MÂİDE SÛRESİ TEFSİRİ - 70
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
إِذْ قَالَ اللَّهُ يَاعِيسَى ابْنَ مَرْيَمَ اذْكُرْ نِعْمَتِي عَلَيْكَ وَعَلَى وَالِدَتِكَ إِذْ أَيَّدْتُكَ بِرُوحِ الْقُدُسِ تُكَلِّمُ النَّاسَ فِي الْمَهْدِ وَكَهْلًا وَإِذْ عَلَّمْتُكَ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَالتَّوْرَاةَ وَالْإِنْجِيلَ وَإِذْ تَخْلُقُ مِنَ الطِّينِ كَهَيْئَةِ الطَّيْرِ بِإِذْنِي فَتَنْفُخُ فِيهَا فَتَكُونُ طَيْرًا بِإِذْنِي وَتُبْرِئُ الْأَكْمَهَ وَالْأَبْرَصَ بِإِذْنِي وَإِذْ تُخْرِجُ الْمَوْتَى بِإِذْنِي وَإِذْ كَفَفْتُ بَنِي إِسْرَائِيلَ عَنْكَ إِذْ جِئْتَهُمْ بِالْبَيِّنَاتِ فَقَالَ الَّذِينَ كَفَرُوا مِنْهُمْ إِنْ هَذَا إِلَّا سِحْرٌ مُبِينٌ (110)
إِذْ
(EiÜ)
“Hani”
“İz” geçmişteki bir olayı hikâye ederken zaman zarfı olarak getirilir. “İza” ise gelecekteki olayın zarfı olarak getirilir. “İza”da şart vardır, “İz”de şart yoktur. Şartsız “İza” için “İz” getirilebilir. Şartlı “İz” için de “İza” getirilebilir.
Maide Sûresi’nin son âyetlerinde âhiretten bahsederken de “İz” getirilmektedir. Gelecekte olacaklar hakkında “İza” değil de “İz” getirilirse onun kesinliğini ifade eder.
“İz” ve “İza” cümleden önce gelir, dolayısıyla “Fî” manâsında olmakla beraber ismin üzerine gelmez. “İz” ve “İza” zarf olduğuna göre bir fiilin zarfı olur, mübteda ve haber olmazlar. Oysa “Fî” haber olabilmekte, hattâ mübtedanın yerine geçebilmektedir. “Raculün Cae” denmediği halde “Raculün Fi’d-Dari” denmektedir.
“İz” kelimesi çoğu mahzuf bir fiilin zarfı olabilir. “Üzkür” dinle, anla demektir. Türkçede “bir varmış bir yokmuş” diye anlatmaya başladığınız gibi Arapçada da “İz” diyerek geçmişi hatırlatır, geleceğe de devam edebilirsiniz. “Hani sen bana bize geleceğini söylemiştin, yarın gel” dediğiniz gibi Arapçada da “İz Kulte” deyip cümle kurulabilir.
Bundan önceki âyette “Allah resulleri cem edecek ve diyecek” dedikten sonra “Yekulûne” demiyor “Kâlû” diyor. Demek ki fiil-i mazi muzari için getirilmektedir. Burada Allah Hazreti İsa’ya ben sana şunu şunu yaptım demişti diyor. Havariler şöyle dedi, küfredenler böyle dedi diyerek Hazreti İsa’ya yaşadıklarını anlatmaktadır.
“İz” ile devam ederek sen mi böyle söyledin diye soru sormaktadır. O sorunun âhirette olduğu açıktır. Buradaki “Kâle”nin zarfıdır. Böyle dediler yani diyeceklerdir anlamında getirilmiştir. Ondan sonra “İz”lerin hepsi “Kâlû”nun içinde olduğu için hepsi geleceğe aittir.
Bu âyetler soruşturma âyetlerinden sonra gelmektedir. Soruşturmanın nasıl yapılacağını anlatmaktadır. Soruşturmacı soruşturulana olayı hikâye eder. Ondan sonra meçhul olan kısmını sorar. Sonra da soru sorar; böyle diyorlar, böyle bir şey oldu mu? Kişi olayların akışı içinde sorulana doğru cevap vermek zorunda kalır. “Resulleri toplar ve sorar” ifadesinde soruşturmanın ilgililer arasında yapılması gerektiğini ifade etmiş olmaktadır. Görgü şahitleri yüzleştirilir demektir.
Soruşturmaya geçmişi anlatarak başlanacağı için “Kâlû” diyerek onun zarfı içinde soruşturmayı anlatmaktadır.
Sûrenin sonunda Hazreti İsa’yı hikâye etmekle III. bin yıl uygarlığını, bucak uygarlığını Hıristiyanlarla Müslümanların birlikte kuracaklarına işaret etmiş olmaktadır.
Bu sûre bize yerinden yönetimi, site yönetimini, bucak yönetimini ve ilçe yönetimini anlatmaktadır. Yüz dairelik apartmanlar yapılarak ocak ve semt oluşturulacaktır. On semtin birleşmesinden bir bucak oluşacaktır. On bucak da bir ilçeyi oluşturacaktır. İlçe otuz bin ile yüz bin kişi büyüklüğündedir. İlçe merkez bucaklarının özelliği halkın buralarda iş yapması, üretilen malların burada kontrol edilmesidir. Bir köyde oturan kişi ilindeki herhangi ilçede iş yapabilir. Akşamüstü gelmese bile haftada bir eve gelip gidebilir. Bölge ve ülkeler de merkez illerdir, statüleri aynıdır.
Hazreti Nuh peygamberden beri başlayan uygarlaşma sayesinde adım adım bugünkü seviyeye gelmiş bulunuyoruz. Teknoloji bakımından sorunlar çözülmüştür. Haberleşme, ulaşım, aydınlanma ve makineleşme çok ileri gitmiştir. Hukuk ise oluşmamıştır. Bu sûre bize III. bin yıl uygarlığı döneminde bucaklarda uygulanacak hukuku anlatmakta, bunu Müslüman ve Hıristiyanların yapacaklarına işaret etmektedir.
“İz”in zarf olduğu âyeti buraya alıyorum. Bunun zarfı olarak bundan sonraki âyetleri yorumlayacağız.
يَوْمَ يَجْمَعُ اللَّهُ الرُّسُلَ فَيَقُولُ مَاذَا أُجِبْتُمْ قَالُوا لَا عِلْمَ لَنَا إِنَّكَ أَنْتَ عَلَّامُ الْغُيُوبِ (109)
“Yecmeu” ve “Yekûlu” muzari olduğu halde, “Kâlû” kelimesi mazidir. “İz” zarfı da “Kâlû”nun zarfıdır.
قَالَ اللَّهُ
(QAvLa elLAvHu)
“Allah kavl etti.”
Âhirette soruşturmayı yapan Allah’tır. Bu dünyada da soruşturma topluluk adına yapılır. Herkes soruşturma yapamamaktadır. İlçede soruşturma hizmetlileri vardır. Bunlar kamuca atanmışlardır. Resmî görevlilerdir. Bunların ücretleri bütçeden verilmektedir. Davacı soruşturmacıları işte bunlardan seçer. Bunlar topluluk adına soruştururlar. Görev il dayanışması tarafından verilmişse il içinde her yerde soruşturma yapabilirler. Eğer bucak dayanışması tarafından görevlendirilmişse o zaman ancak o bucak içinde soruşturma yapabilir. Hakemlerin kararı ile hüküm ifade eder. Şahitlerin şehadetine karşı hakemlere gidilebilmektedir. Bu ifade ile soruşturmanın başkan tarafından yapılmayacağı anlaşılmaktadır. Başkanlar da soruşturulabilecektir demektir.
يَاعِيسَى ابْنَ مَرْيَمَ
(YAv GIySa iBNi MaRYaMa)
“Ey Meryem oğlu İsa.”
“Ya” hitap harfidir, sözü ona yöneltir, Tahsis etmez. Başkalarına da aynı soru tevcih edilebilir. Resulleri topluyor, sonra soruşturmaya Hazreti İsa’dan başlıyor veya Hazreti İsa da soruşturulanlar arasındadır. Kur’an gelmeden önce gelen en son peygamberdir. Bu sebeple örnek olarak o peygamber alınmıştır. Ayrıca Hazreti İsa imanı beşerileştirdi. Kur’an ise düzeni beşerileştirdi. Kur’an’da hikâye edildiği için Hazreti İsa anlatılmaktadır. Hazreti İbrahim’in başlattığı beşeri düzen Hazreti İsa ve Kur’an tarafından tamamlanmıştır. Hazreti İsa’ya kişisel mucize verilmiştir. Oysa Hazreti Muhammed’e Kur’an mucizesi verilmiştir. Soruşturma yapılırken hepsine birden değil de aynı konu ile ilgili hepsine sorulacaktır.
“İsa” beklenen demektir. Tevrat’ta bir kızdan bir kişi doğacak ve o ümit olacaktır denmektedir. Hazreti İsa’nın İsa olması bir taraftan kendisinin daha önce müjdelenmesi ve gelmesinin beklenmiş olmasıdır. Yahudiler Hazreti İsa’yı Mesih kabul etmedikleri için hâlâ beklemektedirler. Hıristiyanları bile bu saçmalığa inandırmışlardır. İşte beklenen Mesih Hazreti İsa’dır. İki bin sene önce gelmiş, 600 sene sonra Kur’an tarafından tasdik edilmiş ve bugün beş milyar insandan fazlası buna inanmaktadır.
Allah insanları 2000 yıl dalalet içinde bırakır mı?
Biz buna dayanarak Budizm ve Hinduizm’in de ilâhi kaynaklı olduğunu varsaydık. Sonraki araştırmalarımızda bu husus hep doğrulanmıştır. Tevrat’ta Hazreti İbrahim’in dört oğlunun doğuya görevli olarak gittiğini öğrendik. Upanişadları okuduğumuzda görmekteyiz ki Kur’an’daki âyetlerle çok beraberlik içinde olan sözler vardır.
“Mesh” kelimesi “Fesh” kelimesi ile akrabadır. “Fesh”de değişerek bozulma vardır. “Mesh”de ise değişerek düzelme vardır. Melek gelmiş ve Hazreti Meryem’e “Sana bir oğul hibe edeceğim” demiştir. Yani Hazreti Meryem’in rahminde yumurtalığa müdahale etmiş ve babasız oğul olmasına imkân vermiştir. Hazreti İsa’da yapılan gen değiştirmeleri ile başka peygamberlerde görülmeyen özellikleri kazandırmıştır. Hazreti Âdem’de de böyle olmuştur. 200 000 yıl önce yaratılmış insan öncesi insan benzeri varlık henüz insan değildi. İrade sahibi ruhu yoktur. Hazreti Âdem ve eşinin annesinin rahmindeki yumurtaya Hazreti Meryem’de olduğu gibi müdahale etmiş ve insan oluşmuştur. Bu yumurta hücresi bölünmüş, biri Hazreti Âdem diğeri Hazreti Havva olmuştur. Hazreti Âdem’in X kromozomunun birinde melek yeni düzenleme yapmış ve erkek oluşmuştur. Çocuk doğurma emzirme benzeri özellikler yok olmuş, yerine başka özellikler verilmiştir. Yani Âdem de mesh yoluyla insan olmuştur.
“Meryem” kelimesi aslında meram anlamındadır. “Ravm” kelimesinin ismi mekânı veya masdarı mimisidir. Dildeki ilaveler zamanla olmuştur. “Meram”ın aslı “mervem”dir. İlk söylenişleri öyledir. Sonra elife dönüşmüştür. “Meryem” özel isimdir. İlk söyleniş şeklini korumaktadır.
Kur’an daha önceki peygamberlerin yaptıklarını birleştirmiştir, esasta bir yenilik yapmamıştır. Kur’an’ın yaptığı yenilikler şunlardır:
1- Kişisel mucize yerine kalıcı Kur’an mucize yapılmış ve nübüvvet sona erdirilmiştir. Tahrif edilmeyen bir kitap getirmiştir.
2- Vahyi sona erdirdiği için vahyin yerine içtihat ve icma müesseselerini getirmiştir.
3- Yerinden yönetimi getirerek yalnız kişilere değil topluluklara da irade-i cüziye vermiştir. Kişiler için hicreti teşri etmiştir.
4- Kur’an yalnız dini veya şeriatı değil ilim, din, iktisat ve siyasetle ilgili âyetleri ve hükümleri içermektedir.
5- Laikliği getirerek değişik din ve ırkların bir arada yaşama düzenini sağlamıştır.
Bunun dışında esasta hiçbir değişiklik yapmamıştır.
Hazreti İsa’yı anlatarak insanın yaratılışı ile ilgili konulara da işaret etmektedir.
Burada “Meryem oğlu İsa” denmiş, Mesih’ten bahsedilmemiştir. Çünkü burada risalet tarafı anlatılmaktadır. Resuller ve nebiler hep erkekler tarafından gelmiştir. Çünkü topluluk oluşturma erkeklere verilmiş bir görevdir.
İnsan topluluk içinde özgür yaşayan varlıktır. Kurallara uyarak yaşar. Diğer topluluk hâlinde yaşayan canlılar da öyledir. Ne var ki onların kuralları tamdır, değişmez kurallara uyunca hayatlarını yaşarlar. Oysa insanın tâbi olduğu kurallar eksiktir ve değişebilir. İşte bu da özgürlüğü sağlamaktadır.
Hazreti Musa topluluğun sorunlarını çözmüştür. Hazreti İsa ise özgürlüğü çözmüştür. Dolayısıyla Hazreti İsa insanların kişiliğini eğitmekle yükümlüdür. Topluluk erkeklere özgüdür. Kadınların yararlanma hakları vardır. Görev erkeklerindir. Kişi olarak kadın ile erkek birdir. Bundan dolayıdır ki Hazreti İsa’nın babası yoktur, ayrıca risalet görevinde Hazreti Meryem’le beraber görevlidir. Bu sebeple Kur’an’ın pek çok yerinde birlikte anılırlar.
اذْكُرْ نِعْمَتِي
(EuÜKüR NiGMaTİy)
“Nimetimi zikret.”
‘Hatırla hani şunlar şunlar olmuştu’ diyor Allah. Soruşturmaya Hazreti İsa’dan başlıyor. Bunun anlamı şudur. Bir kimseyi suçlayabilmeniz için o onu zorunlu şartlar içinde mi yapmıştır. Çalmıştır ama yaşamak için çalmak zorunda olduğu için çalmışsa kolunu kesemezsiniz, nefsini müdafaa etmek için adam öldürmüşse ona kısas uygulanamaz. Soruşturmacı savunmayı beklemeden işe önce durumu tesbit etmeyle başlar.
Yani…
Hıristiyanlara siz neden Hz. İsa’ya ve Hz. Meryem’e taptınız demeden önce Hz. İsa’ya sen böyle söyledin mi diye sormaktadır. Ona göre suçlamaya devam edilecektir.
Burada bir şeye daha işaret edilmekte, “Nimetim” denmektedir. “Nimet” özel imkânlardır, ayrıcalıktır. Rahmet ise genel olarak herkese şamil iyiliktir. Allah hâliktir, âlemlerin rabbidir. Özel olarak seçtiği kimselere inam etmektedir. ‘Rahman ve Rahim’ dendikten sonra Fatiha’da “senin inam ettiğin kimselere” denerek diğerlerinden ayırmaktadır.
“Zikret” kelimesi bildiğini hatırla anlamına geldiği gibi bilmediğini de öğren anlamına gelir. Yani hatırla anlamında olduğu gibi anla anlamına da gelir.
Hazreti İsa’ya ona verilen nimetleri anlatacaktır. Bu nimetlerin hepsi Hazreti İsa’nın hayatında geçmiş olabilir. Bunları hatırla anlamına gelir. Başka manâsı ise Hıristiyanlara verilen nimetler Hazreti İsa ve Hazreti Meryem’e verilmiş şeklinde anlatılmış olabilir. Çünkü aşağıda bahsedilen nimetlerin hiç birisi Hazreti Meryem’in şahsına verilmiş değildir, sadece Hazreti İsa’ya verilmiştir. Oysa bu nimetin her ikisine verildiğinden söz etmektedir. Çünkü Hıristiyanlar yalnız Hazreti İsa’nın ümmeti değil Hazreti İsa ve Hazreti Meryem’in ümmetidirler.
عَلَيْكَ وَعَلَى وَالِدَتِكَ
(GaLAYKa Va GaLAv VaLIDaTiKa)
“Sana ve validene”
Hazret İsa ve annesine verilen nimet birdir, bu sebeple nimet aynı nimettir ama “Alâ” kelimesi tekrar edildiği için annesine olan nimetin tesiri ile Hazreti İsa’ya olan nimetin tesiri farklıdır. “Aleyke ve Validetike” denebilirdi. “Validetike Aleyke’deki “Ke”ye atfedilemez. Mecrur muttasıl zamire atıf yapılacağı zaman onu mecrur yapan carr ma’tûfta tekrarlanır. Onun için “Alâ”nın iadesi gerekir. Takdim edildiğinde söylenmesi caiz olsa bile fasih olmaz. Bu sebeple “Alâ” gelmiş olabilir. O takdirde nimet Hazreti İsa’ya ve annesine aynı olur.
Nimetler ayrı olsa da ifade değişmeyecektir. Yani ayetteki ifade aynı veya ayrı nimeti de ifade eder. Nimetlerin ayrılması şöyle izah edilebilir. Hazreti Meryem’e olan nimeti, Hazreti İsa gibi bir oğlu doğurup onu büyütmesi şeklindedir. Hazreti İsa’ya verilen nimet görevi yapma şeklindedir. Bu bakımdan ayırmış ve “Alâ” getirmiştir. Bundan sonraki “İz”lerde Hazreti Meryem bulunmaz. Bunun için buradaki nimeti Hıristiyanlık âlemidir. Hıristiyanlığa verilen nimet ona verilmiş olarak zikredilmektedir.
Böyle olunca da hangi peygamberin müntesipleri daha çoksa o peygamberin derecesi de o kadar yüksek olacaktır. Ne var ki bu Allah’ın inamı olacaktır.
Biz şimdi bu yorumları yapıyoruz. 50 okuyucumuz olursa Allah bize ona göre sevap verecektir, 100 okuyucumuz olursa daha fazla sevap verecektir. Ne var ki bu bizimle ilgili değildir, tamamen Allah’ın takdiri ile olacaktır.
Hazreti Musa ve Hazreti Muhammed düzen kurmakla görevlendirilmiştir. Hazreti İsa ve Hazret Meryem ise insanın özgürlüğünü korumakla görevlidirler. Yalnız Allah’a kulluk etmek demek özgürlük demektir. Bir başkasının emrine girmiyoruz, o bize hükmetmiyor. Biz yalnız tek başına Allah’ın kuluyuz. İnsan olarak kadın ve erkek farklı olmadığı için Hazreti Meryem meram olmuştur, ifade olmuştur.
إِذْ أَيَّدْتُكَ بِرُوحِ الْقُدُسِ
(EiÜ EayYadDuKa BiRuXı elQuDuSi)
“Hani seni ruhu’l-kudüs ile teyit etmiştim.”
“İz Kâlellahu” dendiğinde oradaki “İz” bize hatırlatma yapmaktadır. Yani bize anlatırken zaman zarfı olarak getirmektedir Buradaki “İz” ise Allah ile İsa arasındaki konuşmalarda ona anlattıkları içinde zarf olmaktadır. Bunu beş “iz” içinde toplamaktadır.
1- Seni teyit etmişti.
2- Sana talim etmişti.
3- Sen halk etmiştin.
4- Mevtayı ihraç etmiştin.
5- İsrail oğullarını senden keffetmişti.
“Kuş benzerini halk edeceksin” demiş, ona “İz” getirmeden “ekmehi ibra edeceksin” demektedir. Aralarında “İz” getirilmemiştir. Oysa “ibra etmiştin” ile “mevtayı ihraç etmiştin”in arasında “İz” getirilmiştir. Bu beş bölümde farklı şeyler anlatmaktadır. Bunun için “İz”ler tekerrür etmiştir.
Takip edilen sıra nedir?
Birinci dönem çocukken gösterdiği harikuladeliktir. Genetikte yapılan değişiklikle bu sağlanmıştı. İkincisi ise glia hücrelerinde yapılan ilavelerle ders almadan programı aktararak olgun hâle gelmiştir. Üçüncüde ise davet safhasıdır. Bunun için mucize göstermiştir. Kuşun benzerini uçurması ve hastaları iyi etmesidir. Dördüncüsü olan mevtayı ihraç etme ise mucize kabilinden olsa “İz” kelimesini iade etmezdi. Bu mucize değil ruhen ölü olanları bu ölü hâlinden çıkarmaktır. Mevtayı çıkarmadır. Mevtayı teşhir etmektir. Sonuncu “İz” ise korumakla sağlanan mucizedir.
Bu âyetleri yorumlarken iki yol takip edebiliriz. Hazreti İsa’nın başından geçenleri hikâye etmektedir. Bir de Hıristiyanları anlatmaktadır. Yani Hazreti İsa’dan sonra olanları bildirmektedir. O zaman çağımızda Hıristiyanların ortaya koydukları bugünkü teknolojiyi anlatmaktadır. Bu hamlenin onlar tarafından yapılacağına işaret etmektedir.
Bediüzzaman diyor ki; peygamberlere verilen mucizeler insanlığın teknikle ulaşacağı şeylerdir. Onları siz de yapabilirsiniz anlamındadır. Hattâ yapmaya çalışın demektir. O halde âyeti her iki yönüyle yorumladığımız zaman hata yapmamış oluruz.
Bizi bu ikinci yoruma götüren bu beş “İz”in “Kâlû”daki ilk “İz”in içinde olmasıdır. “Cem eder, kavl eder” dedikten sonra “Yekulûne” diyeceğine “Kâlû” denmiş olmasıdır.
Bir soruşturma yapılırken olmuş olay incelenmektedir. Bu olay geçmişte cereyan etmiş olayların sonucudur. O olaylarda hepsinin bir araya gelmesi de o olay olmuştur. Bu olaylara sebepler diyoruz. Sebepler bir araya gelir, son sebep bardağı taşırır, olay olmuş olur. Yani suyu bardağa koyarsınız, koyarsınız, damlatırsınız. Bardak doluncaya kadar damlalar taşmaz, kap içinde kalır. Bardak dolduktan sonra damlattığınız damla artık taşmaya başlar. Yasak olan yahut beklenen o son damladır. Öbürleri o kadar çoktur ve karışıktır ki onlara sonuç izafe edemeyiz. Buna da “illet” denmektedir.
“Seni teyit ettik, sana kol verdik, elimizi uzattık.”
“Yed” kol veya el demektir. Kuvvet anlamındadır. Türkçede de buna yakın manâları vardır. Ne ile teyit etmiş, güçlendirtmiş? Kudusun ruhu ile.
Kudusun ruhu ne demektir?
Bu gücü herkes biliyor ama adını söyleyemiyor. Bütün yayın organları, sanat eserleri, kuruluşlar, herkes kudusun ruhunun peşinde koşmaktadır. Bu da topluluğun ruhudur.
İki kişi yan yana geldiği zaman ruhlar arasında ilgi doğar, ortak ruh oluşur. Hidrojen ile oksijeni birleştirdiğiniz zaman su meydana gelir. Kendi özelliklerini kaybederler. İnsanlarda öyle değildir. Bir araya geldikleri zaman birleşik ruh meydana gelir ama kişiler kendi ruhlarını da korurlar. İşte bu ortak ruh aşirette/ocakta oluşur, kabilede/bucakta oluşur şa’bda/ilde oluşur, kavmde/devlette oluşur ve beşeriyette oluşur. Yöneticiler baskı yaparlar, sizi döverler, hapse atarlar, mallarınızı müsadere ederler. Onların yaptığı baskı maddî baskıdır. Halk ise sizi tutar ve sizin yanınızda yer alır ve sonra siz galip gelirsiniz. İşte bu ikinci baskı kudusun ruhudur, topluluk ruhudur. Mukaddes vadi demek toplanma vadisidir. Kudusun ruhu demek içtimai ruhtur.
Ne olmuştu?
Hazreti İsa dışlanmıştı, Yahudiler ve Romalılar baskı yapıyorlardı. Ancak on iki havari onun yanında yer almıştı. Ama tüm Roma halkı artık onu desteklemeye başlamıştır. Sonunda bu ruhi baskıya dayanamayan Roma Hıristiyanlığa teslim olmuştur.
İşte buradaki teyit budur.
تُكَلِّمُ النَّاسَ فِي الْمَهْدِ وَكَهْلًا
(TüKalLiMu elNaSa FIy eLMaHDı Va KaHLan)
“Mehdde ve kehl olarak insanlara tekellüm ediyordun.”
“Teklim etmek” aslında dilim dilim kesmek demektir. “Teklim etmek” konuşmak anlamındadır. “Kelime” kesim demektir. “Teklim etmek” kelimeleri dizmek anlamına da gelir. Kelimeleri bir araya getirerek cümle yapmak teklimdir.
Çocuk önce kelimeleri söylemeye başlar. Sonra iki kelimelik cümleler yapar, sonra uzun cümleyi kurar. İşte “teklim” bu uzun cümleyi kurmadır.
Ruh gelip Hazreti Meryem’in yumurtasındaki genlerinde gerekli değişiklikleri yapınca konuşma melekesi erken gelişmeye başlamıştır.
İnsan beyni bir bilgisayardır. Başlangıçta düşük kapasitelidir. Daha kolay dolar. Bu sebepledir ki kapasite uygun bir şekilde kullanılmakta, çocuk büyümeye başlayınca kabiliyetleri de ona göre artmaktadır.
Hazreti Meryem’in XX kromozomlarından birinde Y genlerinin bir kısmı yüklendi ve Hazreti İsa erkek oldu. Büyük bir ihtimalle X kromozomuna Y’den ayrılan parçaya ayrı genler yüklendi. İşte o genler Hazreti İsa’ya farklı kişilik kazandırdı.
Hıristiyanlık daha ilk dönemlerde etkin olmaya başlamıştı. Roma’nın zulmüne rağmen Anadolu’da ve diğer yerlerde alttan alta yayılmış ve Hıristiyanlık dile gelmiştir. Roma Cermenler tarafından fethedilmiş ama Cermenler Hıristiyan olmuşlardır. Ondan sonra da olgunlaşınca Papalık ve Bizans güçlü devler olarak konuşmaya yani hikmet üretmeye devam etmiştir.
“Kehl” kelimesi sırtın iki omuz arasıdır. Sırtlamak, omuzlamak kelimelerinde olduğu gibi sorumluluğu yüklenmek anlamındadır. İnsanın nominal ömrü 100 yaştır. İlk üçte biri yetişme, sonraki üçte biri olgunluk, son üçte biri de emeklilik yaşıdır. 33 yaşına kadar öğrencidir, 66 yaşına kadar kâhildir, ondan sonra da kebirdir.
“Beşikte iken konuşacaksın ve yaşlı olarak” deniyor. “Beşikte iken konuşacaksın” bir mucizeyi ifade eder. “Ve olgun olarak” demektedir. Kâhil iken dememektedir. Yani sen beşikte iken olgun bir insan gibi konuşacaksın demektir. O zaman “ve” harfine gerek yoktu. Beşikte iken konuşma bir mucizedir. Olgun gibi konuşmak da ayrı bir mucizedir. Kehlen “ve” getirilmiş olmasaydı konuşma akıllıca olurdu. Beşikte iken anlamında olmazdı. Oysa burada atıf beşikte ve kâhil olarak konuşacaksın anlamına gelir.
Fiil muzari gelmiştir. Âhirette Hazreti İsa ile konuşurken fiil-i muzari getirilmiştir. Bu cümle “Seni teyit ettim”deki “Ke”nin hâlidir. İstimrar anlamında muzaridir. “İz”in içinde olduğu için mazidir. Türkçedeki hikâye çekimleri Arapçada “İz” ile yapılır. “Geliyordu” için “İz Yeciu” dersiniz.
Hıristiyanlık ilk yıllarında hem söz sahibi olmuş hem de olgunluk göstermiştir. Bugünkü Avrupa hukuku Roma hukukuna dayanır. Roma hukukunu olgunlaştıran Jüstinyen’dir. Ayasofya’yı yapan Roma hukukunu olgunlaştırmış, kanun hâline getirmiştir. Daha önce parça parça kurallar idi. Bugün de uygarlığın merkezindedirler. Kur’anda Hazreti İsa’ya bunların Ahirette anlatıldığını, bize de bunların olacağını haber vermektedir.
وَإِذْ عَلَّمْتُكَ
(Va EiÜ GalLaMTuKa)
“Ve hani sana talim etmiştim.”
Yukarıda anlatılan olgun olarak beşikte konuşma genelde yapılan değişikliklerle olabilmektedir. Oysa ilim sonradan kazanılır. Bilgisayardaki hafıza gibi beynimizde de hafıza vardır. Glia hücrelerinde saklanır. Beyin hücreleri ölünceye kadar aynı kaldığı halde glia hücreleri ihtiyaca göre üretilmektedir. Biz kimi olayları sadece bir defa yaşarız ama ömrümüzün sonuna kadar unutmayız. Birçok olayları ertesi gün unuturuz. Dün ne yediğinizi sorsam çoğunuz hatırlayamazsınız. Bazı şeylerin üzerinde durursanız hafızanızda kalmaktadır. Bu şuradan ileri gelmektedir. Gerekli bilgiler bozulmayan hafızaya alınmaktadır. Diğerleri ise geçici hafızada saklanmakta, işi bitince atılmaktadır.
Hazreti Meryem manastırda yetişmişti. Hocası Hazreti Zekeriya peygamberdi. Hazreti Meryem çok büyük âlime olmuştur. Hazreti İsa’nın ilk hocası odur. Hazreti İsa’da kalıcı hafıza var edilmişti. Bir söylendi mi artık onu unutmazdı. Ayrıca ona melekler geliyor ve resul olarak vahiy ediyorlardı. Bunu zamanla kazanmıştır. Bunun için if’al değil de tef’il bâbından getirmiştir.
Burada dört şeyden bahsedilmektedir: Kitap, Hikmet, Tevrat ve İncil.
Önce kitaptan söz edilmektedir. Kitabı yazılı mushaf olarak anlamamız gerekir, şeriattır. Hükümleri içeren metinlerdir. Allah Hazreti İsa’ya şeriatı öğretmiştir, ilâhi düzeni öğretmiştir. Hikmet de o ilâhi düzenin sonuçları, faydalarıdır. Evet, ben namaz kılmadan önce abdest almalıyım. Bunu bilmem kitabı bilmemdir. ‘Ne için almalıyım, ne faydası var?’ dendiği zaman; abdest almalıyım çünkü açık uzuvlar çevre ile temas etmekte, toz ve pislikler derinin gözeneklerini tıkamakta, ayrıca hastalıklara sebep olmaktadır. Periyodik temizlik yaparak bundan kurtuluruz. Ayrıca kollarımızı ıslattığımızda kan oradan kaçar, sonra gelir, böylece vücuda kan kılcal damarlara ulaşır, bu da hikmettir.
Bunları ezbere bilmek iyidir, senin için yararlıdır ama kalıcı olması, başkalarına da anlatman için yazılı metinlere de ihtiyaç vardır.
Şeriat kitabı olarak Tevrat, hikmet kitabı olarak İncil bir bütün teşkil eder. Birincilere Ahd-i Atik, ikincilere Ahd-i Cedid denmektedir. Hazreti İsa bunları da biliyordu.
الْكِتَابَ
(eLKiBa)
“Kitabı”
Derideki çift dikiştir. İlk yazı deri üzerinde yazıldığı için yazmak için bir tür dikiş yapma anlamında “ketebe” kelimesi kullanılmıştır. Bu aynı zamanda kural yazmadır. Yazılı hukuka “kitap” denir. Türkçede kullandığımız kitabın adı suhuftur. Ciltli olan da “sifr”dir.
Burada Tevrat ve İncil’e atfedildiğine göre o kitaplar değildir. Doğrudan şeriattır.
Roma devleti vardır. Roma hukuku vardır. Bu Tevrat hukukunun laikleştirilmiş şeklidir. Hazreti İsa o hükümleri de biliyordu, genel olarak şeriatı biliyordu.
وَالْحِكْمَةَ
(Va eLXıKMaTa)
“Ve hikmeti”
Kitap neyin yapılacağını ortaya koyar.
Hikmet nasıl yapılacağını ve ne işe yarayacağını ortaya koyar.
Kitap sosyal ve doğa kanunlarını anlatır.
Hikmet ise ondan nasıl yararlanılacağını anlatmaktadır.
وَالتَّوْرَاةَ
(Va elTaVRaTa)
“Ve Tevrat’ı”
“Tevrat” kuralları içeren töre kitabıdır. “Tavır” kelimesi ile akrabadır. “Tarz” olarak da söyleriz.
Hazreti Musa peygamber şeriat peygamberidir.
Hazreti İsa peygamber tarikat peygamberidir.
Ne var ki ehli tarik olmak için ehli şeriat olmak gerekmektedir. Kurallara riayet etmek kuralların üstüne çıkma melekesidir.
وَالْإِنْجِيلَ
(Va eLEiNCIyLa)
“Ve İncil’i”
“İncil” bölünen parçadır. Ayrılan da işe yarıyorsa “necl” denir. Oğul da necldir. Ana da necldir. Atılan mermi necldir. Hücrenin bölünmesi necldir.
İncil Tevrat’ın neclidir. Çünkü Tevrat’ın ahlâk tarafı, takva tarafı eksiktir. Ayrı kitaptır ama onu tamamlayandır. Kur’an’da ise hem dine/düzene ait hükümler vardır hem de takvaya ait hükümler vardır.
Hazreti Musa yalnız şeriat peygamberidir.
Hazreti İsa yalnız takva peygamberidir ama aynı zamanda şeriatı bilmektedir.
Bizim anayasada bir kuralımız vardır. İnsanlar ilimde, takvada, kesbde ve emirde dereceler alırlar. Ama hepsinde ilmî derece aldıktan sonra orada da derece alırlar.
Şöyle ifade edelim. Bir kimsenin mecliste üye olması için akademik kariyer yapmış olması gerekir. Bugün ilköğrenimi yapmayan milletvekili olamamaktadır. Bizim zamanımızda yani bizim düzenimizde doçent veya doktor olmayan milletvekili olamayacak. Adil Düzende bir tarikat şeyhi olmak için de meclis üyesi olmak gerekecektir.
Ne yaptık?
İlmi takva için şart koyduk.
İşte bunu “İsa’ya İncil’i ve Tevrat’ı öğrettik” ifadesine bağlıyoruz.
Siyasette de benzeri olay vardır; cisim ve ilim sahibi olması gerekmektedir.
وَإِذْ تَخْلُقُ مِنَ الطِّينِ
(Va EiÜ TaPLuQu MiNa elOIyNı)
“Ve tiyndan halk edeceksin.”
Üçüncü “İz” kelimesinden sonra hikmeti ile mucizesini göstermektedir.
Hazreti İsa cansız maddeden bir araç yapacak ve bu kuş gibi uçacaktır.
Hazreti İsa bunu mucize olarak değil de fen ile yapacaktır.
Birkaç kuzu postu alınız. Dibağlayıp temizleyiniz. Deri tulum şeklinde soyulmuştur. Tulumları ağızları ile birleştiriniz ve ağzınızla şişiriniz. Ciğerlerinizin yaptığı basınç kadar şişer. Sonra son ağzı da bağlayarak birinci tulumdaki havayı sonrakine bastırarak aktarınız ve ağzını bağlayınız. Böylece son tulumda bütün hava dolmuş ve basıncı tulum sayısı kadar artmıştır. Şimdi buna kanatlar takınız ve ortasına çubukla bir ağırlık bağlayınız. Arka taraftan açtığınız deliği keserek havanın çıkmasını sağlayınız. İşte tepkili bir uçak yaptınız. Kanatlar da varsa bu uçup gider, uzaklarda kaybolur.
İşte, Hazreti İsa bu tekniği kullanmış, onlara mahir bir usta olduğunu göstermiştir.
Hazreti İsa’nın bu öğrettikleri ile Hıristiyanlar ilerleyecek, ilerleyecek ve bir gün işte uçaklar yapacak, helikopterler yapacak, füzeler yapacaktır. Allah Hazreti İsa’ya “işte senin başlattığın uçak yapımı ile uzaya bile gittiler” diye ona anlatacaktır.
“Tîn” kelimesini aldı ki mesela yumurta gibi canlı olan bir kuş değil cansız olan kuş. Ölünün derisi de cansızdır. “İnsanı tînden yarattık” denmektedir. Oysa insan diğer canlıların ölülerinden var edilmiştir.
كَهَيْئَةِ الطَّيْرِ بِإِذْنِي
(KaHayEaTi elOayRı BiEiÜNIy)
“İznimle tayr hey’etinde”
“Kuş halk edeceksin” demiyor, “kuş heyetinde” yani yapı tekniği kuş tekniği olacaktır. Kuş doğanın kanunlarına dayanarak nasıl uçuyorsa, yaptığın cihaz da kuş kanunlarına tâbi olacaktır. Yoksa kendisi kuş olmayacaktır.
“Heyet” özel kıyafettir. Evde rahat elbise giyersiniz. Bir toplantıya ve dışarıya giderseniz özel kıyafetle gidersiniz. İşte o kıyafetin adı “hey’et”tir.
Giyinir ve arkadaşınızı beklersiniz. Bu da hazırlanmadır.
Fabrikayı çalıştıracak hâle getirmek ihya etmektir.
“Tayr kıyafetinde” denmektedir.
“Tayr” burada cins isimdir, uçan şey anlamındadır. “Tair” ise kuştur. “Kuş yapısında bir şey yapıyordun” deniyor.
“Bi İznî” kelimesi benim öğretmemle, benim sana verdiğim imkânı kullanmakla.
Aslında insan beyninde kuş yapma tekniği yazılı haldedir. Sadece o program çalışmamaktadır. Programı faaliyete getirdiğiniz zaman çalışmaya başlar.
Burada “Bi İznî” kelimesini kullanmakla insan beyninde tüm uygarlığın imkânları programlanmıştır. Zamanı geldikçe çalışmayan program çalıştırılarak ilerleme olmaktadır. İlk canlı hücrenin genetiğinde her şey yazılıdır. Zamanı gelince programlar faaliyete geçirilerek yeni canlılar oluşmaktadır. Melekler sadece bu programların anahtarlarını açmaktadırlar.
Hıristiyanlar ve onların sayesinde tüm insanlık ilerde uçan araçları bu yolla yapacaklardır.
فَتَنْفُخُ فِيهَا
(FaTaNFuPu FIyHAv)
“İçine nefh edeceksin.”
Dışı kuş gibi olacaktır. İçi boş olacaktır. Nefh edilen ruh değildir. Nefh edilen havadır. Oysa insana nefh edilen ruhtur. Yani canlanmayacak, sadece içine hava dolacaktır.
“Sen nefh edeceksin”, sen şişireceksin denmektedir.
Canlandırma söz konusu olsaydı biz ona ruhu nefh ettik denirdi.
Nasıl nefh edileceğini yukarıda anlattık. Hava ile tulumları şişiriyorsun, sonra bastırarak aktarıyorsun. Bu teknikle tulum patlayıncaya kadar şişirebilirsin. Uçakların müzesine bundan bir tane konup Hazreti İsa’nın uçağı diye yazılmış olması gerekir.
فَتَكُونُ طَيْرًا بِإِذْنِي
(Fa TaKUvNu OaYRan BiEiÜNIy)
“İznimle bir tayr olacaktır.”
Hey’et yani kalıp uçacaktır.
“Fa” harfi getirilmiştir. Son tulumu şişirdiğinizde biraz bastırsanız top benzeri atar ve tayrın hey’eti uçmaya başlar. Düz uçabilmesi ve havada uçabilmesi için uygun şekilde ağırlık asmanız yeterlidir. Sağa sola veya yukarı aşağı dönmez. Ağırlık onu hep yatay vaziyette tutar. Kanatlardaki eğim onu yukarıya çıkarır.
“Tayran” kelimesi burada nekre gelmiştir. Eğer o kuş olsaydı “Fa Tekûnu el-Tayra” denmiş olurdu. Birinci tayr değildir. Birinci tayr canlı uçandır. Bu ise cansız uçandır.
Biz baştan varsayım kabul ettik. Sonra âyeti gramer olarak incelediğimizde varsayımımıza uygun birkaç işaret verdi. Yorum kuralımız bu olmalıdır.
وَتُبْرِئُ الْأَكْمَهَ وَالْأَبْرَصَ
(VaTuBriEu eLEaKMaHa Va eLEaBRaÖa)
“Ve ekmehi ve ebresi ibra ediyordun.”
“A’mâ” geneldir. Etrafı görmeyen kimsedir. Gözü olan veya olmadan göremeyen kimsedir.
“Ekmeh” gözü olduğu halde görmeyen demektir. “Kemh etme” bir yerin tozlarla kaplanması anlamındadır. Burada katarakt tedavisinden bahsetmektedir.
Hazreti İsa bir ilaçla kataraktı tedavi etmiştir yahut öyle bir ilaç vermiştir ki o ilaç perdeyi yok etmiştir. Bugün ise Hıristiyanlar geliştirdikleri teknikle gözü tedavi etmektedirler. Şimdi daha ileri teknikler geliştirdiler, göz nakli yapabilmektedirler.
İşte bu işe Hazreti İsa başlamıştır.
Kur’an bunları bize anlatarak takdiri ilâhiyi anlatarak hem Hazreti İsa’nın bugün görünen mucizelerini ortaya koymakta hem de Kur’an’ın mucizesini ortaya koymaktadır.
“Abras” ilaçla, “Ekmeh” de müdahale ile tedavi edilen hastalıklar olarak ortak kabul edilirse, bugün gelişmekte olan ilaç ve ameliyat tedavi şekillerinin başlangıcını Hazreti İsa uygulamıştır. Hıristiyanlar da onlardan aldıkları hızla bugünkü tıbba ulaşmışlardır.
بِإِذْنِي
(BiEzNiy)
“İznimle”
“İzin” kelimesi doğa kanunları ile tedavi edildiğini ifade eder. Zaten mevcut olan tedavi şeklinin Hazreti İsa tarafından kullanılmasına izin verilmesidir. Başka bir ifadesi de şudur. Tedaviyi vücut kendisi yapmaktadır. Doktor sadece tedavi şartlarını hazırlamaktadır.
وَإِذْ تُخْرِجُ الْمَوْتَى بِإِذْنِي
(Va EiÜ TuPRiCu elMaVTAy BiEiÜNIy)
Ve iznimle mevtayı ihrac ediyordun.
Burada ihracın iki mef’ulü olabilmektedir. Sen ölüyü hay olarak ihraç ediyordun demektir. “Min” ile getirildiğinde ihraç edilen birinci mef’ul olur, kendisinden ihraç edilen “Min” ile ikinci mef’ul olur.
Benzer âyet 3/49’ta geçmektedir. Orada “mevtayı ihya ederim” diyor, burada “ihraç ederim” diyor. Burada “İz” ile ayırmaktadır. Orada ayırmamaktadır.
Âyetlerden biri bizzat Hazreti İsa’nın hayatını anlatmış, diğeri ise Hıristiyanlık âleminin kıssasını anlatmıştır şeklinde yorumlayabiliriz.
3/49 da Hazreti İsa’nın hayatı anlatılmaktadır. Orada mevtayı ihya ederim demektedir. Oradaki mevta ölü kimselerdir.
Bugün suni teneffüsle insanlar hayata döndürülmektedir. Hazreti İsa böyle birkaç olaya rastlamış ve suni teneffüsle hayata döndürmüş olabilir. Bununla beraber burada “İz” kelimesi tekrar edilmiştir. Bu dirilme mucize kabilinden olabilir. Orada İsrail oğullarına resul dendiği halde burada öyle bir kayıt bulunmamaktadır. O halde buradaki ayet Hazreti İsa’nın hayatındaki olayları değil, sonra olacak olayları hikâye etmektedir.
Ayrıca bu bize hadiselerin tevilini de öğretmektedir.
Bir kişinin basit bir davranışı başlangıç olur, zamanla o büyüyerek büyük müesseselere dönüşür. Azimet sahibi peygamberlerin hikâyeleri böyledir. Sokrat’ın ekol kurması, Ebu Hanife’nin ekol kurması da böyledir. Bediüzzaman böyledir. Erbakan böyledir.
“Biİznî” demekle bu olanların Hazreti İsa tarafından değil de Allah tarafından yapılmakta olduğunu ifade eder. Birçok mühendis ve işçiler çalışır, bina biter, elektrik tesisleri döşenir ve cereyan verilir. Sonra biri şalteri kapatır.
İşte peygamberler veya liderler bu işi yaparlar.
Bu âyetteki ihya Hıristiyanlığın insanlığı uyandırmasıdır. Roma İmparatorluğu ölmüş bulunan kadim uygarlığı diriltmiştir yani Mezopotamya ve İbrani uygarlığı yeniden canlanmıştır. Sonra yirminci asrın keşifleri sayesinde tüm yeryüzü fethedilmiş ve insanlık ölü iken diriltilmiştir. Bugün uygarlığın girmediği hiçbir yer yoktur. Demek ki şimdi de ölüyü ihraç etmiştir. Neden uykudan ihraç etmiştir?
Aslında bu uygarlıklar mevcut idi ama bir fetret devrine girilmiştir. Sonbaharda yapraklar dökülür, ertesi yıl yeniden canlanır. İşte Hıristiyanlık âlemi de bunu yapmıştır. Bugünkü uygarlığı omuzlayan Hıristiyanlar olmuş, bizim işimiz kolaylaşmıştır. Yalnız ulaşım ve haberleşme değil, devlet aşamasına da tüm insanlara ulaşmıştır.
Bizim işimiz adil devlet oluşturma olacaktır, “Adil Düzen” oluşturma olacaktır.
İşe makrodan değil mikrodan başlayacağız, bir ocak ve bucağı kuracağız. Ocak ve bucak sistemi yeryüzüne yayılmış olacaktır. Hıristiyanların teknolojisinden ve tüm insanlığı devlet aşamasına getirmiş olmasından yararlanacağız.
وَإِذْ كَفَفْتُ بَنِي إِسْرَائِيلَ عَنْكَ
(Va EiÜ KaFaFTa BaNIy EiSRAEIyLa GaNKa)
“Ve İsrail oğullarını senden keffetmiştik.”
3/49’daki âyette İsrail oğullarına resul denmiş, âyetin başına almıştı. Çünkü Hazreti İsa İsrail oğullarına gelmiştir. Havarilerin hepsi İsrail oğullarından idi. Havariler Hazreti İsa’dan aldıkları emirle tüm dünyaya yayıldılar. İnsanlığa Tevrat’ı ve İncil’i onlar yaydılar.
Başlangıçta İsrail oğullarının fitnesi ile büyük zulüm yapılmış ama sonra onlar zulmedemez hâle gelmişlerdir. Sonraları Hıristiyanlar Yahudilere zulüm yapmışlardı. Sonunda İsrail Oğulları ile Hıristiyanlar anlaşmış ve bugünkü uygarlığı birlikte kurmuşlardır.
Ne var ki İsrail oğulları rahat durmamış, devamlı olarak Hıristiyanların arasına düşmanlığı sokmuş ve savaştırmışlardır. Birinci ve İkinci Cihan Savaşları milyonlarca insanın kanına mal olmuştur. Hıristiyanlara asıl yaptıkları zulüm Hıristiyan halkını ahlâksızlaştırarak soykırımına sokmasıdır.
Bugün bütün yeryüzünde Hıristiyanların nüfusu azalmaktadır. Teşviklerle dahi sayılarını koruyamıyorlar. Oysa diğer din mensuplarının nüfusları artmaktadır.
“İz” burada iade edilmiştir. Hıristiyanlık yeniden ahlâklı din olacaktır. Faizi ve zinayı terk edecektir. Sosyal ahlâkı zaten iyidir. Böylece üçüncü bin yılın ahlâklı mimarlarından olacaklardır. Burada Kur’an’ın işaret ettiği budur. Çünkü İsrail oğulları artık Hıristiyanlara etki etmeyecektir.
Uygarlaşma sonunda insanlar dirilmektedir. Sermayenin yaptığı uyuşturucu iğneleri ortadan kalkacaktır. Uyuşturucu içmek serbest, uyuşturucu satmak yasaktır. Mafyalar oluşturuluyor ve gençler uyuşturucuya alıştırılıyor. Oysa uyuşturucu ticareti serbest olacak, içenler sürgün cezası ile cezalandırılacaktır. Kişilerin uyuşturucu aldığı çok kolay tesbit edilmektedir. Uyuşturucu kullananlar uyuşturucular sitesine sürülür, tedavi edilir veya orada ölürler. Onlar oradan çıkamazlar ama yakınları istedikleri zaman oraya giderler, isterlerse oralarda kalırlar. Uyuşturucu ticareti serbest olunca çok ucuzlar. Böylece uyuşturucu mafyası da ortadan kalkar. Anarşi de biter.
İşte tüm dinlerin ilâhiyatçıları bunun farkına varacak ve İsrail oğullarının bu saldırılarına son vereceklerdir.
إِذْ جِئْتَهُم بِالْبَيِّنَاتِ
(EiÜ CiETaHuM Bi eLBayYıNAvTı)
“Sen onlara beyyinat ile ciet edince.”
Onlara beyyinat ile gelince.
Sermaye Hıristiyanlara karşı müsbet ilmi silah olarak kullandı ve böylece tüm insanlığı dinsizleştirdi, ahlâksızlaştırdı. Dünyayı diktatörlükle idare ediyordu. Müsbet ilim bazı bâtıl inanışları çürütünce tüm dini inançlar bâtıl oluyordu. Ne var ki yirminci yüzyılın ilmî hamleleri tam tersini yaptı. İlâhi kitaplarda olanları tasdik etti. Böylece beyyinat ile insanlar tekrar şeriata, tekrar hak dine dönmeye başladı.
Bu müsbet ilmi de Hıristiyanlar ortaya koymuşlardır. Biz onlardan öğrendiğimiz bu ilimlerle “Adil Düzen”i oluşturuyoruz. Kur’an bunları olduğu gibi bize anlatmaktadır.
Her şeyi yapan Allah’tır. Herkese bir görev verilmiştir. İsrail oğullarının da gelecek uygarlıkta büyük rolleri olacaktır. Hıristiyanlarla zaten iç içe beraber olacağız. Hindu ve Budist dinler de elbette bu kervana katılacaklardır. Allah kendi nurunu kıyamete kadar aydınlık içinde tutacaktır.
Bu âyetler bize bir uygarlığın kurucusu tarafından adlandırılmasının ve o ümmetin onunla anılmasının doğru olduğunu da ifade eder. Hazreti İsa kimsenin babası değildir ama tüm Hıristiyanlar onun devamıdır.
Biz Hazreti İsa’ya tâbi olunca ona tâbi olmuyoruz, Allah’ın emrine uyduğumuz için ve o Allah’ın emirlerini bize gösterdiği için tâbi oluyoruz. Onlar bize şefaat edemez, biz onlara uyarsak Allah’a uyduğumuz için Allah bize şefaat eder. Resuller hacer-i esved gibi birer taştır. Onlar bize bildirir ama onların doğrudan bir güçleri yoktur.
فَقَالَ الَّذِينَ كَفَرُوا مِنْهُمْ
(Fa QAvLa elLaÜIyNa KaFaR uMinHUM)
“Onlardan kâfir olanlar kavl ettiler.”
Herkes değil sadece küfredenler “bu büyüdür” demeye başladılar, ilmî gerçekleri çarpıtmaya başladılar. Faizin yararlı olduğuna, zinanın hak olduğuna fetvalar vermeye başladılar. İsyanı hürriyet yaptılar.
“Küfredenler” burada marife olarak getirilmiştir. Bunlar Yahudi sömürü sermayesinin sahipleridir. Bunların safsatalarıyla insanlık biraz daha mücadele edecektir.
إِنْ هَذَا إِلَّا سِحْرٌ مُبِينٌ (110)
(EiN HAvÜA ilLAv SıXRuN MuBIyNun)
“Bu yalnızca mübin bir sihirdir.”
Bir şeyi delilleri ile ortaya koyup ispat ettiğiniz zaman “bu sizin kuruntunuzdur, bunlar uydurma şeylerdir” demeye başlarlar. Halkı ikna ettiğiniz zaman “insanları kandırıyor” derler.
Bugün AK Parti’ye oy verenleri değerlendirirken birçokları insanları kömürle kandırarak oy aldıklarını iddia etmektedirler.
Bundan sonra sömürü sermayesi Papalıkla yahut Adil Düzencilerle mücadele ederken müsbet ilme dayanarak herhangi bir saldırıda bulunamayacak, halka söylediklerimizin sihir olduğunu iddia edecektir. Nasıl peygamberlerin mucizelerini yalanlayamayınca ‘bu sihirdir’ demişlerse, bundan sonra da bizim söylediklerimize ‘bu sihirdir’ deyip “Adil Düzen”e karşı direneceklerdir.
Soruşturmacı önce mevcut olayların geçmişini özetleyecektir. Sonra yalanlamalarını ortaya koyacaktır. “Irak’ın atom bombası var” dediler, “kimyasal silahı var” dediler. Söyledikleri hep yalan çıktı.
Bunların hepsi net ve açık olarak ortaya konduktan sonra suçlamalara geçmeliyiz.
1960, 71, 80, 97 müdahaleleri geçmişi ve asıl faktörleri ile ele alınmalıdır. Erbakan 28 Şubat’ın mağduru değildir. Onun mağduriyeti yasaklamalardan ve parti kapatmalardan gelmektedir. Partiyi askerler kapatmadı, Vural Savaş kapattı, hâkimler kapattı. Savcı orada, hâkimler orada. İlk önce onlar sorguya çekilmelidir. Allah önce Hazreti İsa’yı sorguya çekiyor. İşe görevlileri sorgulamaya çekmekten başlanmalıdır. Demirel’den, Karadayı’dan işe başlanmalıdır. Suçlayarak değil, suçluları yakalamak için işe başlanmalıdır.
Soruşturma dışarıdan yapılmalı, soruşturacak olanlar soruşturulacakların ayaklarına giderek müsait zamanda sorgularını yapmalıdır. Terör yaratılarak soruşturma yapma işi işgal kuvvetlerinin işidir. Bugün yapılanlar dün olduğu gibi işgal kuvvetlerinin yapacağı işlerdir. Zaten bunun için yapılıyor, halk isyan etsin diye yapılıyor.
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92