MÂİDE SÛRESİ TEFSİRİ - 51


(QuL)
“Kavl et.”
Kur’an’ın muhatabı kimdir?
Bir kitap yazarsınız, onu piyasaya çıkarırsınız. Muhatabınız kimdir? Kim okursa odur. Yahut kitabı birilerine gönderirsiniz, muhatabınız odur. Kitabı götüren muhatabınız değildir. Yani postacı götürdüğü kitabın içindeki yazılanlara muhatap değildir.
Kur’an’ı Cebrail getirmiştir. O sadece postacıdır. Muhatap değildir. Oysa Hazreti Muhammed Kur’an’ı hem okuyup uygulamakla mükellef kimsedir, hem de mübelliğdir, yani elçidir. Elçi sadece postacı değildir. O aynı zamanda içeriğini anlatmakla mükelleftir ve kabul edenle birlikte uygulamakla mükelleftir. Böyle olunca buradaki “Kul” emrinin birinci mef’ûlü Hazreti Muhammed’dir. Hazreti Muhammed arkadaşlarına Kur’an’ı tebliğ etmiştir. Arkadaşları bize tebliğ etmişlerdir.
İşte, Kur’an’ı her nesil tebellüğ edecek, uygulayacak, tebliğ edecek, kabul edenlerle birlikte de uygulayacak. Ahlâkî uygulamayı şahsen yapacaktır. İçtimaî uygulamayı ise birlikte okuyanlar içinde uygulayacaklardır.
Ferdî uygulamada “Kul/söyle” emri kendi kendine söyle şeklinde yorumlanabilir. Yahut rabbine söyle denebilir. Böyle âyetler de vardır. Ama genellikle başkalarına söyle şeklindedir. Beş vakit namaz kılanlar birbirlerine söyleyebilirler. Yahut imamları cemaatine söyler. Sonra Cuma imamları vardır, onlar da kendi cemaatlerine söylerler. Bunun dışında bucak başkanları başka bucak başkanlarına söylerler. Merkez il bucakları oluşur, onlar kendi halklarına veya başka il başkanlarına söylerler. Ülke merkez bucaklarının Cuma imamları vardır, onlar da kendi kavmine söylerler veya başka devletlerin başkanlarına söylerler. Nihayet Mekke merkez bucağının imamı tüm insanlara hitap eder.
Yani…
Buradaki emir kademe kademe hepimize aittir. Şimdi bunları söyleyecek bir imamımız yoktur. Farzı kifaye olan emir yapan olmadığı için hepimize farzdır.
Ne farzdır?
İşte bu “Kul” emrini yerine getirmek farzdır. Bunun için bir aşiretimiz olacak, o aşiretin başkanı söyleyecek. Bir kabilemiz olacak, o kabilenin başkanı söyleyecek. Bir şa’bımız (ilimiz) olacak, o şa’bın başkanı söyleyecek. Bir kavmimiz (devletimiz) olacak, o kavmin başkanı söyleyecek. Nihayet bir insanlık imamı olacak, o insanlığa söyleyecek.
Sadece söyleyecek, bir şey yapmayacak.
Nasıl söyleyecek?
Bin Dil Üniversitesi’ni kuracak, oraya gelenlere söyleyecek. Onlara Arapça öğretecek, onlara söyleyecek. Onlar da ülkelerine gittiklerinde kendi başkanlarına söyleyeceklerdir. Böylece bu “söyle” emri yerine gelecektir.
Biz şimdi birkaç kişiyiz. Bütün bunları yapacak gücümüz yok gibidir. Oysa biz yapmayacağız, Allah yapacaktır. Biz sadece bize düşeni yapmalıyız.
Akevler olarak biz bunun denemesini yaptık. İzmir’de Akevler Kooperatifi’ni kurduk. Allah’ın emirlerini yerine getirmeye çalıştık. Tüm mü’minler cihat yaptı. Allah’a hamd olsun bugünkü duruma ulaştık. O günleri bilmeyenler, bu günlerin kıymetlerini bilemezler. O gün yaşananlar romanlaştırılmalıdır. Halka anlatılmalıdır. Bugün yaşananlar da tarihleştirilmelidir.
Şimdi ben yazıyorum. Siz de katkılarda bulunuyorsunuz. Biz söylemiş oluyoruz. “Kul/söyle” emrini yerine getiriyoruz. Bu emirde yapacaklarımız vardır.
- İnternet sitemizi daha çok geliştirmeliyiz. “Adil Düzen” ile ilgili tüm yayın ve makaleler orada yer almalıdır. Sitemizi tanıtmalıyız. Ali Bülent Dilek kardeşimizin yaptığı gibi maillerle insanlara ulaştırmalıyız.
- İnterneti takip edemeyen kimselere, yolda ve her yerde okuyabilmeleri için haftalık dergimiz olmalıdır. Bir televizyon ile bu dergi arasında işbirliği olmalıdır. Dergide yazılanlar orada anlatılmalıdır. Abonelerin ödedikleri bedeller televizyonla bölüşülmelidir. Bu amaçla televizyonları ziyaret edip önerilerde bulunmalıyız.
- Kooperatiflerde uygulamalar yaparak “Adil Düzen”in çalışmasını göstermeliyiz. Bir bakkalı, bir atölyeyi “Adil Düzen İşletmesi” olarak çalıştırmalıyız. Bunu nasıl yapacaksak hep birlikte yapmalıyız.
- Nihayet “Bin Dil Üniversitesi”ni kurmalıyız.
Biz yapmaya niyet edelim, Allah bize imkanlar verecektir.
Bizi bütün bunları yapmaya işte bu “Kul/söyle” emri mükellef kılıyor.

(YAv EaHLa eLKiTAvBı)
“Ey Ehli Kitab”
Bu Ehli Kitap kimdir? Kime söyleyeceğiz?
İki şekilde mânâ verebiliriz. Ya ahd içindir deriz, o zaman Hıristiyan gibi bir kavimden bahsetmiş olur. Yahut bütün Ehli Kitaptır. Bunu anlayabilmemiz için söyleyeceğimize bakarız. Bir de bundan önce benzer ifade ile karşılaştırırız.
Bundan önce Ehli Kitaba hitap ettiğinde siz Tevrat’ı ve İncil’i ikame etmedikçe denmişti. Yani oradaki Ehli Kitap Hıristiyanlardı. Çünkü Tevrat ve İncil ile amel etmekle yalnız Hıristiyanlar mükelleftirler. Yahudiler İncil’le amel etmekle yükümlü değildirler.
Demek ki burada hitap edilen onlardan farklıdır. Bütün Ehli Kitap olanlardır. Yani buradaki “Lam” istiğrak içindir.
Kimdir bunlar?
- Kur’an ehlidir. Sünni’si, Şii’si, Alevi’si, Kadyani’si; Kur’an’ı İlâhi kitap kabul eden herkes bu hitabın içindedir. Hepsine söylememiz gerekir.
- Hıristiyanlar, Budistler, Hindular ve Yahudiler, kendilerine kitap verilenlerin hepsi Ehli Kitaptır, bunlar buna dahildir.
- Bugün devletler kurup yasaları olan ve bu yasalara dayanarak ülkelerini yöneten bütün devletler Ehli Kitabın içindedir.
- Devletleri olmasa bile dinî cemaatleri olan ve kitabı olan topluluklar, mezhepler ve tarikatlar da muhatabımızdır.
Hitap edeceğimiz kimseler madem ki bütün hukuk düzenini kabul etmiş topluluklardır; biz bunu nasıl başaracağız, onlara nasıl ulaşacağız?
Bin Dil Üniversitesi’ni kuracağız. Çok katlı binalar inşa edeceğiz. Her katta on daire olacak. Her apartman yüz daire içerecek. Yüz apartman bizim Bin Dil Üniversitesi’ni oluşturacaktır. Bunun kurulması zor değildir. Devletin bize 20 bin dönümlük arazi vermesi yeterlidir. Biz orasının imarını çıkarırız ve yarısını satarız, yarısı ile İstanbul’da Bin Dil Üniversitesi’ni kurarız. Bunun için bir kişiye ihtiyaç vardır. Bu bir kişi; “Allah bana bunu kurmayı emretti, ben O’na tevekkül ederek yola çıktım, malımla ve canımla bunu başarmaya çalışacağım.” diyecektir. İşte bu bir kişi yeterlidir.
Neden üniversiteye ihtiyaç vardır?
Karşı tarafın sorunlarını çözmezsek, onlara söylediklerimizin hiçbir yararı yoktur. Madem ki Kur’an’dan sonra Cebrail gelmeyecektir. Madem ki peygamberlerin yerini âlimler almıştır, o halde bu işi de üniversite yapacaktır ama bugünkü üniversiteler değil, “Adil Düzen Üniversiteleri” yapacaktır.
N. Erbakan’ın ve F. Gülen’in eksiklikleri buradadır; mevcut düzende siyaset yapma, mevcut üniversitelerde ilim yapma... İslâm düzeninde siyaset yapılacak, İslâm düzeninde ilim yapılacaktır... Allah’ın takdiri öyle imiş, dolayısıyla yapılanları eleştirmiyorum, sadece bundan sonra yapılacaklar hakkında görüşlerimi söylüyorum.
İslâm üniversitelerinin temeli olan ilim kitapları Arapça olacaktır. Matematikten ve fizikten başlanarak tüm kitaplar Kur’an Arapçası ile yazılacaktır.
“Adil Düzene Göre İNSANLIK ANAYASASI” üzerinde Yenibosna’da çalışmaktayız. Her cümleye Kur’an’dan delil getirmekteyiz.
Bu çalışma ileride bütün kanunlar için yapılacaktır. Ondan sonra da bütün ilimler için yapılacaktır. Bir iki örnek vereyim.
Kur’an’da diyor ki, leyl neharı geçemez. Nehar leyli geçemez denmiyor. Oysa başka âyetlerde leyli nehara neharı leyle ilac ederiz diyor. Leyl ve nehar gece ve gündüz mânâsında olduğu gibi madde ve enerji -ışık enerjisi- anlamındadır. O zaman bu âyetlerin mânâları şöyledir. Madde ışığı geçemez. En büyük hız ışık hızıdır. Bugün bu kural çok iyi bilinmektedir. Leylin nehara neharın leyle, maddenin enerjiye ve enerjinin maddeye dönüşmesidir. Bugünkü atom bombası maddenin enerjiye dönüştürülmesidir. Siyah cisim ışığı emer, bu da ışığın maddeye dönüşmesidir.
İşte…
Gelecekte bu üniversite Kur’an’a dayanarak müsbet ilmi teyit edecektir. Ayrıca üniversiteler yaparak öğretim yapacaklardır. Okuyanlar aynı zamanda iş yapacaklar ve meslek sahibi olacaklardır. Gittikleri yerde iş yaparak gösterecekler ve öyle söyleyeceklerdir.

(LAv TaĞLUv)
“Guluv etmeyiniz.”
“Galeyan” kelimesi hareketli anlamındadır. “Tuğyan” kelimesi de taşma anlamındadır. Tuğyan da kabın dışına çıkmasıdır. Yemeği kaynattığınız zaman su fokurdamaya başlar, bu galeyandır. Yemek kazanın dışına çıkar, o tuğyandır. Biri kendi içinde karışmadır, biri başkalarına zarar vermedir.
Bir borudan su akıtırsanız aynı istikamette hareket eder ve su gelir. Basıncı artırırsanız daha çok su gelir ama basıncı daha çok artırırsanız bu sefer galeyan olur. İleriye gideceklerine kendilerine çarpar ve çok yüksek basınç olduğu zaman su gelmez olur. Bir sokakta da durum budur. Trafikte arabalar belli sıklığa ulaşıncaya kadar akar, fazla araba olursa bir kaza olur ve trafik tıkanır. Topluluk için de kurallar böyledir. Kuralsız topluluk olmaz ama fazla kurallı, sıkı kurallı topluluklar ise galeyana gelir, tüm kural ve disiplinden uzaklaşılmış olur.
Her şeyin aşırısı aksine tepki verir. Kurallar olacak ama aşırı kurallar olmayacak. Kanunlar olacak ama okunamayacak ve uygulanmayacak kanunlar olmayacak. Bugün mevzuat o kadar çoğalmış ve genişlemiştir ki, kanunlar yazılır ve bir yerde uygulanır, sonra unutulur gider. Bu durum mevzuatta galydir. Çaya yeterince şeker atarsanız uygundur ama aşırı şeker atarsanız o zaman o çayda galy edilmiş olur.
Allah peygamberler göndermiş, kitaplar indirmiştir. İnsanları ne tamamen boş bırakmıştır, ne de sıkı disiplin içinde onları hareketsiz bırakmıştır. Polis rejimi sıkı bir rejimdir, guluvdur. Vatandaşların suç işlemesine mâni olur. Bunu da başaramaz, kendisi suç işlemeye başlar. Yargısız topluluklarda herkes istediğini yapar ve yine topluluk oluşmaz. Oysa hukuk düzeninde insanların suç işlemelerine imkan verilir. Suç işlemesi önlenmez ama suç işledikten sonra cezası verilir. Suç işlemeye mâni olma galydir, suç işlendikten sonra ceza vermemek de tuğyandır. Biz buna “ifrat” ve “tefrit” diyoruz. Kur’an “furut” diyor. Faizi serbest bırakmak tuğyandır, bey’i yasaklamak galydir.

(FIy DIyNıKuM)
“Dininizde”
Düzeninizde galy yapmayın, düzeninizi kaynatmayın. Halk birbirine zarar verecek hâle gelmesin, kuralsız hareketlere mecbur olmasın.
“Dana” Türkçedeki inek yavrusu anlamındadır, annesinin memesini emmek için ona yaklaşır. “Deyn” borç demektir. Ben size bir şey veririm, karşılığında alacaklı olurum. Yahut dana annesinin sütünü alacaklıdır. Hayvanlarda borç ve alacak kavramı yoktur. Yenen, yenileni yer. Oysa insanlarda borç ve alacak kavramı vardır, hak ve zulüm kavramı vardır.
“Deyn” borç demektir. “Hak” da alacak demektir. “Lehe deyn, aleyhe deyn” ve “lehe hak, aleyhe hak” kelimeleri aynı mânâlar taşır. Sadece “deyn” dendiği zaman aleyhte hak anlaşılır, “hak” dendiği zaman da lehe deyn anlaşılır.
Düzen borçlanmalarla kurulur. Şöyle ki, insanlar birlikte üretip ayrı ayrı tüketirler. Bir işletmede çalışırlar; işletme borçlu, çalışanlar alacaklı olurlar. Pay belgesini alırlar, bakkala gelip pay belgesini vererek alacaklarını tahsil ederler. İşte bu pay belgesi yani para borç belgesidir. Adı dinardır. Yani dine, düzene mensup demektir.
Din/düzen borç ve alacak kurallarını içermektedir. Düzen böylece oluşmaktadır. Eskiden Allah’ın peygamberleri gelir, onların öğretisi ile düzen oluşurdu. Sonra siyaset adamları geldi, krallar düzenleri oluşturdular. Şimdi ise sermaye sahipleri paralarıyla ilim yaptırmakta, paraları ile propaganda yaptırmakta ve istedikleri düzeni oluşturmaktadır. Sermaye dün Arap ülkelerinde dinsiz diktatörleri üretti ve ona göre düzen oluşturdu. Şimdi onlara gidin demekte ve oralara yeni düzen getirmeyi istemektedir.
Kur’an ise “Dininizde” diyerek halkın kendi düzenlerini kendilerinin oluşturacağına işaret etmektedir. Yoksa “Fi’d-Dîni” derdi.
Peki, topluluklar dinlerini yani düzenlerini nasıl oluşturacaklardır?
Bunun için dört ana kademe vardır. Kur’an bunları tedvin etmiştir.
- İçtihatlar. Herkes kendi dinini/düzenini kendisi içtihat ederek ilan eder; onunla muamele yapmak isteyen kimse bilir ki onun içtihatları bunlardır, ona göre onunla ilişkiye girer. Bir otobüs bileti alan kişi biletteki içtihatlara uyar, firma da uymak zorundadır. İşte böylece içtihatların toplamı dini/düzeni oluşturur. Başka kanunlara bile gerek kalmaz. Burada sorulacak bir soru vardır: Bilet alan ile satan arasında ihtilaf olursa kimin hukuku geçerlidir? Diyelim ki dolar verdi ve bilet aldı. Eğer semen üzerinde yani bedel üzerinde ihtilaf olursa parayı ödeyenin hukuku geçerli olur. Eğer bilet üzerinde ihtilaf olursa firmanın hukuku geçerli olur. Bugün uluslararası mahkemeler vardır. Onlar böyle karar verirler.
- İki kişi sözleşme yaparlarsa onlar arasında sözleşme hükümleri geçerli olur. Kimler sözleşmeye katılırsa onlar için o sözleşme dindir, onların düzeni odur. Ocaklar, bucaklar, iller ve ülkeler böyle ortak sözleşmelere sahiptirler. Onların o sözleşmeleri dinleridir/düzenleridir.
- Bazen anlaşmaları gereken yerlerde anlaşamayabilirler. Örnek olarak haftada bir gün toplanalım üzerinde anlaştılar ama hangi gün toplanacaklarına anlaşamadılar. Kimi Salı diyor, kimi Çarşamba diyor. O zaman ortak hakem seçerler. Hakem istişare eder ve vekaleten karar alır. Vekilin kararı aslın kararı olduğu için ittifak etmiş olurlar. Buna da “istişârî karar” diyoruz.
- İstişarede alınan kararlar daha çok uygulama ile ilgilidir. Bunun dışında kuralların denetlenmesi gerekir. Alınan kararlar uygulanamıyorsa iptal edilmesi gerekir. İşte bunu yapan da hakemlerden oluşan yargıdır. Zamanla mevcut mevzuatın zulüm olduğunu ileri sürenler hakeme giderler. Korunmasını isteyenler de hakem seçerler. Hakemlerin ortak kararları geçerli olur. O kurallara uymak zorunluluğu kalkar.
Demek ki düzende iki şekilde galeyan olur. Biri yaptığımız içtihatlarda, sözleşmelerde, istişârî kararda ve hakemlerin kararlarında galeyan etmeyiniz. Aşırı bağlayıcı sıkıcı kurallar koymayınız. Sonra da uygularken bunları çok sıkı bir şekilde uygulayarak düzeni bozmayınız. İşte bu sebepledir ki şeriatta tedbirler alınmıştır.
- Hükümdarların kanun yapma yetkisi yoktur, mevzuat koyma yetkisi yoktur. Hükümet mevcut kanunları uygular, kendisi kanunlar koymaz. Bakanlar genelgeler yayınlayabilir. Bunlar bakanlıklardaki çalışanları bağlar, halkı bağlamaz.
- Beraatı zimmet asıldır. Kimse borçlu olmadığını ispat etmekle mükellef değildir. Alacaklı alacağını ispat etmek durumundadır.
- Cezada kesinlik esastır. Bunun için dört âdil soruşturmacının tanıklığı olmadıkça kişi mahkum edilmez. Cezaların önce belli olması gerekir, takdirle ceza verilemez.
- Hakemleri taraflar seçer ve hakemler yalnız geçmişte cereyan eden olaylar üzerinde davacı ve davalı bulunan konularda ve yalnız o konuda karar verirler. Hakemler de hakemlerin denetimindedir.

(ĞaYRa eLXaqQı)
“Hakkın gayrisi”
“Gayre’l-Hakki” burada istisna değil mef’uldür. “Gayre’l-Hak” bir deyimdir Hakkın gayrisini galeyan ettirmeyin, dininizde/düzeninizde haktan başka bir şey olmasın demektir. Bir yemeğe eğer karbonat karıştırırsanız köpüklenir. Düzeninizde haktan başka bir şey olmasın, başka bir şey karıştırmayın demektir. Bir ülkenin ülke içindeki borç ve alacakları dışında yani hak dışında düzen içinde hiçbir şey yer almamalıdır. Mantığın kuralları vardır.
“Gayr” kelimesi dışında anlamındadır. “Gayre” takyidi sıfat olur. “Kuzulardan gayri koyunlar kurban” olur dersek, burada kuzu olanlar kurban olacak koyunlardan hariç tutulmuştur. “Kadın erkekten gayrıdır” dediğimiz zaman ise tavsifi sıfat olur. Kadın erkek değildir demek olur. Birincisinde istisna vardır, ikincisinde ise istisna yoktur.
Marife olarak getirdiğimizde tavsifi olur. Nekre olarak getirdiğimizde takyidi olur. “Hakkın gayrisi olanı yapmayın” dediğimizde marife olmuş ulur. “Hak olmayanı yapmayın” dediğimizde marife olur.
صاحبت رجلا غير بخيل Ben bir adama cimrilik halinde olmaksızın arkadaşlık ettim. Yani o arkadaşlık esnasında cimrilik yapmadı demek olur.
صاحبت رجلا غيرالبخيل Bana cimri olmayan bir adamla arkadaşlık ettim. Gayre olduğu için marifeye sıfat olur.
صاحبت الرجل غير بخيل Ben bildiğiniz adama cimrilik yapmaksızın arkadaşlık ettim. Yani o cimrilik yapmadı. Haldir.
صاحبت الرجل غيرالبخيل Ben cimri olmayan o adamla arkadaşlık ettim. Burada gayre marifeyi de tavsif etmektedir.
Bu âyette “Gayre’l-Hak” sıfattır ama mevsufun yerine geçmiştir. Mevsuf zikredilmemiştir. Zikredilmeyen marife de olabilir nekre de olabilir.
Bildiğiniz hak dışı olanları yapmayınız mânâsı verilebilir. Bu takdirde galeyan ettiren marifedir. Mesela Hazreti İsa’nın Tanrı’nın oğlu olduğu sözleri böyledir. Yahut hak olmayan hiçbir şeyi yapmayınız mânâsı verilebilir. Biz bu mânâyı veriyoruz.
Evet…
Tüm Ehli Kitap, tüm hukuk düzenini kabul eden topluluklara diyoruz ki, hak dışında bir şey düzeninizde olmasın. Düzen kurulurken olmasın, düzen uygulanırken olmasın.
Evet…
İnsanlığın kavlî icmalarına aykırı içtihat veya icmalarını uygulayan devletlere karşı uyarma görevimiz vardır. Devlet içinde de ülkenin kavlî icmalarına uymayanları uyarma görevimiz vardır. İlin icmalarına uymayan bucakları uyarma görevimiz vardır.
Uyarılara kulak vermezlerse ne yaparız?
Hakemlere gideriz. Hakemler değişik müeyyide uygulayabilirler.
- Kendilerinden başka kimseye zararları yoksa biz onların içtihat ve icmalarına karışmayız.
- Kendilerinin dışında sadece maddî zararları varsa maddî zararlar onlara ödetilir.
- Kendileri dışında olanlara maddi zararları dışında sosyal zararları varsa onlarla siyasi ilişkilerimizi keseriz.
- Zinada fuhşun yayılması gibi çevreye kötülük yayılacaksa onun hakkında hakemler savaş kararını verebilir.
Ehli Kitaptaki lamı cins için yapınca, sonuç olarak buradaki hakkın gayrisine yer vermememiz gerekmektedir.
Müçtehitler ayrı ayrı içtihatlar yapıp kendi fıkıhlarını ortaya koyacaklardır. Sonra aynı ülkenin müçtehitleri arasındaki içtihatlar birleşir ve icma olur. Ayrı ayrı ülkelerde ortaya çıkan icmalar birleşirse insanlık icmaı olur.
İşte buradaki marife olan haklar icmaları ifade eder. Yunanlılarda insan aklı hakkı bulurdu, İslâm uleması ise insan aklının tek başına hakkı bulamayacağı ama icmaların da mutlak hak olduğunu kabul etmişlerdir.
İcmaa aykırı içtihatlarınızı düzeninize karıştırmayın denmiş olur. Sünni mezhepler icmalara aykırı olan içtihatların geçersiz olduğunda ittifak etmişlerdir. Bunu neye göre yapmışlardır? Akla dayanarak yapmışlardır. Başka âyetler de vardır. Mesela, mü’minlerin sebili dışında yol edinirler diyerek mü’minlerin sebilini icma olarak anlamışlardır. Doğrudur.
Burada hak kavramına da işaret etmektedir.

(Va LAv TatTaBiGUv)
“Ve tâbi olmayınız.”
Bu âyette icma içtihat düzenini anlattı. Hukuk düzeninin kurallarını öğretti. Nasıl hukuk düzeni içinde olacağımız anlatıldı. Yeryüzüne “Adil Düzen” olan hukuk düzenini getirmekle mükellef olan mü’minlere Adil Düzen Çalışanlarına tebliğ emrini verdi. Düzende galy etmeyin dedi. İcmalara aykırı kurallar olmasın dedi. Bundan sonra da içtihat etme zorunluluğunu getirmektedir.
İnsan içtihat yapar ve içtihadı ile amel ederse, hata yapsa bile o ameli makbuldür. Ama içtihat yapmadan gelişigüzel hareket ederse, o isabet etse bile mecur olmaz.
İn’am ettiklerinin mustakim sıratına denmektedir. Bu sırat icmadır. İcmalara aykırı olmayan içtihatlardır. Hayvanlar içtihatsız hareket ederler. Avı görünce saldırırlar. İnsanlar ise içtihatla hareket ederler, haram mı helal mi diye tartarlar. Burada men edilen insanların da hayvanlar gibi hislerine göre sürüklenmeleridir.

(EaHVAyEa QaVMin)
“Kavmin hevalarına”
“Haviye” uçurum demektir. Rüzgarın hareketi hava hareketidir. “Rıh onu heva eder” diyor. “Heva” kelimesi nefsin istediklerine delâlet eder. Hevanın bir özelliği vardır, nerde boşluk bulursa orasını doldurur. Çevreyi kendisine uydurmaz, kendisi çevreye uyar. Nefis de böyledir. Çevreden gelen etkilere kapılır, ona uyar.
İnsanın beyninde iki algı melekesi vardır. Biri fikirlerdir, diğeri de hislerdir. Fikirler bilinci oluşturur, hisler zevki oluşturur. Öbür taraftan da iki türlü etkileşim vardır. Doğa yani insan dışı varlıklarla doğa kanunları içinde etkileşiriz. Anahtarı çevirip lambamızı yakarız veya çevirir söndürürüz. Elmayı yer karnımızı doyururuz. Diğer ilişkimiz ise insanlarladır. Onlarla dil ile ilişki kurarız ve anlaştığımız sürece birlikte yaşarız. Fikir melekemiz yani aklımız bize topluluk içinde bağımsız yaşamamızı öğretir. Hislerimiz de arzularımızı ortaya koyar. İşte, sadece arzularına tâbi olanlar hem kendi geleceklerini helâk ederler hem de topluluklarını helâk ederler. Fikir tarafımız ise geleceğimizi dengede tutar, şimdi de diğer fertlerin hukukunu gözetir. Bunun için insan aklı ile nefis çatışma içinde dengededir. Allah’ın bizden istediği hevaya tâbi olmamamızdır.
“Kavm” burada nekre gelmiştir. Kavimlerde heva daha belirgindir. Kişilerde heva çevre tarafından bastırılmaktadır. Oysa kavimler birbirlerinin dillerini bilmedikleri için sosyal baskı olmamaktadır. Gelecekte bu sosyal baskının oluşması için şunlar yapılacaktır.
Aşiretin her katında televizyon bulunacak, televizyonlarda konuşma saatleri belli olacaktır. Beş vakit namazdan evvel Kur’an’da “zikredin” denmektedir. İşte bu zikir konuşma olacaktır. Ayrıca günde dört saate yakın da gece sohbetleri olacaktır. Burada bucak merkez ocağına bağlanacaktır. Ayrıca il merkez ocağına bağlanacaktır. Ayrıca devlet ocağına bağlanacaktır. İnsanlık merkez ocağına bağlanacaktır. O imamların konuşmaları takip edilecektir. Onar dakikalık konuşmalarla bu birlik sağlanmış olacaktır. Hakem kararları dışında icmalara da uyan kimselerle bir tek ümmet oluşturacaklardır. İç içe topluluklar oluşacaktır. Nasıl insan bir taraftan hür, bir taraftan da fert ise, ocaklar ve bucaklar içinde hem bağımsızdırlar hem topluluğa tâbidirler. Bucaklar içinde de öyledirler. İller ülkeler içinde hem bağımsız hem de topluluğun ferdidirler.
Evet…
Herkes içtihat yapacak ve özgür yaşayacak. Diğer taraftan herkes icmalara uyacak ve topluluğu oluşturacaktır. Mahalli icmalar merkezdekilerin nezdinde içtihatlar gibi olacaklardır. Bunlar Kur’an’ın diğer dinlerden farklı olarak getirdiği içtihat ve icmalardır. Bunu kaldırdınız mı Kur’an’ı da diğer dinler seviyesine indirmiş olursunuz. “İçtihat caiz değildir” diyenler “Kur’an’a gerek yoktur” demiş olurlar.
Onlara tâbi olmayın denmiyor, hevalarına tâbi olmayın deniyor. Meşru hak içinde uyulması gereken yerlerde onlara uymamız nehy edilmiyor.

(QaD WalLUv)
“Dalalet etmişlerdir.”
Kavmin sıfatıdır. “Kad” kelimesinin gelmesi dalaletleri devam ederken anlamındadır. Onların dalaletleri sürüp giderken onların hevalarına uymamamız gerekir denmektedir.
Bir kişinin hevası onun içtihatsız hareket etmesi demektir. Toplulukta ise çevresi ne istiyor ona göre hareket ediyor. Kendi başına kaldığında canı ne istiyorsa ona göre hareket ediyor. Bu kişi dalalettedir. Çünkü hareketleri hep çelişki içindedir. Falanla olduğu zaman onun istediği işleri yapmaktadır. Filanla olduğu zaman da onun istediği işleri yapmaktadır. Kendi başına kaldığında da kendi istediği işleri yapmaktadır. Kendi istedikleri de her gün değişmektedir. Oysa Allah insanları öyle yaratmıştır ki topluluk içinde ameli salih yapmalıdır. Yani herkes plana göre hareket ettiği zaman ameli salih olur. Herkes kendi keyfine göre hareket ettiği zaman hiçbir şey meydana gelmez.
Yine Allah insanı öyle yaratmıştır ki zaman içinde yaptıkları birbirlerine uymalıdır. Bugün traktörle sürmüşse yarın ekmelidir. Ertesi gün onu hayvanlardan korumalıdır. Böyle uyumlu iş yapmazsa yani plana göre hareket etmezse yaşayamaz. İçtihat demek plan ve projeye uyma demektir. Plan ve projeyi de insan içtihadı ile kendisi yapmaktadır. Ama plan ve proje olmaktadır. İslâmiyet’i anlamak için içtihat ve icmaları anlamak gerekir. İçtihadı kapatmakla Kur’an’ı kapatmış olursunuz. İçtihatsız Kur’an sadece bir nağme olur.
Topluluğun hevası ise halkın şeriata uymamasıdır. Yani herkesin keyfî hareket etmesidir. Bunun iki sebebi olabilir. Biri, kurallar iyidir ama halk kurallara uymamaktadır. Diğeri ise kurallar kötüdür, bunun için halk uyamamaktadır. Yaşlanan topluluklarda hayat değişmiştir. Oysa kurallar eskidir. Kurallar hayata uymamakta, bunun için de halk kurallara uyamamaktadır. Osmanlı İmparatorluğu halkı şeriata aykırı hareket ediyor idiyse, işte bundan dolayı öyledir. Bugün AK Parti şeriat dışı hareket ediyorsa, topluluk kanunları çiğniyorsa, bunun sebebi bunlardır.
Ankara’da bizimle görüşen milletvekili ve Ahmet İyimaya’ya (TBMM Adalet Komisyonu Başkanı) 10 anayasa sorununun çözümlerini verdik.
Asker-sivil ilişlikleri, terör, yargı bağısızlığı, basın (medya), dokunulmazlık, borçlar, işsizlik, köylerin boşalması, yapılaşma ve kayıt dışı sorunları.
Madde 3- Anayasaya aşağıdaki ek maddeler eklenmiştir:
Asker-Sivil İlişkisi
Ek Madde 1- Türkiye, merkezleri Samsun, Edirne, Bursa, İzmir, Adana, Diyarbakır, Van, Erzurum, Konya, Sivas, Afyon ve Ankara olmak üzere 12 bölgeye ayrılmıştır. Merkez illerde Türk orduları bulunur. Orduların askerleri ve komutanları o bölgeden olmayan erkek vatandaşlardan oluşur. Görevi dış saldırılara karşı bölgeyi korumaktır. İç güvenlik yerel yönetimlerin kendi halklarından oluşturacağı zabıta kuvvetleri ile korunur. Sıkıyönetim illerde yerel yönetimin daveti ile ordu yönetimi ele alır ve askeri kurallarla kamu güvenliğini sağlar. Görevinin bittiğine yerel yönetim karar verir. Sıkıyönetimin süresi ile değişmemek üzere yerel yönetim sıkıyönetim karşılığı orduya uygun bedel öder. Herkes askeri eğitimini devlet içinde yapar. Kanunen belirlenen müddet içinde devlet içinde hizmetini yapar. Kalan müddeti il zaptiyesinde yapar.
Terör
Ek Madde 2- Bölge merkezleri dışında kalan yerlerde nüfusları 300 binden az ve 1 milyondan fazla olmamak üzere bağımsız iller kurulur. Taşra illeri kendi yasalarını kendileri yaparlar, kendi yöneticilerini kendileri seçerler, kendi iç güvenliklerini kendi kurdukları güvenlik teşkilatıyla sağlarlar. İllerin resmî dilleri aynıdır. Lise öğrenimini il dilleri ile yaparlar. İllerinde bulunan küçük ve orta işletmelerin vergilerini kendileri alırlar. Taşra illerine girmek, yerleşmek, iş yapmak için oranın yasalarına göre hareket edilir. Girişler onların iznine tabidir. Merkez iller tüm Türk vatandaşlarına serbesttir. Her zaman girip çıkabilir, oralarda yerleşebilir, orada çalışabilirler. Buradaki işletmelerin vergilerini devlet alır.
Yargı Bağımsızlığı
Ek Madde 3- Davalı ve davacı ehliyetli hakemlerden birer tane seçer. Başhakemi hakemler seçerler. Verdikleri kararlar kesindir. Hakemler aleyhine hakemlere gidilebilir. Mağdurların mağduriyetleri mahkum olan hakemlerin partileri tarafından giderilir.
Kamu adına dava açma yetkisi siyasi partilere aittir. Siyasi partilere bütçeden aldıkları oy nispetinde yargıda kullanmak üzere tahsisat ayrılır. Bu tahsisatlar kamu hukukunu savunan partilerin avukat ücretlerine ayrılır. Savcılık kurumu kamu avukatlığı şekline dönüştürülür ve duruşmada taraf olarak yer alır. Güvenlik illerde kurulan il güvenlik teşkilatına aittir. Polis soruşturma yapar. Serbest soruşturma sistemi getirilmiştir. Soruşturmacıların ücretlerini siyasi partiler öderler. Özel hukuk soruşturmasını da bunlar yaparlar. Hakemler soruşturmacıların şahadeti ile karar verirler. Mevcut mahkemeler soruşturma (tahkik) ile tahkim işlerini yürütürler. Hakimler soruşturma yapamazlar ve resen karar veremezler. Dava sürecini ve duruşmaları yönetirler ve dava ile ilgili her türlü kayıtları tutarlar.
Basın
Ek Madde 4- Yazar ve yayıncıların oluşturduğu basın ve yayın kooperatifleri devletçe desteklenir. Kooperatiflere ait tesisler için reel faizsiz krediler verilir. Ödeyemezlerse tesisleri ellerinden alınır, başka bu maksatla kurulmuş kooperatiflere verilir. Dağıtım devletçe karşılıksız yapılır. Bir kişi ancak bir basın-yayın kooperatifine ortak olabilir.
Dokunulmazlık
Ek Madde 5- Akademik kariyer yapmış olanlar, kurmay subay olanlar, milletvekilliği, bakanlığı, valiliği ve yüksek hakimliği yapanlar üstün hakemlerden oluşmuş yüce divanın izni ile yargılanabilirler. Yüce divan üyeleri siyasi partiler tarafından atanırlar. Her yüzde beş üye için bir hakem üye seçilir. Partiler oylarını birbirlerine aktarabilirler. Hakemler milletvekilleri arasından seçilir. Milletvekili olarak kaldıkça ve partisini değiştirmedikçe hakemliği sona ermez. Hakemlerden birini bir taraf, diğerini diğer taraf seçer.
Borçlar Sorunu
Ek Madde 6- Devlet iç ve dış borç edinebilir. Borç faizsiz kredileşme ilkesi içinde olmalıdır. Borç altına kota edilmiş TL üzerinden alınır. Borç verilene de o ülkenin parası ile borç işlemi yapılır. Devlet bütün borç ve alacaklarını altına kota eder ve faizlerini sıfırlar. Faizli dış borçlarını iç borca, faizli borcu kredileşme borcuna çevirerek para borcunu maaş borcuna, borcu iştirake çevirerek kapatır.
İşsizlik Sorunu
Ek Madde 7- Herkesin resmî ücreti vardır. Üretimde resmî ücreti kadar kredi alma hakkı vardır. Bu ücret işçiye ödenip işveren borçlandırılır. İşçileri çalıştıracak kadar hammaddenin bedelini de devlet kredi olarak öder. Kredi reel faizsizdir. Mamul değerlenince kredi borcu itfa edilir. Halka nüfus başına ön ödemeli sipariş kredisi verilir. Siparişlere göre üretim kredilendirilerek planlama yapılmış olur.
Köylerin Boşalması Sorunu
Ek Madde 8- Tarımda çalışanların tarımdan artırdıkları zamanlarını değerlendirecek şekilde küçük sanayi işletmeleri kurulur. Bunlar kar amaçlı işletmeler değildir. Mamul mallarını KİT’ler satın alır ve pazarlar.
Yapılaşma Sorunu
Ek Madde 9- İhtiyaca göre proje yapılır. Projeye göre arsa üretilir. Arsaya göre planlama yapılır. Devlet tarafından üretilen projeleri uygulayacaklara parasız verilir. Arsa bedeli de müteahhitlerden değil müşterilerden tahsil edilir. İnşaatta çalışan işçilere resmi ücret ödenir.
Kayıt Dışı Sorunu
Ek Madde 10- 500 civarında nüfusu olan köylerde Tarım Kooperatifleri, kentlerde Sanayi Kooperatifleri kurulur. Semt içinde tüm ödemeler semt senetleri ile yapılır. Senetler semt kasalarında arz ve talep kanunlarına göre alınır ve satılır. Nüfusu 5000 civarında olan yerlerde Bucak İşletmeleri Kooperatifleri, Nüfusu 500 bin civarında olan yerlerde İl Hizmet Kooperatifleri, ülkede Çalışma Kooperatifi, İstanbul’da Kredileşme Kooperatifi kurulur. Bucak Kooperatifleri kendi çıkardıkları Buğday Bonolarını, İl Hizmet Kooperatifleri kendi çıkardıkları Demir Bonolarını, Ülke Kooperatifi kendi çıkardığı İmar Bonosunu ve İstanbul Kooperatifi kendi çıkardığı Altın Bonosunu ödeme aracı olarak kullanır. Kooperatiflerin ilçelerde kurdukları borsalarda Bono Senetleri TL ile arz ve talep dengesiyle alınır ve satılır. İlçelerde orta işletmelerin, bölgelerde büyük işletmelerin çıkardıkları İşletme Bonoları kendi kasalarında kooperatif bono senetleri ile alınıp satılır. Tüm kayıtlar kooperatiflerin genel hizmetleri tarafından yapılır.
Bu sorunların hepsi topluluğun heva sorunudur. İnsanların kötü olmasından değil, “düzen”in “bozuk” yani “adil” değil de “zalim” olmasından ileri gelmektedir.

(MiN QaBLu)
“Daha önce”
“Kable” ve “Ba’de” kelimeleri “Min” ile de getirilir “Min”siz de getirilir. “Kable” kelimesi izafetle gelir. Muzafun ileyh hazfedilince zammeye mebni kılınır.
Buradaki “Kablu”dan sonra hazfedilmiş bir ifade vardır. Zamir gibidir. Zamirden farkı, daha önce geçmiş olması gerekmez. Marife isim gibi mahzuf olanın muhatap tarafından bilinmesi yeterlidir.
Burada hazfedilen “zalike’l-vakt” mânâsında bir kelimedir, bundan önce demektir.
“Min” kelimesi de teb’iz içindir. Bu vakitten önce ama bütün zaman içinde değil de o zamanın birinde demek olur.
O halde burada kastedilen geçmiş zamanın bazısında demek olur.
Bir topluluk eğer hakem kararlarına uymamışsa, hukuk düzenini bir defa da olsa bozmuşsa, o topluluk artık heva içindedir. Ta ki tevbe etsin.
Şimdi Türk ordusunu ele alalım. 1950’de, 71’de, 80’de ve 28 Şubat 1997 müdahale etmiştir. Bu müdahaleler askerler kötü olduğu için değildir, düzenin bozuk olmasından müdahale etmek zorunda kalmışlardır. AK Parti düzeni değiştirmek için uğraşmamaktadır. Oysa o müdahaleye kendileri sebep olmuşlardı.
Kur’an bize onların hevasına uymayın, çünkü onlar dalalette olmuşlardır diyor.
Bu sebepledir ki bu seminerlerde sürekli olarak onları uyarıyoruz.

(VaEaWalLUv KaÇIyRan)
“Ve çoğunu idlâl ettiler.”
Yalnız kendileri dalalette olmadılar, aynı zamanda başkalarını da idlal ettiler, hem de çoğunu idlal ettiler.
Hukuk dışına bir defa çıktınız mı artık hukuk kalmaz. Hukuk kendisini hukuk düzeni içine getiremez. Bugün asıl muhakeme edilmesi gerekenlerin o günün savcıları ve yargıçları olduğu, otel odalarında müdahaleleri finanse edenler olması gerekirken; onlar ellerini kollarını sallayıp dolaşıyorlar, milletin oylarıyla iktidara gelenler onların yanında.
Eğer bir hukuk düzeni bozulursa onu ancak iktidar düzeltir.
Sivil iktidar düzeltmezse, o zaman askerler düzeltir.
Askerler devreye girince artık hukuk kalmaz.
Bugün muhakeme edilecek hususlar şunlardır: O zaman hukuk düzeni dışına çıkılmış mı idi? Vergi kaçırılıyor mu idi? Rüşvet veriliyor mu idi? Yukarıda saydığımız on sorun 28 Şubat’ta var mı idi? Var idiyse sivil yönetim buna çare buldu mu?
Bence asıl sorumlu olan o günün devlet başkanı olan kişidir. Kurumlar arası çıkan ihtilafları çözmek onun görevi idi. O ise yavuz hırsız misali o günkü hükümeti bertaraf etti. Sorun çözülseydi diyeceğimiz bir şey olmazdı. Ama sorun çözülmedi. Hem hukuk dışı hareket etti hem de sorun çözülmedi. Onu da muhakeme edemezsiniz, çünkü cumhurbaşkanları sorumlu değildirler, hukuken sorumlu değildirler.
En iyisi eski defterleri karıştırmamak gerekir. Müdahaleden sonra yargı, üniversite, sivil kuruluşlar, hepsi idlal edilmiştir.

(Va WalLUv GaN SaVAEi elSaBIyLı)
“Ve sebilin ortasından dalalet etmişlerdir.”
“Yoldan ayrılmışlardır” denmiyor, “yolun ortasından ayrılmışlardır” deniyor. Hem de “Min” denmiyor, “An” deniyor. Yani yolun ortasını da berbat etmişlerdir. Yani düzeni bozmuşlar ama ortasını bozmuşlar, kenarlar kalmıştır demektir.
Tam da 28 Şubat’ın anlatılmasıdır. Hukuk düzenini bozdular ama devleti yıkmadılar. Bundan dolayı “An” gelmektedir.
“El-Sebil” burada marifedir. Yani bilinen maruf düzenin ortasından ayrılmışlardır.
Bunu İstiklâl Savaşı’ndan beri yapılanlara teşmil edebilirsiniz. Savaş sonrası şeriat devletini kurmak gerekirken, Batı düzeni dikta düzenler oluşturulmuştur. Ne var ki bunun suçlusu o zamanın yöneticileri değil, o zamanın medrese âlimleridir. Çünkü onlar o günkü yönetime İslâm düzenini sunamamışlardır.
28 Şubat’ın suçluları da askerler değil, R. Tayyip Erdoğan’a “Adil Düzen”i hemen bırakman gerekir diyen arkadaşlarımızdır. Akevler’in yaptığı İslâm düzeni değildir diyorlar, kendileri de bir düzen getiremiyorlar. Batıdaki düzenlerden birine benzetiyorlar. O halde askerlere müdahale edin diyorlar.
Bu âyetler bize hukuk düzeninin ne olduğunu öğretmektedir, Ehli Kitapları tarif etmektedir. Sovyetler anayasalarında çok iyi şeyler yazdılar ama uygulayamadılar. Çünkü sermaye Sovyetleri oluşturdu. Onlara gerçek sosyalizmi değil, zulüm sosyalizmini uygulattı, din düşmanlığı yaptırdı, aile düşmanlığı yaptırdı, mülkiyet düşmanlığı yaptırdı. Oysa gerçek sosyalizmde serveti zenginlerden alıp halka bölüştürme varken, onlar halktan alıp önce devlete verdiler. Şimdi de özelleştirme teranesiyle sermayeye aktarmak istiyorlar ve aktarıyorlar da. Sovyetlerdeki huzursuzluğun kaynağı budur.
İnsanlık ancak hak düzenine, peygamberler düzenine, İslâm düzenine, “Adil Düzen”e gelmekle kurtulur. Ne var ki bunu bilmek gerek. Bu görev de biz Adil Düzen Çalışanlarına verilmiştir. Sorumluluk bize aittir. Şimdi yukarıdaki on çözümü okuyun ve tartışın.
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92