MÂİDE SÛRESİ TEFSİRİ - 52


(LuGıNa)
“Lanet olundu”
“Lain” yabani hayvanları korkutup kaçırmak amacı ile tarlalara veya çardakların üzerine astıkları korkuluktur. “Lanet etmek” demek korkutmak ve kaçırmaktır. Toplulukta herkesin ondan uzaklaşması, konuşmaması, dışlamasıdır.
“Lanet olundular” denmektedir. Meçhul kelimesi ile getirilmektedir. İki türlü lanet vardır. Biri fiilen lanettir. Bir yerden, bir memleketten nefy edersiniz. O kimse bir daha o yere giremez. Bu aynı zamanda nefy etmedir. Nefy edilenin cezası eğer geri gelirse öldürülmesidir. Yani kişi o bucağa veya ilçeye girmemek şartı ile kişiye dokunulmaz ama eğer o ülkeye girerse onun hukuku korunmaz. Onu öldüren, soyan, döven kim olursa olsun ona karşı dava açılamaz. Fiilî lanet kişinin topluluktan uzaklaştırılmasıdır. Kavlî lanet ise dil ile yapılan lanettir. Yaygın olan mânâsı budur.
Dil ile lanet etmek dille ona lanet ettiğini ve dışladığını bildirmektir. Ben artık senin dostun değilim, benim seninle ilgim kalmadı, seninle konuşmak istemiyorum demektir.
İsrail oğulları yeryüzündeki insanları dışlarlar; onları muhatap almazlar, basında yazdırmazlar, televizyonlara çıkarmazlar, iş hayatında onların gazetesini dağıtmazlar, onların mallarını satmazlar, onları toplantılara çağırmazlar.
İşte onların bu yaptıkları mü’minlere lanet etmektir.
Lisanen lanetin yanında kalben lanet vardır. Tüm insanların onlardan nefret etmeleridir. Onlardan hoşlanmamasıdır, sevmemesidir, dışlamasıdır. Ne var ki onları fiilen dışlamak mümkün değildir. Öyle bir düzen oluşmuştur. O kadar hakim olmuşlardır ki bugün onları lanetlemek mümkün değildir. Hattâ lisanen lanetlemek de zor olmaktadır.
İşte İsrail oğullarının durumu budur. Tüm insanlar onları kalben lanetlemektedir. Ama çoğunun dille lanetlemek elinden gelmiyor, fiilen lanetlemek ise hemen hemen imkansız hâle gelmiştir. İsrail oğulları bunu bildikleri için kimsenin kendilerini sevmelerini istememektedir. Şimdiki tek silahları korkutmaktır. İnsanları korkutarak fiilen lanetlemelerini önlemektedirler. Tarihte pek çok defalar bu lanetlenmeye uğramışlardır ama şimdi o kadar güçlüler ki kimse onlara dokunamıyor.
Bugün siyasi güçlerini kaybetmişlerdir ama ekonomik güç hâlâ onlardadır. Bu ekonomik gücü de diğer insanların bilgisizliklerinden yararlanarak ellerinde tutuyorlar. Yavaş yavaş öğreniyorlar. Kendi aleyhlerine yazılan yazıları destekliyorlar. Böylece insanları o sayede korkutabiliyorlar. Onlara samimi olarak çatanlar onları güçlendiriyorlar.
Erbakan’ın onların zulüm mekanizmasını anlatmasını baştan istemişlerdir. Böylece tüm dünyaya ve Müslüman âlemine onların yenilmez olduğunu anlatmıştır. AK Parti işte bu korkunun mahsulüdür. Madem onlar bu kadar güçlüdür, o halde bizim yapacağımız onlara teslim olmadır. Onlarla bir oldukları için on senedir iktidardadırlar. Bununla beraber bu teslimiyet sayesinde onların şerrinden korunmaktadırlar. Erbakan’ın çıkışları ne yapmıştır? Erbakan onları lanetlemiştir. Kendisine cephe almışlar, kendi milletine bile dışlatmışlardır. Ama onların Yahudileri lanetlemesi sonunda onların lanetlenmesine götürmüştür.
Bugün artık dünya uyanmıştır. Eski Sovyet (SSCB) devletleri şimdi çok iyi bilmektedirler ki Çar’ı deviren İsrail oğullarıdır. Onun için itibarları iade edilmiştir. Sosyalizmi getiren ve kötü bir şekilde uygulayan İsrail oğullarıdır. Bu sebeple Rusya Devlet Başkanı Putin İslâm Konferansı’na katılmak istemiştir. Amerikan halkı Obama’yı başkan seçmiştir. Fransa da Sarkozy’i yeniden seçmeyebilir.
İşte şimdi İsrail oğulları yeniden lisanen de ve fiilen de lanetlenmektedir. Yani geçmişte kalben lanetlendiler, şimdi lisanen lanetleniyorlar. Yakında fiilen de lanetlenirler.
Failleri zikretmemiş, meçhul sigası ile lanetlendiklerini ifade etmiştir.

(elLaÜIyNa KaFaRUv)
“Küfretmiş olanlar.”
Küfredenler lanetlendiler.
Kimler lanet olundu?
Küfretmiş olanlar. Lanetin naibi failidir. Küfreden, nankör olan kimsedir. Bile bile aksini iddia eden de kafirdir. Madem ki Allah onlara akıl verdi, konuşma imkanı verdi, gerçekleri de öğretti. Bu nimetlere karşı şükretmeleri gerekirken onlar bunu gizleyerek küfranı nimet etmektedirler. Onun için kafirdirler. Aslında nimeti inkar etmek, nankörlük yapmak ne ise bildiği halde bildiğini doğru söylememek, bile bile aksini iddia etmek de nankörlüktür. Allah’ın nimetlerini inkardır. Onun için o da küfürdür. Aynı mânâdadır.
Bugün tekel sermayenin başardığı bir şey vardır; basını (medya gücü) ile parası (ekonomik gücü) ile insanları bâtıla inandırmaktır. İnsanları birbirine düşürüp aralarında kavga ettirmektedirler. Devletler gruplara ayrılmışlardır. Karşı grupla savaştadır. Bu gruplanmaların dayandığı bir gerekçe yoktur. Devlet içinde gruplar vardır, birbirleri ile savaştadır. Yarışma içinde değil çatışma içindedirler. Karşı partilere kan ve kin kusmaktadırlar. Parti içinde de gruplar vardır. Aralarındaki hasımlık partiler arası hasımlıktan daha ileridedir. Günümüzde CHP ve Saadet Partisi bunun örneğidir.
Akevler içine dönelim. Arkadaşlar şahsi saldırılardan bir türlü vazgeçemiyorlar.
Benim anlamadığım, şeytan ve onların yandaşı olan küfretmiş olanlar bu işi nasıl başarıyorlar. Bunları yakından tanımasam bunların da kafir olduğuna hükmederim. Bunları çok çok yakından tanıdığım, samimi mü’min olduklarını bildiğim için öyle bir şeyi zan bile etmiyorum. Beş vakit namazı halisane kılan kimsede küfür olmaz. Göstermelik kılanlara bir şey demiyorum ama öğle vakti geldiğinde kendi kendilerine öğle namazını kılıyorsa bu insan ne münafıktır, ne kafirdir.
Öyleyse bu inat nedir, bu saldırı nedir?
Bunu çözmüş değilim. Bana saldıranları biliyorum ki kendi çıkarları için değil, Allah rızasını kazanmak için saldırıyorlar. Onun için benim onlara olan sevgim artıyor.
Siz Adil Düzen Çalışanları da böyle yapın. Medine devri gelinceye kadar, hak tebeyyün edinceye kadar bir yanağınıza vurana öbür yanağınızı çevirin ve sabredin. İslâmiyet’i tebliğe devam edin. Tartışın ama fiilî lanette bulunmayın.
Allah bunu da bizi imtihan etmek için yapıyor. Lisanî muhalefete hep tahammül etmeliyiz. İktidar olduğunuzda aleyhimizde ne söylerlerse söylesinler, gücümüz yetse de saldırmamalıyız. Kardeşlerimizin arasında mevcut olan ayrılık bir gün sona erecektir. Allah kalblerini telif edecektir.
Ben öğrencilik yıllarımdan beri iki cemaati kalbimle destekledim. Bunlardan biri Risale-i Nur şakirtleridir, diğeri de Süleyman Tunahan şakirtleridir. Bunlar arasında çekişme vardı. Bir türlü yakınlık sağlayamadım. Sonra Millî Görüşçüler ortaya çıktı. Fethullah Gülen ile Necmettin Erbakan’ı bir araya getirmeye çok çalıştım. İkisiyle de birinci derecede yakınlığım vardı ama başaramadım. Bu sefer Nursilerle Süleymaniler birleştiler, Süleyman Demirel’in yanında bize karşı cephe aldılar. Sonunda Erbakan’a karşı AK Parti’de birleştiler, “Adil Düzen” mirasına kondular.
Demek oluyor ki zamanla kafir olmayanlar arasında birlik sağlanacaktır. Bu sebeple Adil Düzen Çalışanları sabırlı olmalıdırlar. Fikirde tartışma olacak. Şahıslara saldırılmayacak. Fiilî ayrılık asla olmayacaktır. Bunu başarırsak, o zaman “Adil Düzen”in öncüleri oluruz.

(MiN BaNIy EiSRAEİYLa)
“İsrail oğullarından”
“İsrail oğulları” Yakup oğullarıdır. Yakup aleyhisselamdan Yakup’a adıyla bahseder. Yakup aleyhisselam çocuklarından İsrail oğulları olarak bahseder. Kur’an’da 52 defa “İsrail” geçer. 4*13=52 dir. Bunun ikisi “İsrâil” olarak geçer, 50’si “İsrail oğulları” olarak geçer. 16 defa “Yakup” geçer, ikisi “Yakup oğulları”dır. Hazreti Muhammed’in de iki ismi vardır; Muhammed ve Ahmed. Hazreti İsa’nın da birlikte kullanılan Mesih ve İsa ismi vardır.
Neden iki isim kullanılmıştır?
İki ismin getirilmesinin sebebi vardır. Aralarında mânâ farkı vardır. “Yakup” dendiği zaman kendi hayatını ilgilendiren ve dolayısıyla zamanın peygamberi olarak zikredilmektedir. Oysa “İsrail” dendiği zaman kader-i ilâhinin ona verdiği görev esas alınmıştır. Nasıl Abdullah Gül’ün iki ismi vardır; Abdullah ve Cumhurbaşkanı. İsrail’in de iki mânâsı vardır. Bu sebepledir ki “Yakup oğulları” deyince 12 oğlu anlaşılır. “İsrail oğulları” dendiği zaman günümüzde de en etkin kavim olan bir topluluk anlaşılır.
Buradaki “Min” teb’iz için olabilir. Yani İsrail oğullarından küfredenler lanet olundular denmiş olur. Yani biz herkesi lanetlemeyeceğiz, yalnız küfredenleri lanetleyeceğiz. Sarkozy’e kızıp Fransızları lanetlemeyeceğiz, yalnız kafir olanları lanetleyeceğiz. Devletle olan ilişkilerimizi azaltabiliriz ama halkla olan ilişkide değişiklik yapamayız. Devletle ilişkiyi keseriz, halkıyla ticari ilişkileri kesemeyiz, birine kızıp başkalarını cezalandıramayız.
Lanet olunanlar bütün Yahudiler değil, onlardan sadece belli Yahudilerdir.
Kimlerdir bunlar?
Bugün bunlar ABD’deki 200 aileden oluşan sömürü sermayesinin sahipleridir. 500 senedir ele geçirdikleri üstünlüklerini hep dinsizlik ve haksızlık üzerinde kullandılar, hep savaş ve fesat üzerinde kullandılar. Bugünkü uygarlığı İsrail oğulları getirdi ama onların içinde bazıları tarihî zulmü işlediler. Lanet olunanlar bunlardır.
Biz Kur’an’ı bugün nâzil olmuş kabul ettiğimiz için bugün bunlardır. Gelecekte başkaları olacaktır. Geçmişte başkaları idi.
Demek ki tekel sermaye lanetlenmiştir. Tebbet suresinde bildirildiği gibi bunlar kuruyup etkileri yok olacaktır. Tohumlar gibi sporlar gibi bekleyip gerektiği zamanlarda yine ortaya çıkacaklardır. Şimdi “lanet olundular”ın mânâsını daha iyi anlıyoruz. “Helak oldular, yok oldular” denmiyor, “dışlandılar” deniyor. Varlıkları yok olmayacak, etkileri yok olacaktır. İnsanlık onları lanetle anacaktır, hayırla yâd etmeyecektir.
Buradaki “Min”in “Luine”nin mef’ulü olması da caizdir. Meçhul fiillerde fail hazf olur, mef’ul nâib-i fail olur. Eğer fail de zikredilecekse o zaman fail mef’ul olur. Başına “Min” getirilir. “Darabe Zeydün Ahmede” derseniz, Zeyd Ahmet’i dövdü demiş olursunuz. İsterseniz “Duribe Ahmedü” dersiniz ve faili zikretmezsiniz. Çünkü döven bilinmiyor olabilir veya bilmeyebiliriz. Eğer failini de zikretmek istersek failin başına “Min” getirerek zikrederiz. “Duribe Ahmedü Min Zeydin” dersiniz; Ahmet Zeyd tarafından darb edildi. Bunu neden yaparız? Fail veya mef’ulün önemli olduğunu vurgulayacaksak, bunları takdim ve tehir ederek vurgularız. “İyyake Na’budu” deriz, “Na’buduke” demeyiz. Bu takdim ve tehirle fiili vurgulayamayız. Fiili vurgulamak için meçhul fiil kullanırız. Failin başına “Min” getiririz. Bu takdirde “Min Beni İsrail” küfredenlerin zarfı olmaz, teb’iz için gelmez. “Luine”nin mef’ulü olur. “Min” de ibtidai gaye anlamına gelir.
Bu takdirde küfredenleri lanetleyenler Yahudiler olur. Günümüzde bu mânâyı verirsek Yahudilerin hepsi kafir değildirler, sömürücü değildirler. Yahudi sermaye sahipleri ile bir olan tüm kafirler kastedilmiş olur. O zaman bu lanetlenenler arasına Masonlar da dahil olmuş olurlar. Gerçekten halk arasında Masonlar da kalben Yahudiler kadar mel’un sayılıyorlar. Bunun için kendilerini hep gizlerler.
İmanlı Yahudiler, imanlı İsrail oğulları da bunlardan bizardırlar. Kalben onlar da lanet ediyorlardır. İsrail Devleti’ni kurdular. İnsanları yerlerinden yurtlarından ettiler. Onlar bulundukları memleketlerinde zengindiler, refah içindeydiler. Şimdi İsrail’de her gün can korkusuyla yaşıyorlar. Onun için İsrail oğulları da kafirlere lanet etmektedirler. Her iki mânâ da doğrudur.
İkinci mânâyı verdiğimizde “Adil Düzen”in işi gelecekte kolaylaşacaktır.
Mahir Kaynak’ın tahlillerine göre ABD Yahudileri ikiye ayrılmışlardır; sömüren Yahudiler ve üreten Yahudiler. Obama üreten Yahudilerin yanında. Obama İsrail’in sadık dostu olduğunu söylemektedir. Biz de öyle olmalıyız. Filistin’deki savaşlara son vermeliyiz. Filistinlileri başka yerlerde yerleştirmeliyiz. Parayı da Yahudilerden almalıyız. Dünyanın yarısına Müslümanlar hükmediyor. Toprağa ihtiyaçları yoktur. Filistin ise Yahudilerin vatanıdır. Allah onlara vaad etmiştir. Onlardan kafir olanlarla olmayanları birbirlerinden ayırmamız gerekir.
Biz, Kur’an ne söylüyorsa onu yapmamız gerekir. Başkalarının isabetli veya isabetsiz yorumları bizi ilgilendirmez. Bizi ilgilendiren Kur’an’ın bize söyledikleridir. Âyetleri okuyup teemmül etmeden saldırma aracı yapmak yanlıştır.
Evet, burada Masonlara da hitap olmuş olmaktadır. Ben daha İzmir’e yeni gittiğimde (1960’lı yılların başında) konferans vermiş, ben Masonluğa gizli örgüt olduğu için karşıyım demiştim. Bana gelip bir gün Mason olmamı teklif etmediler. Etseydiler; açık örgüt olun gelirim derdim. O halde Amerikan Yahudilerinin yanında Masonlar da gizlilikten vazgeçmelidirler. Sahte raporlarla sağlam insanları akıl hastası yapmaktadırlar. Yapmadıklarına biz kani olmalıyız. Bunu da ancak gizli toplantılar yapmamaları ile biliriz. Ben gizli toplantılara katılamam.

(GaLay LiSAvNı DavVUvDa)
“Davud’un lisanı üzerine”
“Lisan” kelimesi Kur’an’da “Bi” harfi ile getirilmektedir. “BiLisani” denmektedir. Sadece bir yerde, burada, “Alâ Lisani” denmektedir. “Bi” harfi ile getirilmesi gerekirken “Alâ” ile getirilmesinin sebebi onu Hazreti Davud’un isimlemiş olmasıdır. Hazreti Davud’un dili ile lanet ediyorlar diyerek lanet edenlerin Yahudiler olduğu ifade edilmektedir. Hazreti Davud’un dili ile bugünkü İsrail oğullarını lanet ediyorlar veya insanlar onlara lanet ediyor.
İsrail oğulları dünyaya iki defa hakim olmuşlardır. Birincisinde Hazreti Davut aleyhisselam zamanında hakim olmuşlardı ve İbranice konuşuyorlardı. Bir de şimdi Hıristiyanlık zamanında hakimdirler. Bugün de İbranice konuşuyorlar. Arada İbranice unutulmuştu, kimse konuşmuyordu. Bugün konuşuluyor.
Hazreti Musa aleyhisselam Mısır’dan çıktığı zaman henüz İbranice oluşmamıştı. Mezopotamya’da Arapçanın kökü olan Akadca konuşuyorlardı. Mısır dili de Arapça kökenli idi. İsrail oğulları her iki dili de biliyorlardı. Tevrat Akadca diliyle nâzil olmuş olabilir. Hazreti Musa’nın Tevrat’ı Akadca olabilir. Hazreti Musa’dan sonra Kenanca yaygınlaşır. Aramca dili doğar ve yaygınlaşır. Aramcadan Arapça doğar, sonra da İbranice doğar. İbranicenin oluşması Davut aleyhisselâm zamanındadır. Arapça ve Akadca dillerinden ayrı dil olarak oluşur. Musa aleyhisselâmın Tevrat’ı sonra Akadcaya çevrilmiştir. Hazreti İsa’ya kadar da İbraniceyi Yahudiler korurlar, sonra ölü dil hâline gelir. Bugün yeniden diriliyor.
Buradan anlıyoruz ki, Kur’an’ın burada bahsettiği lanet edilenler veya edenler İbranicenin konuşulduğu zamandır. O halde burada anlatılan bugünkü İsrail oğullarıdır.

(Va GIySAy iBNı MaRYaMa)
“Ve Meryem oğlu İsa”
Hazreti İsa peygamberliğini annesi ile yapmıştır. Annesi de nebidir, sıddıkadır. Dolayısıyla onlar hep birlikte anılırlar.
Bugün de Hazreti Meryem’e Hazreti İsa kadar önem verilir.
Burada “Lisan” kelimesini iade etmemiştir. Demek ki kastedilen Hazreti Davud’un veya Hazreti İsa’nın söylediği değil, bunların ortak dilidir. Eğer kastedilen onların söyledikleri olsaydı o zaman lisan kelimesini iade ederdi. Çünkü ikisinin lisanları ayrı olacaktı.
“Ve” ile cem edilmiş olmasıyla bunların ikisinin aynı dili konuştukları anlaşılacaktır. O halde İncil İbranicedir ama Hazreti Musa’nın Tevrat’ı İbranice değildir. Ve İbranice ile Hazreti İsa’dan sonra lanet olunacaklardır. O da ancak bugündür. Çünkü arada İbranice konuşulmamıştır.
İbranice diliyle lanet edilenler kimledir?
Kafirlerdir.
İsrail oğulları veya başka kafirlerdir.
Yani Yahudi ve Hıristiyan olanlardan kafirlerdir.
Birinci ve İkinci Cihan Savaşları, sosyalizm ve kapitalizm bu lanetin eseridir. İsrail oğulları dendiği zaman onların emrinde olan Hıristiyanlar ve Masonlar da dahil olmuş olur. Lanet olundular. 20. asır onların savaş meydanları hâline geldi. Samimi Yahudiler ve samimi Hıristiyanlar kapitalizmden de sosyalizmden de nefret ettiler. Papa Jan Pol sosyalist bir ülkeden (Polonya’dan) gelmedir. Sabırla kafirlerle mücadele etmiştir. Bıraktığı halef de bu mücadeleye devam etmektedir.
Bu âyete benden başkaları nasıl mânâ vermişlerdir?
Alusi burada lanet edenin Allah olduğunu söylemektedir. Bu görüşe katılmıyoruz. Lanet edenin Hazreti Davut ve Hazreti İsa olmadığı hususunda ise bizim görüştedir.

(ÜavLiKa)
“Bu”
Yani lanet olunmalarının sebebi nedir?
Kafir olanlar veya İsrail oğullarından kafir olanlar lanet olunmaktadırlar.
Buna işaret etmektedir.
Zamirler zikredilmeyen mânâlara işaret olarak gönderilmez. İşaret sıfatları ise daha önce lafzen zikredilmese de anlatılanlara gönderilir. Bu bundan dolayı böyle oldu deriz. Araplar ise eğer cümlenin lafzına işaret ediyorlarsa o zaman “Za” kelimesini kullanırlar. “Ahmet geldi, zor konuştu, sesi çıkmıyor, bu onun nezle olmasından dolayıdır” dedikleri zaman “Zake”yi kullanırlar. Ama “Ahmet Hasan’ın öldüğünü söyledi, bu yaşlıdır” deyişlerinde “Zalike”yi kullanırlar. Türkçede hep “Bu”yu kullanırız.
Lanet olunmalarının sebebi izah edildiği için “Zalike”yi getirmiştir.

(Bi MAv GaÖaV)
“İsyan ettiklerinden dolayıdır.”
“İsyan etmek” sopayı kaldırmak demektir. Karşı çıkmak, ayaklanmak demektir.
Tarih boyunca Yahudiler hep fitne çıkarmışlar, her seferinde de tedip edilmişlerdir. Mevcut düzene alenen karşı çıkmamışlar, silahlı saldırıda bulunmamışlar; fitne yapmışlardır, halkı isyana kışkırtmışlardır.
Mübaşir varken müsebbibe ceza verilmez ama mübaşir yoksa müsebbibe ceza verilir. Bugün insanlar birbiriyle savaş hâlindedir, devletler savaş hâlindedir, partiler savaş hâlindedir. Bir partide gruplar savaş hâlindedir. Bir toplulukta kişiler savaş hâlindedir. Akevler çalışanları bile savaş hâlindedir!
Ne var ki, öyle durum oluşmuştur ki herkes haklı ve zorunlu olarak böyledir.
Peki, suçlu kimdir?
İşte, tek suçlu sermayedir.
Çünkü bu savaşı besleyen basındır.
Basını körükleyen ve kışkırtan da sermayedir.
İsyan eden mübaşir olarak İsrail oğulları değildir ama müsebbip olarak İsrail oğullarıdır. Mübaşiri bulamayınca müsebbibi cezalandırırız.
Birisi fitne çıkardı, neşriyat yaptı, kışkırttı, adam öldürüldü. Öldüren bulunamayınca kışkırtan yazar suçludur. Diyetini öder. Ama katil bulunursa kışkırtan cezalandırılmaz.
Yahudilerin lanet olunmaları isyan etmeleri sebebiyle değil isyan ettirmeleri sebebiyledir. Asilerin de bulunamaması sebebiyledir.

(Va KAvNUv YaGTaDUvNa)
“Ve i’tida ediyor idiler.”
“’ada” iki yakadan biridir. Vadinin iki yakasıdır.
Savaşta karşılıklı cephe kurulur. Birbirlerini yok etmek isteler. Orada artık haklı haksız aranmaz. Karşı cephede kim varsa yok edilmek istenir.
Hukuk düzeninde suçlu olan insan cezalandırılır. Kimsenin yükü kimseye yüklenmez. Kimse başkasının yaptıklarından dolayı cezalandırılmaz. Bu sebepledir ki katil yakalanacak diye ailesine veya yakınlarına baskı yapılmaz. PKK’ya yataklık edenler suçlanamaz. Çünkü onlar suç işlemediler. Suçluya yedirmek ve içirmek ise suç olmaz.
“Ya’tadu” iftiâl bâbındandır. “Ada” kelimesinin başka mânâsı adım atmadır. Geçişli fiillere müteaddi denir. “Ya’tadu” demek, sınır aşıp başkalarına da etki etmek demektir. “Taaddi etmek” demek, karşı taraf size etki etmediği halde sizin ona etki etmenizdir. Sürtünme kuvvetleri oluşturma taaddidir. Hareket etmese böyle bir kuvvet yoktur. Ama hareket ettiği takdirde karşı kuvvet oluşur. “Ta’di” kelimesini sürtünme olarak anlarsak, “İ’tida” kelimesini daha kolay anlarız. “İ’tida etmek” kendine sürtünme kuvvetlerini çekme anlamına gelmiş olur.
Suriye’yi düşünelim... Suriye halkını yönetime karşı kışkırtıyor ve isyan ettiriyor. Sonra yönetim de isyanı bastırıyor. Bu sefer diyor ki; sen zulüm yapıyorsun! Oysa isyanı bastırmasa Libya’da olanlar olacaktır, halk onu linç edecektir.
Karşı taraf bize iftira ediyordu. Sonunda beraat ediyorduk. Kanunlarda iki madde vardır. Bir kimse başka bir kimseye iftira eder de ispat edilmezse iftira edene fiilin cezasının yüzde sekseni verilir. Başka bir madde vardır. Herkesin savunma hakkı vardır. Hakkını istemek iftira değildir. Bize sıra gelince birinci maddeyi uygularlar, ispat edemediğimiz bir şeyi iddia etsek hemen cezalandırmak isterlerdi. Onlara gelince hakkını korurlardı!
İşte isyan ve i’tida böyle bir şeydir. Bir taraftan kışkırtırsın, sonra onu korursun.
Kışkırtsa da zarar olur, kışkırtmasa da zararda olur.
İran’la Irak arasında sekiz sene süren savaş oldu. Saddam’ı ayarladılar ve saldırttılar. İki ulusu savaştırdılar. İranlılar mağlup olmayınca Saddam’ı idam ettiler! Kim isyan ettirmiş? Onu kışkırtanlar ve sonra da onu asanlar. İşte sermayenin lanetlenmesi bu sebepledir. Çünkü onlar fitne fesat çıkarmakta ama kendileri uzakta oturmaktadırlar.
İsrail oğullarının bu tarihi fitnesi bitmeyecektir. Birinci ve İkinci Cihan Savaşlarında önce savaştırdılar. Sonra da masaya oturtup aslan payı almaktadırlar. Sosyalizm ve kapitalizmi kendileri kurdular. İsyan ettirdiler. İmparatorlukları yıktılar. Sonra da zulmettiler.
“İ’tida etmek” demek, kendi düşmanını kendin üretmen demektir. Kapitalizmi öyle yaptı, sosyalizmi kendisi üretti, şimdi herkes onlardan nefret ediyor.
***

(KavNUv)
“İdiler, oldular veya dırlar”
Arada atıf harfi getirilmeden “Kânû” denmektedir. Demek ki o konunun tekrarıdır. İ’tida etmeleri burada izah edilmektedir. “Kânû” getirilmeden “Yetenahevne” denseydi de yine “İ’tida”nın yorumu olurdu. Ne var ki burada i’tida yorumlanmamış, yorumlanan mu’tedi olanlardır. Yorumlanan fiil değildir. Onların yapısı anlatılmaktadır.
Bundan sonra da yine bir “Kânû” gelecektir. Üçü ayrı ayrı durumlarını anlatmakta ama birbirlerinin durumunu anlatmakta, bir şeyin üç yanı anlatılmaktadır.
Eskiden böyle idiler anlamına gelir.
Şimdi böyledirler anlamına gelir.
Eskiden değildirler ama sonra böyle odular anlamlarına gelir.
İsrail oğulları çokça incelenmesi gereken bir topluluktur. Değişik zamanlarda değişik sıkıntıları yaşamışlardır ama varlıklarını nasıl korudular? Tevrat’a sarılarak.
Araplar da Kur’an’a sahip çıkıp bizi dışlayabilirlerdi. Onlar ise şimdi Kur’an Arapçasından nasıl uzaklaşalım diye onunla uğraşmaktadırlar!

(LAv YaTaNAHaVNa)
“Tenahi etmiyorlardı.”
“Nehy etmek” son vermek demektir. Nihayet sondur. Marufu emretmek, münkeri nehy etmek mü’minlerin görevidir. Marufu emretmek demek verilen sözleri yerine getirmek demektir, icmaları zorunlu kılmak demektir.
Marufu anlamak için sözleşmelerin durumuna bakalım. Sözleşmeler vardır. Herkes onlara uyacaktır. Yönetim sözleşmelere uymayanları uyduran bir kurumdur. Biz halk olarak kurallar içinde yaşamaya karar verdik. Aramızda kurallara uymayan olursa onu lanet edebilmemiz yani bizden uzaklaştırmamız için askeri birlik oluşturmamız gerekir. Vergi veririz, onlar da bizim hukukumuzu yani sözleşmelerimizi korurlar. Sözleşmelerin tamamı maruftur. Zımni sözleşmeler de maruftur. Topluluğumuza yeni katılan bebek de bizimle sözleşme yapmıştır. Gelmesine sebep olmasaydık.
Sözleşmede yasaklanan şey münkerdir. Çünkü bu topluluğun kuralları içine girmemektedir. Sözleşme dışındakileri yapmak suç değildir. Onları yapmayı yasaklarsak o zaman yeni sözleşme yapılmamış olur. Yani hukuk sözleşmelerden ibarettir. Devlet bu sözleşmelere uymalarını emreder. Sözleşme dışında kalan şeylere zorlamaya karşı da yönetim durur. Ben sözleşmelere uymak zorundayım. Ana sözleşme dışında ne varsa, maruf olmayan ne varsa hepsi münker değildir. Kimsenin kimseyi maruf dışında zorlama yetkisi yoktur. Bunun yorumuyla yasakladığımız şeyleri nehy ederiz. Yasaklamadığımız şeyleri nehy edeni de nehy ederiz.
Şimdi kim emredecek ve kim nehy edecektir?
Mü’minler emredecek, mü’minler nehy edecek. Müslimlerin böyle bir yetkileri yoktur. Yani askerlik yapan nehy edecek, askerlik yapan emredecek.
İsrail oğullarında hepsi asker idiler. Onlarda müslim-mümin ayırımı yoktu. Onların hepsinin nehy etmeleri gerekir.
Yani… Dünya Yahudileri Amerika’daki sermaye Yahudilerini faizden nehy etmelidirler, karşılıksız para çıkarmadan nehy etmelidirler, dünyaya silah satıp onları savaştırmaktan nehy etmelidirler, gümrükleri ve vergileri icad eden sermayeyi bu pisliklerden nehy etmelidirler.
Nehy etmeseler ne olur?
İşte o zaman da onlar da mel’un olurlar.
Üzeyir Garih’i öldürenler bunun için öldürdüler, çünkü o onları nehy ediyordu.

(GaN MünKaRin)
“Münkerden”
Cahil bilmeyen demek değildir. Bilmemek özürdür. Cehalet ise özür değildir. Cehalet öğrenmemek demektir. Bilmeyi reddetmek demektir. Yahut bilip de bilmemezlikten gelmek demektir. Dolayısıyla cehalet ilmin menfisi değildir. Bunun için ayrı isim verilmiştir. Türkçede cehaletin karşılığı bir kelime olmadığı için biz cahilliği bilmemek şeklinde anlıyoruz.
Nekre de marife olmayan demek değildir. Öyle olsaydı “Lem yu’ref” denirdi. Münker demek sözleşmelerde yer almayan şeyi sözleşmede imiş gibi varsaymaktır. Sözleşmeler dışında kalan şeyleri hukuka ithal etme demektir. Adeta yabancı demektir.
Vücudumuzda hücreler vardır, maddeler vardır. Onlarla var oluruz. Ama dışarıdan bir mikrop gelirse o münkerdir. Yani vücudun dışındaki maddeler münker değildir. Vücudun içine giren maddeler münkerdir. Vücudun içine yabancı madde girebilir. Şu şartla ki, normal yollardan vücudun maruf hâle getirdiği madde olur, o zaman girer. Organ naklinde böyle yapıyorlar. Önce maruf hâle getiriyorlar, sonra naklediyorlar.
Münkerden nehy etmeliyiz. Maruf olmayan hukuk dışında kalan bilinmeyenleri de içerir. Oysa münker hukuk içindeki bilinmeyenleri içerir. Sözleşmede olmadığı halde sözleşmelerde vardır şeklindeki davranışları içerir. Yani anti demokratik hareket münkerdir. Hukuk dışı baskılar münkerdir.

(FaGaLUvHUv)
“Onu fi’lettiler”
Bakınız, burada mü’minlerden nehy etmeleri, birbirlerini nehy etmeleri zikredilmiyor. Fi’lettikleri münkerden birbirlerini nehy etmeleri gerekmektedir. Münkerin kendisi nehy edilmiyor. Münkerin marife hâline getirilmeden yapılması nehy ediliyor. Önce çiğneyeceğiz, sindireceğiz, ondan sonra kana vereceğiz. Yoksa iğne ile üzüm suyunu şırınga etsek ölürüz.
İşte, içtihat yapmak demek münkeri maruf hâle getirmek demektir. İçtihattan evvel kıble münkerdir, ne tarafta olduğu bilinmemektedir. İçtihattan sonra kıble maruf hâle gelir, maruf olunca artık onunla amel edilmesi caizdir, hattâ sevaptır. Buradaki “Fealûhu” kelimesi buna açıkça delalet etmektedir. Halbuki başka yerlerde Allah size marufu emreder münkeri nehy eder deniyor. Sizden bir ümmet olsun marufu emretsin ve münkeri nehy etsin diyor. Burada ise yaptıklarından nehy emredilmektedir.
Münker nekredir. Buradaki zamir münkere gitmektedir. Münker kelimesinin sıfatı olmaktadır.
Şunu yaptılar diyemeyiz. Ne yaptılarsa onu birbirlerine nehy etmediler.
Bunları ben söylemiyorum, Kur’an söylüyor.
O halde İsrail oğullarının dışlanmaktan kurtulmalarının tek yolu vardır. Sömürü tekelini kendileri yok etmelidirler. Amerika’da Obama taraftarları bu işe başlamışlardır. Dünya Yahudileri bunları desteklemelidirler. İsrail devleti de onların yanında yer almalıdır. Onlar da Kur’an’a ve Tevrat’a kulak vermelidirler.
Bunu İstanbul Yahudileri yapmalıdırlar. Bu sermayeye düşmanlık değildir. Aksine, onları da çıkmazdan ve lanetten kurtarmadır. Bu İsrail Yahudilerine asla karşı çıkma değildir. Tam tersine İsrail’e barışı getirmedir. Masonlar da bu gerçekleri görmelidirler. Tevbe edip faizden vazgeçmelidirler.
Bunu nasıl yaparız?
İstanbul’da bir “kuyumcular kooperatifi”ni kurarız. Kuyumcular “altın sertifika” çıkarır. Altın sertifika piyasada altın gibi dolaşmaya başlar. Halk dolar yerine altın sertifikayı tercih eder. Gideriz, devletten dağları, boş arsaları satın alırız. Devlet borçlarını öder. Biz de bu arsalar üzerinde inşaata başlarız. Bu sefer “imar senedi” çıkarırız. Parasız inşaatlar yaparız. Tüm dünya ülkelerinden işçi getiririz. Böylece İstanbul ekonomi merkezi olur. Sonra gidip Mısır’la anlaşırız, Filistinlilere orada yani Sina’da devlet kurarız. Anadolu’nun sularını oraya akıtırız. Böylece İsrail devleti de artık savaşmaktan kurtulur. Bu sefer İsrail devleti ticaret merkezi olmaya başlar. Amerikan Yahudileri de oraya gelir.
Görülüyor ki, biz “Adil Düzen gelecektir” derken “biz getireceğiz” demiyoruz. Allah getirecektir. Yahudilerin de eliyle getirir veya Zencilerin veya Eskimoların. Biz olacakları söylüyoruz, kimin yapacağını iddia etmiyoruz.
Hak gelmedikçe bâtıl gitmez. Sermayeye düşmanlıkla bir yere varılamaz. Biz faizsiz ekonomi sistemlerini kurduğumuz zaman kimse faizle bir iş yapmaz. Yapanlar da ya faizsiz sisteme geçerler yahut silinip giderler.
Faizsiz sisteme geçmemiz için de tüm insanlığı bu sisteme çağırmamız gerekir. Bu gelir bu gelmez, bu kötüdür bu iyidir demememiz gerekir.
Bu çağrıyı yapabilmemiz için de önce bizim öğrenmemiz, sonra yapmamız, sonra anlatmamız, ondan sonra onları çağırmamız gerekir.
Cengiz Demirci ile Lütfi Hocaoğlu tartışsınlar ama yapacaklarımızda tartışsınlar. Adil Düzen Çalışanları bâtıl inançtan uzak tutmak için isim vermeden olanları anlatmak yerindedir. Hocaoğlu eleştirir. Cengiz’in (Demirci) de hataları ortaya koyup yanlışları düzeltmesi ona farzdır. Ancak onun da kendisi hata edebilir. Onun için kimse kimseye saldırmamalıdır.
Duamız, Saadetçilerin ve Ak Partililerin “Adil Düzen”i bizden daha çok öğrenmesidir.

(La BiESa)
“Kötü oldu.”
Kur’an’da buna benzer kelimeler geçmektedir. Hayr ve şer, nef ve zarar, hüsn ve su’, hak ve bâtıl, hata ve savab, kizb ve sıdk, ceza (mükafat) ve ikab…
“Bi’se”nin karşılığı “ni’me”dir. “Bi’se” burada önce fiilin sıfatı olarak gelmiştir. “Ni’me” işlerin iyi gitmesi, her şeyin yerli yerinde olmasıdır. “Bi’se”yi de buna karşı olarak düşünürsek, işlerin kötüye gitmesi demektir. Yahudiler bi’se oldu denmektedir. Düzenleri kötüdür demektir.
Tarihî gelişmeyi ele alalım. İsrail oğullarının iyileri vardı, kötüleri vardı. İyileri iyi işler işlediler ve bugünkü uygarlığı doğurdular.
Bunlar kimlerdir?
Osmanlı Yahudileri vardı, Osmanlı Devleti’nin yükselmesinde büyük hizmetleri olmuştur. Abbasi dönemi Yahudileri vardır, İslâm uygarlığının oluşmasında hizmetler yaptılar. Bunların içinde kötü olanlar vardı. İşte onların kötülükleri şer getirmiştir.
Bunlar ne yapmıştır?
Avrupa’yı beşyüz senedir kana boyamaktadırlar. Kilise’ye karşı düşmanlık, ahlâksızlığı yayma, balolar, genelevler, çıplaklık, ahlâksızlık hep bunların fitnesidir. Karşılıksız para ve sömürü düzeni bunların fitnesidir.
Bunlar ne yaptılar?
Bugünkü çıkmaz dünyayı oluşturdular. Sosyalizm bunların eseridir. Faşizm bunların eseridir. Bu badireyi en ucuz atlatan Türkiye olmuştur. Almanlar, Japonlar mahvolmuşlardır. Arap ülkeleri kan ağlamıştır. Hindistan ve Pakistan hâlâ zulüm içindedir. Müstemleke sistemini bunlar icad ettiler. Sonra müstemlekeciliği yıktılar, onun yerine banka sömürüsünü getirdiler. Gümrükler ve vizeler bunların fecaatidir. İşte, fecaat derecesindeki bu fitneler hâlâ devam etmektedir. Kur’an bize bunları haber vermektedir.
Sovyetleri bunlar kurdular. Hitler’i bunlar çıkardılar. Hâlâ sosyalizm-kapitalizm çatışması devam etmektedir. Türkiye’deki başörtüsü zulmü bunların eseridir.
Bunları bu kadar büyütmek onlara hizmet değil midir?
Evet… Allah bu küçücük kavmi seçmiş ve Kur’an’da uzun uzun anlatmaktadır. Onların yaptıkları kötülükleri haber vermektedir. Böyle anlatılması gerekir. Allah anlatmaktadır. Necmettin Erbakan da bu işi yaptı, onların kötülüklerini tüm dünyaya anlattı. Bunun üzerine insanlık uyandı.
Şüphesiz her şeyi yapan Allah’tır. Şeytanı var eden de Allah’tır. Bizim görevimiz bize verilen görevleri yapmaktır. Kur’an ne diyorsa onu yapmalıyız. Onların hepsini bir çuvala koyup birden saldırma yerine, gerçekler ortaya çıkmalıdır. Kötü İsrail oğulları ile biz değil onlar yani kendileri mücadele etmelidirler.

(MAv KAvNUv YaFGaLUvNa)
“Yapıyor oldukları”
Kur’an onların yaptıklarının kötü olduğunu söylemektedir. Yani İsrail oğullarından küfretmiş olanlar ne yapmışlarsa kötü yapmışlardır; bugün de kötü yapmaktadırlar.
“Mâ Yef’alûn” denmemiş de “Mâ Kânû Yef’alûn” denmiştir.
Kötülük bugün de vardır. “Mâ” buna delalet eder. “Fealû” değil de “Yef’alûn” denmiş olmasından dolayı geçmişte yapanlar bugün de devam ediyor demektir, yani kötülükteki etkileri devam ediyor demektir.
Kur’an İsrail oğulları ile bizleri fazlaca bilgilendiriyor. Uygarlaşmayı basit olarak görebiliriz. Bugünkü dünyanın Batı’nın bir eseri olduğunu sanabilirsiniz. Oysa uygarlık çok basittir. Bir şeyi bulduktan sonra onu kullanmak çok kolaydır ve basittir. Ama onu bulmadan önce ilkel yaşamaya mecbursunuz. Bugün insanlık son derece ilerlemiş durumdadır.
Bundan elli sene önce ben düşüncelerimi dile getirirken insanların bundan önce nebati topluluklar oluşturduğunu, hayvani topluluğa ancak yirminci yüzyılda elektriği kullanmakla geçtiğini söylüyordum. Şimdi fikrim değişmiştir. Çünkü hayvanlar bizim kullandığımız yüksek gerilimli elektriği kullanmıyorlar. İnsan topluluğunun asıl hayvanlar seviyesine yükseldiği dönem yirminci yüzyılın sonlarıdır, bilgisayarın bulunmasından sonradır.
İnsanlığın bu seviyeye gelmesi ancak Allah’ın bazı kavimleri seçmiş olmasından dolayıdır. Sümerler olmasaydı, Hazreti Nuh peygamber gelmeseydi, insanlık şimdi mağaralarda yaşıyor olacaktı. Sümerlilerin devamı Iraklılardır. Kimse onlara bir öncelik tanıyor mu? Kur’an’ı Arap kavmi getirdi. Kimse onlara kıymet veriyor mu? Allah İsrail oğullarını küçük bir topluluk yaptı ama çok büyük güç verdi. İnsanlık içinde görevleri vardır. Şeytan olsalar bile biz şeytanı öldüremeyiz, sadece şerrinden korunmak için şeytana uymayız.
Şimdi şu sorulabilir: İsrail oğulları ne kötülükler yaptılar ki lanet olundurlar, bi’se olan fiiller nelerdir? Bunun cevabını 500 sene içinde aramamız gerekmektedir. 500 senedir ne yaptılar, ne gibi kötülükler yaptılar?
İsrail oğulları Avrupa içine gidip yaşayamıyorlardı, Hıristiyanlar onlara hayat hakkı tanımıyordu. Yahudiler Avrupa’ya Müslümanlarla beraber girdiler. Müslümanlar yenilince de Avrupa’dan Osmanlılara sığındılar. İslâm’ın girdiği ülkelerde Yahudiler var olmuşlardır. Sermaye olarak adlandıracağım bundan sonraki bölüm İsrail oğullarından küfredenlere aittir.
Yahudiler 500 sene Müslümanlarla Hıristiyanları savaştırdılar. Yalnız Müslümanları değil, o ülkelere sermaye ile girdiler ve Avrupa kavimlerini birbirleri ile savaştırdılar. Bugün de bütün yaptıkları savaştırmadır. Devletleri savaştıramıyor, besledikleri gizli mafyaları savaştırıyorlar. Dokunulmaz yer olan ABD’de bile mafya vardır. Huzurlu bir dünya yoktur. Bunu düzenleyen tamamen tekel sermayedir.
Karşılıksız para doları ile dünyayı istediği istikamete sürüklüyor. Bunu bu haliyle yenmek mümkün değildir. Mesela Çin’i ele alalım. Eğer şimdi Çin’e gitsen bile kendi parası ile otele yatırmaz, dolar ister! Sovyetler de öyleydi, güya sosyalistti, güya sermayeye karşıydı!
Peki, Amerika’da Çin parası geçerli değil de Çin’de niçin yalnız Amerikan parası geçerli olmaktadır?!.
Bunu nasıl sağlıyor?
Yöneticileri satın alıyor. Halkın istemediği kimseleri başa geçiriyor. Sonra onların orada kalmaları için o ne diyorsa onu yaptırıyor.
28 Şubat’ı yapan kimdir?
Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’dir. Asker cumhurbaşkanı olsaydı 28 Şubat olmazdı. Bugün A. Gül orada oturuyor ama diken üzerindedir, onların istediklerini yapmasa ertesi gün oradan iner. Halk seçmedi mi? Halk seçti ama askere bir üflese ertesi gün asker koşa koşa onu indirir. Neden? Çünkü muvazzaf orgeneraller hapiste. O asker seni korur mu? Peki burada suçlu kimdir? Asker değildir. A. Gül hiç değildir. Yargı da değildir. Suçlu olan bu düzendir. Bu zalim düzen ancak böyle yürümektedir.
Bu âyetin bize öğrettikleri şudur: İsrail oğullarından küfredenlerle küfretmeyenleri birbirlerinden ayırmamız gerekmektedir. Küfretmeyenler, eğer bizimle bir olmak isterlerse, bizim onlarla bir olmamız gerekiyor. Bizim Yahudileri dışlamamız yanlıştır, bütün Yahudileri de onlardan yani küfredenlerden görmemiz yanlıştır.
Ders alacağımız başka bir şey de şudur: Küfretmiş olan Yahudilerin oynadıkları oyun vardır. Sarkozy’e bir şey söyletir, buna karşılık biz tüm Fransızları karşımıza alırız. Obama bir şey söyler, biz tüm Amerika’yı karşımıza alırız. Bu yanlıştır. Sabırlı olmalıyız. Şimdilik kimseye düşman olmamalıyız.
Şimdilik bizim işimiz “Adil Düzen”i ortaya koymaktır, “Adil Düzen”i öğrenip yaşamaktır. Adil Düzen Partisi’ni kurmalıyız ama gayemiz bu düzende iktidar olmak olmamalıdır. Erbakan’ın yerinde olsaydım ben hükümete girmezdim. Meclis’te kalır, Meclis Başkanı olurdum. Hükümete başka arkadaşlarımı verirdim. Mesela, R. Tayyip Erdoğan orada olurdu, Turgut Özal koalisyonda olurdu. Ben talebelerle “Adil Düzen”i delilleri ile öğrenir, yeni anayasayı yapardım.
Bunun niçin söylüyorum?
Yarın sizin elinize fırsat geldiği zaman Millî Görüş’ün o zaman düştüğü tuzağa düşmeyesiniz diye söylüyorum.
Sermayenin yaptığı başka bir hata vardır. Muharref Yahudilik itikadınca, insanlar hak sahibi değiller, onlar hayvanlar mesabesindedirler. İnsanların cennete girmeleri de söz konusu değildir. Asıl cennete gidecekler kendileridir. O halde şeriat yalnız Yahudilere gelmiştir. Diğer topluluklar için günah diye bir şey yoktur, sevap diye bir şey yoktur. Bu mantık içinde Marks’a yeni dünya düzenini hazırlattı, finanse etti, yayınladı.
Marks’a göre;
- Evlilik müessesesi yoktur. Nasıl hayvanlarda yoksa, insanlarda da yoktur. O halde aile kalkmalı. Doğan çocuklar kreşlerde büyütülmeli. Bugün hayvanlarda da evlilik müessesesinin olduğu ortaya çıkmıştır. Bitkilerde bile evlilik vardır.
- Marks ikinci olarak aile olmayınca ulus da yoktur, şeriat da yoktur demektedir. Herkes kendi istediği gibi yaşar. Hayvanlarda şeriat mı var? Milyonlara varan arılar bir kovanda yaşamıyor mu?
- Paraya ve mala da gerek yok, işçiler çalışsın, herkes istediği gibi yaşasın.
- Tabi ki bunlara gerek olmayınca dine de gerek yoktur.
İşte dünyayı bu fikrî yapı ile bir asır kana boyadı.
İşte bu da onların yaptıkları işlerden biridir.
Lanetlenmelerinin ana sebebi de budur.
O Yahudiler bunun için lanetlendi.
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92