İnsanlık uzun zaman “şahıs/kişi yönetimi” ile yönetildi. Henüz yazı icat edilmemişti. Kurallar vardı ama bu kurallar ağızdan ağza aktarılıyor, topluluğun töreleri halinde oluşuyor ve yaşıyordu. Halk kabileler halinde örgütlenmişti. Her kabilenin bir başkanı vardı, yönetim bu başkan tarafından yapılırdı, bütün yetkiler onda toplanmıştı. Uzun seneler böyle bir hayat sürdürüldü.
Sonra “ikinci dönem” başladı. Bu dönemde “yazı” icat edilmişti. Artık uzak yerlere mektup gönderilerek emirler verilebiliyordu. Artık bir neslin müktesebatı değişmeden uzun nesiller sonrasına duyurulabiliyordu. Hem topluluklar büyüdü hem de uygarlık üst üste bindi ve insanlık çabuk gelişmeye başladı. Gene daha önce olduğu gibi “kişi yönetimi” vardı, çünkü kuralları kişiler koyuyordu ama topluluklar artık “emirlerle” değil “kurallarla” yönetilmeye başlandı. Eskiden başkan topluluğun bütün fertlerini tanıdığı halde, başkan artık yönettiği kimseleri tanımıyordu. Başkan “kurallar” koyuyor, görevlileri atıyor, görevliler o kurallara göre ülkeyi yönetiyordu. Hazreti Nuh Peygamber zamanında başlayan bu “kurallarla kişi yönetimi” Firavun’un boğulmasına kadar sürmüştü.
Hazreti Musa’ya gelen Tevrat’tan itibaren “yönetim” ile “yasama” birbirinden ayrıldı. Kuralları artık başkanlar koymuyor, başkanlar başkalarının koydukları kuralları uyguluyorlardı. Bu durum iki şekilde gelişti. Peygamberler kuralları “kitap” hâlinde koymuşlar, bu kitapları “vahiy” ile aldıklarını savunmuşlar, yöneticiler toplulukları bunlarla yönetmişlerdir. Yahut kuralları halkın temsilcisi olan sosyal grup temsilcileri anlaşarak koydular ve yöneticiler onların koyduğu kuralları uyguladılar. Bu döneme “yazılı kurallar dönemi” diyoruz. Bu sistem de günümüze kadar gelişerek uygulanır olmuştur. İkinci dönem “peygamberler dönemi”dir. Üçüncü dönem “kitaplar dönemi”dir. Bu dönemin özelliği, kitapları yorumlamanın yine kişiler tarafından yapılmış olmasıdır.
Bundan yüz sene evvel insanlar saatte en çok 10 kilometre yol alabiliyordu, en çok 100 metreye ses duyurabiliyordu, en çok bir salonu aydınlatabiliyorlardı, en güçlü araç su değirmenleri idi. Bugün ise telefonla Ay’da olanlarla bile görüşebiliyoruz. 10 kilometreyi şimdi dakikada rahatlıkla aşabiliyoruz. Sokaklarımız ve yollarımız aydınlanıyor, gece gündüze dönüşmüştür. Yazının yerini şimdi “bilgisayar” almıştır. Bir asır içinde teknik imkânlar binlerce defa artmış bulunmaktadır.
BUNDAN SONRA NE OLACAKTIR?
Artık insanlar hazır kitaplarla yönetilmeyecektir. Kitapların yani kanunların yerini “sözleşmeler” alacaktır. Ben, sen, o sözleşmeler yapacak ve o sözleşmeler bizim şeriatımız olacaktır. Ortak sözleşmeleri olanlar topluluk oluşturacaktır. Oluşmuş ortak sözleşmelere uymak istemeyenler o topluluğu terk edeceklerdir. Öyle uluslararası dayatmalar, devlet kanunları, il kanunları olmayacaktır. Bine yakın ailenin oluşturduğu “bucaklar”dan her biri “kendi sözleşmelerini” kendileri oluşturacak, böylece yeryüzündeki bir milyon bucak ayrı ayrı ortak sözleşmelerle yerinden yönetilecektir. Bucağını beğenmeyen başka bucağa hiçbir sıkıntı çekmeden göç edebilecektir. İl merkez bucakları olacak, bunlar iç güvenliği sağlayacaklardır. Ülke merkez bucakları dış savunmayı yapacaklar, insanlık ise uygarlaşmada yarışacak.
Bundan sonra yasaların yerini “sözleşmeler” alacak, bürokrasinin yerini de “hizmetliler” alacak, hizmetlileri halk seçecektir. Nizaları tarafların seçtiği “hakemler” ile onların seçtiği “başhakemden oluşan heyet” çözecektir. Silahlı güç hakem kararlarının bekçisi olacaktır. İşte, biz bu düzene “ADİL DÜZEN” diyoruz. Adil demek “denge” ve aynı zamanda “barış” demektir. İslâm düzeni baştan beri barış düzenidir. Adil Düzen ise İslâm düzeninin dördüncü versiyonudur. Adil Düzen’e karşı çıkanlar bu dördüncü uygarlığı durdurmak isteyen zavallılardır. İnsanlığın bu akışını değiştirmeniz mümkün değildir.
Not: “III. BİNYIL UYGARLIĞI NASIL GELECEK” makalemi de tavsiye ederim; www.akevler.org sitemizin “Makaleler” bölümünden okuyabilirsiniz.