Canlılar doğarlar, yaşarlar, yaşlanırlar ve ölürler. Sonra onların yerine yenileri gelir. Yeniler farklı genler almışlardır, dolayısıyla tür olarak benzerler ama hiçbir bireyin DNA’sı başka birinin DNA’sına benzemez.
Topluluklar da canlıdır. Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlılardan doğmuştur ama onun yüklendiği DNA’lar farklıdır. İmparatorluk yıkılmış ve yeni devlet Batı’dan da genler almış olan askerler tarafından kurulmuştur.
İmparatorluk yıkılınca Anadolu halkı bu yenilmeyi hazmedemedi, hassaten din adamları inançlarına bu yenilgiyi sığdıramadılar, esnafı organize edip onları toparladılar. Dağdaki eşkıyayı da organize edip Kuvayi Milliye çetelerine döndürdüler. Böylece Anadolu’da halk hareketi başladı. Askerler bu durumdan yararlanarak Kuvayi Milliyenin başına geçtiler. Yahudiler de Anadolu’nun Hıristiyanların eline geçmesini istemiyorlardı, ileride burasını İsrail imparatorluğuna eklemeyi planlamışlardı. Hıristiyanlardan geri alamazlardı.
Sermaye, İslâmî bir hayat yaşamayan, kabiliyetli bir general olan Mustafa Kemal’i başa geçirmek istedi. Diğer komutanlar da bunu kabul ettiler. Böylece İstiklâl Savaşı kazanıldı. Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı imparatorluğunun ulus devlete dönüşmüş bir şekli olarak kurulmuş oldu. Cumhuriyet’in kurucuları Lozan’da gizli sözler verdiler, inkılâplar o istikamette yapıldı. Ne var ki devleti Türk askerleri kurdu, yasaları onlar yaptı. Cumhuriyet bu inkılâpların etkisinde gelişti.
Cumhuriyet’in DNA’ları (irsi yapısı) Osmanlılar zamanında oluşmuştur. Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları kitabında özetlemişti: “a) Türk ulusundanım. b) İslâm dinindenim. c) Batı uygarlığındanım.” Madde olarak zikretmedi ama bağımsız devlet olarak varım dedi, Osmanlıcılıktan bahsetmedi.
Mustafa Kemal, Türk ulusunu tanımlarken dört temel kural koyuş, Lozan Anlaşması’nı buna göre yapmış, sonra da devleti oluştururken hep bu dört ilkeye dayanmıştır.
1) Anadolu ve Trakya devleti. Ulusun yurdu burasıdır. Biz bu yurt üzerinde muasır medeniyetin üstünde devlet kuracağız, belki insanlığa önder olacağız ama asla onlara hükmetmeyecek, onların topraklarına girmeyecek, onların içişlerine müdahale etmeyeceğiz. “Yurtta sulh cihanda sulh” ilkesini benimseyeceğiz. Türkiye’de yaşayan Türk ulusundandır. Dışarıda kalan Türklerle ve Müslümanlarla bizim ilişkimiz diğer halklarla aynıdır.
2) Mustafa Kemal’e göre ikinci unsur da Türkçe konuşmaktır. Devlet dili Türkçedir. Halkın konuştuğu dil esas alınacak, devlet dili olacak ve Türkçe başka dillerden aşağı dil olarak görülmeyecek, her vatandaş Türkçeyi bilecek, Türkçe okuyacak, Türkçe askerlik yapacaktır.
3) Mustafa Kemal’in ulus kavramında dayandığı üçüncü ilke ise Türk olma şuurudur. Türküm demek gerekir. Babasının Türk olması gerekmez. Hangi ulustanım dersen o ulustan olursun. Bunun için “Ne mutlu Türküm olana” denmemiş, “Ne mutlu Türküm diyene” denmiştir.
4) Mustafa Kemal’in dayandığı dördüncü ilke de Müslüman olmadır. Din olarak İslâmiyet’i kabul etmiş olmak gerekir. Gerçi Lozan’da gizli anlaşma yapanların verdiği söze göre Türkiye’de dinsizleştirme olacaktı. Ama o bunu takiyye olarak yapmış, daima Türkiye’yi bir İslâm devleti ve hattâ Hanefi mezhebi mensubu yapmıştır. Bunun için:
a) Lozan’da bir Türk olarak değil bir Müslüman olarak masaya oturdu, karşısında Türk olmayanlar değil Müslüman olmayanlar vardı. Kimliğini İslâmiyet’in mümessili olarak ortaya koydu, hattâ bunu kimse ile paylaşmadı, Osmanlı halifesi ile bile paylaşmadı, tüm İslâm âlemini ben temsil ederim dedi.
b) Türkiye’ye hicret eden bütün Müslümanları Türk diye kabul etti. Türkiye’ye hicret edenlerin çoğu Türkçeyi Türkiye’de öğrendi. Buna karşılık Müslüman olmayan Türkleri de mübadele ile Türkiye’den uzaklaştırdı. Böylece Türkiye’yi Müslümanların ülkesi hâline getirdi, 1071’de Malazgirt’te Alpaslan’ın başladığı işi 1924 yılında tamamladı.
c) Türkiye’de medreseleri ve tarikatları kapattı ama camilerde beş vakit namazın kılınmasına dokunmadı. Kur’an dersleri sürdürüldü. Böylece Türkiye’nin İslâm hüviyeti korundu.
d) En faziletli ve bilgili din âlimlerinin İslâmiyet’i Türkçe olarak ele almasına imkân verdi. Tercüme ve telif furyasına girişildi. Bediüzzaman’ın Risale dersleri de bu hareketin devamı olmuştur.
İşte, Cumhuriyet devletinin DNA’ları bunlardır. Türkiye Cumhuriyeti devlet olarak var olduğu müddetçe bu yapı değişmez. Bizim “devlet inkılâpları” dediklerimiz bunlardır ama bunlar bir kişinin değil, “devletin inkılâpları”dır.
Süleyman KARAGÜLLE