Büyük devletler komşularının küçük devletlere ayrılmasını isterler. Bu sayede onlara daha kolay söz geçirir, gerektiğinde daha kolay işgal edebilirler.
Olağan devletler ise komşularının güçlü devlet olmasını isterler. Bunlar etkin devletler olmazlarsa barışçı devletler oluyorlar ve komşuları ile iyi geçinmek zorundadırlar. Etkin devletler saldırdıklarında önce onlar savunma yaparlar.
Biz isteriz ki güçlü İran devleti olsun; Çin’den veya Hindistan’dan gelecek saldırılara o dirensin.
Biz isteriz ki güçlü bir Kafkas devleti olsun; Rusya’dan gelecek saldırılara karşı bizden önce o savaşsın.
Biz isteriz ki güçlü bir Balkan devleti olsun; Avrupa’dan gelen saldırılara karşı o savaş versin.
Biz güçlü Irak isteriz... Biz güçlü Suriye isteriz...
Bundan dolayıdır ki Irak’ın parçalanmasına karşı olmalıyız.
Ermenilerle Azerilerin barışmasını isteriz.
Yunanlılarla bizim aramızın açık olmasını istemeyiz. Hatta bunun için Kıbrıs’ı Yunanlılara bırakırız; Batı Trakya’yı alır, orasını veririz.
‘Yurtta sulh cihanda sulh’ demek bu demektir.
Tabii biz ekin devlet olamayacaksak bu böyledir ama biz Osmanlıların halefi olarak etkin devlet olacaksak, o zaman tam tersi bir politika izleriz. Komşularımızın küçük devletler şeklinde olmasını isteriz.
Hangisini yapmalıyız?
Herhangi bir konuda karar vermek için önce durum değerlendirmesi yapılır. Dünya nereye gidiyor; süper güçlerin yönetimine mi, yoksa demokrasiye mi?
Gelecekte eğer dört beş süper güç dünyaya hâkim olacaksa, o zaman bizim bu güçler arasında yer alma çabamız yerinde olur. Başarırız, başaramayız, bilinmez ama ‘Ya istiklal ya ölüm’ deriz ve kendi etkin gücümüzü ve devletimizi kurmaya çalışırız.
Türkiye Avrupa Birliği’ne girme kararını verince etkin güç ve etkin devlet olma iddiasından vaz geçti demektir.
Şunu açıkça iddia ediyorum; tarihi gelişmelere dayanarak iddia ediyorum; Kur’an’dan öğrendiklerime dayanarak iddia ediyorum: Merkezi yönetim sona eriyor. Artık büyük devletler olmayacak. Artık büyük firmalar olmayacak. Dünyayı ne sermaye ne de siyaset yönetecek. Sermaye mübadeleyi sağlayacak, siyaset güvenliği sağlayacak. Üretim ve tüketim ise ilme ve imana dayanacak.
-Cenabı Allah’a inanıp ilahi kitaplara kulak verenler etkin olacaklardır.
-Müsbet ilimlerin verilerine göre hareket edenler etkin olacaklardır.
-Devletle hükmeden değil hizmet eden kuruluşlar olacaktır.
-Sermaye tekeli değil serbest piyasa bunu sağlayacaktır.
Bugün arz ve talep kanunları çalışmıyor. Bunun sebepleri vardır. a) Depo edilemeyen mallar ortaya çıkmıştır. b) Yatırımlar ekonomiye hâkim olmuştur. c) Garanti sorunu çözülememiştir. d) Küçük firmalar genel hizmetleri yapamıyor. Bu sebeplerle tekel zorunlu olmuştur. Bu sebeplerle arz ve talep kanunları çalışmıyor.
Akevler’de geliştirilen Adil Düzen bu sorunları çözdüğünü iddia etmektedir. Bugün fiyat ile malın çarpımı parayı tanımlamaktadır. Ücret ile emeğin çarpımı parayı belirlemektedir. Oysa Adil Düzen’de mal ve emek “mal senetleri ile fiyatlandırılmaktadır. Ücretlendirilmektedir. Para ise senetlerin fiyatları ile belirlenmektedir. Senetler sayesinde tüm arz ve talep kanunları tam olarak çalışmaktadır.
Örnek olarak elektrik depolanamıyor ama senedi depolanıyor, Eylülün 15 inde 100 kilovat saat enerjisinin senedi piyasada mal olup alınıp satılıyor.
Türkiye etkin devlet olmak istiyorsa Adil Düzen’i bir an evvel uygulamaya koymalıdır.