Ülkede eğer enflasyon önlenebiliyorsa dövizin yükselmesi ülke için çok kârlıdır. Dolar yükselince ihracat kârlı, ithalat zararlı olmaya başlar. Böylece ülkede üretim patlaması olur. İhracat malları kâr edeceği için firmalar üretimi artırırlar. Dolayısıyla işsizlik ortadan kalktığı gibi halkın eline daha çok para geçer. İthalat azalınca yerli mallar rağbet görmeye başlar, bu sayede daha fazla yerli işletmeler ve boş yerler de faaliyete geçmiş olur. Böylece ülkede tam istihdam sağlandığı için bütçe açığı da kapanır, tersine fazlalık vermeye başlar. İhracatın artması demek, ülkeye gereğinden fazla dolar gelmesi demektir. Bunun sonucu dışarıdan borçlanma yerine, dışarıya borç verme durumuna geçilir. Bu hususu Turgut Özal bizzat kendisi bana anlatmıştı ve 1970’lerdeki bir dönemde ülke dolarla dolmuştu.
Bir de buna ilaveten yabancıların gelip çalışmalarına izin verilirse yani yabancıların çalıştırma yasağı kaldırılır herkese dolaşım izni verilirse, o zaman yabancı işçi ülkemize gelir, çalışmaya başlar ve emek payını alıp götürür, sermaye payını bize bırakır. Normal ekonomide tesis kira payları ile işçilik payları birbirine eşittir. Böylece ülkemizde çalışan her işçi atıl olan topraklarımızı ve makinelerimizi harekete geçireceği için ülkemiz birden dünyanın en ileri ekonomisine ulaşır.
Hammadde pahalı girecektir diyenler olur. Hammaddenin pahalı veya ucuz girmesi bize etki etmez. İhracat ve ithalat dengesini sağladıktan sonra pahalı hammaddeye pahalı mamul, zaten kâr da buradan doğar, bu arada emek de pahalanmış biz fazla ücret almış oluruz.
Asıl sorun ülkede istikrarlı parayı oluşturmamakla olur. Bunu da altın bonolarla ve TL ile ödeme ve altın değeri ile borçlanma ilkesi ile çözmüş oluruz.
Dövizin pahalılaşması ile doğacak tek sorun borç sorunudur. Dolar 100 liradan 400 liraya kadar çıkarsa, borcumuz dört misli artacağı için artık borçları ödeyemez hâle geliriz.
Sermaye Osmanlı İmparatorluğu’nu bununla çökertti. Oynadığı oyun çok basitti. Devletleri savaştırıyor. İki tarafa da savaş kredisini veriyor. Sonunda borçlanan ülke savaşı kazansa da Sermaye’ye teslim oluyordu. Duyun-u Umumiye’yi kuruyor ve imparatorlukları deviriyordu. Sermaye şimdi de bu oyunu oynamaktadır. T.C.’yi savaşa sokmasa bile, dolar krizi ile ekonomiyi çökertmektedir.
Yap-işlet-devret modelinde müşteri garantisini vermek, devleti yıkma oyununun temelini teşkil eder. Bu hususta yeterli bilgim olmadığı için şimdi bir şey söylemeyeceğim, ilerideki makalelerimde buna da değinirim.
Ben şimdi size dış borç sorununu nasıl çözeceğimi maddeler hâlinde arz edeceğim.
Her zaman söylediğim gibi; makalemi birkaç defa düşünerek okursanız anlamamanız için hiçbir sebep yoktur. İktisadı bilmeseniz bile onu da öğrenmiş olursunuz.
Dış borçlar için dört çözümümüz vardır
a) Dış borcu iç borca çevirirsiniz. Vatandaşa altın değeri ile faizsiz kredi verecek ama borcu ona yükleyeceksiniz. O dışarıda iş yaptığı için orada kazanır ve borçları kapatır. Mesela Kırgız işçiyi Libya’da çalıştırır.
b) Nakit borcunu mal borcuna çevirirsiniz. Yabancı devletlere her yıl ödenmek üzere belli malları taahhüt edersiniz. Örnek olarak Çin’e Türkiye’den alacağı malları vaat edersiniz, karşılığımda onda mevcut dolarları alıp borçları kapatırsınız yahut havale edersiniz.
c) Kredi borcunu iştirak borcuna çevirirsiniz. Siz toprağı koyarsınız. O da tesisleri kurar. Böylece köprüden gelen geliri örnek olarak yarıya bölüşürsünüz. Köprü yap işlet modeli yerine ortaklık modelini kullanmalıyız. Köprü yenileninceye kadar siz de o da kazanmaya devam eder. Beraber yapalım, kiraya verelim, bölüşelim. Ortak olalım. Bizden toprak, sizden makine. Zor mu? Sözlerim anlaşılıyor mu?
d) Faiz borcunu kredileşme borcuna çevirirsiniz. Borçlar altın, buğday veya demir değerleri üzerinden olsun veya işçilik üzerinden olsun. Faizsiz olsun. Siz bize ne kadar altın kullandırırsanız, biz de size o kadar kullandıralım. Böylece doları olanlardan aldığımız dolarla dış borçlarımızı kapatalım.
Geçici ve kısa vadeli, geniş uzlaşmayı içermeyen anayasa çalışmalarını bir tarafa bırakarak biraz da bizim size sunduğumuz ilmî çözümlere kulak veriniz.
Muhalefetin yerinde olsam Meclis’e girmem, iktidarı rahat bırakır, çözümler üretir, yarın ve ilk seçimlerde halka arz ederim. Halk oy verirse uygularım, vermezse de ben görevimi yapmış olurum.