Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 657
MÂİDE SÛRESİ TEFSİRİ -104.AYETLER
7.04.2012
5129 Okunma, 0 Yorum

MÂİDE SÛRESİ TEFSİRİ - 65

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

وَإِذَا قِيلَ لَهُمْ تَعَالَوْا إِلَى مَا أَنْزَلَ اللَّهُ وَإِلَى الرَّسُولِ قَالُوا حَسْبُنَا مَا وَجَدْنَا عَلَيْهِ آبَاءَنَا أَوَلَوْ كَانَ آبَاؤُهُمْ لَا يَعْلَمُونَ شَيْئًا وَلَا يَهْتَدُونَ (104)

 

وَإِذَا قِيلَ لَهُمْ

(Va EiÜAv QIyLa LaHuM)

“Onlara kavledildiğinde”

Bundan önceki âyette insanların ilim adamlarını, ahlâk/din adamlarını, iş adamlarını ve siyaset adamlarını insanüstü varlık kabul etmiş ve onların kerametleri ile çalışıp yaşadıklarını iddia etmişlerdi. Küfretmiş olanlar bunları böyle yapmışlardı. Çünkü küfredenler Tanrı’ya inanmadıkları için Tanrı’nın yerine başka varlıklar ortaya koyarlar ve onlara tapmaya başlarlar. İnsanların çoğu da herkes böyle yapıyor diye aynı şeyleri yapmaya devam ederler. Düşünmezler, akıntıya kapılıp giderler. Bundan önceki âyette bu hususlar anlatılmıştı.

Bugünkü Türkiye’nin ve dünyanın hâli böyledir.

Ülkemizdeki Anayasa çalışmalarını esas alalım. Yazılı olmayan anayasa devlet aşamasından önce bile vardı. Her kabile o kabile reisinin beyanları ile kurallar koyar, halk da onlara uyardı. Sonra saltanat ortaya çıkınca sultanların fermanı kanun olmaya başlamıştır. Dinler gelmiş, onlar daha etkin ve daha ileri düzen oluşturmuşlardı.

Çağımız çok karışık ve belirsiz bir çağdır. Bir taraftan “tarım dönemi”nden “sanayi dönemi”ne geçilmektedir, artık eski hukuk kuralları günün sorunlarını çözememektedir.  Diğer taraftan da dinsizlik modasıyla ilâhi vahye dayanan şeriatlar reddedilmiş, güya ilâhi vahye dayanmayan “lâik düzen” oluşturulmaya çalışılmaktadır.

Onların iddiasına göre Mısır lâik hukuka sahiptir, Yunan (Eski Yunan) lâik hukuka sahiptir, Avrupa lâik hukuka sahiptir. “Avrupa müktesebatı” deyip güya lâik hukuk tedvin etmektedirler. Bu gelenek 500 senelik bir maziye sahiptir.

Oysa “Mısır hukuku” diye bir hukuk yoktur, Nuh hukukunun Firavunileştirilmiş hukuk kırıntıları vardır. “Yunan hukuku” diye bir şey yoktur, Nuh hukukunun Grekleştirilmiş kuralları vardır. “Roma Hukuku” zaten Tevrat ve İncil hukukudur. Bugünkü Batı hukuku da bozulmuş İslâm fıkhıdır.

İnsanlar ne zaman akıllarını çalıştırsalar ilmî sonuçlarla hayatlarını düzenlerler ve o zaman gelişme olur. Ne zaman ki ‘böyle gelmiş böyle gider’ derlerse helâk olurlar.

Bugünkü Avrupa hukuku acınacak bir hukuktur. Önce Roma’nın şekilci hukuku içinde yaşıyordu. Katı kuralları vardı. Serbest sözleşme hukuku yoktu. Fransız İhtilâlinden sonra bu anlayışı terk edip serbest sözleşmelere geçildi. Avrupa’da “doğal hukuk, tabii hukuk” ortaya çıkmaya başladı. Bu dönemde doğruya doğru ilerleme olmuştur. Fransız Medeni Kanunu tabii hukuk adı altında İslâm hukukuna uydurulmaya başlandı. İsviçre Medeni Kanunu hukukçu Huber tarafından İslâm’ın sistemi içinde düzenlendi.

Ne var ki Batı bu işin içinden çıkamadı. Mesela ceza kanununda kısası kabul etmek istemedi. Bir türlü izah edilemedi. Bunun için “pozitif hukuk” ortaya çıktı. Avrupalılar kelimeleri hep ters kullanarak bir şeyler yaptıklarını zannettiler. Hukuk yoktur, doğal hukuk yoktur, kanunlar ne yazarsa hukuk odur dediler.

Evet, kanunda ne yazılı ise hukuk odur, doğrudur. Serbest sözleşme demek zaten bu demektir. Ne var ki kanunlar yazılırken müsbet ilme uyulur. Kanunlar yorumlanırken de müsbet ilme uyulur. Müsbet ilme yani tabii ilme aykırı bir şey hukukta yerini almaz.

İşte Batı hukuk bakımından bu perişanlık içinde iken son asırlarda anayasalar üretme peşindedir. Bizimkiler de bir madde getirecekleri zaman dünya anayasalarına bakarlar; ‘burada böyledir, şurada şöyledir, o halde biz de bunlardan hoşumuza gideni alırız’ derler! Çorba meydana gelir! Çorba uygun malzeme katılırsa yine de besleyicidir. Türkiye üç asırdır değişik ülkelerden kanunlar tercüme edilerek çorbalarla doldurulmuştur. Sovyetlerden kanun tercüme edilmemiş ama yorumlar Sovyet mantığı ile yapılmıştır.

İşte…

Bu durumda olan zamanımızın insanlığına ve bunların peşinde koşan Türkiye’mize dendiğinde deniyor. “Kıyle” denerek meçhul sığasını kullanmıştır. Bu durumda kim diyecek sorusu ortaya çıkar. Bu deme görevi kime verilmiştir? Böyle bir görev var mıdır? “İn” değil de “İzâ” dendiğine göre böyle bir görev var demektir.

Peki, bu görevi kim yerine getirecektir?

İşte tebliğ müessesesi budur.

Biz bu tebliği başarabilmek için bir siyasi partiye ihtiyaç duyduk. 1969 bağımsız adaylıklarımız ile başlayan siyasi hareket bunu başarı ile yaptı. Tüm dünyaya “Adil Düzen”i duyurdu. Erbakan’ın vefatındaki cenaze töreni göstermiştir ki dünya bunu duymuştur.

Dün bunun için parti söz konusu idi.

Bize göre bugün yapmakta olduklarımız işte bu “Kıyle” emrini getirecek bir uygulamadır. Önce yüz dairelik apartman yapmalıyız. Sonra bir bucak kurmalıyız. Burada Kur’an’ın bütün bize söylediklerini yapar hâle gelmeliyiz.

“Kıyle” denmiş olması şartlara göre bunu söyleyeceklerin değişeceğini ifade eder.

Dün bu görevi yerine getirmenin yolu siyasi parti idi, bugün ise on tane yüz dairelik apartman binasıdır. Biz hazırlığımızı yaptığımızda Allah tüm imkânları bize ihsan edecektir.

Buradaki “Hum” zamiri Allah’a iftira eden küfretmiş olanlardır. Bizim muhatabımız Allah’a inanmamış ateistler olmamaktadır; Allah’a inandıklarını söyledikleri halde Allah’ın inzâl ettiği ile amel etmeyen kimselerdir; kişilerden medet uman diktatörcü, mehdici kimselerdir; biz Kuran ile meşgul olmadan önce bize en yakın olan kimselerdir.

Biz ne yapıyoruz?

Diyoruz ki…

Kur’an 1400 sene önce nâzil oldu. O günkü nesiller çok başarılı şekilde uygulamalar yaptılar. Bize en güzel ve büyük örnekler verdiler. Kur’an’ı bütün manâsıyla bize intikal ettirdiler. Bunlardan yararlanarak bugünkü sorunlarımızı çözelim diyoruz. Kardeşlerimiz hâlâ İmamı Muhammed’in eserlerini veya Serahsi’nin Mebsut’unu tercüme etmekte ve halka okutmaktadır. Oysa bunların içinde onlara göre yanlışlar varsa onları düzeltip “Adil Düzene göre İNSANLIK ANAYASASI” çalışmamızı okutmaları gerekir. Bizim de artık bu çalışmalarımızı internete girmeye başlamamız gerekir.

Buradaki “Ve” harfinin atfını ekserisi bilmezlere atıf olarak aldığımızda, bilmeden böyle yapan kimseler demektir. Bilenler ise bile bile bu işi yapıyorlar. Çoğu ise bilmeden olduğu gibi uyuyorlar. Bizim asıl söyleyeceğimiz kimseler bunlardır.

Bunlar zannediyorlar ki Kur’an 1400 sene öncekilere indi, onlara indi. Bugünkü sorunlar onlara göre Kur’an’dan çözülmez. Eski durumumuzu, babalarımızdan öğrendiklerimizi devam ettirelim. Yenilikleri biz Kur’an’da değil de dünyada arayalım, Batı’da arayalım...

İşte…

Burada hitap edilen kimseler kâfirler değil de gafil bilmeyenlerdir.

Türkiye’deki küfredenler Türkiye’yi Batılılaştırmak istemektedirler. Halkın çoğu ise düşünmeden tutuculuğunu sürdürmekte, sorunlarını ise Batı mukallitlerine çözdürmektedir.

Bu âyetteki zamir “ekseruhum lâ ya’kılûn”a gitmektedir; yani Türkiye’deki Allah’a inanmış kimselere gitmektedir.

Bugün başka bir olay daha ortaya çıkmıştır. Önce insanları Kur’an’ı inkâr etmeye zorladılar. Baktılar ki başaramadılar; şimdi Kur’an’ı tahrif ederek sünnetten, kıyastan, icmadan soyutlanmış, Arapçasız bir Kur’an ile bahire, saibe, vasile ve hamları icat etmekte, böylece insanları dalalete götürmek istemektedirler...

İşte, bizim yapacağımız iş “Adil Düzen” örneğini ortaya koyarak orada oluşacak toplulukları örnek olarak bu kardeşlerimize göstermektir. Bizim bu hususta yapacağımız çalışmalara Allah ilham edecek, kurtarmak istediği tüm insanlar bize katılacaklardır. Çoğunuz bu günleri göreceksiniz. Bu kehanet değildir. Bu Kur’an’ın bildirdikleridir. Şartlar gelmiştir.

تَعَالَوْا

(TaGAvLaV)

“Geliniz…”

Âli” yüksek demektir. GLM, GRF, GLV, GRB, GRM kelimeleri hep yüksek yerleri ifade eder. GLM sivri dağdır. GRF üstü düz yüksek dağdır. GLV birçok alemleri olan dağ kümesidir. GRB sonu görünmeyen alandır. GRM yamaçlarında toprak olan dağdır.

Alâ” yükselmek anlamına gelmektedir. Harf olarak da “Alâ” üzerinde demektir. Fevkin altıdır.

Emir olarak “Taal” yukarıya çık anlamındadır. Ancak artık anlam değişikliğine uğramıştır. “Taal” bizdeki “buyur” anlamındadır. “Buyur” Türkçede iki anlama gelir. Gel demektir. Diğeri söyle demektir. “Teal” gel anlamındaki buyur demektir.

Buradaki gelme kelimesi onu kabul edip uygulama anlamındadır. “Taal ila taam” dendiğinde yemek yemeye buyurun denmiş olur.

Avrupa 500 senedir İslâm hukukuna gelmekte ama gelememektedir...

Osmanlılar 300 senedir Batılılaşmak istemekte ama batılılaşamamaktadır...

Sovyetler yeni dünya düzenini kurmak istediler ama başaramadılar, 40 milyon insanı katlettiler...

Biz ise insanlığı Kur’an hükümlerine davet ediyoruz...

Nasıl olacak da o zalim düzeni bırakıp bu düzene gelecekler?

Bizim Akevler denemesi göstermiştir ki yeni düzeni örnek olarak oluşturmak insanları bir araya getirmekle mümkün değildir. Sizin başlattıklarınızı hemen bozanlar cari sistemde başarılı olurlar. Sizin anlattıklarınız unutulup gider.

Peygamberler bu işi başarmışlardır. Hazreti Nuh ancak büyük tufandan sonra başarmıştır. Hz. Salih, Hz. Hud, Hz. Lut büyük afetlerden sonra başardılar. Hazreti İsa hazırlık yaptı, düzeni değiştirmeye bile girişmedi. Pavlus bozarak yaygınlaştırdı. Hazreti Musa kavmini kırk sene çölde gezdirdikten sonra başardı. En başarılı dönem Kur’an dönemidir. 10 sene eğitim yapmış, 10 senede de devlet kurmuş ve insanlığı yeni düzene geçirmiştir. Sonra 30 sene raşid halifeler uygulama yaptılar. Sonra siyaset alanında saltanat doğdu ama halk Fıkha yöneldi ve bin seneden fazla süren örnek bir uygarlık ortaya çıktı.

Taalev” demek aynı zamanda hicret edin demek. Bu hicret İstanbul’dan Medine’ye hicret değildir. Bu hicret bizim yapıp faaliyete geçireceğimiz yüz dairelik apartmana hicrettir.

Ben İzmir’de bu hicreti şöyle denedim. Memleketten insanlar getirmek istedim. Allah öyle yaptı ki onların İzmir’e gelmelerine zorladı. Geldikten sonra Akevler’in oluşmasına büyük hizmet ettiler. Biz yüz dairelik apartman yaptığımız zaman Allah öyle kimseleri hazırlayacaktır ki oraya gelip yerleştikleri zaman “Adil Düzen”e gelmiş olacaklardır.

Süleyman Arif Emre bir hikâye anlatmıştır. Savaş zamanında bir Müslüman kılıcını çekmiş, bir Ermeninin göğsüne dayamış, “Müslüman ol yoksa seni öldüreceğim” demiş. Ermeni de “Nasıl Müslüman olacağımı söyle de olayım” demiş. Cevap: “Ben bilmem, hocalarımız nasıl istiyorlarsa öyle Müslüman ol” demiş!

Bizim “Adil Düzen” davetimiz de böyle oldu…

“Adil Düzene gelin” dedik…

“Gelelim de nasıl gelelim” dediklerinde sustuk.

Burada ne anlaşılır.

Bizim onlara “Taalev…” demeden önce kendimizi taal edeceğiz yani aramızda “Adil Düzen”i kuracağız. Ben Adil Düzen Partisi’ni kurmak istedim. İzmir Akevler’dekiler savsakladılar. Cengiz Demirci ile Lütfi Hocaoğlu da desteklemediler. Öylece kaldı...

Şimdi bu âyetin yorumunu yaparken aklıma geldi. Ya ADP’yi kursaydık. 1970’lerde olduğu gibi iktidar olsaydık. “Geldik” deseydiler ne diyecektik? Yine ikinci serap gelecekti.

Demek ki bizim ilk yapacağımız iş “Adil Düzen”i ortaya çıkarmaktır.

On tane programımızı sürdürmektir.

Yani bu âyetteki “Kıyle”nin faili yerine geçen mefulü olmak.

Bu on emre benzeyen 10 iş nedir?

1) Kur’an ve İlim Seminerleri,

2) Ruhu’l-Kur’an çalışması,

3) Halk muhasebesi çalışması,

4) Adil Düzene göre İnsanlık Anayasası çalışması,

5) Yüz dairelik apartman proje çalışmaları,

6) Ayakkabılık-elbiselik imalat ortaklığı,

7) Bakkal ortaklığı,

8) Ahşap evler ortaklığı,

9) Yüz dairelik inşaat ortaklığı,

10) Taşra dinlenme evleri ortaklığı.

Bunların beşi ilmî çalışmadır.

Diğer beşi de bu ilmî çalışmalarının deneme çalışmasıdır.

Bu çalışmalara biz devam edeceğiz. Hiçbirisini bırakmayacağız. Sürat ise bizim sorunumuz değildir. Sürat Allah’ın takdiridir. Allah istediği zaman istediğini gerçekleştirir.

إِلَى مَا أَنْزَلَ اللَّهُ

(EiLAy MAv EaNZaLa ElLAHu)

“Allah’ın inzâl ettiğine teal edin (gelin) dendiği zaman.”

Arapçada ismi fail dört şekilde söylenir.

a) Hem fail veya mef’ul marife ise “Ellezî” kullanılır, “Ellezî enzelellahu” denir.

b) Fail veya mef’ul nekre ama fiil marife ise “Mâ enzelellahu” denir.

c) Fail veya mef’ul marife ama fiil nekre ise ismi fail sığası ile “elmünzel” denir.

c) Fail veya mef’ul de fiil de nekre ise lamsız ismi fail sığası ile gelir, “münzelün” denir.

Bu benim tasnifimdir. Bunu doğru bulmayanlar kendileri tasnif ederler. O tasnif daha iyisi ise ona göre manâlandırırız. Ama tasnif yapmak zorunluluğu vardır. Çünkü farklı ifadeler mutlaka farklı manâlar taşır.

Burada “ellezi enzelellahu” denmediğine göre demek bu Kur’an değildir.

İsmi faillerle de ifade edilmediğine göre bu gelişigüzel münzel değildir. Bu münzel olan nekre ama inzali marife olan bir şeydir. Kur’an’a ve usulü fıkha dayalı olarak içtihat ve icmalar yapılacak. Dört delil ve istidlâl usulü maruftur. Hükümler ise yer ve zamana göre değişmektedir. Her yüz dairelik apartman fıkhı ayrı olacaktır. O projeyi yapan veya uygulayanlar farklı fıkhı oluşturacaklardır. Kamu görevinde her bucağın ayrı hukuku olacaktır. İşletmelerde ise her yüz dairenin ayrı fıkhı olacaktır.

Biz istidlâllerimizi kabul ettiğimiz kurallara göre yapıyoruz. İstidlâl ederken kurallar koymuyoruz. Bazen yeni kural koyabilirsiniz ama artık o kuralı tüm Kur’an’ı yorumlamalarda ve içtihatlarda kullanmanız gerekir.

İnzâl” burada âlemlerin rabbi olan Allah’a isnat edilmiştir.

Evet, biz topluluk oluşturacağız. Oluşmuş topluluk Allah’ın halifesi olacaktır. Ancak her topluluk değil, Allah’ın şeriatına dayanan topluluklar Allah’ın halifesi olacaklardır. Dört büyük dini kabul eden ve müsbet ilmi delil kabul eden kimselerin içtihat ve icmalarla oluşturdukları topluluklar Allah’ın halifesi olmaktadırlar.

Yeryüzünde bucaklar oluşacak. Onlar dört delile dayanarak fıkıhlarını oluşturacaklardır. Bu fıkıh üçüncü bin yıl uygarlığının fıkhı olacaktır. Bu şekilde oluşan bucakların yüz kadarı birleşerek illeri oluşturacaklardır. Yüze yakın il birleşerek ülkeleri oluşturacaklardır. Ülkeler de insanlığı oluşturacaktır. Böylece oluşmuş insanlık ve diğer ocak, bucak, il ve ülkeler Allah’ın yeryüzündeki halifesi olacaklardır.

Kamu görevlerini siyasi örgüt yapacaktır.

Genel hizmeti ise kooperatifler yapacaktır.

Biz nerden başlamalıyız?

Ekonomik faaliyetler mikrodan başlar. Bir yüz dairelik apartmanda ekonominin bütün uygulamaları yapılır. Dolayısıyla en kolayından başlamak gerekir. Yapamayacağımız işlere kalkışmamalıyız. Yapacağımız, yapabileceğimiz işlerle uğraşmalıyız.

1960’larda siyasi faaliyet göstermekle yanlış mı yaptık?

O günkü baskılı rejim dünyası bizi siyasi faaliyet göstertmeye zorlamıştır. Yeryüzünün yarısından çoğu sosyalist ülkedir, orada namaz kılmak bile yasaklanmıştır. Diğer dörtte bir ülkede diktatörler iktidardadır ve İslâmî faaliyet yasaktır. Nitekim biz İzmir’de ‘siz kooperatifi şeriatla yönetiyorsunuz’ diye Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde yargılandık. Diğer dörtte birinde de sömürü sermayesi tüm gücü ile hâkimdir, sizin bir şey yapmanız mümkün değildir. Faizsiz ekonomiden bahsetmek suç sayılıyor. Ceza kanununda maddesi yoktu ama kimse “faiz kötüdür”ü ağzına alamıyordu. Anayasa Mahkemesi Reisi Hakkı Ketenoğlu bile faizin meşruiyetine fetva vermişti, ‘faizin kötülüğünden bahsetmesek iyi olur’ demişti. Ketenoğlu Arapça bilen muttaki bir Müslümandı. Millî Görüş partisini kapatmamak için izne ayrılmış ve emekli olmuştu.

İşte biz bu baskıların olduğu dönemde siyaset yapmaya başladık. Erbakan’la bağımsız adaylığımızı koyduk. Sonra “Adil Düzen”e varıncaya kadar siyasette onu destekledik.

Bugün nerdeyiz?

Sovyet sosyalistleri yıkılmış. Putin İslâm Konferansı Örgütü’ne katılmak için başvurmuş. Türkiye’de anayasa ekseriyetiyle iktidar olmuşuz. Amerika’da Obama seçilmiş. Çin sosyalizmi bırakmamış ama büyük bir şekilde “Adil Düzen” söylemlerine uygun sistemlerini getirmiş. Avrupa’da Papa hâkim olmaya başlamış; Müslümanları İbrahimî dinden kabul etmiş, İstanbul’da Sultan Ahmet Camii’nde âlemlerin rabbine dua etmiş.

Bütün samimiyetimle inanarak söylüyorum ki bu bizim siyasi çıkışımızla ilgilidir. Erbakan’ın öncülüğünde yapılan siyasetin sonunda bu değişmeler olmuştur. Erbakan sömürü düzenini anlatmış, Türkler duymamışlar, Araplar işitmemişler, kapitalistler susturmuşlar ama İranlılar kulak vermiş, sosyalist ülkeler kulak vermiş. Rusya’da Refah Partisi vardır ve Putin ile koalisyon yapmıştır. İran Erbakan’ı davet etmiş, devlet başkanları üstünde ağırlamıştır. Erbakan İranlı lider Hamaney ile görüşmüştür.

Bütün bunlara rağmen “Adil Düzen” gelmemiştir.

Gelemezdi...

Çünkü bilmiyorduk...

Birinci hareketimizde özgürlüğümüzü kazandık…

İkinci hareketimizde “Adil Düzen”i dünyaya duyurduk...

Şimdi üçüncü hareket, üçüncü hamle yapma zamanıdır; o da uygulayarak bir örnek vermektir. “Adil Düzen” böylece bu asrın başlarında bile dünyaya yayılmış olacaktır. Yapacağımız iş insanlara Kur’an’ı Allah’ın inzâl ettiğini göstererek davet etmektir.

وَإِلَى الرَّسُولِ

(Va EiLay erRaSULi)  

“Ve resule”

Resule gelin deyin deniyor.

Resul” burada marife gelmiştir.

Ve İlâ” kelimesi iade edilmiştir.

Demek ki Allah’a inzâl edilen başka, resul başkadır. Biri kurallardır, şeriattır; diğeri ise örgüttür. Bir temsilcidir.

İnsanları davet ettiğimiz zaman bir kişiyi öncü olarak çıkarmamız gerekir.

Birinci çıkışımızda bu öncü Necmettin Erbakan olmuştur. Biz hazır olmadığımız için bugün Erbakan gibi birisi ortada yoktur. Biz hazır olduğumuz zaman o zat da ortaya çıkacaktır. Erbakan’ın Mehdi olduğunu iddia edenlere karşı çıkıyoruz. Aslında doğrudur. Mehdi dendiği zaman olağanüstü bir kimse değildir. Bizim gibi insandır. Ama namazda nasıl imam gelir ve biz ona uyarız. Siyasette de bir imama uymak gerekir. Kâbe’nin taşlarında bir keramet yoktur ama insanlar orada toplandığı için ve orası bize kıble kılındığı için kerim olmuştur. Resuller de böyledir. Allah ona görev vermiştir demek onu kıble yapmıştır demektir, biz onu destekleyeceğiz demektir.

Yüz dairelik apartmanı bitirdiğimiz zaman bir kimseyi o apartmanın yöneticisi olarak atayacağız. O aşiretini oluşturacak, çalışacak, ortakları bulacak ve yüz dairelik işyerini faaliyete geçirecektir. İşte bu zat resul olacaktır. Biz ortaklığı kuran, sözleşmeleri yapan, inşaatı yapanlar ise nebilerin görevini yüklenmiş olacağız. Kur’an’da “nebiyyûn” diye bizim gibi olanlardan bahsetmektedir.

Yüz dairelik apartmanı yapanlar Medineliler olacaklardır. Bunlar dârı ve imanı hazırlayacaklardır. Oraya işçi olarak taşınanlar ise muhacirler olacaklardır. Elbette hazırlayanlar içinde hicret edenler olacaktır. Hattâ hicret için buna katılacaklardır.

Osmanlı İmparatorluğu çökmeye başladığı zaman halk onları camia olarak destekledi. Esnaf banknotları topladı ve yaktı. Sarıkamış’a, Çanakkale’ye, Yemen’e, Trablusgarp’a insanlar gönüllü gittiler. İmparatorluk yıkıldı ama halk bir araya geldi, o günkü komutanları destekledi ve bu sayede İstiklâl Savaşı kazanıldı. Fetret devrinde halk tarikatları destekledi, Nurcuları destekledi, Millî Görüşçüleri destekledi, siyasileri destekledi...

Bu halk “Adil Düzen”i getirmekle görevli halktır. Tarihte gerektiği zaman gereken desteği vermiştir. Bugün de destekleyecektir. Biz ne kadar çok çalışır erken hazır olursak, Allah’ın bu halkın desteğini bize yönlendirmesi de o kadar erken olacaktır.

Resulün ortaya çıkması da bu sayede o kadar erken olacaktır. Herkes kendisini resullüğe hazırlamalıdır. Onun görevi nedir? Erbakan’ın yaptığını yapmaktır. Adil Düzen Çalışanlarını dinleyip yaptıklarını öğrenip siyasi proje yapmasıdır. Bu işi başarmasıdır. “Adil Düzen”e tam teslim olması gerekir. Ama risaleti kendi içtihadı ile yapmalıdır. Biz nebilerin görevini yüklenen âlimler olarak içtihadımızı yaparız, örnekleri ile ortaya koyarız. Görev alan kadroyu yetiştiririz. Ondan sonra onu insanlığa anlatma resule düşecektir.

Resul silahla davet etmeyecek, resul tüm insanlığı “Adil Düzen”e davet edecektir. Örnek olarak da bizim sitelerimizi gösterecektir. Görevimizin ne olduğunu artık anlıyoruz. Söyleyenler resul değil, resule davet eden nebilerin yerinde olanlardır. Bizim görevimiz “Tealev” demektir ama nereye tealev?..

قَالُوا حَسْبُنَا

(QAvLUv XaSBuNAv)

“Hasbımızdır dediler.”

“Hesap” kelimesi bugün Türkçe’de de çok yaygın bir kelimedir. “Hesap etmek” bir şeyin öyle olacağını zannetmek, öyle kabul etmek; “Hesap etmek” bir işin hesaplarını yapmak, borç ve alacaklarını belirlemek, sayılar arasındaki bağlantıları ortaya çıkarmaktır.

Hasbı” dengi, yeteri demektir; bize uygun olanı ve tüm ihtiyaçları gidereni anlamındadır.

Yani hesabın iki manâsıdır. Biri bize yakışanı, bizim olanı, dengimiz olanı anlamındadır. Bunun başka ifadesi başkasına ihtiyacımız yok demektir.

İslâm âlemi hicri 400 senesinde içtihatları kapatmış, şimdiye kadar yapılan içtihatlar bize yeter denmiştir. İçtihatları yasaklamıştır. Hâlâ bunu iddia eden kimseler vardır, hattâ çoktur. Hem de samimi mü’minler içinde olanlar da böyledir.

Arapçayı çok iyi bilen bir mühendis arkadaşımla tartışmıştık. Diyordu ki:

- Her neye ihtiyacınız varsa onu fıkıhçılar bulmuşlar, hükme bağlamışlardır, bizim görevimiz onları okuyup uygulamaktır.

- Demek ki her şeyi hükme bağlamışlar, eksik bir şey yoktur diyorsun, öyle mi? Peki, sana bir sual soracağım ama cevabını fıkıh kitaplarında göstereceksin.

- Buyur!

- TL’nin zekâtı var mı yok mu?

- TL para değil ki zekâtı olsun.

- Sen yanında çalışanlara TL ödemiyor musun?!.

Kızdı ve “Evimde olmasan seni döverdim!” dedi.

İşte insanlar böyledir.

Daima bulundukları ile yetinerek yenilik yapmak istemezler.

Mustafa Kemal kendi ilkeleri arasında bir de “inkılâpçılığı” yerleştirdi; yanlış anlaşılmasın, batılılaşma manâsına gelmesin diye yanına “milliyetçiliği” koydu. “Laikliği” de “milliyetçilik” ile dengeledi. Yani iyi olan babalarımızın emanetlerini koruruz ama kötü olanları atar, onun yerine yenisini getiririz yahut henüz günü geçmemiş kuralları koruruz, günü geçenlerin yerine de yenilerini getiririz, eskileri ile değiştiririz. Bunu altı okla da ilkeleştirdi. Demek istediği ben inkılâp yaptım, getirdim ama bunlar üzerinde saplanıp kalmayın. Siz gerektiğinde milliyetçiliğinizi korumak şartı ile inkılâpçılık yapın.

Ne var ki, şimdiki Kemalistler Mustafa Kemal’e tapıyorlar, bize onun getirdikleri yeter diyorlar. Atatürk’ün inkılâpçılığına sadık kalacağım dediğiniz zaman bunun manâsı vardır ama Atatürk inkılâplarına sadık kalacağım dediğiniz zaman ben onun o gün söylediklerini bugün de koruyacağım demektir.

Bir kanunu Kenan Evren yaptı, onu değiştirmeyelim ile bu kanunu Evren yapmadı onu değiştirelim demek aynı şeydir. Gerekli olduğu için değil, ihtiyaç olduğu için değil, sadece muhalefet etmek veya muvafakat etmek için bir şeyde ısrar.

مَا وَجَدْنَا عَلَيْهِ آبَاءَنَا

(MAv VaCaDNAv GaLaYHi EavBAEaNAv)

Abaımızı neyin üzerinde vecd etmişsek o bizim hasbımızdır.”

Bundan evvelki âyette küfredenler iftira ettiler diye yenilik yapanları, Bahıreyi, Saibeyi, Vasıleyi ve Hamı icat edenleri kötülemişti. Bu âyette de bu sefer atalarının yaptıklarında ısrar edenleri kötülemektedir. Yani bir şeyi bizim olduğu için babalarımızın olduğu için değil, iyi olduğu için alacağız. Bir şeyi yeni olduğu için değil iyi olduğu için alacağız. Bizim miyarımız atalarımızın yahut bizden öncekilerin yaptıklarını almak değil, iyi olanı alıp kötü olandan uzak durmaktır. Yani milliyetçi ve inkılâpçı olmaktır. Çocukken giydiğimiz elbiseyi delikanlı iken giyemeyiz. Gençken çıktığımız yokuşları yaşlı iken çıkamayız. Bize uygun ne ise onu yapmalıyız. O da icma ve içtihatla ortaya çıkar.

” burada tamim içindir. Yani atalarımızda bulduklarımızın tamamı bizim hasbımızdır. Fazlası hasbımız olmadığı için gerek yoktur. Yenisini alamayız. Babalarımızın tamamı hasbımız olduğu için de ondan bir şey atamayız.

Âyetin tefsirine başlarken “ve” ile atfı açıklayamamıştık. Şimdi ise bu iki âyetin “ve” ile atfı hâlinde doğru manâ ortaya çıkar. Bundan önceki âyette sadece inkılâpçılık anlatılmıştı. Burada da sadece milliyetçilik anlatılmıştır. Yeryüzünde ikisinin ayrı olduğu bir yer yoktur. İki çeşit insan vardır. Ya babalarımızın yaptıkları kötüdür, onları atalım, bid’atlar iyidir onları alalım derler. Osmanlılardan beri Türkiye’de yapılan budur. Bizde ne varsa hepsi kötüdür, atalım; Batı’da ne varsa hepsi iyidir, alalım. Buna karşı da tutucular vardır, ikinciler vardır. Bizde ne varsa eksiksiz iyidir, bizim dışımızda ne varsa kötüdür, almayalım derler.  

Uluslar çökmeye başladığında bu ilkellik içinde bulunurlar. Mantıkları aynıdır. Hataları aynıdır. Oysa doğru olan nedir? İyiler korunacak, kötüler atılacaktır. Yani iyiler alınacak, kötülerden korunacaktır.

Her gün yemek yemekteyiz. Yemeden yaşayabilir miyiz? Yani dışarıdan bir şey almadan hayat sürebilir miyiz? Ama ağzımıza her aldığımızı alıp da çiğner miyiz?

Hayır; seçeriz, bize uygun olanları yeriz.

Allah seçmek için bize birçok imkân verdi. Önce görürüz. Sonra elimizi süreriz. Sonra koklarız. Sonra tadarız. Sonra çiğneriz ve onu hazmedecek hâle getiririz. Midede ve ince bağırsaklarda onları parçalarız. Kalın bağırsaklara göndeririz. Ayıklar, işimize yarayanları kana göndeririz, işe yaramayanları dışarı atarız. Karaciğere gelenler var. Onları da uygun hâle getirip kana öyle koyarız. Sonra ne olur? Aldıklarımız fonksiyonlarını yapar ve sonunda işe yaramaz hâle gelirler. Terle, tükürükle, idrarla onları dışarı atarız.

İşte…

Bir toplulukta dışarıdaki kuralları, bilgileri, kültürü, ilmi böyle kademe kademe ayıklamalı ve ondan sonra içeri almalıdır.  İçeride olanları da zamanla işe yaramaz hâle getirip ayıklamalı dışarı atmalıdır. Her şeyi içimize alırsak zehirlenip gideriz. Hiç dışarıya atmazsak yine zehirlenip gideriz.

Bundan önceki âyette her şeyi midesine veya kana dolduranlardan bahsetmekte, burada ise hiçbir şeyi dışarı atmayanlardan bahsetmektedir.

Bizim meselemiz Osmanlı uygarlığını yaşatmak isteyen tutucularla, Osmanlı uygarlığını yok edip Batı uygarlığı içine bizi monte etmek isteyen devrimcilerle karşılaşmaktı. Bunlar çetin bir çatışma içinde idiler. Biz ise ikisini de reddettik. Doğru ne ise onu yapacağız. Batı’dan gelenleri ne körü körüne alacağız ne de reddedeceğiz. Osmanlılar bunu yaptı diye yanlışları doğru kabul etmeyeceğiz, doğruları onlar yaptı diye yanlış kabul etmeyeceğiz dedik.

Ben buna daha lise talebesi iken karar verdim. Babam ile öğretmenim arasındaki fikrî çatışma beni bu karara getirdi.

İzmir’de böyle düşünen arkadaşlar buldum ve onlarla Akevler Kooperatifi’ni kurduk. N. Erbakan aynı mantık içinde siyasi parti kurdu. F. Gülen aynı mantık içinde Risale-i Nur vakıflarını devam ettirdi. İlimde Akevler, siyasette Millî Görüşçüler, dinde Risale-i Nur şakirtleri büyük başarılar kaydettiler. Akevler ekonomide başarılı olamadı, başarısı küçük kaldı ama ilimde hâlen en ileridedir. “Adil Düzen” bugün insanlığın en ileri ilmidir.

Esas sorun Kur’an’la bugünkü Batı ilimlerini dayanak kabul ederek yeni düzeni ortaya koymadır. Prof. İlhan Arsel’in 850 sayfalık kitabındaki bütün eleştirilerine cevabı yalnız Akevler vermiştir. Yeryüzünde ona veya onun benzeri kişilere cevap veren oldu mu? Arsel tüm İslâmiyet’i reddeden kitap yazdı: Teokratik Devlet Anlayışından Demokratik Devlet Anlayışına; Şeriat Devletinden Laik Cumhuriyete. Bizim bu kitaba reddiye olarak yazılan 1200 sayfa ve iki ciltten oluşan okunmayan kitabımız gölgesiyle bile onları korkuttu. Artık Kur’an’a doğrudan çatmıyorlar, Kur’an’ı etkisiz hâle getirmek için çalışıyorlar. Akevler’den başka onları bu durumdan vazgeçiren ilmî bir güç herhangi bir yerde var mıdır? Ben onlar kadar dünyada neler olduğunu bilmiyorum ama Prof. Sabahattin Zaim, Prof. Hayrettin Karaman, Prof. Necmettin Erbakan buna şehadet etmişlerdir.

Bizim yolumuz bu iki âyetin anlattıklarından ayrı yoldur; hidayet yoludur, ilim yoludur. Hidayet yol gösteren demektir. Yani nereye gidileceği ile ilgili hedefi belirleyendir demektir. Yani Kur’an’dır. İlim ise oraya nasıl varılacağını ortaya koyan, varış araçlarını belirleyen demektir. Akevler ilim ve hidayet yolunu seçti.

أَوَلَوْ كَانَ

(EaVaLaV KAvNa)

“Olmazlar mı?”

Ya ataları dalalette olurlarsa yahut idilerse? “E” soru hemzesidir. Soru halindedir ama inkâr anlamındadır. “Lev” geçmişte şart edatıdır. Onda da menfi manâ vardır.

İki menfi manâ birleşince müsbet olur. Dil ile matematik arasında büyük bir uygunluk vardır. “Ben yarın gelmeyecek değilim” demek, yarın geleceğim demektir.

-5 ile -5 in çarpımı da +25 eder.

Matematikte bunun ispatı şöyle yapılır.

(1-1)*(1-1)=1-2*1?(-1)*(-1) soru işaretindeki işaret + olmasaydı, o zaman sıfırların çarpımı sıfır olmazdı. Görüyorsunuz ki matematikle ispatlanan kural dilde de görülür.

İşte usulü fıkıh ilmi matematikle de ispatlanan, kuralları gramerde de uygulayarak hükümler çıkarmaktadır. Ben mühendislik okurken usulü fıkhı da öğrenmeye çalıştım. Böylece hem usulü kolay anladım hem de mühendisliği kolay kavradım. Sizlere de tavsiye ederim. Matematiği ve Usulü Fıkhı karşılaştırarak öğreniniz. III. bin yıl uygarlığı böylece matematik ve usulde yükselecektir. Sizlere bir sır daha vereyim, Matematikle her şey kıyasla ispatlanır. Örnek olarak 3 ile 4’ün çarpımı 12 eder. Bunu aklınızla kümeler sistemi ile ispatlayabilirsiniz. 2,71*3,34 ü kümeler yoluyla ispatlayamazsınız. Ancak tam sayılardaki kuralları orada da geçerli kabul ederek hesabınızı yaparsınız. Bütün matematiği tam ve müsbet sayılarda ispatladığınız kuralları diğer kesir, irrasyonel ve sanal sayılarda, trigonometride ve logaritmada benzer kabul etmek suretiyle Matematik ilmi gelişmiştir. Bugünkü hayatımız o matematiğe dayanmaktadır. Yani tümevarım kıyas yoluna dayanmaktadır. Böylece fıkıhçıların kıyası ilmen ispatlanmış olmaktadır.

آبَاؤُهُمْ

(EAvBAEuHUM)

“Ebleri”

İnsanlar ne yapıyorlar?

Geçmiştekileri, inkılâpçıları, cumhuriyeti kuranları, dincileri, daha önceki müçtehitleri körü körüne taklit ediyorlar. Her topluluğun ataları iyi olsalardı yeryüzünde hiç kötülük olmaz, savaşlar olmaz, tarih yazılmazdı. Dünya cennet olurdu. Allah insanları yaratmış, onları kararlarda hür bırakmış ama akıl vermiş, bir de kitap göndererek çevrelerini aydınlatmış, haydi şimdi siz yolunuzu kendiniz bulun demiştir. Bir defa yol bulmaları ile yetinmelerine de imkân vermemiş, kıyamete kadar ufuktan ufuğa koşacağız. Devamlı yol arayacağız. Babalarımızın yolu doğru olsa bile o orada kalmıştır. Şimdi biz kendi yolumuzu kendimiz bulmalıyız. Biz de dünyada mevcut olan insanlardan biriyiz. Onlar nasıl dalalette olmuş ve helak olmuşlarsa, biz de dalalette olursak helak olabiliriz. En başta Sovyetleri ele alalım. Dün taptıkları insanların şimdi heykellerini yıkıyorlar. Saddam nerdedir? Kaddafi nerdedir? Demek ki doğru yolda değildiler. O halde biz de aynı şekilde olabiliriz. O halde her zaman içtihadınızı yapmanız ve doğru olanı benimsemeniz gerekmektedir.

Cengiz Demirci’nin yaptığı gibi; “Erbakan söylediyse doğrudur, Karagülle söylemişse ve Erbakan’ın söylediklerine uymuyorsa yanlıştır” ilkesi yanlıştır. İster Karagülle söylesin ister Erbakan söylesin, Allah bana da aklı vermiş, benim de söylemek hakkımdır diyecek, kendine göre doğruyu arayacak. Başkaları her zaman dalalette olabilirler. Türkiye’deki dinciler ve inkılâpçılar bize babalarının dedikleridir diye karşı çıkmamalıdırlar; biz bunu diyoruz demeliler, kendi delilleri ile gelmelidirler.

لَا يَعْلَمُونَ شَيْئًا

(LAv YaGLaMUvNa ŞaYEan)

“Bir şeyi ilmetmezler.”

Bir insan için hattâ bir topluluk için hiçbir şeyi bilmemeleri mümkün değildir. Eğer insan iseler, halk iseler mutlaka bir şeyler bilmeleri gerekir.

O halde hiçbir şey bilmeyen kimselerle ifade edilen nedir?

Onlar her şeyi biliyor olabilirler ama bir şeyi de bilmemiş olabilirler. “Mâ raeytu ehaden” dersek, ben bir kişiyi değil çok kişiyi gördüm anlamı çıkar, birini eksik gördüm anlamı çıkar. “Mâ raeytü min ehadin” dediğimizde, kimseyi görmedim anlamı çıkar. Burada “Min” gelmediğine göre o insanlar bir şeyi de bilmemiş olabilirler. O halde o insanların bilgileri size yetmez. Çünkü bazen o bir şey her şey olur. Çünkü mayına basarsanız uçarsınız.

Burada anlatılan başka bir şey daha vardır. İktiza ile ona da işaret etmektedir. Arabanın bir tekerleği patlarsa o araba yürümez. Damarlarınızdan biri tıkanırsa artık yaşayamazsınız. Göl damlalardan oluşur. Büyük şey parçalardan oluşur. Parçaların bazen çok önemi vardır. Onun yokluğu tüm varlığı yok edebilir. O halde asla taklit etmeyeceksiniz.  

Burada kurallı erkek çoğul getirilmiştir. Eğer içlerinden biri dahi bilseydi onu bilmiş oluyorlardı. Demek ki topluluk da olsa her şeyi bilmeleri mümkün değildir.

Her insanın durumu ayrıdır. Her topluluğun durumu ayrıdır. Onların bilgileri bize yetmez. Onların yaptıkları onlara aittir, bizim yaptığımız bize aittir.

Osmanlıların düşmanları, Çarlar idi; Nemçe imparatorları idi. Bugün onlar var mı?

Bugün arabamıza benzin bulma derdindeyiz; bugünkü savaş budur.  

Batılıların derdi paralarını kime faizle verebilsinler. Sorunları odur. Sömürme alanlarını arıyorlar. Biz ise nasıl sömürülmeyiz diye onun peşindeyiz.

Bunlar bu kadar basit iken hâlâ çocuklarımızı Avrupa’ya ve Amerika’ya gönderiyor, orada okutuyoruz! Hâlâ ülkemizde İngilizce okullar açılıyor, gidemeyenlere onları ayaklarına getiriyoruz! Hâlâ doktorada yabancı dil şartını getiriyoruz!

Evet, Kur’an her söze kulak vermemizi emrediyor. Her dilden Türkçeye eserler çevireceğiz. Herkese kulak verirken kendi dilimizi unutup kendimizi dinleyemez hâle gelmemeliyiz. Adil Düzen Çalışanlarının zihinleri açılmalıdır.

Evet, yalnız Batı’ya değil bütün dünyaya insanımızı göndermeliyiz ama ülkemizde doktora yaptıktan sonra göndermeliyiz. Doçent olduktan sonra iki değil bir dil şartını getirebiliriz. “Bin Dil Üniversitesi”ni kurarak dünyanın bütün dillerinden ülkemize bilgileri aktarırız. Ayrıca Kur’an Arapçasını ilmî Arapça olarak her zaman öğreniriz. Ama çocuğumuza Türkçe öğretmeden yabancı dilde üniversite bitirtmek devletimize dinamit koymak demektir. Kürtçe yasak, İngilizce mecburi! Bunun anlamı esaretimizdir.

Atalarımız bizim ne bilmemiz gerektiğini bilmemiş olacakları için kendiniz içtihat edeceksiniz ve kendiniz ilim yapacaksınız deniyor. Anayasadaki değiştirilmez maddeler onun için insan yapısına aykırıdır. Biz “değişmez” yazsak da onlar yine değiştirme hakkına sahiptirler. Bilinçli olmalıdırlar.

Diyelim ki bir torba ceviz arasında sadece bir tane zehirli olanı vardır. Onu yersek ölürüz. Yüz ceviz var. İçlerindeki bir tanesi de zehirlidir. Yesek ne olur ki diyerek yersek ölürüz. Hiç yemezsek yine ölürüz. Ne yaparız? Dikkatlice her ceviz tanesini kontrol eder, zehirli olmayanları yeriz.

İşte…

Bize sunulan şeylerin içinde zehirli olanları vardır. Onların hepsini ayıklaya ayıklaya yememiz gerekir. İçtihatla yememiz gerekir. Bu âyetin bize bildirdikleri içtihatsız hiçbir bilgiyi bilgi kabul etmemektir. “Lâ Ya’lemûne”deki “şey” kelimesi bize bunları anlatmaktadır.

وَلَا يَهْتَدُونَ (104)

(Va LAy YaHTaDUvNa)

“Ve ihtida etmemiş olurlar.”

İttika, ibtiğa, ittiba ve ihtida kelimeleri vardır. Kur’an’da iftial babından emir olarak zikredilmektedir. Bu kelimelere dört melekemizde veya müessesemizde yer aramıştık. İstihsanla “İttika”yı ahlâkî dayanışma için, “ibtiğa”yı ekonomik dayanışma için, “ittiba”yı siyasî dayanışma için ve “ihtida”yı ilmî dayanışma için dayanak yapmıştık. Burada “ihtida”nın ilmî dayanışmaya dayanak olduğu nassla teyit edilmiş olmaktadır. Bir şeyi bilmez ve ihtida etmemiş olabilirler.

Siz İzmir’den yola çıktınız. Karaman’a gidiyorsunuz. Afyon’da bir yere geldiniz. Levha Konya ve Ankara’yı gösteriyor. Sizin bilginizde bir şey eksiktir. Karaman’a gitmek için Konya tarafına gidilmesi gerekir. Hiç düşünmeden bir tarafa yürüdünüz. Ankara’ya doğru yol aldığınızı ihtida etmediniz. Bilme ile ihtida arasındaki fark ortaya çıkmaktadır.

Evet, ihtida ilmî dayanışmaların dayanağıdır. İhtida taallüm değildir.

İlim geçmişte olanları öğrenmedir. Sebep-sonuç ilişkileridir. İhtida ise içtihattır. Gelecekte ne olacağını bilmektir. Sorunu çözmektir. Cengiz Demirci çalışma arkadaşımız bunun üzerinde çalışmıştır. Biz bunu şöyle biçimlendiriyoruz.

Tümevarım → Taallum → Tümdengelim

Tümdenvarım → İhtida → Tümegelim

İlim geçmişte olanları ortaya koyar.

Usulde bunlara “deliller” denmektedir.  

İçtihat ise gelecekte olacakları ortaya koyar.

Usulde bunlara “hükümler” denmektedir.

Bu âyetten öğreniyoruz ki içtihadın karşılığı ihtida imiş.

İhtida, ilminize dayanarak gideceğiniz yeri, yapacağınız işi belirlemedir. Geçmişten geleceği ortaya koymadır. Delillerden hükümler çıkarmadır.

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org   (0532) 246 68 92

 

 






Tüm Seminerler
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1130
En'âm Suresi Tefsiri 77-79. Ayetler
21.08.2021 3465 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1129
En'âm Suresi Tefsiri 74-76. Ayetler
14.08.2021 2658 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1128
En'âm Suresi Tefsiri 72-73. Ayetler
7.08.2021 2630 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1127
En'âm Suresi Tefsiri 71. Ayet
31.07.2021 2147 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1126
En'âm Suresi Tefsiri 66-70. Ayetler
24.07.2021 2528 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1125
En'âm Suresi Tefsiri 61-65. Ayetler
17.07.2021 2545 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1124
En'âm Suresi Tefsiri 52-55. Ayetler
10.07.2021 2279 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1123
En'âm Suresi Tefsiri 45-51. Ayetler
3.07.2021 2170 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1122
En'âm Suresi Tefsiri 40-44. Ayetler
26.06.2021 2173 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1121
En'âm Suresi Tefsiri 35-39. Ayetler
19.06.2021 2588 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1120
En'âm Suresi Tefsiri 31-34. Ayetler
12.06.2021 2478 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1119
En'âm Suresi Tefsiri 26-30. Ayetler
5.06.2021 1986 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1118
En'âm Suresi Tefsiri 20-25. Ayetler
29.05.2021 2340 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1117
En'âm Suresi Tefsiri 13-19. Ayetler
22.05.2021 2287 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1116
En'âm Suresi Tefsiri 7-12. Ayetler
15.05.2021 2426 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1115
En'âm Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
8.05.2021 2430 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1114
Kasas Suresi Tefsiri 86-88. Ayetler
1.05.2021 2258 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1113
Kasas Suresi Tefsiri 83-85. Ayetler
24.04.2021 2439 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1112
Kasas Suresi Tefsiri 79-82. Ayetler
17.04.2021 2398 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1111
Kasas Suresi Tefsiri 76-78. Ayetler
10.04.2021 2615 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1110
Kasas Suresi Tefsiri 72-75. Ayetler
3.04.2021 2436 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1109
Kasas Suresi Tefsiri 68-71. Ayetler
27.03.2021 3039 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1108
Kasas Suresi Tefsiri 61-67. Ayetler
20.03.2021 2671 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1107
Kasas Suresi Tefsiri 57-60. Ayetler
13.03.2021 2987 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1106
Kasas Suresi Tefsiri 52-56. Ayetler
6.03.2021 2670 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1105
Kasas Suresi Tefsiri 47-51. Ayetler
27.02.2021 2748 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1104
Kasas Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
20.02.2021 2954 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1103
Kasas Suresi Tefsiri 38-42. Ayetler
13.02.2021 3139 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1102
Kasas Suresi Tefsiri 33-37. Ayetler
6.02.2021 3029 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1101
Kasas Suresi Tefsiri 29-32. Ayetler
30.01.2021 3427 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1100
Kasas Suresi Tefsiri 26-28. Ayetler
23.01.2021 5479 Okunma
4 Yorum 28.02.2021 11:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1099
Kasas Suresi Tefsiri 21-25. Ayetler
16.01.2021 3549 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1098
Kasas Suresi Tefsiri 16-20. Ayetler
9.01.2021 3074 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1097
Kasas Suresi Tefsiri 12-15. Ayetler
2.01.2021 3865 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1096
Kasas Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
26.12.2020 3714 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1095
Kasas Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
19.12.2020 3421 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1094
Neml Suresi Tefsiri 89-93. Ayetler
12.12.2020 3871 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1093
Neml Suresi Tefsiri 83-88. Ayetler
5.12.2020 3833 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1092
Neml Suresi Tefsiri 76-82. Ayetler
28.11.2020 4109 Okunma
1 Yorum 29.11.2020 17:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1091
Neml Suresi Tefsiri 67-75. Ayetler
21.11.2020 4624 Okunma
1 Yorum 26.11.2020 17:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1090
Neml Suresi Tefsiri 63-66. Ayetler
14.11.2020 3018 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1089
Neml Suresi Tefsiri 59-62. Ayetler
7.11.2020 3113 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1088
Neml Suresi Tefsiri 54-58. Ayetler
31.10.2020 3967 Okunma
1 Yorum 03.11.2020 17:20
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1087
Neml Suresi Tefsiri 45-53. Ayetler
24.10.2020 3841 Okunma
1 Yorum 24.10.2020 22:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1086
Neml Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
17.10.2020 2850 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1085
Neml Suresi Tefsiri 36-40. Ayetler
10.10.2020 2943 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1084
Neml Suresi Tefsiri 27-35. Ayetler
3.10.2020 3955 Okunma
2 Yorum 11.10.2020 20:33
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1083
Neml Suresi Tefsiri 20-26. Ayetler
26.09.2020 7719 Okunma
5 Yorum 03.10.2020 19:37
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1082
Neml Suresi Tefsiri 15-19. Ayetler
19.09.2020 5606 Okunma
3 Yorum 03.10.2020 18:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1081
Neml Suresi Tefsiri 12-14. Ayetler
12.09.2020 4173 Okunma
2 Yorum 13.09.2020 15:00
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1080
Neml Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
5.09.2020 3575 Okunma
2 Yorum 06.09.2020 15:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1079
Neml Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
29.08.2020 3715 Okunma
2 Yorum 30.08.2020 20:43
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1078
Şuara Suresi Tefsiri 224-227. Ayetler
22.08.2020 4732 Okunma
3 Yorum 23.08.2020 21:17
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1077
Şuara Suresi Tefsiri 213-223. Ayetler
15.08.2020 4447 Okunma
4 Yorum 16.08.2020 18:26
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1076
Şuara Suresi Tefsiri 203-212. Ayetler
8.08.2020 4743 Okunma
6 Yorum 09.08.2020 19:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1075
Şuara Suresi Tefsiri 192-202. Ayetler
1.08.2020 4665 Okunma
5 Yorum 06.08.2020 19:32
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1074
Şuara Suresi Tefsiri 176-191. Ayetler
25.07.2020 4818 Okunma
3 Yorum 26.07.2020 16:16
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1073
Şuara Suresi Tefsiri 160-175. Ayetler
18.07.2020 4551 Okunma
3 Yorum 20.07.2020 11:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1072
Şuara Suresi Tefsiri 141-159. Ayetler
11.07.2020 3396 Okunma
2 Yorum 12.07.2020 15:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1071
Şuara Suresi Tefsiri 123-140. Ayetler
4.07.2020 4475 Okunma
3 Yorum 11.07.2020 03:35
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1070
Şuara Suresi Tefsiri 105-122. Ayetler
27.06.2020 3622 Okunma
2 Yorum 28.06.2020 18:12
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1069
Şuara Suresi Tefsiri 92-104. Ayetler
20.06.2020 5175 Okunma
4 Yorum 21.06.2020 19:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1068
Şuara Suresi Tefsiri 83-91. Ayetler
13.06.2020 3855 Okunma
1 Yorum 14.06.2020 16:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1067
Şuara Suresi Tefsiri 69-82. Ayetler
6.06.2020 5150 Okunma
3 Yorum 08.06.2020 14:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1066
Şuara Suresi Tefsiri 53-68. Ayetler
30.05.2020 5009 Okunma
3 Yorum 31.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1065
Şuara Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
23.05.2020 4934 Okunma
3 Yorum 29.05.2020 18:08
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1064
Şuara Suresi Tefsiri 34-44. Ayetler
16.05.2020 3536 Okunma
1 Yorum 17.05.2020 15:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1063
Şuara Suresi Tefsiri 23-33. Ayetler
9.05.2020 3478 Okunma
1 Yorum 10.05.2020 08:19
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1062
Şuara Suresi Tefsiri 10-22. Ayetler
2.05.2020 3693 Okunma
2 Yorum 13.05.2020 21:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1061
Şuara Suresi Tefsiri 1-9. Ayetler
25.04.2020 5151 Okunma
2 Yorum 14.05.2020 18:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1060
Furkan Suresi Tefsiri 73-77. Ayetler
18.04.2020 4206 Okunma
2 Yorum 15.05.2020 16:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1059
Furkan Suresi Tefsiri 68-72. Ayetler
11.04.2020 5419 Okunma
3 Yorum 16.05.2020 16:02
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1058
Furkan Suresi Tefsiri 60-67. Ayetler
4.04.2020 4088 Okunma
2 Yorum 18.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1057
Furkan Suresi Tefsiri 53-59. Ayetler
28.03.2020 5268 Okunma
5 Yorum 19.05.2020 16:27
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1056
Furkan Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
21.03.2020 4418 Okunma
2 Yorum 20.05.2020 16:21
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1055
Furkan Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
14.03.2020 4430 Okunma
2 Yorum 21.05.2020 16:36
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1054
Furkan Suresi Tefsiri 35-40. Ayetler
7.03.2020 4569 Okunma
2 Yorum 22.05.2020 16:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1053
Furkan Suresi Tefsiri 30-34. Ayetler
29.02.2020 4768 Okunma
2 Yorum 23.05.2020 15:57
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1052
Furkan Suresi Tefsiri 21-29. Ayetler
22.02.2020 5315 Okunma
3 Yorum 24.05.2020 16:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1051
Furkan Suresi Tefsiri 17-20. Ayetler
15.02.2020 4116 Okunma
2 Yorum 30.05.2020 17:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1050
Furkan Suresi Tefsiri 10-16. Ayetler
8.02.2020 5261 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 11:38
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1049
Furkan Suresi Tefsiri 4-9. Ayetler
1.02.2020 4524 Okunma
1 Yorum 03.02.2020 07:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1048
Furkan Suresi Tefsiri 1-3. Ayetler
25.01.2020 3843 Okunma
1 Yorum 26.01.2020 06:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1047
Nur Suresi Tefsiri 62-64. Ayetler
18.01.2020 4381 Okunma
1 Yorum 25.01.2020 07:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1046
Nur Suresi Tefsiri 61. Ayet
11.01.2020 4594 Okunma
1 Yorum 13.01.2020 08:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1045
Nur Suresi Tefsiri 58-60. Ayetler
4.01.2020 4118 Okunma
1 Yorum 05.01.2020 08:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1044
Nur Suresi Tefsiri 53-57. Ayetler
28.12.2019 4098 Okunma
1 Yorum 30.12.2019 08:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1043
Nur Suresi Tefsiri 47-52. Ayetler
21.12.2019 4087 Okunma
1 Yorum 22.12.2019 23:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1042
Nur Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
14.12.2019 4541 Okunma
1 Yorum 17.12.2019 07:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1041
Nur Suresi Tefsiri 39-42. Ayetler
7.12.2019 5649 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 00:42
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1040
Nur Suresi Tefsiri 35-38. Ayetler
30.11.2019 9821 Okunma
2 Yorum 03.12.2019 13:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1039
Nur Suresi Tefsiri 32-34. Ayetler
23.11.2019 4647 Okunma
1 Yorum 24.11.2019 08:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1038
Nur Suresi Tefsiri 30-31. Ayetler
16.11.2019 3706 Okunma
1 Yorum 19.11.2019 12:31
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1037
Nur Suresi Tefsiri 27-29. Ayetler
9.11.2019 3853 Okunma
1 Yorum 10.11.2019 05:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1036
Nur Suresi Tefsiri 23-26. Ayetler
2.11.2019 3356 Okunma
1 Yorum 03.11.2019 07:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1035
Nur Suresi Tefsiri 19-22. Ayetler
26.10.2019 3382 Okunma
1 Yorum 28.10.2019 13:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1034
Nur Suresi Tefsiri 12-18. Ayetler
19.10.2019 3749 Okunma
1 Yorum 20.10.2019 10:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1033
Nur Suresi Tefsiri 6-11. Ayetler
12.10.2019 5706 Okunma
2 Yorum 16.10.2019 14:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1032
Nur Suresi Tefsiri 1-5. Ayetler
5.10.2019 4246 Okunma
1 Yorum 06.10.2019 23:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1031
Müminun Suresi Tefsiri 111-118. Ayetler
28.09.2019 3445 Okunma
1 Yorum 30.09.2019 10:50


© 2025 - Akevler