir. Ama yapamazlar, çünkü bilmiyorlar. Biz de yapamayız, çünkü biz de bilmiyoruz.
İşte bizim bu çalışmalarımız “Adil Düzen”i öğrenme çalışmasıdır.
فَإِنِّي أُعَذِّبُهُ عَذَابًا
(Fa EinNIy EuGaüÜiBuHUv GÜaBan)
“Ben onu bir azapla tazip edeceğim.”
“Fa” harfi “Men” şartının cevap fasıdır. Cevap “Fa”sız geldiği zaman bir defaya mahsus şart ve cevaptır, “Fa” ile geldiği zaman her zaman aynı şartın aynı cevabıdır. Bu şartla azap edeceğini bildirmektedir.
Geçmişte bütün peygamberler için durum böyle olmuştur. Tebliğ bittikten ve iddia kesin olarak ispat edildikten sonra hâlâ yola gelmeyen varsa onlar azaba uğratılır.
Firavun tüm delilleri gördüğü halde İsrail oğullarının çıkışına izin vermemiş ve bu sebeple boğulmuştur. Mekke ancak tüm deliller tamamlandıktan sonra fethedilmiş, Mekkeliler de direnmedikleri için helâk olmamışlardır.
Birinci Kur’an uygarlığı savaşla değil barışla çözülmüştür.
İkinci Kur’an uygarlığı da böyle olacaktır.
Anadolu saldırılarla alınmamıştır. Sadece yöneticileri değişmiştir. Anadolu’nun ve Balkanların statüsü değişmemiştir. Anadolu’dan Hıristiyanların uzaklaştırılmasını Müslümanlar değil ateistler yapmışlardır.
“Azap” burada nekre gelmiştir. Her durumda azap farklıdır. Beklenen azap değil başka türlü azap gelir. Mesela bugün beklenen azap atom savaşıdır, çevre kirliliğidir. Birinci ve İkinci Cihan Savaşlarına benzer savaş tarihte asla olmamıştır. Yine isim cümlesi getirilerek ve “İnne” ile teşdit ederek azap vermenin kendisine ait olduğunu bildirmiş olmaktadır.
Hazreti İsa’ya bildirilen bu haberler sonraları nasıl tahakkuk etmiştir?
Önce Hıristiyanlar Allah’a tapacaklarına daha ilk yıllarda Hazreti İsa’ya tapmaya başladılar. Romalılardan büyük zulüm gördüler. Sonra Romalılar Hıristiyanlığı kabul ettiler. Bu sefer Hıristiyanlar Hıristiyan olmayanlara zulmetmeye başladılar. İmparatorluk yıkıldı, papalık başladı. Sonra papalık Müslümanlarla savaşmaya başladı. Avrupa ateist oldu ve beş yüz senedir Avrupa kan gölüne dönmüştür. Bugün de en korkunç azabı beklemektedir.
O halde Avrupa bundan nasıl kurtulur?
Gelen semavi maideyi yani şeriatı kabul etmekle kurtulabilir.
Bu semavi maide rızıktır. Bugünkü refahtır. Ne var ki hayırlı bir refah değildir. “Adil Düzen”i kabul etmekle bu maidenin şükrünü yapmış olur.
لَا أُعَذِّبُهُ أَحَدًا مِنَ الْعَالَمِينَ (115)
(LAv EuGaüÜiBaHUv EXaDan MiNa elGAvLaMIyNa)
“Âlemlerden kimseye azap etmediğim bir azap ile.”
Bu cümle yukarıdaki “azaben” kelimesinin sıfatıdır. İki manâ vardır. Başkalarına vermediğim şiddetten en az ceza ile cezalandırmam denmektedir.
Tarihte Hıristiyanların uğradıkları azaplar en büyük olmuştur. Hele yirminci asırda on milyonlarca insanın birbirini kırması, sosyalizmin yaptığı zulüm, Hitler’in ve Mussolini’nin yaptığı zulüm. Amerika’daki kuzey ile güneylilerin savaşı ve birbirlerini katletmeleri.
Bu manasıyla da doğru olmakla beraber başka şeyi de ifade eder. Bu da her topluluğa verilen cezanın farklı olmasıdır. Savaşlar da böyledir. Yeni silah bulan veya yeni savaş taktiğini icat eden galip gelir. Bilinen silahlara ve bilinen savaş usullerine karşı, karşı taraf hazırlık içindedir. Dolayısıyla kendisini savunur ve yenemezsiniz. Çünkü savunma saldırmadan daha kolaydır.
Savaşlar hep yeni teknolojinin bulunması ile yapılmakta ve böylece uygarlaşma mümkün olmaktadır. Uygarlığın kaynağı hep savaş olmuştur. İkinci Cihan Savaşı atom bombası ile kazanılmış, bu sayede insanlık atom enerjisi üzerinde bilgi sahibi olmuştur. İngiltere kendisini radarla korumuştur. Üçüncü cihan savaşı hangi yeni silahı getirecektir bilemiyoruz. Büyük silah keşiflerini Hıristiyanlar yapmış, birbirlerine karşı kullanmış, dolayısıyla en büyük azabı onlar çekmişlerdir.
Buradaki müfret zamir “Men”e gitmektedir. Aynı zamanda çoğulu ifade eder. “Âlemin”den teb’iz etmiştir. Kurallı erkek çoğuldan teb’iz olmaz, cins için olabilir. Yani onlara mensup anlamında olabilir. Menfi geldiği için burada cins için olamaz. Başka topluluklara vermediğim cezayı size veririm demiş olur. Yani “Men” kişiyi değil topluluğu göstermektedir. Zaten “Küm” harfi bunu ifade eder. Bunu biraz daha şöyle açıklayalım. Havariler muhatapsa, Havarilerin içinden biri küfrederse o Havariye azap etmiş olacaktır. Bu takdirde ya “ehaden mine’n-nâs” denmiş olması yahut “ehaden min gayriküm” denmiş olması gerekirdi. Oysa burada kurallı çoğul olanlardan biri olarak zikretmiş olmaktadır. Başka topluluklardan hiçbirine yapmadığım bir azabı denmiş olmaktadır. Yani “Ehad” kişiyi değil topluluğu ifade etmektedir. Çünkü kişi topluluklardan biri değildir, topluluğun ferdidir. O zaman “Hu” zamiri de ferdi değil topluluğu ifade eder. Yani Havariler kastediliyorsa Havarilerin tümü kastedilmiş olur.
O zaman da “MinKüm” ifadesine manâ verilemez. Bu sebepledir ki buradaki “Küm” Havariler değil tüm Hıristiyanlık âlemidir. “Hu” zamiri de onların topluluklarıdır. Farklı azaplara veya büyük azaplara uğrayacağı ifade edilmiş olur.
Bu âyetlerde bahsedilen hususlar Kur’an geldiği zaman bilinmiyordu. Kur’an’da zikredilince ve sonra da aynen olunca bu Kur’an’ın mucizesidir. Rum Sûresi’nde Hıristiyanlığın bu zaferi açıkça ifade edilmiştir. O zaman iki süper güç vardı. İran yenilmiş ve tarih olmuştur. Oysa Romalılar hâlâ devam etmektedirler. Üçüncü bin yıla girerken dünyaya hâkim durumdadırlar.
İşte bu bir mucizedir.
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92