MÂİDE SÛRESİ TEFSİRİ - 48


(LaQaD KaFaRa)
“Küfrettiler”
İman edenler, Hud edenler, Sabiîler ve Hıristiyanlardan bahsetmiş, yeryüzünde mevcut dört büyük dinden kim olursa olsun onların hak din üzerinde olduklarını beyan etmiştir. Ondan sonra üç defa arka arkaya “LaQaD” kelimesi gelmiş, aralarında harfi atıf da olmamıştır. Atıf harfinin olmamasından anlıyoruz ki, ya aralarında tam konu farklılığı vardır veya tam beraberlik vardır. Burada bundan sonra gelecek âyetlerden anlıyoruz ki kemal-i ittisal vardır. O halde İsrail oğullarının resulleri tekzib etmeleri ile Hıristiyanların teslisi aynı mahiyettedir. Küfür sadece küfür olarak kalsa o takdirde fazla önemli olmaz. Küfür acaba sadece kalbî fiil midir? İman etmek karşılığı olarak küfür gelmektedir. Kuru imanın, amelsiz imanın bir faydası olmadığı gibi sadece kötü amel işlemek şartı ile küfretmek de cehennemde yanmanın sebebi olmaz. Ne var ki küfredenler zulmetmek için küfretmektedirler. Küfürleri nedeniyle zulmetmektedirler.
Küfretme iki mânâya gelmektedir.
Biri nankörlük etmek, nimetlere hamd etmemektir.
Diğeri de bile bile gerçekleri söylememektir.
Her ikisinin çıkışı toprağa atılan tohumu kapatmak ve üstünü örtmekten gelmektedir.
“Hafr, kabr, küfr” kelimeleri birbirlerine mânâca da yakın kelimelerdir.
Nankör olan kimse kendisine verilen nimeti kapatmaktadır, inkâr etmektedir.
Bildiğinin aksini iddia eden bildiğini kapatmaktadır.
Bu üç mânânın yanında biz dördüncü mânâyı veriyoruz; hakem kararlarını kabul ettiği halde ne askerlik yapıyor ne de cizye veriyor. Hukuken kâfiri böyle tarif ediyoruz.
Buna delilimiz nedir?
“Sizin dininiz sizin, benim dinim benim” diyor. Kâfirlerin de düzeninin olduğunu kabul ediyor, küfürlerinden dolayı onları öldürmüyor, memleketlerinden tehcir de etmiyor. Diğer taraftan cizye verinceye kadar onlarla kıtal edin diyor.
Birbirleriyle tearuz eden âyetler arasında biz bu tasnifi yapıyoruz.
Kur’an’da bir kelime birkaç mânâda kullanılır. Karine varsa ona göre mânâ verirsiniz. Karine yoksa genellikle değişik mânâlar da doğru olabilir. Eğer başka âyetlerle çelişiyorsa müşterek mânâlardan çelişen terk edilir.
Hasan’ın üç tane kardeşi olsa, amcası “Kardeşin gelecek ona 50 TL ver” dese, burada kardeş marifedir. Kastedilen bir mânâdır. Üç kardeşin her biri değildir, onlardan bir tanesidir. Bir karine olmadığında bizim konuşmamız müteşabih olur. Gelenlerden hiçbirine vermez. Çünkü kime vereceğini bilmemektedir. Yahut kendisi içtihat eder, bu kardeş gelirse veririm der. Bu söz Kur’an’da geçse, her üçü için ayrı ayrı nâzil olmuş kabul eder ve ayrı ayrı zamanlarda getirilirse her üçüne de verebilir. Ama “Kardeşin gelecek, 50 lira ver” dese ve ilave etse, “Ahmet’e verme”, artık Ahmet’e vermez.
Demek ki Kur’an’a uygulayacağımız bazı kurallar vardır ki diğer ifadelere uygulayamıyoruz. Bu da Kur’an’ın her okunuşta yeniden nâzil olmasından ileri gelmektedir.
Buradaki mânâsını “nankörlük ettiler, beyan ile bile aksini söylediler” şeklinde anlarız. Ne var ki burada “küfür” kelimesini aynı zamanda kötü işlerle takyid etmemiz kıyasla mümkün olur mu? Yani amelsiz imanın yararı olmadığına göre amelsiz küfrün de bir zararının olmaması gerekir.
Biz bunu şöyle demekteyiz. Amelsiz iman yerinde durmaz, inkâra dönüşür. Amelsiz küfür de devam edemez, mutlaka insana kötü amel yaptırır.

(elLaÜIyNa QAvLUv)
“Kavl etmiş olan kimseler.”
Kavl etmiş olan kimseler küfrettiler.
Buradaki elif lam ahd için gelmiş olur. O zaman kavleden kimseler bir grup insandır. Bugünkü iki kilise mensupları, hattâ üç kilise mensupları böyle diyorlar.
Hazreti İsa’yı insan kabul eden kiliseler olmakla beraber, kahir ekseriyet Hazreti İsa’yı insanüstü görmektedir. Hıristiyanlık bugün üç kiliseye ayrılmıştır. İlk kilise Ortodoks kilisesidir. Katoliklik oradan ayrılmıştır.
Havariler dünyaya yayılıp Hazreti İsa’yı peygamber olarak, İncil’i de Allah’ın kitabı olarak tanıtınca, milyonlarca insan Hıristiyan olmaya başladı. Yahudilerle temasta olan insanlık onların üstünlüklerini görüyor ve gıpta ediyordu. Yahudiler ise İsrail oğullarından olmayanları dinlerine almamaktadırlar. Böylece İsrail oğulları ileri topluluklarını koruyordu. Havariler insanlığa hitap eden İncil’i getirince ona büyük bir iştiyakla hücuma başladılar. Roma bunlara çok ağır zulümler yapıyordu. Onlar zulüm yaptıkça bunlara olan ilgi ve rağbet daha da artıyordu.
Pavlus, Hıristiyanlık'ta, İsa devrinin Ferisi Yahudilerindendir ve Roma vatandaşıdır. Tarsus doğumludur. Asıl adı Saul 'dür. Hıristiyan teolojisinde Pavlus (Lat: Sanctus Paulus, Yun: Agios Paulos, İt:San Paolo, İsp:San Pablo, Por:São Paulo, İng-Fr: Saint Paul, Alm: Sankt Paul, Ru: Svetoy Pavel) olarak anılan, Pavlik Kiliselerinin kurucusu Hıristiyan misyonerdir. Erken Hıristiyan kilisesine baskılarda bulundu. Pavlus yani Saul, çok sıkı bir Yahudi cemaatindendir ve Hıristiyan olmazdan önce ilk Hıristiyanlara acımasız zulümler yaşatmıştır. İstefanos'un ölümünü onaylayan kendisidir. Elç.8: 3 Saul ise müminleri kırıp geçiriyordu. Ev ev dolaşarak, kadın erkek demeden müminleri dışarı sürüklüyor, hapse atıyordu. Pavlus bir gün Şam'daki İsevilere eziyet etmek ve onları Kudüs’e getirmek için yola çıktı. Elç.9: 1-2 Saul ise Rab'bin öğrencilerine karşı hâlâ tehdit ve ölüm soluyordu. Başkâhine gitti, Şam'daki havralara verilmek üzere mektuplar yazmasını istedi. Orada İsa'nın yolunda yürüyen kadın erkek, kimi bulsa tutuklayıp Yeruşalim'e getirmek niyetindeydi. Şam yolunda İsa'nın kendisine görünmesiyle cemaate (kiliseye) katıldı. Daha sonra Pavlus, Hıristiyanlık inancını yaymak için Anadolu'yu adım adım dolaştı. Hayat hikâyesi, büyük bölümünü İncil yazarı Luka'nın kaleme aldığı Elçilerin İşleri kitabında bulunur. Yeni Ahit'te Pavlus'un mektupları önemli bir yer tutar. Bu mektuplar sırasıyla; Romalılar, 1. ve 2. Korintliler, Galatyalılar, Efesliler, Filibeliler, Koloseliler, 1. ve 2. Selanikliler, 1. ve 2. Timoteos, Titus ve Filimon'a mektuplardır. Bazı inanırlara göre İbraniler'e Mektup da yine Pavlus tarafından yazılmıştır. Hıristiyanlık dinindeki yeri önemlidir.
İşte Ortodoksluğun kurucusu bu Yahudidir. Şirki Hıristiyanlığa bu Yahudi sokmuştur. Bu durum Hıristiyanlığı kabul eden Roma’nın işine gelmiştir.
Papa İsa’nın ruhani temsilcisidir. İmparator da bedenin temsilcisidir. Böylece dünyayı yönetmesi gerekir. Roma Hıristiyanlığı kabul ettikten sonra insanlar akın akın Hıristiyan olmaya ve Roma’ya katılmaya başladılar. Çünkü artık Roma’nın hakimiyeti kalkıyordu. Devlet yönetimi adil yönetim olmuştu. İmparatorluk çok büyüdü. İmparator tek devlet olarak idare edemeyince devleti ikiye böldü. İkisinin imparatoru tekti. Devlet ayrılmıştı.
Bu arada Cermenler Roma’yı işgal edip Batı Roma İmparatorluğu’nu yıktılar ama kendileri Hıristiyan oldular. Papa çok güçlendi. İstanbul patriğini tanımadı. Karşılıklı aforozlar oldu. 1960’larda bu aforozları kaldırdılar.
İki kilise arasında şirklikte fazla fark yoktur.
1- Ortodokslukta: Patrik ruhani başkandır, yanılabilir.
Katoliklikte: Papa, İsa'nın havarisi Petrus'un vekilidir. Dini konularda asla yanılmaz ve Roma Kilisesi baş kilisedir.
2- Ortodokslukta: Kilise evrensel değildir, yanılabilir.
Katoliklikte: Roma Kilisesi Kutsal Ruh tarafından idare edilir ve evrenseldir.
3- Ortodokslukta: Kutsal Ruh, Sadece Baba'dan çıkmıştır.
Katoliklikte: Kutsal Ruh, Baba ve Oğuldan çıkmıştır, İsa hem insan, hem tanrı tabiatına sahiptir.
4- Ortodokslukta: Meryem ve aziz ikonalarına saygı gösterilir
Katoliklikte: Meryem günahsız olup, bakiredir. Şefaatte bulunma yetkisi vardır. Azizler şefaatte bulunabilirler.
5- Ortodokslukta: Komünyon (Kudas) ayininde ekmek mayalı olmalıdır ve şarap sulandırılmalıdır.
Katoliklikte: Komünyon (Efkaristiya) ayininde ekmek mayasız olmalıdır. Günah çıkartma ve papaza itiraf gereklidir.
6- Ortodokslukta: 7 sakrament vardır. Patrik, başpiskopos, piskopos ...
Katoliklikte: 7 sakrament vardır (Efkaristiya, Vaftiz, Güçlendirme, Evlilik, Ruhbanlık, Tövbe=itiraf, Kutsal yağ sürme) Cuma günleri et ve yağlı
7- Katoliklikte: Ruhban sınıfı evlenemez.
8- Ortodokslukta: Sadece ilk 7 konsülün kararları kabul edilmelidir.
Katoliklikte: Bugüne kadar toplanan 20 konsülün kararları da kabul edilmelidir.
Protestan kiliseleri genellikle 2 sakramenti kabul ederler: Vaftiz gizemi ve
Kalvinizmde Efkaristiya gizemi.
Protestanlığın Katoliklikten farkı sadece siyasi olmasıdır. Papa tanınmamaktadır. Ulusal devletlerin ayrı ayrı kiliseleri oluşmaktadır.
Kendin için oyma put; yukarda göklerde olanın, ya da aşağıda yerde olanın, ya da yerin altında sularda olanın suretini hiç yapmayacaksın, onlara eğilmeyeceksin ve onlara ibadet etmeyeceksin yasasına uyma gerekçesiyle kiliselerinde resim, heykel ve tasvir bulundurmazlar.
Protestanlıkta azizlere ve Meryem Ana'ya dua edilmez ve dilekte bulunulmaz. Protestanlar İncil'in Katolik Kilisesi tarafından kabul edilen bazı kitapları apokrif (doğruluğuna güvenilmez) olarak tanımlar ve Tanrı Sözü olarak kabul etmezler.
İşte buradaki diyenler Pavlusçulardır. Kur’an onlardan bahsetmektedir.

(EinNa elLaHa HuVa eLMeSİyXu iBNu MaRYaMa)
“Allah Meryemoğlu Mesihtir.”
“Mesih” İsa’nın özel adıdır, vaftiz edilmiş anlamındadır. Allah’ın emri ile annesi bu ismi ona vermiştir. “İsa” ise beklenen anlamında olup bugün kullanılan Mesih anlamındadır. Hazreti İsa Meryem Oğlu İsa’dır. Hazreti İsa Kur’an’da Hazreti Meryem’in adıyla birlikte anılır. Bunun sebebi Hazreti İsa’yı Hazreti Meryem’in yetiştirmiş olmasıdır. Kendisi de nebidir, Kur’an’da adı geçen kadın nebidir. Hazreti İsa’nın tebliğini o tamamlamıştır. Hıristiyanlarda ruhu’l-kudüs olarak üçüncüyü Meryem sayanlar vardır. Burada da Meryem Oğlu Mesih’ten bahsederek ikisine birden tanrıdır dediler.
Hıristiyanlar Tevrat’a da inandıkları için, Hazreti İbrahim’e de inandıkları için Tanrı üçtür demiyorlar. Tanrı birdir. İsa Tanrı’nın yeryüzündeki tezahürüdür, görüntüsüdür diyorlar. Yani İsa tanrı olarak görülmektedir. Ruhu’l-kudüs de zımnen imparatordur.
Böyle diyenler küfrettiler.
Neden?
Çünkü buna kendileri de inanmamaktadır. Ama insanları kendilerine bağlamak için yalan söylemektedirler. Yalan söylediklerinden dolayı küfretmektedirler.
Bundan 200 sene önce ilimler bu kadar gelişmemişti. Tarih bilinmiyordu. Bugün ise dünya güneş sisteminde küçücük bir yer işgal eder. Hazreti İsa da insanlık tarihinde çok kısa zaman işgal eder. Galaksimizde 200 milyar yıldız vardır. Bizden uzaklığı 14 milyar ışık yılından fazla olan yıldızları göremeyiz, çünkü bize ışık gelmez. Biz ise evrenin ancak 12’de birini görebiliriz. Görünen uzayda 350 milyar galaksi vardır. 1 milyon milyar milyar yıldız vardır. Buradaki bir insan nasıl tanrı olabilir?
İkincisi, bugün artık tarih açık bir şekilde ortaya koymuştur ki Hazreti İsa’nın tanrılığı Pavlus tarafından uydurulmuştur. Bunu bilmeyen Hıristiyan âlimi yoktur. Onun için küfretmişlerdir. Küfürleri bunu bile bile aksini iddia etmeleridir.

(Va)
“Ve”
Buradaki “Ve” harfi hâli ifade eder. Bunun açık delili “ve”den sonra gelen cümlenin zamanı önce gelen cümleden önce olmasıdır. Hazreti İsa söylemiş, sonra Pavlus gelmiş küfür sözünü söylemiştir. Hazreti İsa böyle demiş iken onlar aksini söylediler deniyor.
Buradan şu kuralı çıkarabiliriz: Fiil cümlesi de kendisinden önce gelen fiil cümlesinin hâli olabilir. Burada başka mânâ verilmesi ibareye aykırı olur.
Hazreti İsa vardır. İncil’i getirmiştir. Kendisinden önce gelen kitapları ve peygamberleri tasdik etmiştir. Kendisinden sonra gelecek Peygamberi de haber vermiştir. Şimdi Kur’an onun havarilere ne söylediğini bildiriyor. Zaten ben Allah’ın oğluyum diyecek, sonra asılacaktır. Meryem’den doğma olduğuna göre Allah bir eşe muhtaç olacak. Bunun mantıkla izah edilecek hiçbir yanı yoktur.

(QaLa eLMaSIyXu)
“Mesih demişti.”
Hazreti İsa doğruları söylemiştir. Pavlus şedit Hıristiyan düşmanı iken nasıl oldu da birden şedit Hıristiyan oldu? Bunların hepsi Yahudi taktiğidir. Pavlus Hazreti İsa’yı görmüş, birden ona öyle etki etmiş ki hemen imana gelmiş.
Önce, Hazreti İsa peygamberdir, tanrı değildir. Bugün kimseye görünmeyen o gün de görünmezdi. Eğer yolda Pavlus’un kendisine Cebrail gelip, Allah, sen de resulsün demiş olsaydı, inanılır tarafı olurdu. Oysa Pavlus diyor ki, ben İsa’ya rastladım, birden mü’min oldum! Pavlus’un kendisi böyle diyor.
Oysa olay gayet aşikardır. Yahudiler Hazreti İsa’yı yenemeyeceklerini anlayınca onları şirk yoluyla vurmak istemişlerdir. İşte, Yahudi fitnesi olarak 2000 yıldır butlan içindedirler. Ama yine de o kadarı bile insanlığa rahmet olmuştur, hâlâ da rahmettir.
Şimdi bütün yapacağımız iş, Hazreti İsa havarilere ne dedi, onları çok iyi tesbit etmemiz gerekir. Önce İncil kelime kelime incelenmelidir. Orada tahrifat vardır. Tercüme tahrifatı vardır. Pavlus bu kadar keramet sahibi biri idiyse, Hazreti İsa’nın çağdaşı idi, İncil’i neden muhafaza etmedi? Resullerin mektuplarının birkaç varyantı olmadığı halde niçin İncil’in yüzlerce nüshası oldu? Bunlar hep İsrail oğullarının fitnesidir.
Müslümanların hadis kitaplarında da benzer tahrifatı yapmışlardır. Tevrat doğal olarak ayrı ayrı gruplarda oluştuğu halde birleştirdiler, tek kitaptır. İncil ise dört kitap! İncil’den sonra Pavlus’un değil diğer resullerin mektupları da dikkatlice okunmalıdır. Tevrat’ın geldiği zaman Roma uygarlığı çoktan oluşmuştu. Neden yazmadılar?
Hıristiyanlar da Allah’ın istediği ilmî araştırma yapsınlar, hak ne ise ona inansınlar.
Bu iş kolay değildir. 2 Milyar insan bugün öyle inandırılmış, şimdi Papa çıkıp da bu böyle değildir diyemez. Papa ve patriğin bu işi başarması çok zor görünüyor. Tekel sermaye bütün gücüyle Pavlus’un saçmalıklarını finanse ediyor.
Demek ki Hıristiyanlığın da hidayete ermesi için önce karşılıksız para ortadan kalkmalı, hakka saldıranların gücü bertaraf edilmelidir.
Kilise yeniden kendi parası ile yaşamaya başlar, o zaman da hakkı kolayca savunabilirler.
Sorun her yerde düzen sorunudur. Başka melce yoktur.

(YAv BaNIy İSRAEiLa)
“Ey İsral ibnleri”
“Ya Benî İsrail” Kur’an’da 6 defa geçmektedir. Bunun üçü Bakara Sûresi’nde geçmektedir. Kur’an doğrudan onları muhatap almıştır. Yani mü’minler aracılığı ile değil.
Kur’an’ın o âyetleri Tevrat’ın bir eki de olabilir. Onlara şimdi hitap etmektedir Diğer sûrelerde de üç defa geçmektedir. Ancak onlar doğrudan hitap değildir. Biri Hazreti Musa peygamber zamanında onlara yapılan hitaptır. Tâhâ Sûresi’nde geçmektedir. Diğeri Saf Sûresi’nde Hazreti İsa’nın onlara söylediklerini hikâye etmektedir. Biri de bu sûrede geçmekte, yine Hazreti İsa’nın söylediklerini hikâye etmektedir.
Hazreti İsa İsrail oğullarına gelen bir peygamber değildir. Hazreti İsa’yı İsrail oğulları tanrılaştırmadı. Burada neden İsrail oğullarına dedi deniyor da havarilere dedi yahut sadece dedi demiyor? Bunu şöyle açıklayabiliriz.
- Hazreti İsa İsrail oğulları dışında hitap etmemiştir. Yani Hazreti İsa’nın kendisi tüm insanlığa hitap etmemiştir. O da yalnız İsrail oğullarına hitap etmiştir. Sonra havariler oradan çıkar, dünyaya gider ve Hıristiyanlığı yayarlar. Onlar da resullerdir, nebilerdir. Vahiy daha kesilmemiştir. Allah’tan vahiy almaktadırlar. Resuller İncil’i Hazreti İsa’dan öğrendiler, Tevrat’ı da Yahudi olarak bilmektedirler. İnsanlığı onlar uyarmışlardır.
- İkinci yorum ise, buradaki “Benî İsrail” demek, ırkça İsrail oğulları değil de, mensubiyet ile İsrail oğulları anlamına gelir. Yani Hıristiyanlar da İsrail oğulları olarak adlandırılmaktadır. “Babanız İbrahim” deyince de bütün insanlık kastedilmektedir.
- İsrail oğullarını böylece uyarmaktadır. Yani İsrail oğullarına bunu söylerken ilerde oluşacak Hıristiyan âlemi olarak hitap etmektedir.
Bugün Hıristiyanlar ve Yahudiler birleşip İsa Mesih’in gelmesi için Müslümanları ortadan kaldırmamız gerekir görüşünde birleşmişlerdir. Obama bile seçimi kazanmak için neler yapmaktadır. Irak, Afganistan, Libya, Mısır yıkıldı. Şimdi Suriye ile uğraşmaktadırlar. İran hedeflerindedir. Bunun için Türkiye’yi kullanıyorlar. Müslüman Müslümanı vursun istiyorlar. Türkiye Suriye’ye saldırsa İran da Türkiye’ye saldıracaktır. İşte, birlikte İslâm âlemine karşı böyle hareket ediyorlar.
Burada başka bir noktaya işaret edilmekte, Pavlus’un İsrail oğlu olduğu, şirki onun soktuğu da belirtilmektedir. Yani Hıristiyanların böyle putperest olmasının sorumluları İsrail oğullarıdır.
İsrail oğullarının kendileri şirk içinde değildirler ama başka ulusları şirk içine sokma çabası içindedirler; bu da kendileri şirk içinde imiş gibidir. Çünkü mü’minlerin görevi insanlığı şirkten uzak tutmaktır. Ele kuyu kazan sonunda kendisi o kuyuya düşer. O halde Hıristiyanlığın 2000 yıllık şirk sorumluları İsrail oğullarıdır.
Biz ne yapıyoruz? Onlarla dost olduğumuz yani Hıristiyanları sevdiğimiz halde en acı şekilde eleştiriyoruz.
İsrail oğulları da Hıristiyanlara demelidirler ki; bizim günahımız var, Hazreti İsa’ya eziyet ettik, bizim günahımız var, size şirki fitne ettik. Geliniz, tevbe edelim ve barışalım, biz de siz de bütün hak peygamberleri birlikte resul kabul edelim, uygarlıkta birlikte ilerleyelim.
Onlar böyle yapmıyor, daha büyük fitne yapmak için çalışıyorlar.
Sermayenin para sömürüsünden önce Hıristiyanlar ve Müslümanlar onların zihnî sömürüsüne son vermelidir. Mehdi ve Mesih beklentileri İsrail oğullarının Hıristiyanlara ve Müslümanlara soktuğu fitnedir. Ama Hıristiyanlar da Müslümanlar da gaflet ve dalalet içindedirler.
Gelecek olan Mesih Hazreti İsa’dır ve gelmiştir; insanlığı 2000 yıldır aydınlatıyor.
Gelecek olan Mehdi de Hazreti Muhammed’dir; gelmiştir ve 1400 senedir insanlığı nura boğmuştur.
Bunlardan başka Mesih aramak, başka Mehdi aramak gaflettir, İsrail oğullarının fitnesidir. Hıristiyanların ve Müslümanların her şeyden önce beyinlerini bu anlayış ve saçma esaretten kurtarmaları gerekir.
İşte, Kur’an ilk bakışta anlaşılmayan cümle söyler ama üzerinde düşündüğünüz zaman dünyaları ifade eder.

(EuGBuDUv EalLAHa)
“Allah’a ibadet ediniz.”
“Onlar Meryem oğlu İsa Mesih’tir dediler” diyor, sonra da bu demelerini anlatırken “Allah’a ibadet ediniz” deniyor. “İsa Allah’ın oğludur” demek o kadar büyük olay değildir. Beyninize geçer ve orada kalır. “Oğlu” kelimesini “sevdiği kuldur” şeklinde mecazi anlarsınız, sorun kalmaz. Ama eğer siz bu inanışınızı fiiliyata dökerseniz, Allah’a değil de İsa’ya veya Muhammed’e tapmaya başlarsanız, işte o zaman sorun ciddileşir.
Hıristiyanlar İsa’yı büyüterek Allah’ı küçültmeye uğraşıyorlar. Onların bu anlayışına göre Allah öyle zavallı birisidir ki, ölmeden ve asılmadan insanlara iyilik edemiyor! Hıristiyanların tanrısı kimdir, biliyor musunuz? Yahudilerin öldürdüğü birisi! 2 milyar insanın tanrısını birileri öldürürse, öldürenlerin tanırının üstünde yeri var demektir. Yani Hazreti İsa’ya tapanlar aynı zamanda Yahudilere tapmış olurlar.
İşte, Allah tüm insanlığa Allah’tan başkasına ibadet edilmemesi gerektiğini bildiriyor.
Kimin aracılığı ile Hazreti İsa söyledi o zaman?
İbadet ile amel arasında şu fark vardır. Amelde bir iş yaparsınız, ücreti alırsınız. Hattâ amel eden istediği zaman işi bırakabilir. Fiilî zarar vermemişse, kârdan zarar, zarar sayılmaz. İbadette ise kişi yalnız patronunun işini yapar ve işten ayrılamaz.
Bugünkü dünya düzeninde tüm işçiler köledir.
İslâmiyet’te kölelik fiilen kaldırılmıştır. Köle efendisinin yediğini yer, kaldığı yerde kalır, onun giydiği elbiseyi giyer. Köle tam kişiliğe sahiptir. Haksız bir iş yapılırsa hakemlere gider ve hakkını alır. Bazı yaptırım sistemleri vardır. Efendi köleye kötü muamele yaparsa, hakemler kararı ile köle her ay kazancından bir pay vermek suretiyle efendisinin evinden ayrılabilir. Hattâ yeteri kadar para kazanıp efendisine ödediği zaman hür olur. Kölelik kölenin efendisine ibadet etmesi değildir.
İslâm düzeninde kişiler daima birbirine eşittir. Birbirlerine bir şey verdikleri zaman hukuken topluluğa vermiş ve topluluktan almış sayılırlar. Birbirlerine borçlanmazlar. Şartlara uygun olması şartı ile borcunu ödeyemeyenin borcunu devlet öder. Borcunu ödeyemeyen borçlanma ehliyetini kaybeder.
Kişinin bir başkasının alacağı adına el koymak demek, onu ona köle ediyorsun demektir. Eskiden borcunu ödeyemeyen köle oluyordu. İslâmiyet bunları elbette yasaklamıştır ama cebri icra da yoktur. Adamın mal varlığına dokunulamaz.

(RabBIy Va RabBaKuM)
“Rabbim ve rabbiniz.”
Hazreti İsa ne demişti?
“Rabbim ve rabbiniz.”
“Rab” sahibi demek, terbiye edeni demek, koruyanı ve yetiştireni demektir.
Allah hiçbir varlığa bir görev vermeden arşı, arzı ve semavatın geçmiş ve geleceğini var etti. Arş beş boyutlu uzaydır. Sonsuz değildir. Beş boyutlu küredir. Onun yüzeyinde kürsiyi var etti. Kürsi dört boyutludur. Onun üzerinde de üç boyutlu uzayımızı var etti.
Bu âlem en son şekliyle yaratılmadı. Melekleri, cinleri, ruhları ve insanları bilinçli varlıklar olarak yarattı. Bu varlıklarla birlikte tüm kâinat eğitilmektedir.
Eğiten kimdir?
Allah.
Herkesin rabbi bir olan Allah’tır.
Beni cenin olarak yarattı. Çocuk oldum, büyüdüm, yaşlandım. Biraz sonra dünyadan ayrılıp gideceğim. Yok olmayacağım, daha üstün bir hayata ulaşacağım. Cehennem bile bu dünya hayatından üstündür. Burada ölüm vardır, orada ölüm yoktur.
“Sizin rabbiniz” dendiği zaman rab tek, muhatap çoktur. Onların ortak rabbidir demektir. “Küm” ifadesi içine Arapçada “ben” de dahildir. “Rabbiniz” değil de “Rabbimiz” şeklinde tercüme edebiliriz. “Benim rabbim ve bizim rabbimiz.” Yani tek başına hepimizin ayrı ayrı rabbimizdir. Bir de birlikte hepimizin rabbidir.
Burada anlatılan kişi de doğar, büyür, gelişir, yaşlanır ve ölür. Topluluklar da doğar, büyür, gelişir, yaşlanır ve ölür. Topluluklar bu dünyada evrimleşir ve daha üst yapıya ulaşırlar. Kişiler ise daha üst yapıya âhirette ulaşırlar.
Toplulukların zamanla yaşlanmaları hâlinde bozulmalar olmaktadır. Bunun sebebi yaşlanmış olup ömrünü dolduran topluluklar ortadan kalksın, onların yerine daha ileri olan topluluklar ortaya çıksın içindir. Tarihe bakalım. Kur’an’ın vurgular yaparak defalarca bildirdiği şeyler hep olmaktadır. Hıristiyanlık ileri uygarlık olduğu için kadim Roma uygarlığını ortadan kaldırmış, onun yerine kendisi dünyaya hükümran olmuştur. İslâmiyet daha ileri uygarlık olduğu için o da Hıristiyanlığın yerine hükümran olmuştur.
Bunlar devirlerdir.
İnsanlar arasında dolaşır.
Allah’ın rab sıfatı hep tecelli eder durur, kişilere de topluluklara da tecelli eder.
İşte biz buna dayanarak diyoruz ki; “Adil Düzen” geldiğinde bâtıl gider. Böyle olacağından katiyen şüphe etmiyoruz. 1970’lerde biz bunları söylemeye başladık. Ondan sonra neler oldu? Söylediklerimize adım adım yaklaştık. Dünyada Sovyetler yıkıldı. Şimdi kapitalizm debeleniyor. Demek ki Allah insanlığı eğitmekte ve yetiştirmektedir.
Madem ki bizim rabbimiz ve benim rabbim Allah’tır. O halde fert olarak da topluluk olarak da O’na ibadet etmemiz gerekir. Madem rabbimiz Allah’tır. O halde sen bunları niye yazıyorsun, niye okutuyorsun, sen ilâh mısın, diyebilirsiniz. İşte onun cevabını Hazreti İsa veriyor. Allah benim de rabbimdir. Sizinle beraber ben de yetişiyorum, ben de terbiye olunuyorum. Ben bir şey yapıyorsam kendiliğimden yapmıyorum. O beni gönderdi. O söyledi, ben de O’nun söylediklerini size aktarıyorum. Ben rabbime kulluk ediyorum, siz de edin. Kimimize yazma görevi verdi, kimimize okuyup okutma görevi verdi. Kimimize uygulamayı nasip etti. Görevi O verdi, gücü O verdi. Biz sadece O’nun aciz kuluyuz. Kimsenin kimseden üstünlüğü yoktur. Üstünlük yalnız Allah’tadır.
Kimileri bazı iyi şeyleri Erbakan yaptı diye onu kötü görüyorlar, Mustafa Kemal yaptı diye kötü görüyorlar. Oysa yapan ne Erbakan’dır, ne Mustafa Kemal’dir, ne de Erdoğan’dır.
Yapan Allah’tır. Yaptıran Allah’tır.
Biz Allah bize ne görev vermişse onu yapmaya çalışacağız. Layıkıyla yapamadık diye istiğfar edeceğiz. Kimse ne yaparken ne bozarken tanrı değildir. Her şey O’nun takdiri ile olmaktadır. Yapanlar âhirette niyetlerine göre cennete veya cehenneme gidecekler. Çünkü kimse yaptığından değil, herkes niyetinden dolayı sorumludur.
“Rabbim ve rabbiniz olan Allah’a ibadet edin.”
O’na şirk koşmayın
Siz eğer bunu falan veya filan yaptı derseniz, ister hayır olsun ister şer olsun onu başka birisinden bilirseniz, şirk etmiş olursunuz. Başımıza ne gelirse O’nun takdiri iledir.
Ben yakın arkadaşlarımı, bilhassa Mehmet Hikmet ile Muhammed Zübeyir’i, Yenibosna’dakileri, Medhal çalışanlarını hep ikaz ediyorum, böyle yapın şöyle yapın diyorum. Bunu sadece görev olarak yapıyorum, yoksa neden olmuyor diye bazan sıkıldığım oluyor. Ama sonra hemen Rabbim ve Rabbimiz aklıma gelir, o öyle istemiş, buna falan filan ne yapsın derim. Yani zaman zaman şirke düşüyorum demektir. Olanlar takdir-i ilâhidir. Bizim işimiz öğrenmek ve söylemekten ibarettir.
Bunları niye yazıyorum?
Olanları insanlar yapmıyor. Allah yaptırıyor. Kötülere kötülük yaptırıyor. Bize yaptırıyor, çünkü biz de kötülük yaptık, cezasını bu dünyada çekiyoruz. Böylece Allah’ın sevdiği kulu oluyoruz. Yani biz zulüm yapsaydık, o zaman dünyamız da âhiretimiz de mahvolurdu.
Hıristiyanlara ve Yahudilere, bugün el ele verip Müslümanları soykırımına uğratacaklarını zanneden bugünkü galip halka sesleniyor ve diyor ki:
Mesih ve Mehdi uydurmalarından vazgeçin.
Mesih mi istiyorsunuz; işte Hazreti İsa.
Mehdi mi istiyorsunuz; işte son nebi Hazreti Muhammed.
Tevrat’a, İncil’e, Furkan’a ve Kur’an’a iman edin ve kurtuluşunuzu arayın.

(EinNAHUv)
“Yoksa”
Bu zamire zamiri şan denmektedir. Yani doğa kanunları böyledir.
Eğer siz Rabbim ve Rabbimiz olan Allah’a ibadet etmez de kendinizi tanrı kabul eder, istediğinizi yaparsanız, ilâhi sünnet çalışır ve olacaklar olur.
Suriye’ye müdahale edip etmeyeceklerini ABD’ye, Ruslara, İngilizlere soruyorlar! Oysa AK Parti’nin yapacağı iş Kur’an’a sormak, Allah’a sormak olmalıdır. Nasıl soracağı da açıktır. Dört delile dayanarak içtihatlar yapılır. İçtihat seviyesinde olanlar bir araya getirilir. Mahir Kaynak, Mümtaz Soysal, Kenan Evren, Süleyman Demirel, Hüseyin Kıvrıkoğlu, Hilmi Özkök ve Akevler camiası. İstişare edersin. Sonunda Allah sana o esnada gerçekleri ilham eder, sen de onu yaparsın. Hata etsen bile Allah seni korur.
Hayır… Ben bildiğimi yaparım… Ben akıllıyım, sizden akıl mı alacağım?..
Böyle derseniz kendinizi tanrı yerine koyarsınız.
Dışişleri Bakanı’nın tavrı da budur.
Ben sadece Kur’an söylüyor diye söylüyorum. Onların kulakları sağır olduğu için ben söylüyorum, ben duyuyorum. Bütün bunlar beni hiç ilgilendirmiyor. Sadece uçuruma giderken ben de o arabadayım. Şoföre fazla müdahale etmeden hatırlatma durumum var.

(MaN YuŞRiK Bi elLAGHı)
“Kim Allah’a işrak ederse.”
“Men” kim olursa olsun; ister Yahudi, ister Hıristiyan, ister Müslüman, ister Çinli, ister Hintli fark etmez, kim işrak ederse, kim Tanrı’ya ortak ederse, Tanrı’ya ortak etmeyi kalbî bir fiil olarak kabul ederse. Oysa Tanrı’ya işrak amelîdir. Allah’tan başkasına ibadet ederseniz Tanrı’ya işrak etmiş olursunuz.
Şimdi sadece Akevler Adil Düzen Çalışanlarına hitap ederek söylüyoruz. Her amelinizi Kur’an’a dayanarak, ondan delillendirerek yapmazsanız, herkes yapıyor diye siz de yaparsanız, işrak etmiş olursunuz. Kur’an topluluktan kopmamızı emretmemektedir. Birden her şeyden ayrılmamızı emretmemektedir. Biz bu ülkede yaşadığımız müddetçe elbette bu topluluğun kurallarına uyacağız. Askersek, “Suriye’ye git” dendiği zaman gideceğiz. Çünkü bu ülkede yaşıyoruz. Bu ülkeyi terk etmiyoruz. O halde “onlar savaşsın ben yaşayayım” diye bir şey olmaz. Bu sebepledir ki biz AK Parti’ye oy veriyoruz. En iyi partidir diye veriyoruz. Onun başarısı için dua ediyoruz. Elimizden geleni yapıyoruz. Ona ve diğerlerine olan ikazlarımız Allah’ın emri olduğundan dolayıdır ve sadece onlar için yararlıdır.
Bizim işimiz mevcut düzende iyi işler yapmak değildir.
Evet, bugün yeryüzünde en ileri anayasa Kenan Evren’in anayasasıdır. Bu düzende en iyi işleri yapan da AK Parti’dir. Ama şunu bilelim ki bu “zalim düzen”i yeterli saymak şirktir, zulmü Allah’ın nizamı kabul etmedir. Ne yapalım, bundan iyisi olmaz demek şirkin en derinidir. Yani, Allah bundan iyisini yapamaz demek gibidir.
Bir ilâhiyatçı profesör, ‘Allah insanı yaratmada başarılı olamadı’ diyor, tüm insanları kendisi gibi görüyor! Ben ise ‘Allah beni ne kadar iyi yaratmış’ diyorum.
Birinci Kur’an Uygarlığı sona ermiş, İkinci Kur’an Uygarlığı’na girmiş bulunuyoruz. Karaların görünmediği bir denizin içindeyiz. Pusulamız Kur’an’dır. Onu da bırakırsak dalgaların arasında boğulup gideriz.
Bugün iktidar ve muhalif olanlar bu pusulayı kullanmayı bilmiyorlar. Bizim de doğru kullandığımızdan emin değildirler. Onlara inandırabilmemiz ancak bir örnek vermekle mümkündür. Bir şey yapmalısınız, bir örnek vermelisiniz.
Ben hayatımda hep bunu yapmak için uğraştım. Örnek bir işletme kurmayı başaramadım. Bunun çeşitli sebepleri vardır. Başlıca sebep bilgisizlikti. İkinci sebep bunlara inançsızlık idi. Ortaklar çalışmalarımıza inanarak katılmadılar, sadece bizim çalışmalarımızı Allah rızası için desteklediler.
Adil Düzen Çalışmalarına benden sonra devam edeceğinize inanıyorum. Önerim şudur ki, iyice bilmeden denemeye girişmeyin. Bildikten sonra da inanan ortaklar bulmaya çalışın. Sadece destekleyenlerle yola çıkarsanız, onları da kendinizi de zarara sokmuş olursunuz.

(FaQaD XarRaMa elLAvHu GaLaYHi eLCanNaTa)
“Allah cenneti ona haram etmiştir.”
Meryem Oğlu Mesih Allah’tır diyenler küfretmişlerdir. Yani küfür fiilî değil fikrî olay olarak açıklanmıştır. Burada ise Allah’tan başkasına ibadet etmeyi şirk olarak göstermektedir.
Varsayımımız şu idi. Fikrî muhaliflerimizin ülkemizde yaşama hakları vardır. Hakem kararlarını da kabul ettiklerinden biz onlara zulmetmeyiz. Yargı kararlarına uyarız. Oysa şirk hakem kararlarını kabul etmeyerek fiilen karşı çıkmadır. Dolayısıyla onların bucaklarımızda yaşama hakları yoktur. Bu varsayımımızı bu âyetler desteklemektedir. Küfrü fikrî olarak yermekte, şirki ise Allah’a ibadet etmemekle açıklamaktadır.
“Allah” kelimesi burada üç defa tekrar edilmiştir. Zamir yerine doğrudan kelime getirilmiştir. Allah’a ibadet ediniz, Allah’a işrak etmeyiniz.
“Allah ona cenneti haram etmiştir.”
Cenneti haram eden âlemlerin rabbi Allah’tır.
Bundan önceki âyetteki işrak etmek demek, fikrî veya imânî olarak Allah’a şirk koşma yerine, bu dünyada topluluğun işlerini yaparken hakem kararlarına uymak demektir. Bu sebepledir ki “Allah” iki mânâda getirildiği için izhar edilmiştir.
Ondan evvelki Allah’a ibadet edin ile Allah’a şirk koşmayın arasında ne fark vardır?
Allah’a şirk koşmak âlemlerin rabbine şirk koşmak anlamındadır. Ama fiilen dünyada yapılan işleri insanlar yapıyor şeklinde değerlendirmektir. Dolayısıyla ne doğrudan âlemlerin rabbi kastedilmiştir ne de O’nun halifesi olan topluluk kastedilmiştir. Amellerimizle O’nun halifesine karşı geliyoruz, ama değerlendirmemizde ise âlemlerin rabbine karşı gelmekteyiz. Onun için izhar edilmiştir.
Kur’an yorumlanırken sistematik olarak şunları yapmalıyız.
Zamir nereye racidir?
Niçin izhar veya izmar edilmiştir?
Metindeki harfi atıflar neyi neye atfetmektedir?
Harficerler neye talik etmekte veya zarf yapmakta?
Dördüncü önemli husus, izmar edeceği halde izhar edilen yerde ne gibi farklılık var?
“Ruhu’l-Kur’an” çalışmamızda bunların da yer alması gerekecektir. Bunun için Allah’a niyaz edelim de Hazreti İsa’ya ihsan ettiği ensarı, Hazreti Muhammed’e ihsan ettiği ensarı bize de ihsan etsin. Kur’an’ı dünyaya ulaştırmada gücümüz yetsin.
“Haram etmek” burada mahrum etmek anlamındadır. Yediğiniz şeyleri hazmediyorsanız o size helaldir, hazmedemediğiniz de haramdır.
Bu tür kimseler, yani “Ben yaptım, sen yaptın, falan yaptı, filan yaptı, Mesih yaptı, Mehdi yaptı!” deyip Allah’a şirk koşanlar, kurtuluşu Allah’tan değil de ondan bundan bekleyenler cennete giremezler. Cennet onlara haramdır. Cennet onları sindiremez. Onlar cennet ehli olamazlar.
Bir cenin döllendiği zaman ya kız olur ya erkek olur. Sonra artık cinsiyetini değiştirmek mümkün olmaz. Çocukken gökkuşağını atlarsak kız veya erkek oluruz diye inanmıştık. Gökkuşağını çoktan atladık ama cinsiyetimiz değişmedi.
Dünyadaki amellerle kromozomlardaki küçük bir parçanın farklılaşması ile cennetlik veya cehennemlik oluruz. Ondan sonra cennetten cehenneme, cehennemden cennete gidemeyiz. Allah burada onu haber veriyor. Müşrik olanlar cennete gidemezler. Kimlerin müşrik olduğu da yukarıda anlatılmıştır. Bütün bunları yorumlarken bizden başka herkes müşriktir gibi bir akıl tutulmasına düşmemelisiniz.
Olaylar Allah’ın takdiri ile gitmektedir. Biz bize düşen görevi yaparız. Niyetimiz ne ise, elimizden ne geliyorsa onu yaparsak, Allah bizi cennete gönderir. İnsanların çoğu iyi niyetlidir, isteyerek kötülük yapmamaktadır. Yani bilgisizlikten iyi zannettiği kötülükleri yapabilmektedir. Allah niyetine göre onun karşılığını verir. Biz kimin cennete kimin cehenneme gideceğini bilemeyiz. Biz sadece yaptığı şu şey bize göre iyidir, şu kötüdür deriz.

(Va MaEVAyHu elNAVRi)
“Me’vası nârdır.”
Evet, âhirete gittiğimizde hoşumuza giden iyi yerlere gideceğiz.
Bir de hoşumuza gitmeyen kötü yerlere gideceğiz.
İyi yerlerin adı “cennet”tir.
Kötü yerlerin adı “nâr”dır.
İki kelime de marife getirilmiştir.
Gelişigüzel cennet veya nâr değil, belirlenmiş özel nâr ve cennettir.
Cehennemi ele alalım. Orada ölüm yoktur. Yani ateşe atılıp bedenin parçalanması yoktur. Yakıtı taş ve insandır. Taş yanmaz, insan da yansa kalmaz. Dolayısıyla oradaki o ateşi bizim günlük hayatımızdaki ateşten saymak, mümkün değildir. Burada anlatılanlar kötü yere gitmedir.
Şimdi Hıristiyanlara ve Yahudilere açıkça şu bildirilmektedir: Artık küfretmeyin, şirk de yapmayın, aksi halde cennetin yüzünü göremezsiniz.
Biz önce müsbet ilmin ışığı altında kendi bâtıl itikatlarımızı atmalıyız. Mesih Hazreti İsa’dır, gelmiştir ve gitmiştir. Yeni Mesih beklemek abesle iştigaldir. Hazreti İsa’nın tekrar geleceğini beklemek abestir. Mehdi de Hazreti Muhammed’dir; gelmiştir, yapacağını yapmıştır. Getirdiği kitap da kıyamete kadar -Bediüzzaman’ın dediği gibi- elmastan kılıç olarak etkisini sürdürecek, dünyayı aydınlatacaktır.
Allah yeteri kadar müsbet ilim vermiştir. Müslümanlardan önce size vermiştir. Kur’an’ın etkisiyle bu ilimlere ulaştınız ve siz Müslümanları geçtiniz, şükretmelisiniz. Sosyalizm sayesinde müsbet ilim dünyanın her yerine ulaştı. Artık gelin, sizin bulduğunuz müsbet ilmin meşalesinde ilâhi kitapları yorumlayalım ve III. bin yıl uygarlığını başarı ile kurmaya başlayalım.
Başarının sırrı müsbet ilmin denetimini bırakmamalarıdır. Mucizeler devri bitmiş, yerine ilim devri başlamıştır. Bunu Kur’an haber vermiş, biz fiilen yaşamışızdır. Biz siz hep beraber onu kullanıp müsbet ilme karşı çıkmamamız gerekirken, siz direniyorsunuz.
Büyük dinler bir ortaklık kurmalıdır ve ilmî çalışmalar başlamalıdır.
Biz Akevler olarak kurmalıyız.
Tüm din mensuplarını buna benzer kooperatifler kurmaya çağırmalıyız.
Bu kooperatiflerin kurulması için;
- İstanbul’da “İnsanlık Kredileşme Kooperatifi”ni kurmalıyız.
- Her ülkede “Çalışma Kooperatifleri” kurmalıyız.
- Her ilde “Hizmet Kooperatifleri” kurmalıyız.
- Her bucakta “İşletme Kooperatifleri” kurmalıyız.
- “Yüz Dairelik Semtler” ile insanlığı dinler aydınlığa çıkaracaklardır.

(Va MAv Li elJALiMIyNa MiN EaNSAvRın)
“Zalimlere hiçbir ensar yoktur.”
Âyette önce küfürden, sonra şirkten bahsedildi. En sonunda zalimlerden söz edildi. Bunların yani bu uyarıların hepsi bugünkü Hıristiyan ve Yahudi işbirlikçilerine yapıldı. Asıl yasaklanan zulümdür, karşılıksız para zulmüdür. Gümrükler ve vizeler zulümdür. Savaşlar zulümdür, terör zulümdür. Zoraki kanunları dayatmak zulümdür. Merkezi idare zulümdür. İnsan hakları mahkemesi zulümdür. Onların adaletle hükmetmeleri yaptıklarını zulüm olmaktan çıkarmaz. Köleye iyi davranmak onu hür yapmaz.
“Zalimler” burada harf-i tarifle gelmiştir.
Yani bu zalimler bugünkü Yahudiler ve Hıristiyanlardır.
Onların zulmüdür söz konusu olan ve onlar dünyayı sömürmektedir. Yetmiyor, ayrıca kardeşi kardeşe vurdurmaktadırlar. Libya’ya Kaddafi’yi yarım asır musallat edenler şimdi onu sokakta sürükleyerek öldürdüler ve utanmadan hayasızca bunu da güya insan hakları olarak yapıyorlar. Kalkmış, İngiliz Dışişleri Bakanı gelmiş, Suriye’de kan akıyor, bunu durduralım demiş. Niçinmiş? Sana ne, akıyorsa aksın. İngiltere bize izin verecek, gireceğiz, sonra o sahip çıkacak! Kıbrıs’ı da bize böyle fethettirdiler ama biz çıkmadık. Biz girersek bir daha çıkmayız. Girip de çıkarsak, o zaman orada ölenlerin kanı onlardan sorulur.
Türkiye zalimlerle bir olanların da yardımcısı olmayacaktır.
Ordumuza güveniyorum.
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92