Mikroplar vücutta hazırdırlar. Vücut sağlamsa sessiz dururlar. Vücut bir sıkıntıya girer veya zayıflık ortaya çıkarsa devreye girerler. Birden çoğalmaya başlarlar. Mikroplarla akyuvarlar arasında savaş başlar. Eğer vücut hücreleri galip gelirse kişi sağlığına kavuşur, galip gelmezse hasta ölür.
Bu savaşa dışarıdan doğrudan katılmak mümkün değildir. Sadece şartlar üzerinde etki ederseniz bu yolla vücut hücrelerinin galip gelmesine yardımcı olursunuz. Bu kural topluluklar için de geçerlidir. Devletin yapısı sağlam olduğu müddetçe devlet düşmanları ses çıkaramaz, sinmiş olarak kalırlar. Herhangi bir sıkıntı durumunda ise devreye girerler ve yurt içi devlet düşmanları ile devletin güçleri ve/veya halkı/halkları arasında çatışma olur, devletin gücü galip gelirse devlet yaşar, mağlup olursa devlet yıkılır.
Devlet yıkıldıktan sonra eğer topluluk da çürümüşse o topluluk asimile edilerek ortadan kaldırılır, o ulus da yok olur. Eğer ulusun yapısı kuvvetli ise halk sabreder ve fırsat buldukça yeniden organize olur, devleti ihya eder ve ulus varlığını sürdürür.
Türk ulusu bunu defalarca başarmış bir ulustur, İstiklal Savaşı son örnektir.
Osmanlı İmparatorluğu yıkılmış ama Anadolu’da Selçuklu, beylikler ve Osmanlı dönemlerinde olduğu gibi ulusun varlığı devam etmiştir, Türkiye devletini yeniden kurmuştur. Hem mağlup iken galip gelmiş hem de çok büyük kazançlar temin etmiştir.
1071’de başlayan Fetih ancak Cumhuriyet döneminde siyasi fetih olarak tamamlanmıştır. Ekonomik fetih savaşı ise sürmektedir. Türkiye bugün ekonomik savaş vermektedir. Türkiye’ye sömürülmek şartı ile yaşama imkânı veren Sermaye şimdi sömüremez duruma gelmiştir. Büyük savaş başlamıştır. Bu savaş yalnız ülke içindeki savaş değildir. Necmettin Erbakan dünyaya anlattığı Adil Düzen ile tüm dünyayı uyarmıştır. Diğer taraftan Gülen’in okulları da tüm dünyaya çözümün İslamiyet’te olduğunu duyurma sevdasında iken gizli güçlerin ve Sermaye’nin kuklası durumuna düşürülmüştür. Savaş şimdi Sermaye ile devletler arasında cereyan ediyor, Türkiye’de ve Suriye’de ön çatışmalar oluyor.
Dünyada önce Hıristiyan ve Müslüman çatışması vardı, denge vardı.
Sonra sosyalizm ve kapitalizm çatışması yaşandı, yine dünyada denge vardı.
Bugün ise ne rejimler ne de dinler çatışma merkezleridir. Halk artık savaş istemiyor. Savaşçılar olamıyor. Başka türlü denge kurulamıyor.
Türkiye’de ne derecede dengesizlik varsa dünyada da o seviyede tutarsızlık ve dengesizlik vardır.
Kimse kimin yeneceğini tahmin edemediği için hiçbir cepheye katılmıyor. Kimse neyin doğru olduğunu da bilmemektedir. Dolayısıyla gruplaşma mümkün olamamaktadır. Her gün yeni sürprizlerle bunun için karşılaşıyoruz.
Bu çıkmazdan dünyayı kurtaracak tek merci vardır, o da Kur’an’dır. Kur’an bunu tarihi gelişmeleri anlatarak söylemekte, başka tutunacak dal yok demektedir. Demek ki bu durum Kur’an düzeninin gelmekte olduğunu belli eden ayetlerdir, işaretlerdir.
İnsanlık bu dengesizlikten, bu karışıklık ile tutarsızlıktan nasıl kurtulacaktır?
Bu kurtuluşu Sermaye veya yönetimin yapacağını sanmak tarihi bilmemektir.
Ömrünü doldurmuş ve yaşlanmış olan bir düzen yenilik yapamaz ve bir hamle sağlayamaz. Yeniliği ancak beklenmedik yeni yönetim sağlar. Yeni düşünürler yeni çözümler üretirler. Önce insanlığı o düzene hazırlarlar. Sonra biri çıkar ve bunu uygulamak için parti kurar. Halk onun etrafında toplanır. Yeni düzen böylece gerçekleşir.
Yeni düzen için bizim şimdi öne süreceğimiz çözüm nedir?
Önce semt kooperatifleri kuralım, ülke mikroda halk seviyesinde Adil Düzen’e kooperatifler içinde geçmeye başlasın. Halk kendi semtlerinde mevcut rejimlerin kötülüklerinden korunsun. Sonra bir ilim ve cisim sahibi bir kişi çıksın (tercihen bir orgeneral), Adil Düzen’i benimseyerek bir parti kursun. Halk böyle birini kahir ekseriyetle iktidara getirir. O da tek başına iktidar olma yerine Millî Mutabakat Hükümeti kurarak makroda Adil Düzen’i bir konsensüs ile kurar.
Bugünkü seçimlerin, süreci yaşama dışında Adil Düzen açısından hiçbir önemi yoktur.