Bu makalem KUR’AN EKONOMISININ ana hatlarını verecektir.
Makalemi ilk okuduğunuzda anlamanız mümkün değildir ama üzerinde durarak her cümlesini defalarca okursanız İSLÂM EKONOMISINI kavramış olursunuz. EKONOMI, bugün yaşayan insanların çalışıp ürettiklerini insanlığa vererek gelecekte yaşayacaklara bırakma, karşılığında geçmişteki insanların çalışıp ürettiklerini insanlıktan alarak tüketip yaşama sistemidir. EKONOMI ILMI bunun ilmidir. Doğada her gün her şey yeniden kurulur. Biz de doğanın parçasıyız. Enerji varlığını sürdürür ama bu kişiseldir. Herkes kendi ürettiği enerjinin sahibidir, bundan yararlanabildiği kadarını kendisi kullanır, artanı miras olarak bırakır. Başkalarının, sonra gelenlerin yararlanmasını sağlar. Burada ilkesel bir probleminiz vardır: Temelde bireyin topluluğa karşı veya daha küçük ölçekte ailesine karşı sorumlu ve borçlu olarak dünyaya geldiğini savunuyorsunuz. Oysa hiç kimse dünyaya gelmeyi kendisi tercih etmedi. Bir kimse dünyaya ihtiyacı olduğu için gelmedi, topluluğun ona ihtiyacı olduğu için dünyaya getirildi. O halde soru şudur: Bir kimse dünyaya geldi diye, nasıl borçlu olur? Tam tersine, bir kimse dünyaya geliyor ise, topluluk ona borçludur. Bu yüzden miras vardır, bu yüzden doğal kaynaklar üzerinde Hakkı vardır, bu yüzden topluluk toprak ve yaşama hakkını bireye teslim etmek zorundadır. Siz bir otomobil yapıyorsunuz, ama otomobile diyorsunuz ki, seni hareket ettirecek olan yakıtı sana borç olarak veriyorum. Onu bana geri ödeyeceksin. Ama otomobil size onu ödeyemez. Nereden bulup ödeyecek? Ve bunu neden yapsın? Otomobili siz yaptınız. O halde onu hareket ettirecek olan yakıtı da vermek zorundasınız. Bu durum temelde mülkiyet probleminin çözülemediğini gösterir. Bireyin varoluş haklarını göz ardı ettiğinizi gösterir. Tüccar niye işletmeden malı alsın? Çalışanı sıkıştırıp elindeki malı yok pahasına almak varken. - Düşünmeden dolaysıyla anlamdan cevap veriyorsunuz. Anne baba ve topluluk dünyaya gelmesine sebep olduğu için çocuğu büyütmekle mükelleftir. On beş yaşına geldiği zaman intihar ederse borcundan belli oluyor. Etmezse demek ki topluluğun onu büyütmesi kadını kabul etmiş oluyor ve borçlanır. Sonra da onu çocuklarına öder. Kuran düzeninde Tüccarı tekel olması önlemiştir. Faiz yasağı, kırda bir sermaye vergisi, Dayanışma ortaklıkları, genel hizmetler, Ambar ve bakkaliye vakfı, Çalışmayanların topraktaki kira payları, Faizsiz kredi hakkı bunları sağlamalıdır. İnsanı Kainatı var eden yaratmıştır. Onun diğer insanlardan değil kainatı var edenden alacağı vardır. Mademki yarattı onu büyütmekle de yükümlüdür. O da insanlığa yeryüzünü vermiş. Bunu kullan çalış ve yaşa demiştir. Kira payını bana ver. Ben onu çalışmayanlara borcum karşılığı veriyorum der. Sistemi okuyup anlaman mümkün değil. Cevap vermek için okuma anlaman için oku ve kendin sistemi oluştur. Yeryüzü tüm insanlığındır. Bugün yaşayanlar onu imar etmektedirler. Karşılığında ondan aldıkları ile bugün yaşamaktadırlar. İnsanlar yeryüzünü bölüşmüşlerdir. Her çalışan veya çalışanlar grubu kendi işletmelerinde çalışırlar ve birlikte üretim yaparlar. Ürünleri katkıları nispetinde bölüşürler ve üretici payına düşeni başkalarına satarlar. Karşılığında tüm dünyada mevcut malların toplamından bir belge alır. Buna PARA denmektedir. Üretici payı ne kadardır? Çalışan payı ne kadardır? - Çalışanlar malı ne yapacaklar ve neden ürettikleri malı normal kanallardan işletme satmıyor da çalışanlara verip satmasını istiyor? Çalışanlar bununla niçin uğraşsın? - Kim uğraşsın. Sermaye veya yönetici mi? Kimse uğraşmasın değil kim uğraşsın? onun cevabını vermeden gereksiz aynı cümleleri tekrar ediyorsun -Burada önemli bir problem var: temelde siz işçi-işveren arasındaki ilişkiyi, borç-alacak düzleminde kurguladığınız anlaşılıyor. O halde, ürünleri çalışanlara bölüştürmek yerine, neden işletmeye borç verdiklerini varsayıp, normal kanallardan ürünlerin satılmasını sağlamıyorsunuz? - Normal Kanla kim ? sermaye tekeli mi? Dolar tekeli mi? onların ortak taşeronları mı.? Biz işçiye ürettiği malın senedini veriyoruz. O depolama nakletme, bozulma gibi külfetlerden kurtulduğu gibi, onu bankaya götürüyor rehin bırakıyor. Faizsiz kredi alıyor, sonra ürün kar edince satıyor. Bana cevap vermekle uğraşma sistemimizi anla ondan sonra tenkit et. Siz önce bizi onda bir bile anlamış değilsiniz. Sizin sistemi de anlatabilmiş değilsiniz. Çünkü sorulara cevap veremiyorsunuz. -Çalışanlar o ürünleri nasıl satacaklarını bilmek zorunda değiller. Pazara çıktıklarında bu istikrarsızlığa neden olmayacak mı? Aynı ürünün yüzlerce farklı fiyatı oluşacak, o üretiminde harcanan emek dikkate alınmadan, üretimde ve emek üzerinde hiç bir Hakkı olmayan tüccar veya tüketicinin fiyatı belirlemesine bırakılacak. Böyle bir ekonominin işlemesi mümkün mü? - Çalışan ambara mal teslim ediyor. Belge alıyor. Borsamız var. Kasadaki senet miktarı ile belgeleri karsız alıp satıyor. Arz talep kanunları çalışıyor. Malı pazarda değil resmi borsada satıyor. Satacağı malı ucuz bulursa bankaya gidiyor. Belgeyi bankaya veriyor. Karşılığında kredi istihkak ediyor. Nakit alır onunla alışveriş yapıyor yahut başka malın belgesini alır. Anlamaya çalış sonra eleştir. Sistemimizi anlamadan eleştiriyorsun. Buna hakkın yok. Anlamak için sorarsın. Öğrenmek istemezsen bu yanlış. -Ayrıca bu iddianızı, kuran esasında kanıtlamanız gerekmektedir. Siz İslam ekonomisi değil, başka bir şeyden bahsediyor olmalısınız. - Kuranı herkes kendi uslu ile anlar. Benim Kurana dayandırmadığım belki tek cümle yoktur. Kuran arz ve talep kanunlarını çok açık ifade etmektedir. vezni kistle yapın sözü terazide haksızlık yapmaktır. Mizanı ikame etme demek dengeyi kurma demektir. Yani arz talep kanunlarını çalıştırma demektir. Mali akıtlarda rıza şartı serbest pazarlığı getirmektedir. -Bize göre şöyle olur: -Bütün girdiler emek iledir. Üretim de emek iledir. O halde gelir de emek birimi ile oluşur. Dolayısıyla emek birimine göre “DEĞER” belirlememiz mümkündür. (bir ekonomide değeri belirleyen bir kriter yoksa o ekonomi işlemez, bu sizde yok) - Bütün değerler emek iledir. Emek sahipleri emekle elde ettikleri malları istedikleri miktarlarla değiştirirler. Silahın veya doların bu işe karışması doğru değildir. Dolar iki emeği rıza ile tespit ettikleri değeri belirleyen parçadır metredir. Bunun sahibi de sermaye değildir. Bu sebeple faiz meşru değildir. Silah değildir. Bu sebeple merkezi sistem yoktur. Değer nedir? Bir çevrede kişi başına düşen toplam gelirin bir saate tekabül eden miktarı değeri belirler. Bir kimsenin bir saat çalışması karşılığında alacağı ücret budur Bir malın fiyatını belirleyen şey de budur. Para çalışılan zaman ile marjinal ürünü (kâr) toplamı kadardır. Yani fiyat kadar para vardır ve para sadece emek miktarını zamana göre ölçen bir araçtır. Bu yüzden bütün mallarda ortak değiştirme aracıdır. Değer bir malın dünyada mevcut bütün mallardaki pay miktardır. Kendi malını tüm mallardan o kadarı ile değerlenir. İşte bunu belirleyen de kişi ile piyasadır. Borsadır. Borsa ona bir değer teklif etmektedir. O da kabul ederse değişmiş olmaktadır. -Ortaklık yoktur. Çünkü ortaklık “mülkiyet” içerir. Bunun anlamı, üretim araçlarının sahibi patron olur. Çalışanlar da ona muhtaç olurlar. Hayır, çalışanlar emeklerinin sahibidir ve işletmeye emek yoluyla iştirak etmişlerdir. Çalıştıkları süre kadar ücreti peşin istihkak ederler, emeklerinin marjinal ürünü olan Kar üzerindeki paylarını işletmeden sonra tahsil ederler. İşletme içerisindeki payları kadar gelirden pay alırlar. - Mülkiyet, ürettiği malın emeğini gösterir. Ben elmayı ürettim. Emeğimle onu kazakla değiştirdim. Kazağı üretmiş oldum. Bende kazak var sende nakit var. Şimdi biz ortağız. Çünkü sen istediğin zaman parayı bana verir malı alırsın. Ortak olsaydın ben sana malı verirdim. Demek ki ekonomiden sadece ortaklık demektir. Yani emekle elde edilen malları tüccarlara veriyoruz. Tüm insanlığı ortak ediyoruz. O bize pazar denilen ortaklık payı belgesini veriyor. Sonra gidip biz ortaklardan istediğimizi çekiyoruz. Bizim ortaklık anlayışımızı anlamadan bizi tenkit ediyorsunuz. Siz bizi anlarken kelimelere bizim verdiğimiz malları vereceksiniz. Fransız’ın konuştuğunu Türkçe olarak anlayamazsınız. -İşletmede patron yoktur. Sermaye halka aittir. Ve bütün işletmeler iştirak ile oluşmuştur. Yani üretim araçlarının sahibi yoktur. Toprağın sahibi olamayacağı gibi. İştirakçiler bu araçları oluşturmakla işletmenin gelirinden yararlanma hakkına sahip olurlar. İşletmenin patron olmazlar, sahibi de olmazlar. Yöneticiler de dahil olmak üzere işletmede görev yapan herkes çalışandır. - İşletmede patron yoktur. Sorumlu ortak vardır. İşletmede her işin ayrı sorumlusu oluyor. Diyelim ki beş kişi marangozumuzdur. Her biri ayrı ayrı iş alır doğrama yapar. Ne var ki tek başına üretim yapamayacakları için emeklerini takas ederler. Bugün Ahmet’in işini yaparlar. Bu kaç saat ona yardım etmişse beş günde de o buna yardım eder. Kim sorumlu ise o işte onun dediği yapılır. Başka türlü iş bölümü olamaz. Yukarı söylüyorsun iş bölümün asıl olacak hiç siz etmiyorsunuz. -Kamu kurumları da böyledir. Tıpkı bir işletme gibidir. Tek fark, işletmede giderler ve ücretler işletme gelirinden karşılanır, kamu görevlerinde ise vergilerden karşılanır. Bunun dışında işletme mantığında herhangi bir fark yoktur. - Kamu kurumları da birer işletmedir. Ancak serbest arz ve talep kanunları çalışmadığı için orada fiyatlar ve ücretler serbest pazarlık uslu ile tespit edilmez. Kara karla ve formülerle bilgisayarlar karar verir. Kişi iradesi ile değerlendirmediği için durdurulmuş anlamında vakıf denmektedir. Vakıf işletmeler rantabl çalışamazlar bazı yerlerde hiç üretim olmaz. Bu sebepledir ki asıl olan vakıf değil serbest işletmedir Bu para ile üretici mağazalara gider, eskiden üretilen malları satın alır. Ürettiği malı tüccara satarken serbest pazarlık yapar. Alırken de mağaza sahibi ile pazarlık yapar ve ona göre alır. Üretim yaparken küçük ortaklıklar şeklinde üretim yapılır. Çalışanlar bölüşme usulünü ortaklık içinde bölüşerek yaparlar. Pazarlık ilkel bir yöntemdir ve aslında vahşi bir sömürü yöntemidir. Söyler misiniz, pazarlık edenler, fiyat biçenler kimdir? O malı üreten kimse mi, tüccar mı? Malı üreten kimse pazarlık etmek istemez, malını değerinden satmak ister. O halde pazarlık eden tüccardır. Peki tüccarın o malın üretimine katkısı nedir? Ne kadar emek harcamıştır? Ne Hakkı var o malda? Değerini nasıl belirleyebilir? - Bir şeyi yüzlerce söyletiyorsunuz. Kulağınız duymuyor. Tüccarı çoğaltırsanız, tekeli ünlerseniz, tanzim mağazalarını vakıf olarak kurarsınız. Tüccar asgari karla yetinir. Fiyatı belirleyen üretici ile tüketicidir. Kuran düzeni bunu söylüyor. Aracı karı minimumdur. Zaten İslamiyet’in kapitalizm ve sosyalizmden farkı budur. Kapitalistlerde sermaye aracıdır. Sosyalizmde memur aracıdır. Bizde tüccar aracıdır. Tüccar sermaye ile ticaret yapmaz. Selem kredisini halka verdiğimiz için peşin para vererek tüccara sipariş verir. O da toptancılara peşin para verip sipariş verir. O da iş yerlerine sipariş verir peşin para ile sipariş yapıldığı için satışlar tenzilatlı olur. Tüketici kazanır. - Tüccar veya tüketici malın üretiminde herhangi bir emek harcamadı. Ama siz buna rağmen malın değerini belirleme yetkisi veriyorsunuz. O halde çalışanın hakkını nasıl ödeyeceksiniz? Geliri nasıl olacak da dengeli bir şekilde bölüştürmüş olacaksınız? Oysa geliri üreten çalışanlar idi. Tüccar veya tüketici değil. O halde bu geliri (toplam gelir) nasıl bölüştüreceksiniz? - Tüccara malın değerini belirleme yetkisini vermiyoruz. Üretici ile tüketicinin vekili olarak pazarlık yapıyor. Satın alırken Tüketici vekilidir. Satarken de üreticinin vekilidir. O sadece kar denen cüzi komisyon almaktadır. O da emeğinin payını almaktadır. Siz ise ona da ücret veriyorsunuz. Tüketici emek vermemiştir diyorsunuz. Düşünmeden konuşmaktan vazgeçin. Tüketici parayı öderken kendi ürettiği malı ile değiştirmektedir. Para emek karşılığı değildir. Nasıl tüketici bir şey vermedi diyorsunuz. Düşünmeden konuşmak ilmi değildir. - Pazarlığa bırakıyorsanız, tüccarın cebini doldurmasını sağlıyorsunuz demektir. Bu da emeği sömürdüğünüz anlamına gelir. Hani insan için emeğinden başkası yoktu? Bunu nasıl pazarlık konusu yapabiliyorsunuz? - Düşünmeden anlamanız mümkün değildir. Bugünkü sistemde tüccar sermayesi ile ticaret yapmaktadır. İslamiyet’te de yapabilir. Azalan verim kanunu vardır. Sermaye büyüdükçe gelir miktar olarak artar, ama yüzde olarak düşer. Büyüye büyüye sermaye o kadar büyür ki yüzde kar %2,5 iner. Onu devlet elinden alır. Kuralda bir zekât budur. Bu tüccarın sermeyesini durdurur. Durduğu yerde de net karını sıfır kılar. Demek ki bizim sistemde tüccar karı sıfırdır. Fıkhı okumanız gerekir. Hikmetleri üzerinde düşünmeniz gerekir. Görürsünüz ki eksiksiz bir sistemdir. Eksiklikler var yanlışlıklar var. Onu da Kuranın yardımı ile düzeltmelisiniz. Bir kimsenin bir saatte ürettiği mal miktarı onun ücretidir. Ortak üretimdeki pay mal olarak verilir. Ortak sonra onu kendisi fiyatlandırıp satar. Mağazadaki malın tüm mallar içinde değeri de fiyattır. İnsanı yaşattığı gün kadardır. Ekonomik değer bir saatte üretilenin yaşattığı gün miktarıdır. Buna gün/saat denmektedir. -Peki malın fiyatı nedir? Tüccarın keyfine göre midir? Örneğin bir malın üretim değeri –siz buna ekonomik değeri diyorsunuz- 10 para olsun. Çalışan aldı bu malı pazara çıkardı, tüccar bu mala 8 para Verdi. Veya mağazada mal yavaş satıldı, fiyatı düşürdü 7 paraya müşteri buldu ve sattı. - Serbest rekabet olduğu için üretici değişik tüccarlardan en fazla verene verir. Serbest rekabet olduğu için tüccar asgari karı ile yetinir ve satıcıya satar Alıcı da en ucuz satandan alır. Tüccar ticaretini devam ettirmek için en az karla satmak zorundadır. Sistemi kavramadan bunları anlamanız mümkün değildir. Sistemi kavramak için de sistemin varsayımları içinde düşünmeniz gerekir. Kendi varsayımlarınızla karşı tarafın sistemini anlamanız mümkün değildir. Kuranı anlamadaki zorlanmanız da buradan geliyor. -Oysa o mal için harcanan emek miktarı bundan fazlaydı. Çalışanın uğradığı zararı nereye götürüyorsunuz? Bunun bir önemi yoksa, çalışanı sömürmüş olmuyor musunuz? - Çalışan insandır. Ne yapacağına o karar vermezse o zaman onu insan yerine koymamış olursun. Ne iş yapacağına sen karar veriyorsun, saatlik ücretini kendin belirliyorsun. Sen kimsin. Daha kimliğini söylemedin. Ondan sonra ben işçiyi koruyorum diyorsun. Üretime sen karar verdiğin için tüketime de sen karar veriyorsun. Üretilemeyen mal tüketilemez. Gerçekten emeği kandırmak için bu uydurma yorumlar yapılıyor. EKONOMI ILMI gün/saati azami kılan düzeni araştıran ilimdir. Bunun azami olabilmesi için alıcı ve satıcının pazarlık yapma gücü olmalıdır. KUR’AN EKONOMISI bunu engelleyen etkenleri ortadan kaldırmaktadır ve bunu şöyle yapmaktadır. -Doğrudur, ekonomi faydayı çoğaltma bilimidir. Ama bunun için alıcı ile satıcının neden pazarlık etmesi gereksin? Bir malın üretiminde 10 birim emek harcanmış ise, o malın fiyatı 10 para + kar ise Herkes toplam gelir (ulusal gelir)den dengeli bir şekilde pay alıyor ise (emek miktarına göre) Herkesin satın alma gücü varsa –Çünkü dengeli bölüşüm satın alma gücünün artması demektir- Niye tüccarın pazarlığı gerekli olsun? - Aracı karını asgariye indiriyoruz. Ondan sonra kim, ne iş ile, ne kadar, nasıl, ne zaman üretsin ve bunları kim ne kadarını ne zaman nerde tüketsin bu soruların çözümünü ancak serbest piyasa ile mümkündür. Ademden beri bu böyledir. İnsanlık böyle yaşatır. -Biz kuranda böyle bir şey bulamadık. Siz bulmuş olmalısınız, lütfen bize de gösterin. Biz emeğin sömürülemeyeceğini bulduk. Fizik yasalarına aykırı fiyatlandırma veya ücretlendirme olamayacağını bulduk. Sizin öneriniz en azından termodinamiğin birinci ve ikinci yasasına ve atropinin büyümesi kanununa aykırıdır. Böyle bir şeye nasıl kuran dersiniz? - Siz bize bir şey soracaksınız. Onun cevabını veririz. Kaldı ki sizin bizim delillerimizi anlamanız mümkün değildir. Biz usula dayanarak delil buluruz.. Kuranda rıza kelimesini bulur üzerinde fıkıhçıların anladığı manayı verirseniz delili bulursunuz. Biz delil gösteriyoruz. Ve güvenmiyorsunuz, siz ise Kuranı tahriş ederek kendinize delil uyduruyorsunuz. Onun için biz sizinle Kuran üzerinde tartışmıyoruz. Kuran üzerinde tartışmak için önce usulü anlamanız gerekir. Biz Fıkhı kabul ediyoruz. Aksine delil bulursak bırakıyoruz. Bir icmali kabul ediyoruz. Aksini icma edersek bırakıyoruz. Biz sünneti kabul ediyoruz, günün sorunlarını çözmüyorsa bırakıyoruz. Kuranın ayetlerini mevcut usla göre anlıyoruz. Aksini ispat ettiğimiz zaman o uslu bırakıyoruz. Biz Kuranın Kainatı var edenin sözleri olduğunu kabul ediyor, müspet ilmin kuralları içinde anlıyoruz. Siz bunları temelinden reddediyorsunuz. Nasıl tartışabiliriz. KUR’AN EKONOMISI yüz hanelik semtler kurmaktadır. Burada işletmeler vardır. Küçük küçük işletmeler anlaşarak üretim yaparlar. İşletmelerin dört çift girdisi vardır. a) İlki üst yapı ve alt yapıdır. Alt yapıda arz ve talep kanunları çalışmadığı için bunlar vakıf işletmeler hâlinde işletilir. b) Ham madde ve yardımcı madde ile su ve elektrik gibi yardımcı maddeler de arz ve talep kanunları sağlanmadığı için vakıflar şeklinde üretilir. c) Üretici emek ve bakım emeği vardır. Bakımda çıkar paralelliği sağlanamadığı için vakıflar şeklinde işletirler. d) Hizmet ve dayanışma bunların ikisinde de serbest pazarlık sağlanamadığı için kooperatifte hizmet ortaklıkları şeklinde işletilirler. -Bütün girdiler emek iledir. Bir önceki aşamanın fiyatı, bir sonraki üretimin girdi maliyet fiyatıdır. Fiyat = Değer / Birim zamanda üretilen mal miktarı + Kar dır. Başka bir fiyat şekli yoktur. Değer = Ulusal gelir / gün / saattir. Bunu da emek üretmiştir. Ücret = değer * zaman dır. Emek kendi değerini kendisi belirler. Para = Fiyat * mal miktarı dır. Bu da emeğe eşittir. Demek ki, tek bir girdi vardır : Emek girdisi. O halde çıktı da Emektir. - Tek girdi yoktur. İki kaynak vardır. Doğa ve emek. Doğanın payı kamu payıdır. Onun dışında iki türlü girdi vardır. Miktarları ile girenler vardır. Zamanla giren vardır. Emekle yapılanlar girerler. Hammadde miktarı ile girer. Hizmet ne miktarla ne de zamanla girer. Sorumlulukla girer. Doğa olmazsa emek ne yapacaktır. Doğa imar edilmişse ne işe yarayacak. Düşünmeden yazıyorsunuz. Bunların dışında malların depolanması ve nakliyesi de arz ve talep kanunları ile yapılamadığı için kamu işletmeleri şeklinde vakıf işletmeler olarak elde edilir. - Arz talep kanunları profesyonel piyasalarda işlemez. İlkel, belirsiz piyasalarda mümkün idi. Günümüz dünyasında bir geçerliliği yoktur. Kaldı ki fiyat üzerinde rekabet yoktur. Rekabet ancak malın fonksiyonu iledir. Arz Talep kanunu doğa kanunu değildir. Kapitalizmin icadından başka bir şey değildir. - Bu tür saçma cümleleri okudukça şaşırıyorum. Bundan dolayı işlemez diyecekseniz. İşlemeyeceğinin delillerini ortaya koyacaksınız. Çözümün bulunamayacağını söylemeniz gerekir. İşlemektedir Çünkü a) Bugün arz talep kanunları işlemiyor. Çünkü arz ve talep kanunları sağlam para varsa işler. Eskiden altın ve gümüş para idi. şimdi her devletin karşılıksız çıkardığı para vardır. Bunu dışında piyasalar büyümüştür. Nakliye, depolama, haberleşme zorlamıştır bu yetmiyormuş gibi vize ve gümrükler de resmen gelmektedir. Tekel oluşmuş ve azamı kar ilkesi içinde fiyatları ücretleri o tespit etmektedir. Siz de onun sözcülüğü yapıyor, sorduğunuz soruya cevap vermiyorsunuz. Sermeye ile yönetim anlaşsın onlar koysun fiyatı ve ücretleri demek istiyorsunuz. Fiyat koymaya gerek yok uzmanlar vardır. yanı sermaye ve yönetim onlar koyar diyorsunuz. Kuran ortaya çıktığı zaman ne devlet tekeli ne de sermaye tekeli vardı. Kuran tekellerin oluşmasını değil oluşmamasını hedef almıştır. Ayrıca dayanışmanın garantisinde kredileşme yapılır. Kredide tekelin oluşmaması için faiz yoktur, onun yerine kredileşme vardır. Malların kredileşme değerleri vardır. Kasa stokları ile dengelenir. Değiştirmede arz ve talep kanunları ile yani serbest pazarlıkla, kredileşme ise kasa stokları ile yapılan hesaplarla gerçekleşir. -Krediyi nereden çıkarıyorsunuz ve neden kedileşmeye ihtiyaç olsun? - Bugün kredi tüm dünyada revaçtadır. Ayrıca Kuran Topluluğa faizsiz kredi veriniz diyor. Sizin kullandığınız dolar bir kredi belgesidir -İnsanlar infak ediyorsa, bu infakları götürüp bankaya yatırıyor ise, banka bunu alıp kara dönüştürüyor ve yatırım yapıyor, işletmelerin kurulmasını sağlıyor ise, işletme paylarını infak edenlere infakları oranında bölüştürüyor ise, infak eden, parasını dilediği zaman geri alabiliyor ise, elindeki hisse senidini istediğinde satabiliyor ise, satmıyorsa gelirinden yararlanıyor ise, kredileşme dediğiniz şeye neden ihtiyaç olsun? Bir işletmenin kurulabilmesi için sermaye mi yok? - Bankayı kim kuruyor kim yönetiyor. Halk emeğinin karşılığını neden tekel bankaya versin. kendi emeğini kendisi değerlendirsin. Mantık dışı iddialarınızı tekrar etmeyin. Yeni bir şey söyleyin. Anlamadığıma cevap verin Kredileşme faiz yerindedir. Para da mal gibi değerdir. Ama emekle elde dilmiş değil emekle elde edilenin karlılığıdır. Değiştirme iki şekilde olur. Ayrı cinsten malları miktarları ile değiştiririz yahut aynı cins malları zamanla değiştiririz. İkisine de ihtiyaç vardır. Bunun için iki çeşit fıtrat vardır. Değiştirme ve kredileşme. Bunu sormanız gösteriyor ki siz bizi hiç mi hiç anlamadınız. Yazdıklarımız boşa gidiyor. Kapitalizm temelde borca dayalı bir sistemdir. Büyük oranda istikbal dolandırıcılığına dayanır. Sizin bundan farkınız ne? Bizim farkımız var a) Bizdeki borç faizsizdir Yerine kredileşme ilkesini getirmiştir. b)Bizde cebri icra yoktur. Ödemeyen borçlanma ekseriyetini kaybeder. c) Bizdeki kredi halka verir ve onların hakkıdır. Yöneticilerin takdirinde değildir. d) Bizde Tüccar sermaye kredisi verilmez. üreticiye çalışma, tüketiciye sipariş kredisi verilir. Tüccar ve yönetim sömürmesin diye. -Sermayeyi tekel sermaye diyerek reddediyorsunuz. Ama dönüp yine insanları sermayeye mahkum ediyorsunuz. Biz özür diliyoruz ama bunu nasıl anlayabiliriz? - Sermayesiz ekonomi olmaz. Sermaye demek doğadır eski emektir. Ekonomi sermaye ile emeğin çarpımıdır. Bir sıfırsa ekonomi sıfırdır. Odada oturan emek üretim yapamaz. Emeğin girmediği yerde üretim yapmaz.. Siz ütopik varsayımlarla konuşuyorsunuz. Biz sermayeyi ortadan kaldırmıyor sermayeyi tüccardan alıyoruz. Halka veriyoruz. Tüccar sipariş veren halkın sermayesi ile iş yapar. İşletme işçiyevaat edilen çalışma kredisi ile iş yapar.Faizsiz iş yapılır. Bir zamanlar faiz savunuyordunuz. Oysa faiz emeksiz paydır.. Sermayenin faizi yok ama kendisi vardır. Sermaye halkın emeğidir. Tekel sermayenin hayal bile edemeyeceği kadar çoktur. Siz bunu üretime yani faydayı çoğaltmaya kanalize etmek yerine, dönüp dolaşıp sermayeye başvuruyorsunuz. Böyle bir anlayışın kuran ile ne ilgisi var? - Sermaye kredi yoluyla devreye girer. Yani kimin ne kadar nerden alacağını kredi belirler. Eğer halka satın alma gücü vermezseniz üretim yapamaz. Kime kredi verirseniz diğerlerine hükme eder onları sömürür. Biz tüketiciye sipariş kredisini üreticiye de çalışma kredisini veriyoruz. Demek ki çalışanlar yaşayanları sömürüyor, yaşayanlar da çalışanları sömürüyor. Yanı sürümleniyorlar. Bu anlama yanlışından vazgeçerseniz sayımız çok meşkur oluyor. Yanlışlarda sıra bize değil kendisi bize zaradır. Stoklanamayan malların belgeleri stoklanmış olur. Girdilere pay belgeleri verilir; emeğe, yapıya, güvenceye, bakıma pay belgeleri verilir. Siparişlere alacak belgeleri verilir. Emek stok edilemez ama belge stok edilir. Böylece kredileşme fiyatları ortaya çıkar. Hatta değiştirme fiyatlarını da bu yolla tesit etme imkânı doğar. Kenz yoksa stok da yoktur. Hiç bir koşulda stok meşru değildir. Üretim talep miktarı kadardır. Yani üretilmiş olan mal zaten satılmıştır, yani müşterisi zaten vardır. Kuran kenzi yasaklıyor olmasına rağmen siz stok öneriyorsunuz. Bu çelişki değil mi? - Kuranda altın ve gümüş stoklanmasından bahsetmektedir. Malların stoklamasını ise istemektedir. Ahiret kavramı budur. Yusuf peygambere yedi yıllık yetecek stoklar edinir. Kuranı anlama yerine Kuranın manalarını değiştirme çabanız size zarar veriyor. Bir de kooperatifler veya kamu işletmelerinden YERYÜZÜ KIRASI alınır, VERGİ budur. Bu kira üretimden bir paydır. Bugünkü vergi ve sigorta karşılığıdır. Böylece kamu giderleri ve sosyal dayanışma sağlanır. -Yaşam Hakkı nerede? Kuran rızk girdileri ile Vergiyi ayırıyor. Sizin yeryüzü kirası dediğiniz, tahsis sebebiyle alınan kiradır. Bu vergi değildir. Yaşam Hakkı içindir. Çünkü her bireyin toprak ve doğal kaynaklar üzerinde Hakkı vardır. Topluluk bu kaynakları harekete geçirerek yaşam Hakkı olarak herkese eşit olarak bölüştürmek zorundadır. Kamu hizmetleri veya altyapı için ihtiyacı olan kaynak ise vergilerden oluşur. İkisi ayrı ayrı şeylerdir. - Bizden öğrendiklerinizi bize satıyorsunuz. Yarım anlatırsınız. Biz ne diyoruz. üretim emekle sermayenin çarpımı ile elde edilir. Sermaye içinde doğada vardır. Doğanın payı diyoruz çalışmayanlarındır. Sizi hepsini bölüşme hakkı vardır diyorsunuz düşünmeden konuşuyorsunuz. Her şey emeğindir. Tüketimin bir payın yok diyorsunuz. Şimdi de hepsi onlarındır diyorsunuz. Siz bizi değil de iki sistemi karşılaştıracaksınız. Sosyalizm bir sistemdir. Kapitalizm bir sistemdir. Karam bir sistemdir. Bunları anlıyor bizim sistemimizle karşılaştırıyoruz. Sizin de bir sistemin olmasını çok istiyoruz. Ama bir sistem olarak karşımıza çıkamadınız. Yoklarla sistem olmaz varlarla sistem olur. -Devletin yatırım yapmak, istihdam yaratmak gibi bir görevi yoktur. Bunun için hangi mekanizmaların gerekli olduğunu kuran zaten açıklıyor. Niye kurana kulak vermiyorsunuz? - Kamu yatırımları devlet yapar. Kuranda en çok durulan sebilulahtır. Yani topluluğun yollarıdır. Sermaye bütün yatırmaları özel sektöre yatırır. Sosyalistle bütün yatırımları kamuya yaptırır. Karama bölüşerek yatırım yaparlar. İslamiyet, özel yatırımları özel sektör finanse eder, kamu yatırımları kamu finans eder. Bizzat yapma ise inşaat müteahhitleri yaparlar. Onlar da sermaye sahipleri değil sadece emek ortaklıklarıdır. Hangi müteahhit ne kadar ortak bulursa ona göre iş yapar. Çalışanın parasını devlet öder. Alınan malzemenin parasını devlet öder. Müteahhidi değil yapıyı borç aldırır. Müteahhit kabulden sonra sadece payına sahip olur, satışına bakamaz.Ondan sonrakinden sorumlu değildir. Yani çalışanlar yatırım yaparlar. Çünkü yalnız onlara kredi verilir. - Yeri geliyor bizi suçluyorsunuz. Ama ortaya koyduğunuz iddialar kuran ile örtüşmüyor. Bunu nasıl açıklayacaksınız? - Ben sizi suçlamıyorum sizi uyarmak istiyorum. Çalışmanızı canı gönülden destekliyorum. Size cevap vereceğim diye bir çok aksaklılar oluyor. Siz benim sert sözlerimi size niçin söylediğimi bilin. Çalışmanıza daha sıkı sarılır. Bu makalemi okuyan eğer söylediklerimi anlamışsa, sorulacak sorulara cevap verebiliyorsa KUR’AN EKONOMISINI biliyor demektir; burada yazılanları anlamıyorsa ADIL EKONOMIK DÜZENI bilmiyor demektir. Herkes okuyarak kendisini imtihan etsin. Açıkçası biz bu sistemde “adil” olabilecek bir taraf bulamadık. Emeği sömüren, istikrarın oluşması için stoklara bel bağlayan bir sistem nasıl adil olabilir düşünmek gerek. - İşte anladığınız husus budur. Sistem emeği tamamen sömürenlerden koruyan sistemdir. Stoklama ise iki şekilde olmaktadır. Gelecek yıl gerekli olan hammaddeyi üretmedir. Bu sebepledir ki denge stoklarınız vardır. Denge fiyatları ile ne fazla ne de eksik üretiriz. Artan emeği değerlendirmek için de emeği yatırıma yönlendiririz. Böylece yeryüzünü imar ederiz. Yatırımları sermayeye veya yönetime değil de emeğe veririz. Hisse senetlerine sahip kılarız. Sizin yapmak istediğinizi yapıyoruz. Sizin hedefinizle bizim hedef aynı budur. Bizim hedefe varma yöntemimiz var daha onu anlayamadınız. Sizin ise çabanız var. Yanlış görüşleriniz savunalım derken ileri gidemiyorsunuz size bundan kurtulmamız için yardımcı olmaya çalışıyoruz. Ne kadar yararlı olduğunu bilmiyorum. -En doğru biziz gibi bir iddiamız yok. Ancak bizim basit uygulamalarımızdan elde ettiğimiz sonuçlar bile sizin iddialarınız ile örtüşmüyor. Elbette siz iddianızı sürdürebilirsiniz. Bizim söyleyebileceğimiz şey, buyurun yarışalım olur. Deneyelim, hangisi çalışıyor ve fayda üretiyorsa o varlığını sürdürür. Biz de bu arada eksiklerimizi görür ve düzeltme fırsatı buluruz. - Biz yarım asırdır Sermaye ile yönetimle boğuşarak yaşıyoruz. Biz sermayeye saldırmadık. Devlete karşı gelmedik. Her ikisinin zulmüne ses bile çıkarmadık. 50 milyar dolarlık satın aldığınız teri devlet sırf Kuran ehliyiz diye Yaşadıklarını bırakmadılar. Kapitalizm sistemine aktarırsanız sermaye size ayırdığı kadar büyütür. Sonra orda durdurur. Sisteminiz dünyaya yayılmaz. Bizim sistem adil düzendir. Filen yayılmamış olsa bile fikren tüm dünyanın dilindedir “Hiç bilenler ile bilmeyenler bir olur mu?” (Zümer Suresi 9. Ayet) Saygılar sunuyoruz. Ben sizi asla aşağılamıyorum. Sadece yanlışlarınıza saldırıyorum. Çok doğru olduğunu da iddia etmiyorum. Ben tüm yakınlarımla ilgilenirim. Hiç methetmem hep tartışırım. Rahatsız ettiğimiz için özür dilerim. |