T Ü R K İ Y E
KRİZLERDEN
NASIL ÇIKAR?
DÖRT TEMEL SORUN
A- İŞSİZLİK SORUNU
B- ENFLASYON SORUNU
C- BÜTÇE AÇIĞI SORUNU
D- DIŞ BORÇLAR SORUNU
VE
Ç Ö Z Ü M
Ö N E R İ L E R İ
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
REŞAT NURİ EROL
İ Ç İ N D E K İ L E R
DURUM
1. TÜRKİYE AVRUPA İÇİN MÜZMİN BİR SORUNDUR
2. BARIŞIN TEMİNATI KUVVETTİR
3. CUMHURİYET, İSTİKLÂL SAVAŞI'NI YAPANLARIN KURDUĞU BİR REJİMDİR
4. HER ŞEYİN VAKTİ VARDIR
YAPILMASI GEREKENLER
ÜLKEMİZİN BUGÜN DÖRT TEMEL SORUNU VARDIR
- İŞSİZLİK SORUNU
- ENFLASYON SORUNU
- BÜTÇE AÇIĞI SORUNU
- TÜRKİYE'NİN EN BÜYÜK SORUNU DIŞ BORÇLARDIR.
DEVLET BU BORÇLARI NASIL KARŞILAYACAKTIR?
I- İŞSİZLİK SORUNU
1. RESMİ ÜCRET:
2. KİŞİNİN BİR İŞTE ÇALIŞTIĞI ZAMAN ALACAĞI KREDİ:
3. ŞİMDİ RESMİ ÜCRETLERİN UYGULAMA YERLERİNİ TESBİT EDELİM:
4. GENEL SİGORTA SİSTEMİNİN ÇÖZDÜĞÜ BİRÇOK SORUNLAR OLACAKTIR:
5. RESMİ FİYAT:
6. DEĞERLER DÖRDE AYRILIR:
7. PARALARIN PİYASAYA SÜRÜLMESİ:
8. HİSSE SENETLERİ TOPRAK PARASI İLE ALINIP SATILIR:
9. TÜKETİM MALZEMELERİ BUĞDAY PARASI İLE ALINIP SATILIR:
10. İHALE SİSTEMİ:
11. MALA - MAL MAĞAZALARININ TESİSİ İLE
BİR FİYATLANDIRMA SÖZKONUSUDUR:
12. MALA-MAL MAĞAZALARININ BAŞKA BİR YARARI İSE
ENFLASYONSUZ ÜRETİMDİR:
13. MALA-MAL MAĞAZALARI MAĞAZALAR ZİNCİRİNDEN OLUŞUR:
14. HALKA TÜKETİM KREDİSİ:
15. GENEL HİZMETLER
0) SORUMLU HAKEM/ BAŞKAN:
1- KAYIT HİZMETLERİ:
1.) EVRAK KAYITLARI
2.) DEMİRBAŞ KAYITLARI
3.) ZİMMET KAYITLARI
4.) ENVANTER KAYITLARI
2- DAYANIŞMA HİZMETLERİ
1.) İLMÎ DAYANIŞMA
2.) MESLEKÎ DAYANIŞMA
3.) AHLÂKÎ DAYANIŞMA
4.) SOSYAL DAYANIŞMA
3- DEĞERLERİN MUHAFAZASI
1.) AMBAR
2.) KASA
3.) ARŞİV
4.) UYARI
4- İLETİŞİM HİZMETLERİ
1.) BASIN
2.) YAYIN
3.) ULAŞIM
4.) HABERLEŞME
5- BAKIM HİZMETLERİ
1.) PLAN-PROJE
2.) SAĞLIK
3.) BAKIM
4.) GÜVENLİK
6- YARGI HİZMETLERİ
1.) NOTERLİK
2.) KONTROL
3.) SORUŞTURMA
4.) HAKEMLİK
16. ÇALIŞMA KREDİSİ
II- ENFLASYON SORUNU
1. ENFLASYON ALTIN İLE ÖLÇÜLMELİDİR:
2. ENFLASYONUN DEĞERİ ALTIN İLE TESBİT EDİLECEKTİR:
3. KREDİLER ENFLASYON KRİTERİ ÜZERİNDEN VERİLMELİDİR:
4. ENFLASYON SORUNU NASIL ÇÖZÜLÜR?
5. DEVLET BÜTÜN BORÇ VE ALACAKLARI YÜKLENMELİDİR
6. DEVLETİ ŞU ŞEKİLDE TANIMLAYABİLİRİZ:
7. YAPILACAK İŞLER:
8. DEVLET ALACAKLISININ ALACAKLARINI NASIL TAHSİL EDECEKTİR?
9. ENFLASYONUN ASIL KAYNAĞI FAİZDİR.
10. ENFLASYON SORUNUNUN ÇÖZÜMÜ
11. FAİZSİZ İŞLETME NEDİR?
III- BÜTÇE AÇIĞI SORUNU
1. DEVLETİ KÜÇÜLTMEDEN GİDERLERİ KÜÇÜLTMENİN SIRRI BULUNACAKTIR
2. MİLLİ HÂSILAYI ARTIRARAK KAMU PAYINI ARTIRMAK
İSLÂMİYET’İN GETİRDİĞİ VERGİ SİSTEMİ
KAMU GELİRLERİNİ ARTIRMANIN ÇOK AÇIK İLKELERİ VARDIR:
3. DEVLET BÜTÇESİNİ KAPATMAK GİDERLERİN GELİRLERE EŞİT HÂLE GETİRİLMESİDİR
4. DENK BÜTÇENİN SIRRI, BÜROKRATIN YERİNİ SERBEST MESLEĞİN ALMASIDIR
GENEL HİZMETLERİ
KAMU HİZMETLERİ OLARAK
YENİDEN GÖZDEN GEÇİRELİM:
1- KAYIT İŞLERİ
a) NÜFUS İDARESİ
b) TAPU - TESCİL
c) MUHASEBE
d) MALİYE
2- EĞİTİM İŞLERİ
a) OKULLAR
b) MESLEK OKULARI
c) ASKERİ EĞİTİM
d) DİNİ OKULLAR
3- HAZİNE İŞLERİ
a) ARŞİV VE İSATİSTİK
b) TEBLİĞ VE UYARI
c) AMBAR VE BÜTÇE
d) BANKA VE KREDİ
4- İLETİŞİM İŞLERİ
a) BASIN
b) YAYIN
c) ULAŞIM
d) HABERLEŞME
5- KORUMA İŞLERİ
a) BAKIM
b) PLAN
c) SAĞLIK
d) GÜVENLİK
6- YARGI İŞLERİ
a) NOTER
b) EKSPERLİK
c) SORUŞTURMA
d) HAKEMLİK
7- YÖNETİCİLİK/ BAŞKANLIK
IV- DIŞ BORÇLAR SORUNU
TÜRKİYE’NİN EN BÜYÜK SORUNU DIŞ BORÇLARDIR.
DEVLET BUNU NASIL KARŞILAYACAKTIR?
1. TÜRK PARASININ DEĞERINI YÜKSELTEREK DOLARI SATIN ALABILIRIZ. TÜRK LIRASININ ALTIN KARŞISINDAKI DEĞERI ALTININ HAZINEDEKI STOKU ILE BELIRLENIR. TÜRK LIRASININ DEĞERINI ALTINA GÖRE SABIT TUTACAK ŞEKILDE DOLARI ALIP SATAR. EĞER EKONOMI IYI GIDIYORSA MERKEZ BANKASINDA DOLAR STOKU OLUŞUR. BUNUNLA BORÇ ÖDENİR.
2. DEVLETİN ELİNDE KİT’LER VE VAKIFLAR VARDIR. BUNLARI HALKA SATAR. HALKIN ELINDEKI ALTINLARI VE DOLARLARI TOPLAR, BUNUNLA DIŞ BORÇ ÖDENIR. AVRUPA BANKALARINDAKI TÜRKLERIN MEVDUATI TÜRKIYE’YE GELIR.
3. DEVLETİN ELİNDE KULLANILMAYAN VE BOŞ DURAN HAZİNE YERLERİ VARDIR. BUNLARA ALTYAPIYI GETİRİR VE HALKA SATAR. BÖYLECE DIŞ BORÇLARINI ÖDER.
4. DEVLETİN ELİNDE SAYFİYELİK ORMANLAR VE KIRLAR VARDIR. GÜNEŞİ VE YEŞİLİ İLE TÜRKİYE İDEAL DİNLENME YERİDİR. ORMANLIK VASFINI YİTİRMEMEK, HATTA AĞAÇLANDIRMAK ŞARTI İLE BUNLARI YABANCILARA SATAR VE ONLAR ÜLKEMİZDE YAZLIK EDİNİRLER. BÖYLECE DIŞ BORÇLAR DA ÖDENİR.
BİR KTİBAS
DURUM
1. TÜRKİYE AVRUPA İÇİN MÜZMİN BİR SORUNDUR
Bir) Türkler daha Müslüman olmadan önce Avrupa’yı istila etmişler ve onlara hükmetmişlerdir.
İki) Türkler Müslüman olmadan önce Bizans İmparatorluğu'nu yıkmışlardır.
Üç) Türkler Viyanalara kadar gitmiş ve Avrupa'nın tümünü tehdit altına almışlardır.
Dört) Türkiye dünyanın merkezindedir, süratle büyümekte ve gelişmektedir.
Türkiye üçüncü dünya ülkeleri için bir ümit kaynağıdır.
Batı için ise çözülmesi gereken bir sorundur.
Bunun böyle olması ne bugünkü bizlerin eseridir, ne de bugünkü Batılıların eseridir.
Tarihin bir mirasıdır.
Bizler işte böyle bir dünyada yaratılmış bulunuyoruz.
BİR FIKRA:
Yılan çocuğu ısırmış ve öldürmüş. Annesi de yılanın kuyruğunu koparmış.
Anne yılana; “Gel dost olalım” demiş. Bunun üzerine yılan:
"Sende o evlat acısı, bende de bu kuyruk acısı olduğu sürece bizim dostluğumuz olmaz." demiş.
Biz bunun böyle olmasını istediğimiz için değil, bu böyle olduğu için kabul ediyoruz.
2. BARIŞIN TEMİNATI KUVVETTİR
Uluslararası denge adalete değil kuvvete dayanır. Siz kuvvetli olursanız, adil olmanız işe yarar. Güçsüz olduğunuz zaman adil olmanız bir işe yaramaz. Adalet ülke içinde geçerlidir. Onun teminatı da yine kuvvettir. Türkiye'yi güçlendirmenin dışında her şey barışı değil savaşı dâvet eder. İyi geçinmekle barış sağlanamaz. Amerika bizim onun sözünü dinlememizle dostumuz olmaz, güçlü isek dostumuz olur. Biz de Amerika'yı niçin dost yapmağa uğraşıyoruz; güçlü olduğu için.
3. CUMHURİYET İSTİKLÂL SAVAŞI'NI YAPANLARIN KURDUĞU BİR REJİMDİR
Onu değiştiremeyiz. Bir devlet bünyesini ancak yıkılırsa değiştirir.
Hakimiyet-i Milliye; bunun tavizi olmaz.
Kuvva-yı Milliye; bunun tavizi olmaz.
Vahdet-i Kuvva; Meclisin her şeye hâkim olması, Meclisin üstünde gücün olmaması.
Bunun da tavizi olmaz.
Müsbet İlim; Müsbet ilme aykırı herhangi bir uygulamanın başarı şansı sıfırdır.
Zaten müsbet ilim bu demektir.
Ve Altıok; Cumhuriyet Lâiklikle, Devletçilik Halkçılıkla, Milliyetçilik İnkılâpçılıkla dengelenmiştir. Bunlardan herhangi birinden vazgeçemeyiz. Üç boyutlu uzay misali parçalanamaz.
4. HER ŞEYİN VAKTİ VARDIR
Günü gelince yapılmayanlar ve kullanılmayan fırsatlar geri gelmez.
Sonraki ağlamalar da hiçbir fayda vermez.
Bir) 28 Şubat, Mustafa Kemal'in ifadesi ile; gaflet, dalâlet, hatta ihanet örneğidir.
İki) Refahyol Hükümeti'nin başarısızlığı o badireyi getirdi. Ondan sonra gelen Mesut Yılmaz Hükümeti de bir şey yapamadı. Sonunda sizin hükümetiniz geldi.
Üç) Seçimler ve hükümetinizin oluşması ihanete dayanmıyor. İyi niyetle yapılmıştır. Ama fiyasko ile bitmiştir.
Dört) Yeni uygulama ihanettir. Ülkeyi bir başka ülkenin sorumsuz valisine teslimdir. Siz artık bu ihanetin içinde olmamalısınız.
YAPILMASI GEREKENLER
Halihazır durumu, son ihanet tablosunu anlatmamıza gerek yoktur.
Bunu siz de çok iyi biliyorsunuz.
Biz şimdi size yapmanız gerekenleri anlatmak istiyoruz.
Bir) İlmi heyet kuracaksınız. Bu heyet çalışıp çözüm yolları arayacaktır. Bizim çözüm önerilerimiz hazırdır. Programımız hazırdır. Bunları hiçbir karşılık beklemeden sizlere aktarmaya hazırız. “Siz bunu kabul edin ve uygulayın” demiyoruz; sadece “bizi de dinleyin” diyoruz. Yine size, “yalnız bizi dinleyin” demiyoruz. Çözüm önerileri getiren herkesi dinleyin. Amerikalıları da dinleyin. Bilginin daima faydası vardır. Hiçbir faydası olmasa bile, karşı tarafın düşüncelerini öğretirsiniz.
İki) Genel valinin önerilerini de dinleyin ve doğrularını hemen onaylayın, yanlışı varsa tartışın. İlmin gücü vardır. Onu yalnız cehalet yener. Yoksa ilmi hiçbir güç yenemez. Kemal Derviş Beyin dediklerine anlamadan evet demeyin. Her önerisini ilim yoluyla değerlendirin ve ona ulaştırın. Siz desteğinizi yine devam ettirin. Ancak onun formülleri de iflas ederse ümitsizliğe kapılmayın, elinizde çözümler bulunsun.
Üç) Başkalarının talimatı ile hareket etmeyin. Fatura onlara çıkmıyor, sizi seçen halka çıkıyor. Katolik nikahı ile bağlı bir koalisyon anlayışından vazgeçin. Başarısız bir koalisyon artık ümit değildir. Başarılı koalisyonlara doğru gidin.
Dört) Ülke hepimizindir. Kim sorunların çözülmesinde katkıda bulunmak istiyorsa onu değerlendirin. Daha doğrusu onlarla işbirliği yapın. Biz kimseden kaçmıyoruz. Siz neden bizden kaçıyorsunuz? Siz vatandaşlara sırt çevirmiş ve Amerikalılara angaje olmuşsunuz. Hatadasınız. “Fazilet dinlensin!” dediniz. Fazilet dinlendi, ama siz debelendiniz. Oysa bu memlekete kim yararlı katkı yapmak istiyorsa ortak olsun ve katsın.
ÜLKEMİZİN BUGÜN
DÖRT TEMEL
SORUNU VARDIR
A- İŞSİZLİK SORUNU:
Bunu önemli sorunu çözmenin çok basit yolu vardır:
Çalışana Kredi ve Ortaklık.
Bir) Herkesin bir resmi ücreti olacaktır. Biri herhangi bir işverenin yanında çalışırsa onun ücretini devlet ödeyecek ve işvereni borçlandıracaktır.
İki) Devletin her mal için resmi fiyatı olacaktır. İşveren isterse işçinin resmi ücreti karşılığı nakdi verecek, isterse mamulünden resmi fiyattan malı verecektir.
Üç) Halka tüketim kredisi verilecek, devre başında siparişler alınacak ve verilecek. Böylece herkes işini ve aşını bulmuş olacaktır.
Dört) İnşaatta çalışanlara çalışma kredisi verilecektir. İmar planı devletçe yapılacaktır. Artan emek yatırımda değerlendirilecektir.
B- ENFLASYON SORUNU:
Enflasyonu hemen kesmek mümkün değildir. Etkileri yok edilebilir.
Bir) Bütün vatandaşların borç ve alacakları devletin borç ve alacaklarıdır. Tüm cebri icralar durdurulmuştur.
İki) Bütün borçlanmalar altın gramın resmi değeri üzerinden olacaktır. Tediyeler ise Türk Lirası üzerinden olacaktır.
Üç) Krediler kârlılık esasına göre değil, enflasyonsuzluk esasına göre yapılacaktır. Karşılığında mal varsa kredi verilecektir. Bu ise enflasyon yapmaz, sadece üretimi artırır. Çünkü piyasada para çoğalır ama diğer taraftan satılık mal da çoğalır.
Dört) Faiz durdurulacak, yerine kredileşme ilkesi getirilecektir. Ön ödemeli sipariş farkı getirilecektir.
C- BÜTÇE AÇIĞI SORUNU:
Gelir kadar gider ilkesiyle bu sorun çözülecektir.
Bir) Bütçenin tüm gelirlerinin yarısı altyapı yatırımlarına harcanacaktır.
İki) Dörtte biri devletin personel dışı harcamalarına ayrılacaktır.
Üç) Dörtte biri personel giderleri olarak ayrılacaktır.
Dört) Memurlara maaş değil personel giderlerinden pay verilecektir. Hazineye giren miktar elliye bölünecektir. Böylece gelecek elli haftanın istihkakı olacaktır. Geçmiş elli haftanın istihkak toplamları bu haftanın personel payı olacaktır. Herkese ona göre haftalık çek verilecek, maaş alacaktır. Yani personelin maaşı devletin gelirleri artarsa artacak, azalırsa azalacaktır. Devletin gelirleri de halkın gelirleri artarsa artacak, azalırsa azalacaktır.
D- TÜRKİYE’NİN EN BÜYÜK SORUNU DIŞ BORÇLARDIR.
DEVLET BU BORÇLARI NASIL KARŞILAYACAKTIR?
Bir) Türk parasının değerini yükselterek, doları satın almakla bunu yaparsınız. Türk Lirasının altın karşısındaki değeri altının hazinedeki stoku ile belirlenir. Türk Lirasının değerini altına göre sabit tutacak şekilde doları alıp satar. Eğer ekonomi iyi gidiyorsa Merkez Bankası'nda dolar stoku oluşur. Bununla borç ödenir.
İki) Devletin elinde KİT'ler ve Vakıflar vardır. Bunları halka satar. Halkın elindeki altınları ve dolarları toplar, bununla dış borç ödenir. Avrupa bankalarındaki Türklerin mevduatları Türkiye'ye gelir.
Üç) Devletin elinde kullanılmayan ve boş duran boş hazine yerleri vardır: Bunlara altyapıyı getirir ve halka satar. Böylece dış borçlarını öder.
Dört) Devletin elinde sayfiyelik ormanlar ve kırlar vardır. Güneşi, havası ve yeşili ile Türkiye ideal bir dinlenme yeridir. Ormanlık vasfını yitirmemek, hatta ağaçlandırmak şartı ile bunları yabancılara satar ve onlar ülkemizde yazlık edinirler. Böylece dış borçlar da ödenir.
Bu ilkeleri sizinle tartışmak için bir seminer yapmanızı istiyorum.
Çözüm önerileri ile ilgili raporumuz ektedir.
I- İŞSİZLİK SORUNU
1. RESMİ ÜCRET:
Türkiye'de herkesin resmi bir ücret derecesi olacaktır.
Ücret derecesi tahsil, yaş ve mesleki kabiliyet ile belirlenecektir.
İlmi dereceler altıdır:
a) Başlangıç, b) Temel, c) İlk, d) Orta, e) Yüksek, f) Üstün dereceler vardır.
Yaşın etkisi ise her yıl alınan derece ile elde edilir.
Bir) Başlangıç: tahsili yoktur. 7 yaşından başlar. Yılda 5 mesleki derece alır.
İki) Temel: Okur yazardır. 3 yıllık eğitime tekabül eder. 10 yaşında başlayabilir. Yılda 6 derece alır.
Üç) İlk: Ortaokul mezunudur. 8 yıllık eğitimi vardır. 15 yaşında başlayabilir. Yılda 7 derece alır.
Dört) Orta: Lise mezunudur. 13 yıllık eğitimi vardır. 20 yaşında başlayabilir. Yılda 8 derece alır.
Beş) Yüksek: Yüksek okul mezunudur. 18 yıllık eğitimi vardır. 25 yaşında başlayabilir. Yılda 9 derece alır.
Altı) Üstün: Akademik kariyeri vardır. 23 yıllık eğitimi vardır. 30 yaşında başlayabilir. Yılda 10 ilmi derece alır.
63 yaşında ilmi derece artması sona erer.
Mesleki derece ise bir meslekteki ihtisas ve beceri karşılığı verilir.
Bir kimse birden fazla mesleğe sahip olabilir. Her birinde mesleki derecesi ayrı olur. Mesleki derecelerin tevcihi mesleki eğitim merkezlerince yapılır. Merkezi eğitim merkezleri siyasi partilerin atadıkları mesleki sınav merkezlerince belirlenir. Temel ve başlangıç ehliyetlilere mesleki dereceler ilçelerde ilk, ehliyetli olanlara ilde, orta ehliyetli olanlara bölgede, yüksek ehliyetli olanlara ülke merkezinde, üstün ehliyetli olanlara uluslararası kuruluşlarda verilir. İlmi ehliyetli olanlar ihtisas yaparak mesleki ehliyeti alırlar.
a) Üstün ehliyetliler meslekle ilgili talimatları ve standart esaslarını hazırlarlar.
b) Yüksek ehliyetliler esaslara göre projeler hazırlarlar.
c) İlk ehliyetli olanlar proje uygulamasında nezaret ederler.
d) Orta ehliyetli olanlar projeleri uygulatırlar.
e) Temel ehliyetliler projeleri uygularlar.
f) Başlangıç ehliyetli olanlar uygulamada çıraklık yaparlar.
Mesleki dereceler 1 ile 2 arasında verilir. İlmi derecelerle çarpılarak bulunur. Mesleki katsayısının toplamı parti temsilcilerine oyları nisbetinde bölüştürülür. Onlar da kendi mensuplarına bölüştürürler.
a) Devletten alınacak çalışma kredileri bu resmi ücrete göre verilir. Kişi fazla veya eksik olarak çalışabilir. Ancak alınacak kredi bu kadardır.
b) Devletin resmi işlerinde çalışırsa alacağı ücret bu resmi ücrete göre olacaktır.
c) Başka bir anlaşmaları yoksa çalışan ortaklar bir iş yapmışlarsa ortak geliri dereceleri ve çalışma saatleri ile bölüşeceklerdir.
d) Kişiler emekli olurken emekli maaşları bu dereceleri ile hesaplanacaktır. Kişi ya çalışma kredisini alır veya emeklilik maaşını alır. Çalışma kredisi resmi ücretle hesaplandığı gibi emekli maaşı da resmi ücreti ve emekliliğini istediği yaşı esas alınarak yapılır.
2. KİŞİNİN BİR İŞTE ÇALIŞTIĞI ZAMAN ALACAĞI KREDİ:
a) Yaş ve tahsile bağlı mesleki derecesi:
Bu tamamen kişinin nüfus kağıdındaki kaydı ile hesaplanır. Nüfustaki doğum tarihi esas alınır. Şüphelenilen aleyhine soruşturma açılır. Aksi sabit olana kadar bu kayıt geçerlidir. Bu derecenin alınması için herhangi bir yerde çalışmış olmak veya iş yapmak gerekmez.
b) Siyasi partilerin imtihan sonucu verdikleri resmi kabiliyet derecesi:
Bu belge temel ve başlangıç ehliyetlilere kaymakamlarca, ilk ehliyetlilere valiliklerce, orta ehliyetlilere ilgili bakanlıklarca, yüksek ehliyetlilere ilgili fakültelerce ve üstün ehliyetlilere üniversitelerce verilecektir.
c) Çalıştığı işyerinin ağırlık katsayısı:
Bir yere kredi verilmesi için işyerinin üreteceği malların standartlar ve üretim projeleri yapılmalıdır. Bu projede çalışacak kadroların sayıları ve yerleri gösterilmelidir. Hangi ehliyette kimlerin çalıştıkları belirtilmelidir. İşte bu projede işyerine bir ağırlık ve bir de sorumluluk puanı verilmelidir. Bunlar da birer katsayı olacak ve 1 ile 2 arasında bir derece ile değişecektir. Böylece bu işlerde çalışan kimselerin ücretleri görülecektir.
d) Çalıştığı işyerinin yüklendiği sorumluluk:
Sorumluluk iki şekilde ortaya çıkar.
Birincisi, herkes kendisine verilen işin sorumlusudur. Bilgisizliğinden veya beceriksizliğinden, yahut ihmalden veya kasden iras ettiği zararı tazmin eder. Bu sorumluluk standart sorumluluktur ve bunun katsayısı 1'dir.
Bunun dışında ikinci olarak, bir işyerinin karar sorumluluğu vardır. Yani gerektiğinde gerekli kararı alarak sorunları çözme kararlılığıdır. Bu sorumluluğun karşılığı mesleki derecenin düşürülmesidir. Maddi sorumluluğu yoktur. Bunun derecesi 1,1'den başlayarak 2'ye kadar yükselir. Bu sorumluluğu kişinin yüklenebilmesi için siyasi partinin ona kefil olması gerekir. Verdiği zararları siyasi parti tazmin eder. Siyasi partilere bunun için bütçeden bir fon verilecektir. Parti bunu tazmin etmezse, o partinin teminatı ile böyle sorumlu yerlere kişiler getirilmez.
3. ŞİMDİ RESMİ ÜCRETLERİN UYGULAMA YERLERİNİ TESBİT EDELİM:
a) Herkesin resmi ücrete göre kredisi vardır. Kişi eğer hizmette çalışıyorsa, çalıştığı yerden doğrudan ücretini alır. Bu yerlere kredi verilmez. Bu yerlerden vergi de alınmaz. Kredi sadece üretim veya inşaat sektöründe çalışanlara verilir. Vergi de yalnız bunlardan alınır. Diğer hizmetleri emekli olanlar yapar ve onlar kredi almazlar. Kişi istediği üretim yerinde istediği ücretle çalışır. Ancak devlet resmi ücretini öder ve işvereni borçlandırır. İşveren isterse nakdi öder. İsterse resmi fiyattan malı devlete verir. Ayrıca inşaatta çalışanlara devlet resmi ücret üzerinden kredi verir. Bunların resmi değerleri maliyetleridir. Yapı resmi değerle mal olur. Müteahhidinden bir şey talep etmez. Satıldığında müteahhit payı verilir, kalanı devletin olur. Hatta müteahhidin payını dahi satılmadan devlet öder.
b) Kamu hizmetleri kamu görevlileri tarafından yapılır. Kamu görevlileri kamu gelirlerinden bir payı aralarında bölüşürler. Ancak bazen geçici özel hizmetlere ihtiyaç olabilir. Mülki amirlerin onayı ile kişiler istihdam edilir. Bunlara ücretleri remi ücretten ödenir. Resmi ücret mesleki derece ile orantılıdır. Devlet yılbaşında resmi mesleki derecelerin Türk Lirası karşılığını yıllık bütçede belirtmiş olur. Resmi iş yapanlar bu ücretleri alırlar.
c) Birçok işler emek ortaklığı şeklinde oluşur. Birçok insan bir işte birlikte çalışırlar, sonunda elde edilen hasılayı emek katkıları nisbetinde paylaşırlar. Bir kamu işletmesi de emek ortaklığıdır. Bu bakımdan resmi ücretin çok önemi vardır. Kamu ortaklığı ile özel ortaklık arasındaki fark; özel ortaklıkta istisnai maddeler konabildiği halde, kamu ortaklığında istisnai maddeler konamaz. Herkes için resmi ücrete göre paylaşma zorunluğu vardır.
d) Resmi ücretin en önemli uygulama yeri emeklilikte veya sosyal güvenlikte korunur. Sosyalist düzende işyerinde yapılan ücreti de devlet öder. Kapitalist düzende işyerinde işçilerin sosyal güvenliği de firmalara ödetilir. Bu yanlış uygulamadır. İşyerinde çalışan işçilerin ücretlerini firma öder. İşçinin sosyal güvenliği ise devletçe sağlanır. Ülkede herkes sigortalıdır. Kamu gelirlerinden bedelleri verilir. Ne var ki, burada da üretimden belli pay ayrılmaktadır. Tüm emeklilik payı emeklilere bölüştürülmektedir. Bolluk yıllarında onların payları da fazla olur, darlık yıllarında onların payları da az olur.
4. GENEL SİGORTA SİSTEMİNİN ÇÖZDÜĞÜ BİRÇOK SORUNLAR OLACAKTIR:
a) İnsanların çoğu emekli olabilmek için işçi veya memur olmayı istemektedir. Eğer herkesi emekli yaparsak, insanların çoğu serbest iş tutacak ve işsizlik azalacaktır.
b) Devlet görevlilerinin çoğu sırf emeklilik amacıyla memurluk yapmaktadır. Oysa herkes emekli olmayı kabul edince devlet kadrolarının yığılması önlenecektir. Hele devlet görevlilerine bir de işveren kredileri tanınırsa, çoğu serbest iş yapmayı deneyeceklerdir. Her zaman krediyi iade etmek şartı ile geri dönme imkanı sağlanacaktır.
c) Emeklilik yaşı sözkonusu olmayacaktır. Kişi istediği zaman emekli olacaktır. İstediği zaman ise çalışma kredisini alacaktır. Çalışma kredisini aldığı zaman hem işi kolay bulacak hem de yıllık ilmi derecesi artması devam edecektir. Eğer emekli olursa bu artma derecesi duracaktır. 63 yaşından sonra mesleki derece artması sözkonusu olmayacaktır. Ancak ne kadar önce emeklilik isterse emeklilik yüzdesi o kadar düşük olacaktır. Sağlıklı olan kimseler ileride rahat etmeleri için şimdi emekli olmayı istemeyeceklerdir.
d) Bugün insanlar hasta oldukları zaman da ücretlerini alıyorlar. Dolayısıyla birçoğu uydurma hasta oluyor ve birçok sahte raporlar tanzim ediliyor. Oysa "ben hastayım" diyen o günlerde emekli maaşını alacak, kredi almayacak, mesleki derece almayacaktır. Sağlık tedavisi ise bedava yapılacaktır.
İşte resmi ücret ile kişileri kredilendirmek, emekli etmek, resmi işlerde çalıştırmak ve ortaklıkları kurdurabilmek için gereklidir. Basit ve sade bir şekilde bu verilmektedir.
Buna karar verildiği zaman herkese bir form verilir. Bu formu doldurma genelgesi yayınlanır. Televizyonlarda izah edilir. Muhtarlar bunları toplarlar. Bilgisayarlara geçirilir. Disketler alınır. Hesaplatılır ve her ilçe için bir kitap yayınlanır. O ilçedeki bütün insanların mesleki dereceleri belirlenmiş olur.
İlk uygulamada bazı hatalar olabilir. Ancak zamanla kontroller yapılarak düzeltilir. Sistemde esas budur. Her şey en kısa zamanda çözülür ve uygulamaya başlanır. Kontroller sonradan yapılır. Yanlışsa düzeltilir. Bu yargıda da böyledir. Önce yetkililer karar verir ve sonra yargıya gidilir. Ne var ki, yargı bağımsız ve tarafsız olmazsa, kararları süratle almazsa etkin olmaz. Bu sefer idari denetim başlar. Bu da işleri büsbütün çıkmaza sokar.
5. RESMİ FİYAT:
Kapitalistlerde devletin herhangi bir fiyat koymasına karşıdırlar. Her firma kendi fiyatını kendisi koymalı, tüccar da kendi alış ve satış fiyatlarını kendisi koymalıdır.
Sosyalistlerde ise tüm fiyatları devlet koymalı, ticaret yasaklanmalıdır. Fiyatları değiştirmek onlara göre suçtur.
Halk ekonomisinde devlet bütün standart malların fiyatlarını koymalıdır, halkı istedikleri fiyatta almak ve satmakta serbest bırakmalıdır. Resmi fiyat sadece bilgilendirme amacıyla konmalıdır. Ayrıca devlet kendi işlerinde kendi fiyatlarını kullanmalıdır.
6. DEĞERLER DÖRDE AYRILIR:
İÇ DIŞ | Toprak Parası | Demir Parası | Buğday Parası | Altın Parası |
Refah Refah | ^ | ^ | v | › |
Refah Kriz | ^ | › | › | v |
Kriz Refah | v | › | › | ^ |
Kriz Kriz | v | v | ^ | › |
Toprak Parası: Ülkedeki tüm demirbaşların alınıp satıldığı paradır. Ülkede refah varsa değeri yüksektir. Ülkede kriz varsa değeri düşüktür. Hisse senetleri bununla alınıp satılır.
Demir Parası: İnşaat malzemeleri bununla alınıp satılır. Hem ülkede hem dışarıda refah varsa değeri yüksektir. Hem ülkede hem dışarıda kriz varsa değeri düşüktür. Birinde kriz diğerinde refah varsa değeri değişmez.
Buğday Parası: Tüketim malzemesi alınıp satılır. Ülkede ve dışarıda refah varsa değeri düşüktür. Ülkede ve dışarıda kriz varsa değeri yüksektir. Birinde kriz diğerinde refah varsa değeri değişmez.
Altın Parası: Ülkede refah dışarıda kriz varsa değeri düşüktür. Ülkede kriz dışarıda refah varsa değeri yüksektir. Dövizler ve işletme senetleri buğday, altın ve toprak paraları ile alınıp satılır.
7. PARALARIN PİYASAYA SÜRÜLMESİ:
İnşaat malzemesi ticareti yapan demir mağazaları inşaatı demir para ile satarlar. 12 mm'lik inşaat demirinin alışı serbest, satışı ise belirlenmiş fiyatla olur. Bunun dışındaki tüm malzemelerin fiyatları serbest alınıp satılır. Fiyatlar şu şekilde belirlenir.
Bütün demirlerin fiyatı 12 mm'lik inşaat demiri imiş kabul edilecek ve mağazalar ya demir parayı kasalarında bulunduracaklar veya o miktarda demiri ton olarak ambarlarında bulunduracaklardır. Kredi bakımından fiyatlarda fark edilmez.
Diğer standart inşaat malzemesinin demir parası cinsinden resmi değerini belirlemek için bu malzemelerden orta kalitede olanın bir merkez ambarı kurulur. Bu ambar bütün arz ve talebi karşılar. Fiyatı öyle ayarlar ki ambarın üçte biri kadar daima mal olsun. Ambarın üçte ikisinden fazlası da dolmasın. Alış ve satış arasındaki fark en çok %5 olsun. İşte bu resmi değerdir. Bütün inşaat malzemesi bu resmi değerle değerlendirilir. İnşaat malzemesi satanlar malzemeyi inşaatçıya toprak parası ile değiştirirler. Toprak parasını demir parasına çevirerek yeniden malzeme mubayaasına başlarlar.
8. HİSSE SENETLERİ TOPRAK PARASI İLE
ALINIP SATILIR:
Hisse senetlerinin değeri proje maliyetleri ile belirlenir. İnşaat başlamadan önce %50 ile satılır ve satıldıkça yükseltilir. İnşaat bittiğinde senetler geri alınmaya başlanır ve dalgalanmaya bırakılır. Kira gelirleri yalnız satılmış senetlere yüklenir ve ona göre değerlendirilir. Son senet iade edildiğinde yapının ömrü bitmiş olur. Arsası ve enkazı devlete kalır, kâr ve zarar da devlete ait olur. Kişiler taşınmazların hisse senetlerine sahip olurlar, işletmeciler işletme mülkiyetine sahip olurlar. Çıplak arsa mülkiyeti yoktur.
9. TÜKETİM MALZEMELERİ BUĞDAY PARASI İLE
ALINIP SATILIR:
Çalışan veya emeklilere devre başında sipariş kredisi verilir. Bu kredinin miktarı muhtemel yıllık gelir karşılığıdır. Halk bu krediyi ancak mağazalara vereceği yıllık siparişler için kullanır. Halk mağazalarla serbest pazarlık yaparak sipariş verir. Mağazalar da tüccarlara serbest pazarlık yaparak sipariş verirler. Tüccarlar yurt içinde imal edilen siparişleri yurt içi fabrikalara verirler. Yurt içinde imal edilmeyen malların karşılığında ihracat mallarını yurt içinde sipariş verirler. Onu üretip satarlar, yerine ithal ettikleri malları sipariş alanlara verirler.
Sipariş alan işyerleri ham maddeyi tüccara sipariş verirler. Böylece devre başında o yıl üretilecek tüketim ve ihracat malları belirlenmiş olur. İşyerleri çalıştıracakları işçilere devre başında peşin ödeme yapmış olurlar. Bu nakit değil kendi ürettikleri maldır. Devlet bunu resmi fiyatla kabul eder veya buğday parasını nakit ister.
Burada resmi fiyatlar halkın mağazalara verdikleri siparişlerle belirlenir.
Ortalama değerler resmi fiyatlardır.
Devlet bazı malları sübvanse etmek isteyebilir. Bunun için peşin ödemeli sipariş senetlerine nakit kredi tanır. Tüccar bu senetleri alır, bankaya verir ve onun yerine başka senetleri satın alarak nakdi öyle değerlendirir. Günü gelince mallar ihtiyaçtan fazla üretilmiş olur. Bunlar ülke içinde ucuzluk yapar. Ülke dışına da ihracat imkanını sağlar.
Böylece devlet malların resmi fiyatlarını belirlemiş olur. Mallar ambarlarda kalır. Bu ambarlar kamu ambarlarıdır. Onun yerine mal senetleri çıkarılır. Piyasada mal senetleri alınıp satılır. Böylece senet miktarı piyasada o malın fiyatını belirlemiş olur. Ambarda mevcut olmayan malların hisse senetlerini çıkarıp fiyatlarını düşürebilir. Sonraları da onları satın alarak piyasaya para sürmüş olur veya tersine olan malların senetlerini piyasaya sürmez, böylece mallar olması gerekenden daha fazla olabilir.
Mal senetleri dediğimiz bu işlemlerle devlet mikroya müdahale etmeden makroda fiyatları ve üretimi düzenleyebilir. Birçok mallar vardır ki stratejik değere sahiptir. O malın pahalı da olsa üretimini isteyecektir. Malın dışarıdan gelmesini ekonomik yoldan önlemedir. Gümrükler ve kotalar konmayacaktır. Bunu yapmanın sırrı budur. Önce o malların önceden sipariş senetlerini yüksek değerle kredilendirir. Tüccar onu dışarıdan almaz. Yurt içinde sipariş vermek zorunda kalır. Senetler standart içinde çıkarılır. Yahut selem senetlerini önce pahalı alır. Dışarıdan ithal edilenin üstünde fiyat verir. Bütçe ile sübvanse eder.
Burada resmi fiyat belirlemede en çok rol oynayan ihale sisteminden de bahsedilecektir.
10. İHALE SİSTEMİ:
a) Taşınmazların kendileri değil sadece hisse senetleri halka satılır. Hisse senetlerinin değerleri yukarıdan başlanır ve yavaş yavaş düşürülür. Beliren miktarda satış geldiğinde fiyatlar durdurulur. Daha fazla verenlere fark iade edilir. Alışta bunun tersi yapılır.
b) İnşaat veya işletme ihaleleri ise müteahhitlik karnesi olan firmalara verilir. Onun ihalesi de fiyatı zamanla düşürülerek veya yükseltilerek gerçekleştirilir. İlk kim müracaat ederse ihale onun üzerinde kalmış olur.
c) İnşaat ihalelerinde sadece inşaat ihale edilmiş olur. Her müteahhide toplam kapasite tanınır. Onu istediği işte doldurur. Yine ilk müracaat edene verilir. Müteahhitlerin payları ise yılbaşında belirlenir. En azdan başlanır. Yeter derecede ihale edilmiş ise paylar son pay kadar olur. Diğer müteahhitler de o paylarını almış olurlar.
d) Taahhüdünü yerine getirmeyen müteahhitten nakdi ceza alınmaz. Taahhüt belgesindeki kapasitesi düşürülür. Zamanında bitirip bitirmediğindeki ceza yine taahhüt kapasitesini düşürmek suretiyle yapılır.
11. MALA - MAL MAĞAZALARININ TESİSİ İLE
BİR FİYATLANDIRMA SÖZKONUSUDUR:
Mala-Mal Mağazaları oluşturulur. Mağazalar satıştan %4 kira alırlar. Çalışanlar da %4 kira alırlar. Ayrıca Genel Hizmete satıştan %2 alınır. % 5 Sermaye Payı alınır. %2 de Dağıtım Payı alınır. Bu mağazalarda fiyatlar aşağıdaki şekilde oluşur.
a) Mağazalara mal satın alacak tüccar ortaklar oluşur ve organize olurlar. Bunlara mağazalar bir kredi tanırlar. Buraya mal satın alıp koyan tüccara satıldıkça %2 kadar komisyon verilir. Kredisi sabit olduğu için mal ne kadar çok satarsa onun için o kadar çok kâr vardır. Bu da malın ucuza alınmasını gerektirir. Oysa satıcı için mal ne kadar pahalı satılırsa o kadar kazanç vardır. Serbest pazarlıkla malın fiyatı belirlenir. Bunun standart olması şartı yoktur.
b) Mağazaya mal koyan nakit almaz, bir “pay belgesi”ni alır. Bu pay belgesi ile mağazadan istediği malı satın alır. Böylece "Mala-Mal Mağazaları" oluşur. Mağaza sahipleri de kira karşılığı ancak mağaza mallarından satın alabilirler. Çalışanlar da ancak mağazalardan ücret olarak mal alabilirler.
c) Mağazalar hangi fiyatla alınmışsa ancak o fiyatla satılabilir. Mal geri alınamaz. Ancak satılmayan malların fiyatları aşağıdaki şekilde düşürülür. Günlük satışa konan %5'in %2'si tüccara, %3'ü ise sermayeye kâr olarak dağıtılır. Sermaye o gün mağazada mevcut satılmayan mallardır. Bütün mallar kâr etmiş oldukları için o nisbette tenzilât yapılır. Satılmayan malın fiyatı kendiliğinden düşer. Yarıya kadar düştüğü halde satılmazsa o mal alıcıya iade edilir. Kredisi kaldırılır.
d) Tüccarlar hammaddelerini mağazalardan alırlar, üreticilere verirler. Ürettirirler. Sonra onu satarlar. Böylece ülkede serbest üretim gerçekleşir. Sermayesiz üretim gerçekleşir.
12. MALA-MAL MAĞAZALARININ BAŞKA BİR YARARI
ENFLASYONSUZ ÜRETİMDİR:
Artık merkez bankalarının parası ile değil, halkın kendi imkânları ile üretimdir. Buradaki sorun, kamu payının nasıl alınacağıdır? Kamu payı da aynen mala mal olarak verilir. Yani kira payı nasıl verilecekse, kamuya da mağaza pay belgeleri verilir. Devlet bunları satar.
13. MALA-MAL MAĞAZALARI
MAĞAZALAR ZİNCİRİNDEN OLUŞUR:
Birbirine rakip 10 kadar mağaza oluşmuş olur. Bu sayede bunların pay belgeleri mağazalarda geçerli mal olur. Devlet kendi parası ile bu senetleri alıp satar. Kendisine düşen vergi paylarını bu senede çevirir. Bütçe böylece gelir temin etmiş olur. Bütçe açığı konusunda bu hususlar açıklanacaktır.
14. HALKA TÜKETİM KREDİSİ:
a) Herkesin resmi ücreti bellidir. Yıl içinde resmi ücretle çalışacağı varsayılacak ve yıllık tüketim kredisi verilecektir. Halk bunu kullanıp kullanmamakta serbesttir. Kullanmadığı kısım için yıl içinde çalışma kredisini alır. Tüketim kredisi buğday parası ile verildiği halde, çalışma kredisi toprak parası ile verilir. Bu iki para arasındaki kur yatırım yüzdesini belirler. Altın parası ile demir parası halka verilmez. Demir parası inşaat mallarını alıp satan mağazalara mağazalarındaki mal karşılığı kredi olarak verilir. Altın parası da ithalat ve ihracat yapan tüccarlara buğday veya demir parası karşılığı kredi olarak tüccarlara verilir.
b) Halk almış olduğu buğday parası kredisi ile tüketim mallarını sipariş etmek zorundadır. Bununla yatırım yapamaz. Bununla üretim mallarını sipariş edemez. Her ilçede 10'a yakın mağaza vardır. Bu mağazalar siparişlerini buğday parası ile alırlar. Günü gelince de ambardan getirip teslim ederler. 10'a yakın olan bu mağazalar zinciri birbirine rakiptirler. Halk bunlarla pazarlık içindedir. İstediği mağazaya sipariş verecektir. Bunun dışında halk ürettiği malları bunlara satılmak üzere bırakır. İlçede 10'a yakın tüccar vardır. Halk onlara mağaza senedi ile mallarını satar ve alır.
c) Mağazalar tüccarlara sipariş aldıkları malları sipariş ederler. Kâr olarak nakit koymazlar. Sipariş verenlere teslim edeceklerinden daha çok mal talep ederler. Böylece kâr nakit olarak oluşmaz, mal olarak oluşur. Mağazalar bu mallarını mağazalara bırakarak istedikleri malları satın alırlar.
d) Tüccarlar sipariş aldıkları malların bir kısmını ülke içi mağazalara sipariş vererek iç tüketime göre üretime giderler. Diğer kısmı ile de başka malları sipariş verirler. Burada sipariş aldıkları malları değiştirirler. Burada resmi fiyatlar önemlidir. Kredileşmede hep resmi fiyatlar geçerlidir. Bu fiyatlar Mala-Mal Mağazalarında oluşmuş olur. Ülkede tüketilmeyen malları ihraç ederler, ülkede üretilmeyen malları ithal ederler. Böylece her tüccar ancak satabildiği kadar mal ithal edebilir. Bu sayede dış ticaret dengesi oluşmuş olur.
e) Üreticiler malları resmi kontrolörlere kontrol ettirdikten sonra malları teslim ederler. Resmi kontrolörler kabul ettikleri mallardan dolayı bir kontrol bedelini alırlar. Bunu “Mal -Mal Mağazaları”ndan alırlar. Kabul etmezlerse gelirleri olmaz. Kabul ederlerse, ileride mal bozuk olursa kendileri öderler; Dayanışma Ortaklıkları öder. Böylece bir taraftan serbest rekabet korunmuş, diğer taraftan mallar üzerinde denetim doğmuş olur.
f) Üreticiler mallarını ambarlara teslim ettikten sonra artık sorumlulukları biter. O mal bozuk çıksa bile kendileri değil kontrolörler sorumlu olurlar. Ambarlara teslim edilen malların bir kısmı mağazalara gider. Bir kısmını ise tüccarlar alıp ihraç ederler.
g) Mağazalara sipariş verenler hafta hafta vermek zorundadırlar. Malları birden değil de hafta sonunda teslim almak zorundadırlar. Bu arada tüketiciler çalışmış olarak ücretlerini almış veya emekli maaşlarını almış olacaklar ve çekecekleri mal miktarı kadar ödeme yapmış olacaklardır. Burada mağazaların veya devletin zararı sadece sipariş edilen malın devlete kalmış olması şeklinde olacaktır. Bu da çok küçük bir zarar doğurabilir. Dolayısıyla tüketim kredisine teminata gerek yoktur.
Burada tekelin oluşmaması için bu mağazaların planlamada yer alması ve mağaza hisse senetlerinin satılması gerekmektedir. Yani mağazaların binaları halkın sermayesi ile inşa edilmelidir. Hisse senedine sahip olanlar bunun işletmesine karışmazlar. İşletme mevzuata göre yapılır. Hisse senedi alanlar kira paylarını bölüşürler. Böylece vakıf tesisler ortaya çıkar. Bu tesislere kira payları verilir. Ancak işletmesi mevzuatla yapılır. Tarım döneminde olmayan yeni mülkiyet sistemini getirmişlerdir.
Yararlanma mülkiyeti ile işletme mülkiyeti farklıdır. Yararlanma mülkiyeti pay senetleri ile halka intikal eder ve kira paylarından herkes yararlanabilir. Parçalanabilir. Ortaklık kabul eder. Miras yoluyla varislere intikal eder. Oysa işletme mülkiyeti ise ancak onu işletecek ehil kimseye intikal eder. İşletmeyi yapan kimse işletmenin kurallarına göre işletir. Yani işletmeler artık gelişigüzel yapılmaz. Arabayı kullanan kimse nasıl trafik kurallarına uymak zorunda ise, işletmeyi de kurallar içinde yapmayan kimse sorumludur.
Şunu da belirtelim ki, bu sorumluluk sadece ehliyetle ilgili olup kasdi cinayet olmadıkça bedeni ceza uygulanmaz. Zararlar tazmin edilir. Bir de ehliyeti elinden alınır. Bunun dışında yapılacak bir uygulama işletmecileri ürkütür ve ekonomik krizlere sebep olmuş olur.
Mağazaların gerek Sipariş Mağazaları olarak gerekse Mala-Mal Mağazaları olarak çalışabilmesi için “Dağıtım Müesseseleri”nin de oluşmuş olması gerekir. Yani yetkili bu mal buradan buraya gitsin diye talimat verdiğinde o mal oradan oraya gitmelidir. Bunun yararı şudur ki, ticaretle meşgul olan kimse sadece alış ve satış arasındaki fark ile meşgul olur. Yoksa onun üretimi, tüketimi, nakliyesi ile meşgul olmaz. Bu sayede sermayesi olan ve cesareti olan herkes ticaret yapabilecektir.
Ekonomide iki kural vardır. Biri, en az emek ve en az malzeme ile üretmek; diğeri de, en az kârla bir taraftan bir tarafa ulaştırmak. Bunu başarmak için de en çok insanı devreye sokmak gerekir. En çok insan demek, aralarında yarışmayı ve rekabeti sağlamaktır. Kapitalistler ise en az insanı devreye sokmak isterler. Sosyalistler de en çok malı devreye sokmak isterler. Oysa kuralımız şudur. En az malzeme ve emek, ama en çok insan kuralı ekonominin temel kuralıdır.
Şimdi burada ekonominin temelini belirlemiş olacağız.
Batı düzeninde faizli mevduat ve kredi düzeni, sonunda tekel düzeni vardır. En az müteşebbis vardır. Halk işçidir. İşçinin işini de makinelere yaptırmaktadır. Böylece ekonomik büyüme, sosyal küçülme ilkesi geçerlidir. Bu ekonomik kuraldır ki kapitalist halk olan Yahudi ve Hıristiyanların nüfusları azalmaktadır.
Oysa halk ekonomisinde hedef halkın çoğalmasıdır. Ülkelerin de imar edilmesidir. İmar edilmek demek daha çok halkı yaşatmak demektir. Madem ki son iki asırdır Çinlilerin ve Hintlilerin nüfusları artmaktadır; gelişen ülkeler bunlardır. Madem ki Avrupa'nın nüfusu azalmaktadır; çöken ülkeler onlardır. Bunu bilebilmek için ergin olmak gerekmez. Yedi yaşındaki çocuk aklı da bunu kavrar.
Ekonomide bu amaçla Genel Hizmet diye bir girdiyi kabul etmek zorundayız. Bu hizmet ayrı ayrı küçük müteşebbislerin yapamayacakları işleri kuracakları kooperatiflere ortak olarak yaptırmaktır. Bu kooperatiflerin sayısı 5'ten az olmamalı, 20'den fazla da olmamalıdır. Bu kooperatiflerde kamu görevlileri de çalışabilmelidir.
Kurulacak kooperatifler içinde hizmet ortaklıkları kurulmalıdır. Her ortaklık bir hizmeti yürütmelidir. Kooperatif üretime ortak olmalıdır. Yani üründen pay almalıdır. Cirodan pay almalıdır. Hizmetlilere bölüştürmelidir. Bizim tesbit ettiğimiz Genel Hizmetler 25 adettir. Bu hizmet insanın ruhi ve sosyal yapısıyla ilgilidir.
Bunları şöyle sıralayabiliriz:
15. GENEL HİZMETLER
0) SORUMLU HAKEM/ BAŞKAN:
Her işletmenin bir Sorumlu Hakemi vardır. İşler normal yürüdüğü zaman onun hiçbir işi yoktur. İşletmede çıkan sorunları Geçici Hakem sıfatıyla Sorumlu Hakem çözer. Verdiği karar hemen uygulanır. Ne var ki, kararından mağdur olanlar olabilir. O zaman mağdur olanlar hakeme gider ve mağduriyetlerini giderirler.
1- KAYIT HİZMETLERİ:
a) EVRAK KAYDI: Her türlü yazışmalar ve gelen-giden evraklar bu hizmet tarafından tutulur. Personel kayıtları da bunlar tarafından yapılır.
b) DEMİRBAŞ KAYDI: Yer, bina, makine ve âletlerin kayıtları ve sicilleri bu hizmet tarafından tutulur. Yedieminler bu hizmet tarafından tesbit edilmiş olur.
c) ZİMMET MUHASEBESİ: Borç ve alacak muhasebesidir. Resmi muhasebedir.
d) ENVANTER MUHASEBESİ: Mal muhasebesi, ambar muhasebesi ve işletme muhasebesidir.
2- DAYANIŞMA HİZMETLERİ: Toplulukta iş yapanlar dayanışma ortaklıklarından teminatlı ehliyet almalıdırlar. Mesleklerini icra ederken bir zarar iras ederlerse aralarında taksitle ödemek durumunda olurlar. Kişi birisine bir iş havale ederken onun dayanışma ortaklığına güvenerek anlaşır. Bunlar da dört çeşittir:
a) İLMİ DAYANIŞMA ORTAKLIĞI: Bilgisizlikten doğan zararları tazmin ederler. Kişilere bilgide müşavirlik yaparlar.
b) MESLEKİ DAYANIŞMA ORTAKLIĞI: Bunlar beceriksizlikten doğan zararları tazmin ederler. Meslekle ilgili hususlarda danışmanlık yaparlar.
c) AHLÂKİ DAYANIŞMA ORTAKLIĞI: Bunlar ihmalden doğan zararları öderler. Dini ve ahlâki eğitim yaparlar.
d) SOSYAL DAYANIŞMA ORTAKLIĞI: Bunlar kasden iras edilen zararları tazmin ederler. Sivil savunma, tabii ve sosyal afetlerde birlikte hareket etme eğitimini verir ve danışmanlık yaparlar.
3- DEĞERLER ORTAK AMBARLARDA MUHAFAZA EDİLİR. Kişilere belgeler verilir ve belgelerle o ambarlara sahip olunur. Küçük müteşebbisler kendileri bunları muhafaza edemezler. Bunlar da dört tanedir:
a) AMBAR: Ölçülüp tartılabilen değerler bu ambarlarda korunur. Kontrolleri yapıldıktan sonra teslim edilir. Belge alınır. Sonra belgeyi kim getirirse ona mal iade edilir. Kuyumcular da birer ambar mahiyetindedirler.
b) KASALAR: Kıymetli evrak ve nakitler buralarda saklanır. Karşılığında hesap kartı verilir. Herkes o hesap kartı ve resmi kayıtlarla bu değerlere sahip olur.
c) ARŞİV: Her türlü bilgileri ve istatistikleri ihtiva eden bilgiler arşivlerde saklanır. Ortakların istekleri halinde kendilerine verilmiş olur.
d) UYARI: Bir toplulukta yükümlü olan insanların sorumlu olabilmeleri için bazı işlerde önceden uyarılmaları ve hatırlatılmaları gerekir. Gelişmiş ülkelerde bu iş çok önem kazanır. Buna bugünkü hukukta “tebliğ” denmektedir. Uyarıların kayda geçmesi ve gerektiğinde bu kayıtların ibraz edilmesi gerekir.
4- İLETİŞİM HİZMETLERİ de dört tanedir:
a) BASIN: İnsanların bilgilenmeleri için genel olarak basılı metinlere ihtiyaç vardır. Bunlar yayınlanır, sonra gerektiğinde kaynak olarak başvurulur.
b) YAYIN: Olan hususların radyo ve televizyon yahut günlük gazete ile duyurulması gerekir. Bunlar basına geçer.
c) ULAŞIM: İnsanların ürettiği malları talip olanlara ulaştırmak gerekir. Siparişler internetle olur. Taşıma ise ulaşım aracılığı ile olur.
d) HABERLEŞME: İnsanlar bugünkü ulaşım araçları ile birbirleriyle anlaşırlar. Ancak bunlar bir merkezde kaydedilmezse sonra inkâr edilir. Kayıtlar değiştirilemez, disketler kaydedilir, sonra belge olur. Yahut gecikmeli olarak kişiye ulaştırılır.
5- BAKIM HİZMETLERİ de Genel Hizmet içinde yapılmalıdır.
Çıkar paralelliği olmadığı için hizmetler serbest meslek içinde yapılmaz.
a) PLAN-PROJE, ülkenin tamir ve bakımı demektir.
b) SAĞLIK, insanların tamir ve bakımı demektir.
c) BAKIM, eşyaların tamir ve bakımı demektir.
d) GÜVENLİK, topluluktaki düzenin tamir ve bakımıdır.
6- YARGI HİZMETLERİ de Genel Hizmetlerdir.
a) NOTERLİK HİZMETLERİ, hakları tescil eder.
b) KONTROL HİZMETLERİ, ödemeleri tescil eder.
c) SORUŞTURMA HİZMETLERİ, oluşları tesbit eder.
d) HAKEMLİK, hakların sınırını çizer.
Bu hizmetleri kurmak başlangıçta zordur. Ancak tüketim kredilerine hemen başlanır.
Sorunlar çıktıkça bu sorunlar peyderpey çözülür.
16. ÇALIŞMA KREDİSİ
İşsizlik sorununun tam olarak çözülmesi için “Tüketim Kredisi”ni vermek yeterli değildir. Çünkü insanların günlük ihtiyaçlarını gidermek için harcadıkları zamanlarından artan emeklerini yatırıma çevirme ihtiyaçları vardır. Batılılar bankadaki nakit tasarrufu kadar yatırım ilkesini koymuşlardır. Oysa nakit tasarrufu ancak sanayi toplumunda bir mânâ ifade eder. Tarım toplumu senenin altı ayı zaten tasarruf içindedir. Bu sebepledir ki, gelişmemiş ülkelerde bu esas geçersizdir. İleride de insanlar tarıma daha çok emek harcayacaklardır. Biz bu sebeple tasarruf ettikleri zamanları kadar yatırım yapsınlar diyoruz. Bunu da kredi sistemi ile gerçekleştiriyoruz.
Bir kişi tasarruf ettiği zamanı inşaatta harcamaz. Topluluk tasarruf ettiği toplam zamanından bir kısmını inşaata yöneltir. Yani halkın bir kısmı inşaatta, bir kısmı üretimde çalışır. Bu çalışmada ne miktarda insanın inşaatta ne miktarda işçinin tüketim mallarında çalışmasını belirleyen formüllere ihtiyaç vardır. Yoksa bir bakarsınız gereksiz miktarda buğday üretirsiniz, güve vurur, gübre yaparsınız, yahut yatırım yapar aç kalırsınız.
Ülkede ihracat ve ithalat olmasaydı bu sorunu biraz daha kolay çözerdik. Oysa ithalat ve ihracat vardır ve bu sorun daha zor çözülüyor. İşte bu sebepledir ki dört çeşit para kullanılacaktır. Toprak Parası yatırım parası olacaktır. Buğday Parası da tüketim parası olacaktır. Emekli olanlara yani çalışamayanlara yalnız tüketim kredisi tanınacaktır. Çalışanlara ise isterlerse hepsini tüketim kredisi olarak tanırız, isterlerse hepsini inşaat kredisi olarak tanırız.
a) Çalışan kendisine yetecek kadar kısmını buğday kredisi alacak ve bununla sipariş verecektir. Kendisinden hafta hafta buğday parasını ödemesini isteyeceğiz. Bu ödemeyi yaparken aşağıdaki yolları izleyebilecektir.
1) Bir işyerinde çalışacak, orada ürettiği malın senedini alacak, onu buğday parası ile değiştirecek ve kredisini kapatacaktır.
2) Bir malzeme üretiminde çalışacak, orada demir parasını alacak, onu buğday parasına çevirecek ve kredisini kapatacaktır.
3) Bir inşaatta çalışacak, orada aldığı toprak senedini buğday parasına çevirecek ve borcunu ödeyecektir.
4) Yahut kira payı, ticaret kârı, emeklilik gibi diğer gelirlerle buğday kredisini kapatacaktır.
Görülüyor ki, buğday parası ile aldığı kredi ile yıllık ihtiyaçlarını tesbit etmiştir. Ne üretileceği hususu ise; ne kârlı ise o üretilecektir. Çünkü ithalat ve ihracat onu belirleyecektir. Serbest üretim fiyatı devam edecektir. Kişi bulaşık makinesini sipariş verecektir. Ama balık avlamak daha kârlı ise tüccar balığı alacak, ihraç edecek, yerine bulaşık makinesini ithal edecektir. Burada tüccarın rolü çok büyüktür. Ekonomik kararları o alır. Tüccara doğrudan kredi verilmiyor. Sipariş aldığı malların parasını peşin alarak ona da kredi verilmiş oluyor. Tüketim kredisini tüketiciye vermekle mağazalara da vermiş oluyoruz, tüccara da vermiş oluyoruz, üreticiye de vermiş oluyoruz. Ancak halka vererek halkın ihtiyacını tesbitte hakim hâle getiriyoruz, Mağaza, tüccar ve üretici halkın emrinde oluyor. Gerçek demokrasi bu oluyor.
Tüccarı devre dışı bırakan bir işlem daha vardır. O da şudur. Biz çalışanlara yalnız buğday parasını kredi olarak vermiyoruz, artırdıkları emekleri kadar da toprak parası ile kredi veriyoruz. Çalıştıkları zaman aldıkları toprak parasının bir kısmını buğday parasına çevirirler, diğer kısmı ile taşınmazları alırlar veya hisse senetlerini alırlar. Buna mukabil bir kısmı da aldığı buğday kredisinden verdiği siparişlerdeki paylarını buğday olarak, mal olarak satarlar, buğday senedini elde ederler, bunu da toprak parasına çevirip hisse senetlerini alırlar. Böylece yatırım yüzdesi oluşur.
Bunun için takip edilen yol şudur:
Buğday kredisi sipariş için veriliyor. Kişi buğday kredisini sonra buğday parası ile ödüyor. Oysa toprak parası ile çalıştığı anda ücret olarak alıyor ve onu artık bir daha ödemiyor. Emek yapıya dönüşmüştür. Yapı veya hisse senetleri satılmakta ve krediyi yapı kapatmaktadır. Yani buğday parasında aracı tüccardır. Toprak parasında aracı komisyoncu olarak müteahhittir.
Resmi ücret değişmemektedir. Yani müteahhit resmi ücret dışında kimseye ücret verememektedir. Verse bile inşaata şarj edememektedir. İnşaat malzemesini de ancak resmi fiyatlar üzerinden alabilmektedir. Demek ki, müteahhit resmi ücretle işçi bulabilirse, resmi fiyatla da inşaat malzemesi bulabilirse her zaman inşaata devam eder. Buğday kredisi muhtemel gelir tahmini ile sınırlı olduğu halde, inşaat kredisinin sınırı yoktur. Yeter ki sen işçi bul ve malzeme bul.
Şimdi eğer işçi resmi ücretten daha kazançlı bir iş bulacaksa orada çalışacak, inşaatta çalışmayacaktır. İnşaat duracaktır. Bu ne zaman olur? Bu kriz zamanlarında olur. Kriz zamanlarında insanlar ekmek parasına çalışmak zorunda kalırlar. Eğer işçi resmi ücretin üstünde iş bulamazsa gelecekte inşaatta çalışacaktır. Burada işi her zaman hazırdır. Bu da refah zamanında olacaktır. Çünkü piyasada ucuzluk vardır. Böylece işsiz kimse kalmayacaktır. İnşaat işçisi ile üretim işçisi yüzdesi de böylece kendiliğinden belirlenecektir.
İnşaat işçisi var demek, inşaat malzemesi pahalı demektir. Çünkü o mala ihtiyaç vardır. Bu sefer işçi doğrudan inşaat malzemesi üretiminde çalışacaktır. Kredi verilirken;
Bir) Buğday senedi muhtemel gelire göre ve halka verilmektedir.
İki) Kişi buğday kredisinden artırdıklarını isterse bir inşaat malzemesi üretim yerinde kullanır ve demir senedini ücret olarak alır. Burada bu ücret üretilen mala göre alınır. Resmi fiyatlara göre alınır.
Üç) İsterse inşaatta çalışır. Burada ücreti resmi ücretlerle ödenir.
Dört) İsterse kredi almadan istediği yerde istediği şekilde çalışır.
Müteahhitler planı yapılmış işlere kendileri karar vererek başlarlar. Her müteahhidin kredisi vardır. O kadar iş yapabilir. İnşaatı bitirdikten sonra inşaat veya hisse senetleri maliyet değeri ile satılırsa müteahhidin kredisi açılmış olur. Satılmazsa müteahhit yeni kredi almaz. Müteahhit eğer zamanında bitirmiş veya hisse senetleri zamanında satılmışsa kredisi artırılır. Zamanında bitirmemiş veya satılması gecikmiş ise o zaman müteahhidin işveren kredisi düşürülmüş olur. Böylece müteahhitler karar verirken tam bir rekabet sistemi içinde karar verirler.
Batı ekonomisinde maksimum kâr esas alınarak her türlü kararlar alınır.
Halbuki halk ekonomisinde maksimum üretim esas alınarak her türlü kararlar alınır.
Batı ekonomisinde ancak işverenler karar merciidirler.
Oysa halk ekonomisinde kararları hep halk verir. Ama halka alternatifleri sunma işi tüccar ve müteahhitlere aittir. Halk bunlardan tercih eder ve o tüccar ve o müteahhit başarılı olur, fazla kazanma şansına erer. Yani ekonomik demokrasi vardır.
Ekonomide partiler değil de iş adamları pay isterler. Burada oy, krediyi kullandırmadır. Tüketim mallarında halk kime sipariş verirse kredisini ona kullandırmış olur. İnşaatta ise halk kimin yanında çalışırsa kredisini ona kullandırmış olur. Böylece işverenle işçi eşit güce getirilmiş olur.
İnşaatın sahibi halktır. Hisse senetleri ile ona sahip olur. Ne var ki, istediği zaman taşınmazı devlete iade eder. Devlet istediği zaman da devletten satın alır. Sadece komisyon farkını verir. Bu da %2'dir. Devlet komisyonculara belli miktarda toprak parasını kredi olarak verir. Komisyoncular bununla piyasadan taşınmazları toplarlar. Sonra da satarlar. %2 komisyon alırlar. Komisyoncular arasında rekabet olduğu için halk en pahalı bir şekilde satmaya uğraşır. Kredisi sınırlı olduğu için de komisyoncu en ucuz bir şekilde almak ister. Böylece denge oluşur. Yani devlet rakip komisyoncular eliyle her isteyenden alır ve her isteyene %2 komisyon farkı ile satar.
Üretim yerlerinin kiralanması üründen bir pay ile olur. Maliklerin temsilcisi bu işi yapar. Meskenlerin kirası ise komisyoncular tarafından belirlenir. Komisyonculara başvuran kiracılar serbest pazarlıkla evlerini komisyonculardan birine kiralarlar. Komisyoncu da bunları kiracılara kiralar. Topladığı kiralarla yapıların bakımlarını yapar ve artan kısmından kendi %2'sini alır, kalanını evleri kiraya vermiş veya vermemiş olsun hepsine bölüştürür. Böylece evler de devlete kiralanmış ve devlet kiracılara kiraya vermiş olur. Ancak bu da komisyoncular eliyle yapılmış olur. Serbest rekabet her zaman sürmüş olur.
Yatırım yapmada da karar verme gerekiyor, nerede ve neye yatırım yapmak? Bunu müteahhitler yapıyorlar. Ancak ellerindeki en büyük ayar kira gelirleri olacaktır. Bir taraftan tüccar tüketimi, ithalatı ve ihracatı halkın isteğine göre ayarlarken, diğer taraftan da yatırımı da müteahhitler halkın isteklerine göre planlamaktadırlar. Yani burada sosyalistlerin planı ile kapitalistlerin insiyatifizmi sentez edilmiş oluyor. Devletin dıştan para aramasına gerek yoktur. Kendisi para bassın ve organize etsin yeter.
II- ENFLASYON SORUNU
1. ENFLASYON ALTIN İLE ÖLÇÜLMELİDİR:
Enflasyon ilk bakışta büyük sorun gibi görünmemektedir. Ancak sorunun en büyüğü enflasyondur. Çünkü diğer sorunların hepsi enflasyondan gelmektedir. Çünkü para tüm sosyal ilişkilerde ölçü birimidir. Bir mühendis düşünün ki, her gün biraz daha uzayan ve ne kadar uzadığı belli olmayan lastik bir metre ile inşaat yapmaktadır. Bu inşaatın bitmesine imkan var mıdır? Enflasyonist bir para, belirsiz bir sosyal yapı metresidir. Onun bozuk olması tüm sosyal ve ekonomik yapının bozuk olması demektir. Çözümler şöyle sıralanacaktır.
2. ENFLASYONUN DEĞERİ ALTIN İLE TESBİT EDİLECEKTİR:
Hazine altını kârsız alıp satacaktır. Tüm taleplere cevap verecektir. Bu enflasyonun gerçek değerini belirlemiş olur. Altını kaça alıyorsa o fiyatla satacaktır. Devlette TL sonsuz olduğuna göre, altını daima istediği kadar hazinede bulundurur. Altın stokuna hakimdir. Stok azaldığında piyasadan altın satın alır, enflasyon yükselir. Hazinede altın stoku çoğalırsa piyasaya satar ve dışarıdan parayı çeker. Böylece enflasyonu düşürür. Bunu yapabilmesi için hazinede belli bir miktarda altın stokunu bulundurmak gerekir. Bu miktar hazinenin imkanı ile sağlanır. Nüfus başına bir miktar olarak düşünülür.
Nüfus başına altın stoku ne kadar yüksek olursa o ülkede ekonomik dalgalanmalar o kadar az olur. Yani fiyat oynamaları az olur. Bununla beraber, altın stoku çok az olsa da stok daima aynı miktarda tutulur. Buna göre altın fiyatı ayarlanır. Her yılın başında stok seviyesi düşürülür veya yükseltilir. Yükseltmek için piyasaya para sürmek gerekecektir.
Enflasyonun değeri altının değeridir. Haftalık dalgalanmalar hesaba katılmaz. Haftanın ortalama değeri o haftanın enflasyonudur. Enflasyonu altınla tanımlamayı yanlış kabul edenler olabilir. Bunda haklı olunabilir.
DÖRT ÇEŞİT ENFLASYON ÖLÇÜMÜZ VARDIR:
A) DÖVİZİN DEĞERİ.
B) DEMİR PARANIN DEĞERİ.
C) BUĞDAY PARASININ DEĞERİ.
D) TOPRAK PARASININ DEĞERİ.
Kriz veya refah zamanlarına göre bunlar birbirinden farklı olarak artıp eksilirler. Onun için bizim günlük paramızın değeri hepsine göre birlikte değişmelidir. O da bu paraların altın ile alınıp satılmasıdır. Sonuç olarak her şey altın ile ölçülmelidir. O paraların altın karşısındaki değeri enflasyonla değil de o paraların kurları ile belirlenmelidir. O paralar ise mal karşılığı çıkarılmalıdır. Böylece gerçek enflasyon ölçülmüş olur. Şunu bilmemiz gerekir ki, kainatta her şey izafidir. Mutlak zaman veya mutlak metre yoktur. Biz bir şeyi birim kabul edersek o zaman ölçme yaparız. Altın yerine bakır kabul etsek de durum fazla değişmez. İnsanlar bakırı daha çok stok etmiş olurlar. Ama sonunda enflasyon hep aynı çıkar.
Altın ve gümüş Allah tarafından para olarak seçilmiştir. Biz onu ölçü birimi kabul edeceğiz. Biz altını para olarak kabul ettiğimizde o ister istemez para olur. Enflasyon kendisi ona kendiliğinden kote olur. Yeter ki seçtiğimiz değer gerçek değer olsun, dolar veya Türk Lirası olmasın. Çünkü onun miktarı bir başkasının elindedir ve bizi o esir eder. Altın ise üretimi herkes için aynı olan bir metadır ve zordur.
Altını enflasyon birimi seçmekle sağlam bir metre yakalamış oluyoruz.
Artık tüm ekonomileri buna göre düzenlememiz gerekecektir.
Vatandaşlar her zaman altın getirerek nakit alabilmelidirler. Nakit getirdikleri zaman da altını vermeliyiz. Bu miktar günlük olarak ilan edilmelidir. Anormal durum olursa o gün alımlar durdurulmalı, ertesi gün uygun değeri ile alınıp satılmalıdır. Bu dolar için de böyle olmalıdır. Mesela, kriz olduğu gün bankalar o gün alış ve satışları durdurmalı idiler. Ertesi gün bir tahmin yapıp alış ve satışı eşit olmak üzere 1 000 000 yapmalı idiler. Alışla satışların miktarı eşit ise devam edilecek. Bir tarafta ağırlık oluşursa o gün durdurmalı idiler. Ertesi gün daha uygun fiyat aranmalı idi. Böylece bir iki gün içinde denge oluşurdu. Makas sıfır tutulmalı idi. Oysa Merkez Bankası anormal şekilde makası açtı. İstendi ki, Türkiye hiper enflasyona girsin. Ancak Türk Milletinin sabrı ve akl-ı selimi bunu yendi ve sonuçta denge kuruldu.
Burada önemli olan husus, halkın eline spekülasyon olmadan altın ile Türk Lirası arasında takasın yapılabilmesidir. Bunun için de şu tedbirler alınmalıdır:
Bir) Devlet gram olarak herhangi tür altını kabul etmeli, karşılığında cumhuriyet altınını vermelidir. Halk altını hazineden cumhuriyet altını olarak almalıdır. Verirken istediği şekilde versin.
İki) Tüm döviz büroları vergiden muaf tutulmalıdır. Bunlar kuyumculuk da yapabilmelidir. Buna mukabil halkın elinden resmi değeri ile kârsız altın alıp satmalıdırlar.
Üç) Kuyumcu ve döviz büroları altının net gramını rahatlıkla tesbit edecek cihazları bulundurmak zorunda olacaklar. Hurda altın verene cumhuriyet altını aynı gramla vermelidir.
Dört) Kuyumculara nakit kredi verilir, aldıkları altınlarla bu paraları öderler. Altın aldıkları zaman ödeme yaparlar. Böylece altınlar hazineden çok kuyumcularda bulunur.
Hazine altını alıp satarken hazinede belli miktarda rezerv bulunduracaktır. O rezerve göre altının değerini belirleyecektir. Bunun için değişik formüller geliştirilir. Bu formül üzerinde yıl başında ayarlama yapılacaktır. Enflasyonun gerçekten inip inmediğini ve nerelerde bulunduğunu bu altın fiyatı ile ölçecektir. Bu ölçünün haftalık ortalama sonuçları hiçbir hesap ve kitap yapılmadan enflasyonu verecektir. Bir malın mevsimlere göre veya özel şartlara göre pahalılaşıp ucuzlamasının enflasyonla hiçbir ilişkisi yoktur. Bir mal pahalılaşırken başka bir malın değeri düşerse enflasyon olmamış olur. Bir mal ucuzlar bütün malların fiyatları yükselirse yine enflasyon olmaz. Enflasyon baştan beri belirttiğimiz gibi bütün malların değerinin yükselmesi ile olur. Burada da bütün malların ayrı ayrı yükselmesini ölçmemiz mümkün olmadığı için takip ettiğimiz usul şudur:
Bir) Ölçülendirme standart mallar üzerinde olmalıdır. Standart olmayan malın ucuzlaması veya pahalılaşması bir mânâ taşımaz. Standart olmayan mallar standart malların fiyatlarına etki eder. Mesela, paketlenmiş standart tereyağının yanında halkın kendi ürettiği standart dışı mallar devreye girebilir. Ancak bunların girmesi ile standart malın değeri düşer ve ucuzlar. Dolayısıyla standart malların değerlerini ölçmek yeterlidir.
İki) İkame mallar arasında da irtibat vardır. İnsanlar pamuklu veya sentetik giysiler giyerler, birinin değeri yükseldiği zaman diğerinin değeri düşer. Birinin üretim çokluğu diğerinin de fiyatını düşürür. Bu sebepledir ki belli malların fiyatları bize enflasyonu vermez.
Üç) Bir mal tekelse o malın fiyatını tekel belirleyecektir. Olduğundan farklı olacaktır. Ya tekel suni olarak yüksek tutacaktır veya devlet suni olarak ucuz tutacaktır. Bu sebepledir ki, mesela ekmek enflasyon ölçüsünde temel olduğu halde onun fiyatı gerçek enflasyonu göstermez.
Dört) Mevsimler değişik mallar üzerinde fiyat etkisi yapar, dolayısıyla “bu ay enflasyon bu olmuştur” ifadesi de hiçbir anlam taşımayacaktır.
Görülüyor ki, ilk bakışta altının değeri enflasyonu ölçmez gibi görünür. Oysa diğer yolların hepsi daha hatalı sonuçlar verecektir. Altının seçilmiş olması da altının özelliğinden gelmektedir.
Bir) Altın kolay tanınır ve ölçülür bir maddedir. Dolayısıyla herkes tarafından ölçmede kolaylık sağlanır.
İki) Altın bozulmayan bir metadır. Dolayısıyla rahatlıkla para olarak kullanılabilir.
Üç) Altın istenildiği kadar çoğaltılamayan metadır. Tabiatta rezervleri olmakla beraber, filizlerinden ayırma işlemi çok pahalıdır. Dolayısıyla çok yavaş artmaktadır. Piyasadaki değeri de zaten üretim maliyeti kadardır.
Dört) Altın azdır ve dolayısıyla kıymetlidir. Taşınması kolaydır.
Beş) Altın başka işlerde pek fazla kullanılmaz. Fazla yararı yoktur veya onun işini görecek çok daha ucuz madenler vardır.
Altı) Altın ilk madeni paranın icadından beri para olarak kullanılmıştır. Hâlen de altın döviz sınıfında yer alır.
Altının kendisi para olarak kullanıldığı takdirde yeterli değildir ve küçük paralar için elverişli değildir. Bu sebeple ülkeler altını değil de ülke içinde gümüşü para olarak kullanmışlardır. Şimdi biz gümüş yerine kağıt para kullanıyoruz. Yani bizim elimizdeki TL altın karşılığı değil de gümüş karşılığıdır. Ne var ki, artık uluslar paralarını hiçbir şey karşılığı çıkarmıyorlar. Ekonominin dinamikliği paranın altın karşısındaki titreşimidir. Yani enflasyon olmamalıdır. Bunun için kabul edilecek sistem şudur:
Bir) %2.5'tan az olan enflasyon zararlıdır. Halkın parayı yastık altında stok etmesine yarar.
İki) % 2.5 ile %5 arasında enflasyon çok yararlı enflasyondur.
Üç) %5 ile % 10 arasında enflasyon zararsızdır. Yıllık olarak %10 enflasyon ticarette %1 aracı farkını tanır. Bu da üretici ve tüketiciye etki etmez. 100 lokma yerine 99 lokma yer. Bir ayakkabıyı 100 gün giyeceğine 101 gün giyer.
Dört) %10 ile %100 arası enflasyon zararlıdır. Türkiye göstermiştir ki bu aradaki enflasyon ile ülke 50 sene yaşar. Bozuk ekonomisi ile de olsa yaşar.
Beş) %100'den yukarı enflasyon hiper enflasyondur. Böyle bir topluluk yaşayamaz. Artık o ülkede paranın varlığı yokluğundan daha kötüdür.
Enflasyonun bu kadar hassas şekilde ve günü gününe ölçülmesi için sabit bir ölçü âletine ihtiyacımız vardır ve bu ölçü âleti de altındır.
Bir firmanın ürettiği mallar kendi işletme senedi ile değerlendirilmelidir. Firmalararası işbirliği yapılır, ortak standartta mal üretirlerse, o da bir mal senedi ile değerlendirilmelidir. Mala-Mal Mağazalar Zinciri kendi senetleri ile mallarını değerlendirmelidirler. Senetlerin paradan farkı, senetlerin ödenmesi halinde bir daha kullanılmaz olmalarıdır. İşletme senetleri bir ana mal ile, bir mamul mal ile tanımlanmalıdır. Bu arada “selem senetleri” de doğrudan sipariş senetleridir.
Tüm senetler dört çeşit para ile değiştirilebilmelidir. Toprak, demir, buğday ve altın paralarla değiştirilecektir. Demir, buğday, toprak paraları ile dövizler ise altın para ile değiştirilecektir. Enflasyonu durdurmanın yolu, altının alıp sattığı değerleri altın karşısında dengede tutmak, yani altını diğer mallarla orantılı artırıp azaltmaktır.
3. KREDİLER ENFLASYON KRİTERİ ÜZERİNDEN VERİLMELİDİR
Fiyat halkın satın alma gücünün mevcut satılan değerlere bölünmesindeki artmadır. Yani halka kendilerine satılacak değerlerden daha fazla satın alma gücü sağlanırsa otomatikman enflasyon olur. Bu da kârlılık ilkesi üzerinde kredi verilmesi ile gerçekleşir. Krediyi faiziyle geri ödeme ilkesi içinde verirseniz, bunu başarması için tekel oluşturmanız gerekir. Tekel malları ucuz alır, pahalı satar. Halkın eline az para geçer. Dolayısıyla üretim yarıya düşer. Kapitalist ülkelerde üretim normal kapasitenin yarısındadır. Halk işsizdir. Emeğin yarısı boşa gitmektedir. Ülkemizde maalesef bu dörtte birdir. Yani halkımız ancak dörtte bir kadar çalışabilmektedir. Kalan dörtte üçünü boşa harcamaktadır. Bunu şu şekilde özetleyebiliriz:
Bir) Çalışanlar işyerlerinde son derece verimsiz çalışmaktadırlar. Üretimde verim çok düşüktür.
İki) İşyeri kadroları kabarıktır. Hele devlet işletmelerinde bir kişinin yapacağı bir işte üç kişi çalıştırılmaktadır.
Üç) Kadınlar, memurlar, askerler, öğrenciler iş yapmamaktadırlar.
Dört) Ayrıca da iş yapmak isteyip de iş bulamayanların sayısı da beşte bir, dörtte bir çıkmaktadır.
Bu kapitalizmin tabii sonucudur. Maksimum kâr ilkesine göre çalışılmaktadır. Türk sermayesi en kârlı durum olan yarı kapasiteyi de hesaplayamadığı için dörtte bir kapasite ile çalışmaktadır. Bunu ölçme son derece kolaydır. Bir üretici zeytini kaça satıyor ve sonra bakkaldan kaça alıyor? En az dört misli. Halbuki bu kapitalizm sistemde iki mislidir.
Bugün bankalar kredi verirken kârlılık ilkesine göre kredi verirler. Bu firma ne kadar kâr ediyor? Öyleyse buna kredi verelim ki itfası kolay olsun. Bu da ancak tekel olan işlere ve tekel sermayesine kredi vermekle gerçekleşir. Böylece bankalar tekel oluşturacak şekilde krediler vermektedir. Onlar da üretim yerine stoklu ticareti yeğlemektedirler. İthalatı sevmektedirler. Hele devlet dövizi borçlanır ve kredi olarak onlara verirse, devletin borçları artar, onlar kazanırlar. Böylece ülke ölüme doğru sürüklenir. Bugünkü Türkiye'nin mekanizması budur.
Bir) Devlet dışarıdan kredi alıyor. Bunu faiz ile alıyor. Ama faizsiz alsa da aynı derecede zararlıdır.
İki) Bunu tekel sömürücü sermayeye kredi olarak veriyor. Ne var ki, bunu dolar olarak vermiyor, TL olarak veriyor. Sonra doları sermayeye satıyor. Sermaye TL olarak borçlanıyor. Enflasyon oluyor, o faizi ödemiyor. Devlet ise faiz ödediği için borcu devamlı katmerlenerek artıyor.
Üç) Borçla ithal edilen mal iç üretimi durduruyor. Çünkü ithal malı daha ucuz oluyor. Bunu temin için de doların değeri suni olarak düşük tutuluyor. Böylece ithal edilen mal ucuz oluyor.
Dört) İthal cennetine dönüşen ülkenin üretim müesseseleri çöküyor. Çünkü hem iç ve hem de dış pazarı kaybetmiş oluyor.
İşte tam 50 yıldır Türkiye'de uygulanan sistem budur. Bununla biraz Sayın Turgut Özal mücadele etmiştir. Bu hususta en büyük gevşekliği 28 Şubatçılar yapmıştır. Esasen 28 Şubat Müdahalesi Türk ekonomisini batırmak için Batılılar tarafından yapılmıştır. Biz “Batıcılar ihanet ediyor” derken, bu verilere dayanarak söylüyoruz. Refahyol Hükümeti bir taraftan işçilere ve memurlara zam yaparken, diğer taraftan enflasyonu düşürdü. Bunlar dört yıldır milleti ferahlığa erdireceğiz diye işkence çektirdiler ve sonra iflas; ve hâlâ yerlerindeler!..
25 milyar dolar dış borç gelecek. Bu Türkiye'yi kurtaracak!..
Oysa yukarıda anlattığım üzere, gelen her borç ülke ekonomisini daha borçlanırken batırmaktadır. Bunların ödenmesi sözkonusu olunca durum ne olacaktır? Osmanlı'nın akıbeti olacaktır. Sevr olacaktır. Bunu bilmek için kâhin olmaya gerek yoktur.
Biz dış sermayeye karşı değiliz. Yeryüzü Kur'an'ın ifadesi ile tek pazardır. Elbette her türlü değer harekatı serbest olacaktır. Sermaye harekatı, emek harekatı, bilgi harekatı, mal harekatı.
İslâmiyet'te gümrükler ve çıkış vizeleri yoktur. Aşağıdaki şekilde olacaktır:
Bir) Verilen borç nakit değil mal olmalıdır. Alacak mal olmalıdır. 25 milyar doları Amerika versin. Ama bizden buna karşılık fiyatı şimdiden belirlenmiş mal alsın. Biz bu para ile o malları üretecek tesisler kurarız. Âtıl emeğimizi faaliyete geçirir, sonunda borcumuzu öderiz. Tesisler bize kâr kalır.
İki) Verilen borcun faizi para ile değil mal ile alınmalıdır. Yani bugün bakır bir dolarsa, bize parayı peşin ödesin, biz ona dolarla bakır satalım. Sermaye dünyada malı artırarak zengin olmaya çalışsın, doları artırarak değil.
Üç) Devlet hukuki teminat versin. Ama ekonomik teminatı firmalar versin. Sonunda kâr-zarara iştirak etsin.
Dört) Dış sermayeye sağlanan imkanlar iç sermayeye sağlansın. Biz Batı sermayesine ne imkan sağlıyorsak, Batı da bizim sermayeye onu sağlasın.
Bizim istediğimiz, Batı Türkiye'yi yıkmak emelinden vazgeçmiş olsun. Çıkar paralelliği içinde bu dünyada birlikte yaşayalım. Savaşlar ekonomik savaşlar olmasın. Yağma savaşı olmasın. İnsanlığın önünde daha çok imkan vardır. Birbirimizle savaşacağımıza cehaletle savaşalım. Karaları sera haline getirelim. Üretim artsın. Denizleri imar edelim, 100 milyara yakın nüfusu besler. Uzaya açılalım, göklerde mevcut tükenmez güneş enerjisinden yararlanalım. Uzaya açılalım, hidrojen enerjisinden yararlanalım. Bizim kimsenin topraklarında gözümüz yoktur. Onlar da ülkemizin topraklarına göz dikmesinler. Ülkemize göz dikenlerin gözlerini oymadık, kendilerini yok ettik.
Yine deriz ki; Yöneticilerimizi gaflet, dalâlet, hatta hıyanet içinde bulabilirsiniz. Tarihte de böyle olmadı mı? Sonunda biz sizi yendik. Çünkü biz samimiyiz. Allah bizim yanımızda olacaktır. Allah'tan güçlü kimse yoktur.
4. ENFLASYON SORUNU NASIL ÇÖZÜLÜR?
Şimdi yeni kredi politikası ne olmalıdır? Enflasyon nasıl sıfıra iner?
Onun formülünü vermeye çalışacağız.
Birisi bizden kredi istedi mi ona ne yapacağını soralım. Satılık mal üretecekse, hisse senedi satıp bir yapı inşa edecekse, hemen verelim. Buna şu şartı koyalım: Alacağın hammaddeyi bizim alacaklı olduğumuz firmadan alacaksın. Biz ondan olan alacağımıza mahsup edeceğiz. Böylece ham maddenin bedeli piyasaya girmemiş olur. Eski verdiğimiz kredi borçlusunu değiştirmiş olur. Burada biz fiyatlara müdahale etmiyoruz. Sadece ödemenin borca mahsup edilmesini istiyoruz. Bu sistem devlet kredisi ile çalışanları adeta bir firma haline getirir. Böylece üretim devletçe desteklenmiş olur. Kendi sermayeleri ile iş yapanlar da devam ederler. Kalan işçi ücretleri vardır. İşçilerin resmi ücretleri ve malların da resmi fiyatları vardır. Buna göre ücretler ödenir. Mamul mallar rehin olur.
Böylece biz üreticiden “sen bugün şu kadarını öde” diye bir şey söylemiyoruz. “Ne zaman satarsan o zaman bizim borcumuzu öde” diyoruz. Böylece biz durmadan para üretiyor, halka kredi olarak veriyoruz. Halk da buna mukabil mal stok ediyor. Halk malı tükettiği zaman bizim para geri dönüyor. Bunun bize hiçbir yükü yoktur. Çünkü kâğıdı bastık ve verdik. Ülkenin hiçbir zararı yok. Çünkü milli stoklar arttı. Enflasyon da olmaz. Çünkü piyasaya sürülmüş ne kadar para varsa onun karşılığı ambarlarda satılık mal vardır. Savaş veya kriz zamanlarında o kadar çok dayanma gücümüz olur.
Bu arada birisi iflas etse, onun mallarını başka firmalar alsa, firma da bize parayı ödeyemezse, biz böyle iflas eden mallar için kredi vermeyeceğimiz için enflasyona sebep olmaz. Sonunda o mal satılınca ipotekli olduğu için geri döner. Dönmezse bile % 10 kadar enflasyonun zararsız olduğunu söylemiştik. Onu burada kullanırız.
O halde bir yere kredi verirken ne zaman geri ödeyeceğini asla düşünmemeliyiz. Verdiğimiz kredinin karşılığı satılık bir mal olacak mı, olmayacak mı, hep onu düşüneceğiz. Malın resmi değerine bunun için ihtiyaç vardır. Biri geldi, ben şu kadar metre şu standartta kumaş üreteceğim, dedi. Ona vereceğimiz kredi bellidir. Ham maddenin fiyatları bellidir. Mamul maddenin fiyatları bellidir. Gerekli teminatı alarak krediyi hemen veririz. Ona. “Ne zaman ödeyeceksin?” demeyiz. “Ne zaman üreteceksin?” deriz. Eğer üretmişse teminat da istemeyiz. Ambara çift kilit vururuz. Nakdi ona öderiz. Sattığı zaman alıcı bizim paramızı verir. Üreticinin de anahtarını temin ederse malı teslim ederiz. Eğer mal mevcut değil, üretip koyacaksa, o zaman teminat isteriz. Malı ambara koyduğu zaman teminatı çözeriz.
İnşaatta da durum budur. Malzemeyi müteahhit bizim demir senedini kredi olarak verdiğimiz tüccardan alır. İşçilere de ücretlerini biz öderiz. Müteahhit kendi müteahhitlik payını alır. Bina biter. Bina satılır. Gelen miktar bizim olur. Yani devletin olur. Devlet bütün kredileri faizsiz olarak verir.
Devletin yararı nedir?
Diyelim ki devletin hiçbir yararı yoktur. Ama zararı da yoktur. Devlet niye yapmasın? Yapsın. Devlet halkıyla beraber değil midir? Kaldı ki halkı devlet için canını vermiyor mu? Ona hizmet etmek de onun görevi değil midir? Kaldı ki, devlet verdiği kredilerden faizi almıyor ama o krediler sayesinde meydana gelen üretimden vergi alıyor.
O halde devleti şöyle tarif ediyoruz:
Devlet, çalışanlara sağladığı kredi karşılığı üretimden aldığı kamu payının bir kısmını çalışamayanlara bölüştüren, diğer kısmı ile de ortak işleri yapan tekel bir işletmedir. İktidar tecezzi etmediği için de kendisinden başka bir tekeli kabul etmez. İslâmiyet'teki tek tanrı anlayışının topluluğa aksi budur. Mustafa Kemal'in Vahdet-i Kuvva ilkesinin mesnedi de budur. Devlet tektir. Tecezzi etmez. Kendisinden başka tek de yoktur. İşte çoğulculuk da yine vahdet-i kuvvadan, tek tanrı anlayışından gelmektedir.
Devlet kendi halkı üzerine tüm gücünü sadece vergi ve kredi yoluyla kullanır. Vergide baskı yapmaz. Vergi ödemeyenlere cebri icraya gitmez. Sadece onların kredilerini keser. Devlet halkını askere de zorlamaz. İsteyen bedel öder, isteyen askerlik yapar. Askerlikte zorlama vardır. Askerlik yapan yönetime katılır. Yapmayan cizye öder. Vergi veren kredi alır. Kamu hizmetlerinden yararlanır. Vermeyen kredi alamaz.
Devlet halkın borç ve alacağına kefildir. Ödeyemeyenin borcunu kendisi öder. Borçtan dolayı ekonomik akış durdurulmaz. Çünkü ekonomideki duraklama bir daha telafi edilmeyen bir zarardır. Türkiye dört yıldır üretimden mahrum edilmiş. O kadar insan çalışamamış. Borçlanmışız ve öyle yaşamışız. Bu zamanı geri getiremeyiz. O zararımızı telafi edecek imkâna sahip değiliz. O miktarı geri kalmaya tarih boyunca mahkum olacağız. Oysa devlet borçları ödese, akış olsa, en çok enflasyon olur, ama akış durmaz. Telafi edilmeyen zararlar olmaz. Haksız kazançlar varsa sonra onu düzeltebiliriz, ama kazanç yoksa onu düzeltmemiz mümkün değildir. Bu sebepledir ki banka operasyonları zararlıdır. Malına el koyabilirsin, ama hapse atamazsın. Kolunu kesersin ama hapse atamazsın.
5. DEVLET BÜTÜN BORÇ VE ALACAKLARI YÜKLENMELİDİR
Bugün üretim artık kollektiftir. İnsan tek başına tarlasını ekip biçmiyor. Üretim kollektif olarak yapılmaktadır. Üretimin herhangi bir yerinde meydana gelen aksama tüm sistemde aksamadır. Bir solucanı keserseniz iki solucan olur. Oysa bir insanı keserseniz iki insan olmaz. Kalp durursa bütün vücut helak olur. Gelişmiş ekonomilerde bir tarafta bir aksama olunca her tarafta aksama meydana gelir. Bunun anlamı şudur ki, bir kimse borçlansa, borcu ödeyemese, iflas etse, bu hemen çevredeki insanları da rahatsız eder, hatta peş peşe iflaslar olur. Otoyollarda iki araba çarpıştığı zaman zincirleme kaza olur ve trafik tıkanır.
O halde gelişmiş ekonomilerde bir kimse borçlanıp da borcunu ifa edemediği zaman onun işyerini durduracak operasyon yapılmaz. Borcu devlet öder. Akış devam eder. Devlet kim borçlu ise ondan tahsil eder. Mal bulamazsa artık onu sineye çeker. Devlet burada diyelim ki bin altın zarar etmiştir. Ama eğer bu zararı göze almazsa bir milyon zarar edecektir. Çünkü onun etkisiyle pek çok müessese duracak ve onun vergisinden yararlanamayacak, o yetmiyormuş gibi birtakım sosyal yükler de sırtına binecektir.
Bugün üretilen suni kriz sebebiyle birçok işyeri kapanmış, insanlar işsiz kalmış ve borcunu ödeyememiştir. Alacağını alamayan da borcunu ödeyememiştir. Böylece zincirleme kapanmalar ve iflaslar ortaya çıkmıştır. Üretim durunca insanlar geçinmeleri için alacaklılara ümit bağlamış, onu da alamayınca artık tek çareyi mafya ve bizzat ihkak-ı hakka yönelmiştir. Ülke tam çıkmaza girmiştir. Artık siz ne yaparsanız yapın, aç olan insana bir şey yapamazsanız. Önce onun karnını doyurmak zorundasınız.
İşte insanların yaptığı kanunlarla Allah'ın öğrettikleri arasında bu fark vardır.
Kur'an indiği zaman böyle bir sorun yoktu. Ama Kur'an bütün bu sorunların çözümünü o zaman ortaya koymuş ve çözmüştür. Şimdi size Kur'an'ın bu hususta söylediklerini açıkça belirtelim:
1- Bir kimse borcunu ödeyemediği zaman cebri icraya o hayatı ve çalışması aksatılmaz. Çünkü iş yapan kendisini ve yakınlarını geçindirmek zorundadır. Onu açlığa ve işsizliğe mahkum edemeyiz. Ödeyebilecek hale gelince kendisi öder.
2- Borcunu ödeyemeyen borçlu iflas etmiş olur. Mallarına el konmaz, gelirlerine el konmaz, sadece borçlanma ehliyeti, dolayısıyla kredi alma ehliyetini kaybeder. Çalışacaksa önce çalışır sonra ücretini alır. Çalıştıracaksa önce öder sonra çalıştırır. Önce para öder sonra mal alır, yahut önce mal verir sonra parasını alır.
3- Eğer borçlarını öderse itibarı iade edilir. Önce devlet alacaklılara borcu öder ve hastalığın sirayet etmesini önler. Sonra alacaklı isterse borcunu öderse itibarı iade edilir. Ödemezse, ölünce varislere bir şey kalmaz ve varlığı devletin olur.
4- Borcunu ödeyemeyenlerin borçlarına devlet katılır. Şöyle ki, en çok borcu kalanların borçlarını siler.
Bugün bu hükümlerin hiçbirisi uygulanmıyor. Alacağın tahsili için yatak odalarına kadar gidilmektedir. Tüm aileye, konu komşuya, akrabalara işkence çektirilmektedir. İcra ile alınan mallar onda bir değerleri ile satılmakta, borçlu hepten çökertilmektedir. Bu durumdaki kişi mahvolmaktadır. Kendisi mahvolunca orada kalmamakta, diğer insanları, onunla iş yapan insanları da mahvetmektedir.
Devlet için borç ödemek son derece kolaydır. Kâğıt parayı basar ve borcu öder. İlk bakışta bunun topluluğa zararı vardır, çünkü karşılıksız para çıkarılmıştır. Enflasyon olur. Oysa bu borcu ödemediğimiz zaman daha fazla enflasyon olur. Çünkü üretim durur. Üretim durması ile para aynı kaldığı halde mal azaldığı için enflasyon olur. Kötü bir enflasyondur. Oysa kişinin borcunu ödemekle üretim akışı devam eder, dolayısıyla mal azalması söz konusu olmaz. Borç ödendiği için artan miktar enflasyona sebep olur. Ancak bu üretimde eksiklik getirmediği için ekonomide bir zarar doğmaz. Zararı topluluk çekmiş olur. Toplulukta da dayanışma esas olduğu için bu adaletsizlik demek değildir. Sigorta nasıl adaletsizlik değilse bu da öyle adaletsizlik değildir.
Borçlanan kişiyi, ölüme mahkum edemediğimize göre onu nasıl olsa besleyeceğiz. Hapishanedeki insanları da beslemiyor muyuz? O halde yapılacak iş; akışın devam etmesini sağlamak, kişiyi aç bırakmamak, ama kişiyi de borç ödemeye zorlamaktır. Yoksa bu zorlama yapılmazsa herkes borçlanır borçlanır, sonra ödemez. Bu da insanı yarı köle haline getirmek, borçlanma ehliyetini kaybetmektir. Bu sanıldığından çok daha müessir bir silahtır. İnsanlar açlıktan çok onursuzluğa dayanamazlar. Bir çok insan vardır ki kendi başına kaldığı zaman karnını simitle doyurmakta ancak arkadaşları yanında iken onlara çok pahalı yemekler vermektedir. Müflis olmayanların belli bir kıyafet giymelerine izin verilir. Diğerleri o kıyafeti giyemezler. Bunun sonucu onlar itibarsız olurlar. Şayet iflas etmiş kimse de onu giyerse o kişi o çevreden sürülür. Ondan sonra hukuk düzeni tükenir, askeri düzen onu tenkil eder.
“Devlet” demek borç ve alacaklara kefil olan kuruluş demektir. Bu sayede ileri seviyede yaşama mümkündür. Bu sayede topluluk oluşur. Borç ve alacak olmazsa topluluk diye bir şey olmaz. Atomların ve moleküllerin oluşmasında, canlılardaki tüm yapıda hep borç ve alacak ilişkilerle, ortaklıklarla varlıklar ortaya çıkarlar. Borç ve alacak ilişkilerini düzenlemek, bizzat ihkak-ı hakka gerek kalmadan halkın birbirlerine borçlu ve alacaklı olabilmesi için devletin araya girmesidir. Gerçekten de bütün devletlerin mahkemeleri özel hukukta doğal hak ve vecibeleri korurlar. Hatta İslâmiyet’te “adalet devletin temelidir” şeklinde bir deyim vardır.
6. DEVLETİ ŞU ŞEKİLDE TANIMLAYABİLİRİZ:
Bir) Kişiler birbirleriyle ilişkide bulunurken kendi adlarına değil, devleti temsilen bulunurlar. Ev satan kimse evin kendisine ait olmadığını, topluluğun olduğunu bilir. Bu sebeple satış kurallarına göre onu başkasına satar. Alan da aldığı evi kendi adına değil topluluk adına alır. Ona malik olmaz, onun bakımını ve ondan yararlanmayı devralır. Kişiler hareket ederken topluluk adına hareket ederler. Bu sebepledir ki kişiler arasında yapılan akitler topluluğun bir emirnamesinden ibarettir. O halde topluluk tarafından korunmalıdır.
İki) Kişiler aldıklarını karşı taraftan değil topluluktan almış olurlar ve topluluğa borçlu olurlar. Verdiklerini karşı tarafa değil topluluğa vermiş olurlar. Ondan alacaklı hale gelirler. Dolayısıyla herhangi bir muamelede kişilerin karşı tarafla ilişkileri sona erer. Toplulukla baki kalır.
Üç) Kişiler malik değil kayyumdurlar. Yöneticidirler. Bu yöneticilik bir başka kimse tarafından değil, doğrudan doğruya topluluk tarafından verilmekte ve alınmaktadır. Yani yasalarla belirlenmektedir. Kâr eden yöneticilik sahasını genişletmiş, zarar eden yöneticilik sahasını daraltmış olur. Uluslararası hukukta ise bu topluluğa ait hükümranlık sınırını savaşla genişletmiş ve daraltmış olur.
Dört) İşte bu sebepledir ki devletin teminatı altında olan tüm borç ve alacaklar devletin borcu ve alacağıdır. Bunun için topluluk kişilere bir limit tanır ve o limit içinde sorumluluk devlete ait olur. Bizim bugün yapacağımız iş devletin bu yükümlülüğü yerine getirmesidir. Herkesin borç ve alacağını devlet yüklenmelidir.
7. YAPILACAK İŞLER:
1) Herkes kendi malına kendisi bir değer biçecek ve bütün mallarını beyan edecektir. Bu beyanda oturduğu ev, binek arabası, ev eşyası, giyim, yiyecek gibi tüketim araçlarını ayrı; buna karşılık işyerini ve üretimle ilgili araçlarını ayrı bildirecektir. Tüm borç ve alacaklarını bildirecektir.
2) Taraflarca ittifakla kabul edilen borç ve alacaklar devletin borç ve alacakları haline gelmiş olacaktır. Üretim malları da devlete rehn edilmiş olacaktır.
3) Nizalı olan kısımlar için de devlet taraf oluşacaktır. Devlet taraf olacaktır. Hakemler aracılığı ile sorunlar çözülecektir. Taraflar birer hakem seçeceklerdir. Baş hakemi de hakemler seçecek ve baş hakem yürütme ile ilgili kararlar alacak, sonunda kesin hükme varılacaktır.
4) Kabul edilmiş alacaklarla hakemlerce karara bağlanmış alacaklar devlet tarafından hemen tediye edilecektir.
8. DEVLET ALACAKLISININ ALACAKLARINI
NASIL TAHSİL EDECEKTİR?
Bir) Borcunu ödeyemeyen kişinin yararlanma mülkiyetiyle sahip olduğu hisselerin gelirleri varsa bu gelirlere el koyabilecektir. Kişi geçinme darlığında ise ona geçinme yardımında bulunacaktır. Kişinin ücretine el koymadığı gibi kendisinin yaptığı işlerden elde ettiği mallara el koyamaz. Sadece kendisinin işletmeci olmadığı yerlerdeki kira paylarına el koyabilir.
İki) Borcunu ödeyemeyen kişi yararlanma ehliyetini korur, ama işletme ehliyetini kaybeder. Dolayısıyla artık işletme yerlerini başkalarına devreder.
Üç) Borcunu ödeyemeyen kimse alacaklı olma ehliyetine her zaman sahiptir ve alacağına el konmaz. Ama borçlanma ehliyetini kaybeder.
Dört) Nihayet borçlu olan kimsenin mallarına varisler değil devlet varis olur. Öldüğünde bütün mallarına el koyar.
Kişi çalışıp kazanarak borcunu öderse bütün haklar iade edilir. İtibarlı kişi olur. Ayrıca devlet de bunlara yardımcı olur. Şöyle ki;
Bir) Cebri icraya gitmez. Onu tüm kazançlarında ve mallarında serbest bırakır.
İki) Geçim darlığında ise kendisine yardımcı olur.
Üç) Borçlarını bitirdiğinde itibarını iade eder.
Dört) Bütçeden borçlulara yardım için pay ayırır, bunu en az borcu kalanlar sırası ile bölüştürerek bir an önce itibarın iadesini sağlar. Bu sistem üretimi durdurmaz ve enflasyonu önler.
9. ENFLASYONUN ASIL KAYNAĞI FAİZDİR.
Enflasyonun hukuki tarifi; biri zarar ederken diğeri kazanıyorsa bu faizdir.
Bunun pratik görüntüsü, paranın arttırılması faizdir. Çünkü para mevcut değerleri ölçen bir metredir. Mevcut değerler artmadan parada artış demek, birinin zarar etmesi demektir. Biri zarar etmeden sizin kazanmanız mümkün değildir. O halde bir tüccar yıl sonunda şu kadar altın kâr ettim diyorsa, o faiz almıştır. Ama tüccar yıl sonunda ben şu kadar ton pirinç kâr ettim diyorsa, o zaman o kâr etmiştir. Topluluk o kadar fazla pirinç üretmiş, o da buna sahip olmuş demektir.
Faizin bu hukuki tarifi yanında ekonomik tarifte enflasyon da aynıdır.
Bir toplulukta üretim artmadan, yani mal stokları artmadan para artarsa o enflasyondur.
Demek ki, faiz kişinin kazancında paranın artması, dolayısıyla toplulukta mal artmadan paranın artmasıdır; enflasyon da toplulukta mal artmadan paranın artmasıdır. Bu tanım durgunlaşmış ve dengeye gelmiş ekonomiler için doğrudur. Dalgalı ekonomide ise bu kabul söz konusu değildir. Çünkü biri diğerini doğurmaktadır.
Şimdi faizin nasıl enflasyona, hem de hiper enflasyona sebep olduğunu görelim.
Kişiler kâr ve zararlarını elde ettikleri mallarla değil de yıl sonunda arttırdıkları para miktarı ile ölçerler. Piyasaya 10 trilyon nakit sürelim. O ülkede de faiz %10 olsun. Yıl sonunda herkesin parası %10 artmalıdır. Dengeli ekonomide bu böyledir. Yoksa kimi arttırır, kimi eksiltirse, o zaman dengeli ekonomi olmaz. İstikrarlı ekonomi olmaz. Halkın nakdini bu kadar arttırabilmesi için devletin %10 fazla para çıkarması gerekir. Yoksa halk parayı nerede bulacaktır? Bu da enflasyonun sebebidir. Şöyle ki;
Milli hasılada artış vardır. O artış kadar fazla para çıkarmak enflasyona sebep olmaz. Bu artış değişik ülkelerde ve değişik zamanlarda %5 civarındadır. Ama ondan fazla olan para artışı doğrudan enflasyondur. Öyleyse faiz ile para arasında bire bir ilişki vardır.
Şimdi eğer söz konusu faiz nisbi faizse yani enflasyon %10, faiz de %10 ise, o zaman faiz sıfırdır. Faiz yoktur demektir. Ama buna rağmen enflasyon vardır. Milli hasıladan fazla reel faiz mutlaka enflasyonu doğurur. Ama reel faiz sıfır olduğu halde nisbi faiz varsa yine enflasyon vardır. İşte işin kötü tarafı, herkes reel faizi artırmak isteyeceği için faizde denge tesis edilemez.
Enflasyon artar, halk faizi arttırır, faiz artınca enflasyon artar. Halk daha da arttırır. Böylece sonunda faiz %10’u geçer, enflasyon zararlı hale gelir. %100’leri geçer ve kronik hal alır. Fiyat ve ücret anarşisi doğar. Türbülans olur.
10. ENFLASYON SORUNUNUN ÇÖZÜMÜ
Enflasyonu hemen kesmek mümkün değildir. Ancak etkileri yok edilebilir. Bunun için;
Bir) Enflasyon altını değeri ile ölçülmelidir.
İki) Bütün borçlanmalar, altın gramın resmi değeri üzerinden olacaktır. Tediyeler ise Türk Lirası üzerinden olacaktır.
Üç) Krediler kârlılık esasına göre değil enflasyonsuzluk esasına gör yapılacaktır. Karşılığında mal varsa kredi verilecektir. Bu ise enflasyon yapmaz, sadece üretimi arttırır. Çünkü piyasada para çoğalır ama bir taraftan satılık mal da çoğalır.
Dört) Faiz fiilen ortadan kalkacaktır.
Enflasyon artar, halk faizi artırır, faiz artınca enflasyon atar. Halk daha da artırır. Böylece sonunda faiz %10’u geçer, enflasyon zararlı hâle gelir. %100’leri geçir ve kronik hal alır. Fiyat ve ücret anarşisi doğar. Türbülans olur.
Türbülansı çok kısa izah edelim.
Bir boruya su verdiğinizde onun basıncını artırırsanız basınçla orantılı olarak geçen su artar. Ancak Reynolt Katsayısı denen bir miktar vardır ki, basıncı oranın üstüne çıkarırsanız moleküller artık düzgün hareket edemez, gerisin geriye sıçramaya başlar ve trafik tıkanır, akan su miktarı birden onda bire hatta ondan aşağıya düşer. Fiyat ve ücretler ekonomik akışı sağlar. Az miktardaki enflasyon bu akışa yardımcı olur. Ama enflasyon yükselince artık fiyat ve ücretler mânâsını kaybeder ve üretim onda bire düşer. Türkiye’nin bugünkü hâli budur.
Fiyat ve ücretler enflasyona göre çoğalırsa, halk da bu enflasyonun hızını bilirse ona göre sözleşmeler yapar ve ekonomi yürür. Fiyat ve ücretler enflasyondan koparsa ve enflasyonun hızı değişik olursa ekonomik kriz doğar.
Şimdi aslında reel faizi gerçekleştirmek imkansızdır. Bir ülkede emek sınırlıdır. Onu artırmanız mümkün değildir. O halde faizle elde edilen nakit bir daha ekonomiye dönmez. Dönse diğer çalışan müesseseleri kapattırır. Dolayısıyla faiz parası kullanılamaz.
Faiz parası ne işe yarar?
Bir) Ülke gelişmemmişse sermaye terakümü ile yeni işyerleri açılır, işsizlik ortadan kalkar. Tarihte Avrupa bu sayede bugünkü seviyeye ulaştı. Tam istihdam sağlanacak işyerleri tesis edildikten sonra faiz zararlıdır.
İki) Milli hasıladaki artış kadar faiz nakit olarak mala dönüştürülür. Bu da faiz olmaz, kâr olur. Bu milli stokların artması demektir. Yararlıdır.
Üç) Bir başka ülke sömürülecekse faizli işlem yaparsın ve o ülkelerin sanayi dönemine geçmesini sağlarsın. Ne var ki, sanayi dönemine geçtikten sonra alınan faiz başka ülke için kullanılabilir. Ama dünya sanayi dönemine geçerse yani bütün insanlık iş bulursa faiz zararlı olur.
Dört) Başka ülkeleri borçlandırır durursun. Onlardan bir şey almazsın ama siyasi baskı aracı olarak kullanılabilir. Türkiye için bu şartların hiçbirisi geçerli değildir. İş yerlerimiz var, sanayileşmişiz. Ama hukuki yapımız bozuk olduğu için işletemiyoruz. Zarar ediyoruz. Enflasyonu %5’lerde tutamıyoruz. Kendi ülkemizde iş yapamıyoruz; dışarıda nasıl yapacağız? Biz şimdi sömürülen ülkeyiz. Sömüren ülke değiliz. Ülkemizde faiz sadece zarardır. Enflasyonun başlıca kaynağıdır.
Faizin kötü etkilerini ortadan kaldırmak için faizsiz bankaları kurmalıyız.
Hemen belirtelim ki; faizsiz finans kuruluşları Araplar yoluyla ithal edilmiş, dini istismar eden bir faizli kuruluştur. Asla faizsiz banka değildir. Çünkü onlar da para ticareti yapmış oluyorlar.
O halde bu bankalar ve finans kuruluşları enflasyonun ana kaynağıdırlar.
Ne var ki, bunları ancak faizsiz banka kurarsak bertaraf edebiliriz. Yoksa bunlara baskı yapmak veya yasaklamakla hiçbir yere varamayız. Bugünkü ekonomik düzeni daha çok bozarız. Bunları kendi hallerinde bırakalım. İstedikleri gibi iş yapsınlar. Biz faizsiz bankalar kuralım ve bunları da faizsiz bankalara dönüşmeleri için serbest rekabet içinde zorlayalım.
Unutmamanız gereken bir husus vardır.
Faizsiz banka faizsiz işletmelerle oluşur. Faizsiz işletmeler de faizsiz bankalarla gelişir. Faizli banka ile faizsiz işletme çalışamaz. Faizsiz banka faizli işletmeye kredi vermez.
O halde biz enflasyonu düşürmek mi istiyoruz?
Bu para ve bu bankalarla, bu işletmelerle enflasyonu düşüremeyiz. Boşu boşuna uğraşmayalım. 28 Şubatlar ve 21 Şubatlar bu boşu boşuna uğraşmanın sonucudur.
11. FAİZSİZ İŞLETME NEDİR?
a) Tesisler cirodan %’de almak üzere konur. Tesis ortakları altyapı ortaklarına paylarını verdikten sonra kalanı aralarında payları nisbetinde bölüşürler.
b) Emek cirodan %’de alır, bakım emeğine payını verdikten sonra kalanı aralarında bölüşürler.
c) Sermaye payı, tüccarlar hammaddeyi verir, karşılığında mamul maddeyi alır. Kâr veya zarar eder. İşletme giderlerine karşılık para değil ham maddeyi verir.
d) Bankalar işletmeleri kredileşme ilkesi içinde desteklerler. Giderlerini ise cirodan bir pay alarak karşılarlar.
e) Devlet verdiği elektrik karşılığında bir pay alır. Gelirlerini böylece temin eder. Vergiyi kişilerden değil işletmelerden alır. Üretilen çimentonun beşte biri onun olur.
Bütün girdiler üründen bir pay alırlar. Ürün ambara konur. Pay sahiplerine pay belgeleri verilir. Bu belgeler borsada nakitle satılır.
İşte bu işletmeler faizsiz işletmelerdir. Çünkü sabit kira, sabit ücret, sabit kâr, sabit vergi faizdir. Çünkü işletme zarar ediyorsa onlar yine kazanmaktadırlar.
Demek ki bankalar son derece basit bir şekilde çalışacaklardır:
a) Bankalar işletmelerin senetlerini kârsız alıp satacaklardır. Senetlerin fiyatı her gün talebe göre değişecektir. Ancak aynı gün aynı sırada değişmeyecektir.
b) Bankalar mevduat sahiplerine faiz vermeyecekler, ona mukabil kendilerine aynı hacimde kredi tanıyacaklardır.
c) Bankalar senetlerini alıp sattıkları işletmelerden teminat olarak gayrimenkulleri ipotek edeceklerdir. Ancak bunu icra ile satmayacaklardır. Borcu ödenmeyen kadar miktarda hisse senetlerine sahip olacaklardır. Yani onun kira payını hisse senedi sahibi alamayacaktır. O hisse senedi satarak bankalar alacaklarını tahsil etmiş olacaklardır. Banklalar bu hisse senetlerinin kira payına da sahip olmazlar.
d) Bankalar işletmelerden aldıkları banka hizmet payının bir kısmını devlete vergi olarak verirler. Buna karşılık onlar da merkez bankasından nakit kredi alma hakkına sahip olurlar. Yani faizsiz bankaların merkez bankası ile olan ilişkileri de faizsizdir. Devlete ödenen vergi nisbetinde nakit kredi alırlar.
Çok sade ve basit olan bu işletmede faiz yoktur. Çünkü bankalar teminat karşılığı faizi değil, cirodan pay alıyorlar. Yani ekonomik hareket varsa bankaların gelirleri vardır, devletin gelirleri vardır. Ekonomik hareket yoksa bankaların gelirleri yoktur, devletin de geliri yoktur. Devlet ve bankalar işletmeleri aktif hâle getirecek, onların çok üretim yapmasını destekleyecektir.
Faizsiz bankalar bunun dışında halktan faizsiz mevduat kabul edecektir. Buna karşılık halka faizsiz olarak krediyi kullandıracaktır. Halk bununla isterse taksitle dayanıklı malları alacaktır, isterse bankaların alıp sattığı hisse senetlerini alıp kâr-zararına iştirak edecektir.
Bankaların çıkardığı ve halkın sattığı senetleri şu şekilde sıralayabiliriz:
a) Halk devre başında selem senetleri alır. Yatırımını yapar, günü gelince selem senetlerini satarak kârını yapmış olur. Yani ön ödemeden doğan selem farkından yararlanır.
b) Mağazalar vadeli senetler çıkarır. Kim önce nakit yatırırsa onlara sermaye payını verir. Bu nakdi kredi olarak mağaza tüccarlarına faizsiz ve kârsız kredi olarak verir. Sermaye payını tasarruf eden halka aktarmış olur.
c) Halk taşınmazların hisse senetlerini alır ve onun kira payından yararlanır. Hisse senetlerinin nominal değerleri kira payları eklenerek hesaplanır. Cari değerler ise arz ve talebe göre hesaplanır.
d) Halk işletmelerin işletme senetlerini ucuzken alır. Bekler, pahalılaşınca satar. Böyle kâr eder. Yahut zarar ederek nakit ihtiyacını giderir.
Görülüyor ki, bankalar faizi almıyor, destekledikleri firmaların üretiminden pay alıyor. Ayrıca tüm kredileşmeyi temin ediyor. Böylece faizsiz kredileşme sağlanınca enflasyona etkisi de sıfır oluyor. Faizsiz para bulan üretici faizli kredi almıyor, diğer bankalar da faizsiz işlem yapmak zorunda kalırlar.
III- BÜTÇE AÇIĞI SORUNU
1. DEVLETİ KÜÇÜLTMEDEN
GİDERLERİ KÜÇÜLTMENİN
SIRRI BULUNACAKTIR
1. Devlet kamu hizmetleri yapmaktadır. Bu hizmetleri azaltma veya küçültme demek, ilkel ekonomiye dönüş demektir. Ama bu hizmetleri fazlasıyla yerine getirdiğiniz zaman öbür taraftan devleti küçültmezsiniz. Birkaç önemli müessese üzerinde duralım.
2. Ordu: Devletin üzerindeki en büyük yük ordunundur. Savunma hizmetidir. Devlet de savunma demektir. O halde ordunun gelirlerini kısmak, devleti küçültmektir. Hatta devleti yok etmektir. O halde ne yapalım ki hem ordumuz gücünü korusun, hem de bütçeye fazla yük olmasın.
3. Bunun için bizim önerimiz şunlardır:
1) Bütçenin, devlet bütçesinin beşte biri ordunun olsun. Bütçemize beşte birden fazla yük olmasın. Ordu buna karşılık fahri kamu hizmetlerini yapabilsin. Mesela, mecbur olmadan isterse karayolunun bakımını karşılıksız yapsın. Bunun ona faydası, milli hâsıla bu yolla artacaktır. Milli hâsıladaki kamu payı artacaktır. Kamu payının beşte biri onun olduğuna göre otomatikman ordunun da payı artacaktır. Dolayısıyla ordu ülkenin iç yönetimine karışmaz ama imkanı nisbetinde uygun gördüğü fahri hizmetleri yapar.
2) Gümrük gelirleri orduya ait olacaktır. Ordu ihracata gümrük koyamaz. Çünkü vergisi ülke içinde ödenmiştir. İthalata kendisi gümrük koyar. Bunu istediği kadar artırıp eksiltebilir. Ancak kalem kalem değil de toptan bütün kalemler için aynı gümrüğü uygular. Gümrüğü çoğaltırsa giriş çıkış olmaz. Gelir düşer. Artırırsa bu sefer de geliri düşer. O halde öyle bir gümrük vardır ki, bu oran orduya azami geliri sağlar. Bu ülke için de en uygun nisbettir. Gümrüğü çok yüksek tutarsanız, dışarıdan gelmesi gereken mallar gelmez ve ülke içi üretim düşer. Gümrüğü çok düşük tutarsanız bu sefer de ülke içinde üretim yerine ithalat ikame olur. İç üretim çöker. Oysa ordunun iç üretimden payı vardır. Gümrük gelirlerini yükseltirseniz ihracat durur. Çünkü ithalat yapamayız. Bu da iç üretimi durdurur. O halde en iyi bir nisbeti bulup onu uygulamak gerekir. Bununla hem ordumuza gelir temin ederiz, hem de ülkemiz için en uygun olan gümrüğü buluruz.
3) Askerlik bedelleri ordunun gelirleri olmalıdır. İsteyen askerlik yapmalı, tam yapmalıdır. Tahsiline göre uygun rütbesi olmalıdır. İsteyen askerlikten muaf olmalı, her yıl askerlik bedelini ödemelidir. Bunlar savaşa da alınmamalıdır. Böylece savaşa katılmak istemeyenler bedel vermelidir. Ama bunların devletin kamu görevlerinde memurluk yapma hakları olmalı ve seçilme hakları olmamalıdır. Bedeldeki payı ordu kendisi belirlemelidir. Böylece askere ihtiyacı varsa düşük tutar, yoksa yüksek tutar. Böylece ideal bir ordu oluşmuş olur.
4) Ordu kendi ihtiyaçlarını gidermek için üretim yapabilmelidir. Böylece askeri eğitimin dışında kalan günlerde askerleri çalıştırarak kendi ihtiyaçlarını karşılar. Bunun pek çok faydası vardır. Bir defa asker savaşta devlet onu besleyemediği zamanlarda bile savaşı sürdürebilecek hâle gelir. Kendi zaruri ihtiyaçlarını iç üretimle temin ederek bütçeye yük olmadan güçlü kalır. Ayrıca burada yaptırdığı işlerde askerlik hizmetlerini yapanlara sivil hayatta kullanacakları bir mesleği de vermiş olur. Tekel olan işletmeler de orduya verilir. Ordu bunları karşılıksız işletir. Ama kendisi için de karşılıksız yararlanır. Mesela, devlet demir yollarını devlet yapar, işletmesini askerlere verir. Taşıma enerjisini vakıf işletmelerden bedava temin eder. Personel giderlerini karşılamaz. Asker bunu karşılıksız yapar. Ama barışta ve savaşta bu taşımadan taşıma masraflarını da harcamadan yapmış olur. PTT ve elektrik santralleri de böylece işletilebilir.
Burada görülüyor ki, ordu küçültülmemiş ama devletin yükü azaltılmış olur. Bütçe giderleri azaltılmış olur. Bu ordunun sivil yönetime müdahale zorunluğunu da ortadan kaldırır. Kendi kendine yeterli hâle gelen ordu kötü yönetimden endişelenmez, çünkü kendi yapısı sağlam kalmaktadır. Oysa bugün ordu sivil yönetimin imkanlarından yararlandığı için sivil yönetimde meydana gelen bir sarsıntı orduyu da rahatsız ediyor ve onun için müdahale etmek zorunda kalıyor.
Devletin gelirleri azaltılmayacaktır. Ancak maliye bakanlığı küçültülecektir. Yani bütçeye aynı gelirler gelecektir. Fakat maliye bakanlığı olmayacaktır. Bu nasıl sağlanacaktır?
Faizsiz bankalar halka olan hizmetlerini faizsiz vereceklerdir. Yani onlara faiz ödemeyecek, yahut faiz almayacaktır. Faizsiz bankalar gelirlerini destekledikleri işletmelerden alacakları yüzdelerle giderlerini karşılayacaklardır. Bunların senetlerini alıp satabilmeleri için halkın mevduatına ihtiyaçları olacaktır. Bunu faizsiz yapacaklar, ama bankalar halka hizmetlerini faizsiz vereceklerdir. O halde parayı tahsil eden devlet bankaları olacak, tahsildar olmayacaktır. Esasen bu kısmen bugün sağlanmaktadır.
Sadece tarhiyatı maliye görevlileri yapmaktadırlar. Bu da kalkacaktır. Muhasipler aynı zamanda vergi tarh edeceklerdir. Halk isteyerek vergi verecektir. Çünkü verginin ona sağlayacağı yararlar vardır.
1) Ödediği vergi nisbetinde işletmeler kredi alma hakkına sahip olacaklardır.
2) Ödediği vergi nisbetinde kamu imkânlarından (su, elektrik, taşıma, haberleşme) yararlanabileceklerdir.
3) Ödenen vergi nisbetinde işletmenin malları, borç ve alacakları sigortalanmış olacaktır.
4) Ödedikleri vergi nisbetinde malların istimlak değeri olacaktır.
Böylece maliye bakanlığı küçük olacak ama gelirleri de o kadar çoğalacaktır. Buna başka bir misal, vergi nisbeti düşürülecek ama bütçe gelirleri artırılacaktır. Çünkü vergi nisbeti düşünce daha çok üretim olur, daha çok üretimin vergisi de daha çok olur.
Milli eğitim hizmetleri küçültülmeden milli eğitim giderleri azaltılacaktır. Okumaları için öğrencilere kredi verilecektir. Böylece kredi devlete yük olmayacak, ileride iade edilecektir. İade edilemeyenleri devlet yükümlenmiş olacaktır. Öğrenci nerede isterse orada okuyacaktır. Böylece tüm özel okullar ve öğretmenler de desteklenmiş olacaktır. Devlete yük olmayacaklardır. Devlet tedrisata karışmayacak, okul yapacak ama kârsız olarak özel okullara verecektir. Diğer giderlere ve öğretmen maaşlarına karışmayacaktır. Programlarına da karışmayacaktır. Bu onların fikir hürriyetlerine de saygı olacaktır. Ancak imtihanları devlet kendisi yapacak, diplomaları kendisi verecektir. O halde devletin milli eğitim bütçesi onda bire inecek ama milli eğitim hizmetleri on misli yükselecektir.
Yargıda serbest soruşturma sistemi getirilecektir. Dedektiflik sistemi uygulanacaktır. Mahkemeler soruşturma ile işgal edilmeyecektir. Dedektiflik ücretini de devlet verecektir. Ama olayı aydınlatan verecektir. Mesela, Uğur Mumcu’yu öldüreni bulursa, o dedektife ödül verecektir. Mahkemeler sadece dedektiflerin tanıklarını dinleyeceklerdir. Karar hakemlerin olacaktır. Jürinin değil hakemlerin olacaktır. Dedektifler ve hakemler serbest meslek erbabı olduğu için devlete yükleri çok daha az olacaktır. Mahkemeler çabuk bitecektir. Çünkü devlete yük olmadan hakemler çoğaltılabilecektir. Çünkü hakem hakemlik yaptığı zamanda ücret alır. Diğer zamanlarda başka iş yapar. Bu da devlete ek yük getirmeden yargının süratlenmesini sağlar. Hizmet kalitesi yükselir, ama ek mali yük getirmez.
Devletin yükünü azaltan başka husus da yerinden yönetimdir.
Devletin esas görevi savunmadır. Dış güvenliktir. Ülkenin buna göre imarıdır. İller arasındaki birliği sağlamaktır. Bunun dışında iç güvenlik ve adalet hizmetleri yerel yönetime bırakılacaktır. Onların gelirleri onlara ait olacaktır. Bunun için kabul edeceğimiz sistem şudur:
Küçük işletmelerin vergileri bucaklar tarafından toplanır.
Orta işletmelerin vergileri iller tarafından toplanır.
Büyük işletmelerin vergileri devletçe toplanır. Böylece devletin gelirlerinde azalma, dolayısıyla harcamalarında da azalma olur, ama bu azalma devletin küçülmesini değil, büyümesini sağlar. Daha çok insanın daha çok hizmet yapmasını gerçekleştirir.
Kamu hizmetlerinin çoğu hizmet kooperatiflerince veya vakıf işletmelerince yapılacaktır. Devlet bunlardan vergi almayacak ama kendi işlerini de bunlara karşılıksız gördürecektir. Mesela, basın vergiden muaf olacaktır. Ama sütunlarının yani gazetenin beşte birini kamuya tahsis edecektir. Devlet PTT’den vergi almayacak ama buna karşılık haberleşmede parasız yararlanacaktır. Televizyon için de aynı şeyler söylenir. Okullardan da vergi almayacak ama askerlik derslerinin öğretmen dışındaki giderlerini okul karşılayacaktır.
Yerinden yönetimin mânâsı da zaten budur. Görevler dağılmıştır. Merkezin yükü azalmıştır. Merkez ne yapacaktır?
Devlet dış güvenliği sağlayacaktır.
İller iç güvenliği sağlayacaktır.
Bucaklar yargı hizmetini vereceklerdir.
Ocaklar birlikte yaşama dayanışması içinde olacaklardır.
Aileler çocuk yetiştirecektir.
Köy veya semtler işyerlerinin birlikte çalışmasını sağlayacaktır.
Bucaklar genel ve kamu hizmetlerini verecektir.
Bölgeler ihtisas hizmetlerini yapacaktır.
Bu işbölümünün faydası şudur. Aksamalar yerinde olur. Bütçe açığı her sektörde veya mahalde yani kendisinde cereyan eder. Giderilmesi kolay olur. Oysa bugün olduğu gibi bir köyün sıkıntı içinde olması tüm ülkeyi zor durumda bırakıyorsa biz o devleti yaşatamayız.
Özetleyecek olursak;
Bir) Kamu hizmetlerinin gelir ve giderlerini bağımsız hâle getirip merkezi yönetime son vermek.
İki) Yerel yönetimleri bağımsız hâle getirip merkeze yük olmaktan çıkarmak.
Üç) Kamu hizmeti gören kuruluşların gelirlerini serbest rekabet içinde çıkar paralelliğine göre düzenlemektir.
Dört) Bu hususta halkın kendi kendine yapacakları işlere merkezin ancak hakemlerden oluşan yargı yoluyla müdahale etmesi. Yoksa şimdi olduğu gibi burası sit alanıdır, burası ormandır, burası meradır, burası filan kurumundur deyip kamu çalışmalarını dahi çıkmaza soktuğumuzda, bütçemizdeki açığı kapatamayız. Herkesi aidatsız sigortalarsak, memurlar kendiliklerinden özel sektöre kayarlar.
2. MİLLİ HÂSILAYI ARTIRARAK
KAMU PAYINI ARTIRMAK
Bütçe açığını kapatmanın ikinci yolu ise milli hâsılayı artırarak bütçe gelirlerini artırmaktır. Yani milli hâsıladaki devletin payını artırmak suretiyle değil de payını asgaride tutarak milli hâsılayı artırarak kamu payını artırmaktır. Bir devlet kamu harcamaları yapan kuruluştur. Milli hâsılanın azami olduğu hal nedir? Yani, kamu harcamalarının nisbeti ne olmalıdır ki milli hâsıla azami olsun?
Kamu payını düşük tutarsanız genel hizmet gerçekleşmez, milli hâsıla az olur.
Kamu payını çok tutarsanız özel hizmet zayıflar, yine milli hâsıla azami olur.
Ne tam bir kapitalizm vardır, ne de tam bir sosyalizm vardır.
Bir nisbette kapitalizm ve sosyalizm vardır. Sorun, bu nisbeti ideal bir şekilde belirlemektir.
Göçebe dönemlerinde kollektif hayat vardı. Tüm üretim kollektifti. Bölüşme özel mülkiyetten çok başkanın ihtiyaçlara bölüştürmesi şeklinde idi. Özel mülkiyet tarım döneminde başladı ve kamu payı da tarım döneminde ortaya çıktı. Bununla beraber toplayıcılık dönemlerinde de kamu payı vardı. Her aile ayrı ayrı meyve topluyor, bir payını klan reisine veriyordu. Klan reisi de bunu meyve toplayan kimselere bölüşüyordu.
Avcılık döneminde ava katılanlar avı eşit olarak bölüşüyordu. Ayrıca klan başkanına da kamu payını et olarak ayırıyorlardı.
Çobanlık döneminde kurban kesiliyor ve kamunun geliri oluyordu.
Tarım döneminde tarım ürünlerinden bir pay veriliyordu.
Nihayet bugün sıkıcı bir vergi verilmektedir.
İSLÂMİYET’İN GETİRDİĞİ VERGİ SİSTEMİ İSE ŞÖYLEDİR:
a) Herkes yaptığı yapının beşte birini kamuya veriyor ve kamu bununla altyapı yapıyor.
b) Çıkarılan madenlerin veya ganimetin beşte biri kamunun oluyor.
c) Tarladaki ürünlerin onda biri kamunun oluyor.
d) Nihayet kamuya ait yerlerden kollektif olarak yararlanılan yerlerdeki sermayenin kırkta biri kamunun oluyor. Bunlar para, ticaret malları, mera hayvanları ve ortak ambarlara konan mallardan oluşuyor ve yılda bir alınıyordu.
Bizim de bugün kamu paylarını netleştirmemiz gerekecektir. Öyle ki, kamu hizmetinin özel hizmete oranı nisbetinde olmalıdır. Bunun için takip edeceğimiz kural şu olmalıdır:
Kamu hizmetinin bir kısmı emekle ifa edilir. Dış güvenlik, iç güvenlik, koruma ve bekçilik böyledir. Burada kamu hizmetleri nöbetleşe olarak yapılmalıdır. Nöbete katılmayanlar bedel vermelidirler. Bugün askerlik hizmeti olarak yapıyoruz. Bedenle yapılacak hizmetleri ülkede ordu, ilde jandarma, bucaklarda koruma, ocaklarda ise bekleme nöbetleri ile yapılmalıdır.
Mali hizmetler yani nakit ile yapılabilecek işler de ikiye ayrılmaktadır. Bunlardan biri serbest rekabete konu olamayacak hizmetlerdir. Yol, elektrik, hakemlik ve benzeri hizmetler böyledir. Biz bunları beş noktada topluyoruz:
a) Altyapı hizmetleri.
b) Bakım hizmetleri.
c) Yardımcı madde hizmetleri.
d) Genel hizmetler.
e) Dayanışma hizmetleri.
Bunun dışında;
a) Bina ve tesisler.
b) Üretici emek.
c) Ham madde özel mülkiyet içinde serbest rekabet ile temin edilmelidir.
Alınacak kamu payı da bu nisbette olmalıdır.
Şimdi zor olan taraf bu kamu payının ne olmasıdır? Bunun için geliştirilecek sistemde herkesin kamu payından pay almasıdır. Yani herkes bir taraftan özel mülkiyette çalışırken, diğer taraftan yine herkes kamu hizmetleri yapabilmeli ve payını almalıdır. Pay sabit tutulmalıdır.
Kabaca önereceğimiz nisbet yarı yarıya olabilir. Yani milli hasılanın yarısı kamunun olur. Halk nerede kendisine fazla gelir temin ediyorsa orada çalışma yapılır. Eğer kamuda gelir fazla ise kamuda çalışanların sayısı çok olacak, gelir eşitlenecektir. Aksine özelde çalışanlar çoksa orada demek daha fazla pay verilmiştir. Bu denemelerden sonra ikinci dönemde kamu payı çalışanlar nisbetinde azaltılır. Bu denemelerde öyle bir yere gelinir ki, orada hangi nisbette kamu payı varsa kamu hizmetinde çalışanlar da o kadardır. İşte bu en ideal bir çalışma yeridir.
Kainatta basit oranlar kanunu vardır. Yani bu nisbet tam sayılarla orantılı olmalıdır. 1/2 1/3 1/4 ve 1/5 üzerinde denenebilir. Pilot bölgelerde denenebilir. İdeal nisbet bulunabilir. Biz bunun 1/5 olduğu kanaatindeyiz.
Bugün Türkiye’de bu %50’nin üstündedir. Oysa çalıştırılan kamu personeli onda bir bile değildir. O halde bu bölüşme çok haksız bir bölüşmedir. Kamu payı bugün kamuda çalıştırılan personel sayısının tüm personele bölünme nisbetinde olmalıdır. 1 milyon asker var, 1 milyon kamu görevlisi var. 20 milyon çalışanın ancak onda biri kamuda hizmet vermektedir. Kamu payında onda biri olmalıdır. Biz bunu değil, bunun iki katını öneriyoruz. Diyoruz ki, kamu payı %20’ye insin. Bu kamu gelirlerini azaltacaktır demek değildir. Milli hâsıladaki artış üç-dört misli olacağından kamu gelirleri de daha çok artacaktır.
Bakınız, her öneriyi ilmi kriter dayandırıyoruz.
Bu harcamalar doğru olsa memurun refahı halkın refahının dört katı fazla olmalıdır. Oysa öyle bir şey görülmüyor. Bu bürokrasinin verimsiz çalışmasından veya gereksiz kadronun doldurulmasından ileri gelir.
KAMU GELİRLERİNİ ARTIRMANIN ÇOK AÇIK İLKELERİ VARDIR:
a) Kamu gelirlerini artırmak için önce kredinin kamu gelirlerini artıracak şekilde verilmesi gerekir. Faizsiz verilmesi gerekir. Bu da üretime vergi şeklinde özetlenebilir. Tüketiciye sipariş kredisi verirsiniz. İşçiye inşaatta ücret kredisi verirsiniz. Stok mallara kredi verirsiniz. Yapılara kredi verirsiniz. Kârlılık esasına göre değil, enflasyonsuzluk esasına göre kredi verirsiniz. Kredi itfa yerine, iş yapma esasına göre kredi verirsiniz.
b) Kamu gelirlerini artırmak için vergi üründen alınmalıdır. Üretimden bir pay olarak alınmalıdır. Mal olarak alınmalıdır. Nakit olarak istenmemelidir. Bu herkesin gücüne göre vergi ödemesi ilkesine dayanır. Üreticinin elinde nakit değil ürün vardır. Ondan nakit istemek, gücü olmayan bir şeyi istemek demektir.
c) Kamu payı beşte birden fazla olmamalıdır. Kamu görevlileri de halkla beraber yaşamalıdır. Sıkıntılar birden çekilmeli, imtiyazlı sınıf olmamalıdır.
d) Halkın yapamayacağı hizmetleri devlet kuracağı bağımsız vakıf işletmelerle yapmalı. Bunu ne sermaye tekeline bırakmalı, ne de kendi bürokrasisine havale etmelidir. Vakıflar vergiden muaf olmalıdır. Kendi gelirleri ile yaşamalıdırlar.
e) Devlet kamu hizmetlerinin yanında genel hizmetler yapmalı, mesela halkın özel muhasebesini serbest muhasipler tutmalı ama ücretleri kamu bütçesinden karşılanmalıdır. Halk organize edilmelidir. Genel hizmet kooperatiflerinin kurulmasına imkan vermelidir.
Milli hâsıladaki payın artması için milli hâsılanın artması gerekir. Bürokrasi üretimi köstekleyici değil, üretimi destekleyici olmalıdır. Bu da ancak kamu görevlisini vatandaşla eşit hâle getirdiğiniz ve aristokratik yönetimi kaldırdığınız zaman mümkündür. Görevli ile vatandaş arasında ihtilaf çıktığı zaman görevli ile vatandaş eşit olmalıdır. İddia eden hemen hakemlere gidip hakkını alabilmelidir. Vatandaş bir yerde bina kuruyor. Bu imara uygun olmalıdır. İmar uygun değilse görevli tesbit edip hakemlere gidip durdurabilmelidir. Yoksa inşaata başlamak için bir yerden ruhsat veya izin alma gerekmemelidir. Görevliler hiçbir karar alma yetkisine sahip olmamalıdır. Kararı kişi kendisi alacaktır. Görevli ona müşavir olacaktır.
Kamu davalarını kamu temsilcileri açmalıdır. Yani halkın temsilcileri açmalıdır. Mesela, siyasi parti ilçe başkanlarının kamu davasını ikame etme hakları olmalıdır. Savcılık kaldırılmalıdır. Avukatlar siyasi parti başkanlarının temsilcileri adına kamu davası açabilmelidirler ve yalnız bunlar açmalıdırlar.
Bunun dışında mülki amirlere geçici karar verme yetkisi verilmelidir. Nizayı kaymakam hemen halletmelidir. Mağdur olan hakemlere gidebilmelidir. İş durmamalıdır. Üretim cezalandırılmamalıdır. İş yeri kapatılmamalıdır. Lokantada çalışan bir garson bir suç işliyor, lokanta kapatılıyor. Bina cezalandırılıyor. Satıcı cezalandırılıyor, üretici cezalandırılıyor.
Hâsılı, bugünkü cezalandırma sistemi tarım döneminin ceza sistemidir.
Sanayi inkılâbı ile tümden caydırıcı olmaktan çıkmıştır.
Bugünkü mevzuat üreticiyi caydırıyor. Mevzuattan ve görevlilerinden, rüşvet mafyasından, senet mafyasından bıkmış bir durumda kaçacak yer arıyor. Ülkede iş bulursa işçi oluyor, bulamazsa ülke dışına firar ediyor. Onu da bulamazsa, kaçak ticaret yapıyor. Kayıt dışı ekonomi ile hayatını sürdürmeye çalışıyor. Onu da yapamazsa ülke içi mafyalarda yerini alıp halkı soyuyor veya sömürüyor. Onu da yapamazsa, dağlara çıkıp eşkıya oluyor. Artık antik hukuk kuralları geçersiz hâle geliyor.
Bu ne yapıyor? Üretimi düşürüyor. O da ne yapıyor? Kamu payını düşürüyor.
O halde ne yapmalıyız? Devlet görevlileri halkın sırtından inmelidir. Halkın koluna girmeli ve onu yürütmelidir. Bunlar sanıldığı kadar zor bir iş değildir.
a) Kazalar küçültülür. 30 000 ile 100 000 arasında bırakılır. Kaymakamlara yetki verilir. Çıkan nizalar üretimi aksatmayacak şekilde süratle karar alır. Herkes ona uyar.
b) Mağdur olanlar hakemlere gider ve hakemler çok kısa zamanda mağduriyetleri giderirler.
c) Vatandaşla görevli arasında hukukta fark gözetilmez, mahkeme önünde herkes eşit olur. Devlet görevlisini gözettiği kadar vatandaşını da gözetir.
d) Kamu hizmetleri ücretli görevlilerden ziyade serbest meslek erbabına yaptırır. Kamu hizmetleri ile genel hizmetleri birleştirir.
Bizim izahlarımız biraz karışık, biraz da uzundur. Buna karşılık çözümlerimiz çok sadedir. Mülki amirlere yetki, hakemlik, hukukta eşitlik ve serbest meslek ilkeleri herkes tarafından biliniyor ve çok kolay uygulanır bir şeydir.
3. DEVLET BÜTÇESİNİ KAPATMAK
GİDERLERİN GELİRLERE
EŞİT HÂLE GETİRİLMESİDİR
Önce bütçeler parçalanmalıdır. Netleşmelidir. Merkezi yönetimlerde bütçe tekliği esastır. Bütün gelirler bir kasada toplanır. Oradan dağılma yapılır. Yerinden yönetim sistemlerinde her birimin kendi gelirleri ve giderleri vardır. Merkeze bu gelirlerden hizmet payı verilir. Demokratik yönetimin temeli olan yerinden yönetim sisteminde artık merkezi bütçeler uygulanamaz. Her birim kendi gelirlerini kendisi sağlar ve kendisi tüketir. Mesela, biz orduya beşte bir payını vereceğiz. Nerede harcayacağına biz değil ordu kendisi karar verir. O zaman ordu bizden bir şikayette bulunma hakkına sahip olmaz. Çünkü harcama kararlarını kendisi verdi. Harcama kararlarını biz verirsek o zaman çıkan aksaklıklarda hep bizi suçlar ve devamlı olarak bizden aksaklıkları giderme hakkı olur.
Şimdi bir genel hizmeti alarak yerinden yönetimde denk bütçenin nasıl sağlandığını görelim.
Bir ilçede hakemlik yapan 10’a yakın resmi hakem vardır. İlçedeki üretim yerlerine diyoruz ki; siz bu 10 hakemden birini kendinize hukuk müşaviri seçtiniz. Sizden genel hizmet payı olarak cirodan onda bir alacağız ve bunun da 25’te biri hakemlerindir. Size hangi hakem hizmet veriyorsa hakemin payı onun olacaktır.
Böylece her hakeme bir işletmeden hakemlik payı ayrılacaktır. Bu payların yarısı il merkezinde bir fonda toplanacaktır. Yarısı ise hakemin kendisine kalacaktır. Halka da diyoruz ki; kendiniz bu 10 hakemden birini müşavir hukukçu seçeceksiniz. Konularınızı ona danışacaksınız. O size teminatlı fetvalar verecektir. Ücreti biz vereceğiz. Bu ücret il merkezinde toplanan ortak hakemler fonundan karşılanacaktır. Böylece hakemlerin ehliyetini ve atamalarını devlet yapacak ama hakemini seçmek işletmelere ve halka bırakılacaktır. Ücretler oralardan karşılanacaktır.
İlçedeki hakemlere diyoruz ki; kendimize bölgenizde danışman hakemler seçeceksiniz. Çözemediğiniz sorunlar olursa onlardan teminatlı fetva alacaksınız. Onlar ihtisas sahibi hakemler olacaktır. Gelirinizin beşte birini onlara paylaştıracaksınız. İşte sorunların büyük kısmı hakemlerce çözülecektir. Peki hakimler ne yapacaktır? Hakimler mahkemeleri yürütecekler ve kayıtlar yapacaklardır. Duruşmaları yönetecekler. Onlar ne soruşturma yapacak ne de karar verecektir. Her ilçede bir hakem olacaktır. Bunların maaşları da devlet merkezinden ödenecektir. Devlet merkezinden bunlar için ayrılan fon bölüştürülecektir.
Bu sadece hakemlerle ilgili kural olmayıp 25 Genel Hizmet için uygulanan kuraldır.
Şimdi bugünkü bürokratik düzeni bozmadan devletin denk bütçeyi nasıl yapabileceğini ele alalım.
a) Devlet görevlileri bugün olduğu gibi maaşını istihkak edeceklerdir. Ne var ki, bu aylık olmaktan çıkarılıp haftalık hâline getirilecektir. Herkesin baremine göre haftalık istihkakı olacaktır. Bunlardan vergi alınmayacağı gibi emeklilik kesintisi de yapılmayacaktır. Sadece bunlara çocuk zammı yapılacaksa o haftalıklarına eklenecektir.
b) Bütçenin haftanın gelirleri olacaktır. Bugün kasaya giren herhangi bir kamu payının bugünkü üretimin değil, geçmiş elli haftanın üretimi kabul edilecektir. Dolayısıyla bugün görev alan kimsenin bunda hakkı olmamalıdır. Geçen yıldan beri çalışanların hakkı olmalıdır. İşte bu miktar elliye bölünür ve gelecek haftalara şarj edilir.
c) Bu haftanın geliri geçmiş elli hafta içinde çalışanların geliri kabul edilir. İyi çalışmışlarsa ücretleri de yüksek olacaktır. İyi çalışmamışlarsa ücretleri de düşük olacaktır.
d) Bu haftanın gelirleri bu haftanın saatlerine bölünür ve haftalık değer ortaya çıkar. Buna göre kendilerine çek hazırlanıp verilir. Onlar istedikleri bankadan çekerler.
Görülüyor ki, burada gelir kadar gider vardır.
Tarihte üretim sistemlerinde evrim olmuştur. İlk insan toplayıcılıkla geçiniyordu. Kişiler küçük aileler halinde yaşıyordu. Aralarında çıkan nizalara tarafların yaşlıları bir araya gelir ve sorunları çözerlerdi. Bunun dışında birbirine soyca yakın olanlar arka çıkarlardı. Kan gütmeye varıncaya kadar bu düzen sürerdi. Tarım toplumuna geçildiği zaman da bilhassa ormanlık bölgede insanlar yeniden toplayıcılık hayatına başladılar.
Karadeniz’in ormanlık köylerinde devlet yok sayılır. Çünkü kimse devlete başvurup hakkını istemez. Onlarda ayıp sayılır. Kardeşini öldüreni devlete vermez. Öcünü kendisi almalıdır. Burada köye hakim tek başkan yoktur. Köyün sözü geçen kimseleri vardır. Onlar arasında denge oluşur.
Avcılık dönemi ise kollektif üretime sahne olmuştur. Avcı kafilelerinin başkanları ortaya çıkmıştır. Avcılık döneminde üretim yarı kollektiftir. Herkesin kendi hayvanı vardır. Ancak ortak meralarda otlatılır ve hatta çoban da ortaktır.
Tarım dönemi özel mülkiyetin doğduğu ve hukuk düzeninin oluştuğu dönemdir. Bütün bu dönemlerde geçim mübadeleye değil öz üretime dayanmaktadır. Mübadele herkesin imal edemediği bazı sanayi mallarında görülmektedir
Pazar mübadelesinden sonra tüccar mübadelesi dönemleri başlamış, halk kendi ürettiğini kendisi tüketmiyor, onu pazarda veya tüccara satıyor, kendisi ihtiyaçlarını satın alarak gidermeye başlamıştır. Bu sanayi inkılabına kadar devam etmiştir. Sanayi inkılabında ise kişiler artık malları değiştirmiyor, emekleri değiştiriyorlardı. Bu insanları patron ve işçi sınıfına ayırdı. Ekonomik zaferler elde edildi. Ancak sosyal patlamalar oldu. Avrupa’daki ihtilaller, isyanlar, sosyal patlamalar hep bu sebeple vuku buldu. Bugün bu düzen çökmektedir. Onun yerine yeni düzen gelmektedir. Bu düzen “işçilik düzeni” değil “ortaklık düzeni”dir. Üçüncü bin yıla girmeden bunun gerçekleşmesi mümkün değildi.
Bunun dört sebebi vardır:
a) Henüz standartlar oluşmamıştır. Bütün büyük yapılar ancak bir merkezde yapılabilirdi. Sermaye terakümü (birikimi) ve büyük işletmelere zorunlu olarak ihtiyaç vardı. Bugün bu konu çözülmüştür. Bir makinanın hatta inşaatın parçaları standartlaşmıştır. Değişik kimselerin imal ettiği parçalar mal hâlini almıştır. Çünkü başkasına da yaramaktadır. Oysa eskiden her parça ancak kendi atölyesinde işe yarardı.
b) Eskiden ulaşım imkanları yoktu. Dolayısıyla değişik yerlerde imal edilen parçalar bir araya gelemiyordu. Şimdi ise değişik yerlerde imal edilen parçalar çok az bir maliyetle taşınabilmektedir. O halde Brezilya’da imal edilen bir parça Yakutistan’da yapılan bir montaja girebilmektedir. Bu durumda artık merkezi işletme yerine herkes ayrı ayrı yerlerde parçaları imal edecek ve satacaktır. Biri de bu parçaları alıp montaj yapacaktır. Böylece işçilik dönemi kendiliğinden sona ermektedir. Standart parçalar imal ediliyor. Ambarlara veriliyor. İstenilen yere gidebiliyor.
c) Eskiden bugün olduğu gibi haberleşme yoktu. Dolayısıyla istenilen malı bulmak için sokak sokak dolaşmak zorunda kalınıyordu. Şimdi ise internet vardır. Bilgisayarla bulunduğun yerden istediğin yere sipariş verebiliyorsun. Dağıtıma verilen parça biraz sonra kapında oluyor. Gerçi henüz bu hizmetler tam oturmamış durumda ise de gittikçe buraya doğru gidilmektedir.
d) Eskiden hiç diploma yoktu. Şimdi resmi diplomalar var. Ama teminatlı değildirler. Oysa İslâmiyet “teminatlı ehliyet” veren “dayanışma ortaklıkları”nın kurulmasını emretmektedir. Bu masrafsız sigorta demektir. Bu sayede tüm anlaşmalar garantiye alınmaktadır Bu da bize ortaklık sistemini önermektedir.
Devlet de bundan sonra çalıştırdığı personele ücret vermeyecektir. Kamu bütçesinden kendisine pay verecektir. Her vatandaşın resmi ücreti vardır. Kamuya ait bir iş yaptığı zaman saatini yazacaktır. Böylece kamu bütçesindeki katkı payı belirlenecektir. Bu saatler mesleki derecelerle çarpılarak toplanacak ve o haftanın kamuya harcanan emek payı olacaktır. O haftanın gelirlerinden personele ayrılan kısım bu istihkaklara bölünecektir. Haftalık harcama haftanın istihkakından fazla olmayacaktır. Haftanın istihkakı geçmiş elli haftanın gelirlerinden bu haftaya düşen istihkakların toplamıdır.
Personel dışı harcamalar da bu şekilde belirlenmiştir. Ancak bunlar daha çok devletin vakıf kurumlarına yaptırılmaktadır Dış borçları ayrı ele alacağız. İç borçların nasıl tasfiye edileceği hususu ise şu şekilde tasfiye edilecektir. Faiz durdurulacak, alacaklar altına bağlanacaktır. Bu borçların ödenmesini kimse dolar veya altın olarak isteyemeyecektir. İstediği zaman da o günkü altın değerinden Türk Lirası ödenecektir. Bunu ülke içinde kullanacaksa sorun yoktur. Kullanır, bu para yine bankaya döner. Yani bankalar bunu ödemekle yeni para çıkarmak zorunda değildirler. Sadece hesaptan hesaba geçmiş olacaktır. Dolayısıyla bu enflasyona sebep olmaz. Bununla kişiler dolar satın alıp dışarıya çıkarabilirler. Böylece dolar pahalılaşmış olur. Bunun ülkeye zararı yoktur.
Merkez bankasının dolar ödemesi zararlıdır. Çünkü dolar elde etmek için özel tavizler verecektir. Oysa Türk Lirası ödemek devlet için zararlı değildir. Çünkü kendisi basıyor. TL’nin altın değerini koruduğu için de kimsenin zararı yoktur. Zarar doların pahalılaşmasından ibaret olmasıdır. Bu da ithalatı kısar, ihracatı kolaylaştırır. Dolayısıyla ülkeye dolar getirir. Bu sefer dolar düşmeye başlar. Kendi dengesini kendisi bulur.
Devlet vatandaşlara kendi imkanlarını da vererek borcunu kapatabilir. Bunlar dış borçların ödenmesinde de kullanılacaktır. KİT’ler, hazine arazileri, ormanlıklar, meralar bu statüye girer. Bu husustaki öneriler dış borç ödemelerinde verilecektir.
Devlet vatandaşların tüm borç ve alacaklarını üstüne almıştır. Buna rağmen kişinin devletten yüklü alacağı varsa bu geçmiş dönemlerdeki spekülatif kazançlardan doğmuştur. Haksız iktisaptır. Bunun belli miktardan daha fazla olanını devler silebilir. Burada haksızlık yoktur. Bir kimseye TL geçmişten miras kalmaz. Arsa kalır, yapı kalır, araba kalır, gemi kalır. Ama nakit kalmaz. Çünkü tarih boyunca enflasyonuna uğramıştır. O halde nakit bu toplulukta faiz olarak iktisab edilmiştir. Bu arada babasının ve dedesinin taşınmazlarını elden çıkararak bu servete sahip olduğunu kanıtlayan kimseye büyük de olsa karşılığı verilir. Ama eğer kendi çalışması ile kazanılmış ise bu haksız kazançtır. Buna devlet el koyabilir. Bu hususta kararı tarafsız ve bağımsız hakemlerden oluşan mahkeme karar verir.
Buradan şunu ifade etmek isterim ki; iç borçlar dış borçlara benzemez.
İç borçları bir türlü tasfiye edersin. Hiç vermesen de devlete bir şey olmaz. Zalim de olsa yaşamaya devam eder. Oysa dış borçlar öyle değildir. Tamamen siyasidir. Devleti yıkmak ve çökertmek için kurulan tuzaktır. O sorunu çözmek ayrı bir çaba ister.
Devletin çalışanlara gelirleri nisbetinde pay vermesi devlet görevlilerinin en ekonomik şekilde çalışmalarını sağlayacaktır. Yani memur kadrosu kabarmayacaktır. Buna ihtiyaç da olmayacaktır. Çünkü herkes iş bulmuştur ve memurun geliri halkın gelirine eşitlenmiştir. Diğer taraftan memurlar milli hâsılanın artması için vatandaşlara zorluk çıkarmaz, tam tersine destek olmaya çalışır. Bu da bütçe açığının kapanması demektir.
4. DENK BÜTÇENİN SIRRI,
BÜROKRATIN YERİNİ
SERBEST MESLEĞİN
ALMASIDIR
Tarihte işçilik sisteminin sona erdiğini, bunun yerine ortaklık sisteminin başladığını belirtmiştik. Kamu hizmetleri eğer ücretle yapılabiliyorsa, serbest meslek icra edenlerin kuracakları resmi hizmet ortaklıkları tarafından yaptırılacaktır. Para ile iş yaptırılamıyorsa nöbetle iş yapılacaktır.
İşte yeni devlet yapısı böyle ortaya çıkacaktır.
Ülke 12 bölgeye ayrılacaktır. Her bölgeye bir ordu veya kolordu yerleştirilecektir.
Karadeniz Samsun’dan, Marmara Bursa’dan, Trakya Tekirdağ’dan, Ege İzmir’den, Akdeniz Adana’dan, güney-doğu Diyarbakır’dan, doğu Van’dan, kuzey-doğu Erzurum’dan, Batı Anadolu Afyon’dan, Güney Anadolu Konya’dan, İç Anadolu Sivas’tan, Türkiye Ankara’dan korunacaktır.
Vatandaşlar bu bölgelerden birini kendileri seçecek ve orada askerliklerini yapacaklardır. Yığılmalar olursa ordu komutanları yerleştirme yapacaklardır. Kimse kendi bölgesinde askerliğini yapamayacaktır. Böylece ülke savunması askerlik hizmeti ile yapılacaktır.
Türkiye 100’e yakın ile ayrılacaktır. Her il yönetimde bağımsız olacaktır. Yerinden yönetim olacaktır. İç güvenliği iller kendileri sağlayacaktır. Halk askeri hizmetlerin bir kısmını orduda bir kısmını da kendi ilinde jandarma olarak yapacaktır. Kendi ilinin ilçelerinde nöbet tutacaktır. Ordu cephede savaşacaktır. Jandarma ise kaçakları yakalayıp tenkil edecektir. Ancak mahkeme kararı ile tutuklama emri çıkarılan kimseyi tutuklayacak veya öldürebilecektir.
Bucaklarda halk koruma nöbetleri tutacaktır. Kendi köyünde değil, bucağın diğer köylerinden birinde tutacaktır.
Ocaklarda erkekler bekleme, kadınlar temizlik nöbetlerini tutacaklardır. İşte mâlen ifa edilemeyen hizmetler böylece nöbetle tutulacaktır. Nöbet tutmayanlar bedellerini vereceklerdir.
Bunun dışında ihtisas isteyen ve para karşılığı yapılması gereken hizmetler vardır. Bunlar serbest meslek erbabı olarak ifa edilecektir. Burada takip edilen usul şudur:
a) Serbest mesleği icra edebilmek için devletçe yapılan imtihanlarda başarı gösterip ehliyet almak gerekir. Devlet ehliyeti olmayan kimseler kamu hizmeti yapamazlar. Bu suretle hizmetlerde standart ve kalite getirilmiş olacaktır.
b) Resmi diploma hizmet için yetmemektedir. Ehliyetler dayanışma ortaklıkları tarafından teminat altına alınmalıdır. Eğiterek veya imtihan yaparak bu ehliyetleri mesleki teşekküller verirler. Bunlar dört çeşittir:
1- İlmi dayanışma ortakları bilgisizlikle ilgili zararları tazmin ederler, buna kefildirler.
2- Mesleki dayanışma ortakları beceriksizlikten doğan zararları tazmin ederler, buna kefildirler.
3- Ahlaki dayanışma ortakları ihmalden doğan zararları tazmin ederler, buna kefildirler.
4- Siyasi dayanışma ortakları kasden iras edilen zararları tazmin ederler, buna ortaktırlar. Bu zararlar sonra kendisine ödetilir.
Hizmetliyi halk ve işletmeler kendileri seçerler. Yeter sayıda kimsenin o ilçede onu o işte hizmetli yapmaması hâlinde, o kişi orada o mesleği icra edemez. Bu nisbet yirmide birdir. En fazla da beşte bire hizmet verebilir.
Hizmetlilerin ücretleri hizmet verdikleri işletmelerden alınır. Yarısı o işletmeye hizmet verenlere bölüştürülür. Diğer yarısı küçük işletmelerin bucak, orta işletmelerin il, büyük işletmelerin devlet merkezlerinde ortak fonda toplanır. Bu da halka hizmet veren kimselere hizmet verdikleri kişilerin sayıları nisbetinde bölüştürülür. Halka genel hizmet karşılıksız yapılır. Böylece;
Köylerde hizmet temsilcileri bulunur.
İlçelerde hizmet görevlileri bulunur.
Bölgelerde hizmet görevlileri bulunur.
Devlet merkezinde ise hizmet otoriteleri vardır.
Hizmet otoriteleri hizmet talimatlarını hazırlar, hizmet mütehassısları hizmet plan ve projelerini hazırlar, hizmet görevlileri plan ve projeleri uygulatır. Temsilci hizmetliler uygularlar.
Hizmet temsilcileri ilçelerdeki hizmet görevlilerinden birine bağlıdırlar. Onun talimatlarına göre uygulama yaparlar. Gelirlerinin beşte birlerini onlarla paylaşırlar.
İlçelerdeki hizmet görevlileri bölgelerdeki mütehassıslardan 10 kadarını müşavir olarak çalıştırırlar ve gelirlerinin beşte birlerini onlarla paylaşırlar. Mütehassıslar devlet merkezindeki otoritelerden birine bağlıdırlar ve gelirlerinin beşte birini onlarla paylaşırlar.
Hizmetliler bir taraftan işletmelerin genel hizmetlerini yaparlar, diğer taraftan halkın da genel hizmetlerini yaparlar. Ayrıca kamu hizmetlerini de bunlar yapmış olurlar. Böylece devlete yük olmaktan çıkmış olurlar. Kamu görevlileri gelirleri az da olsa, genel hizmetten dolayı geçinme imkanını bulurlar.
Genel hizmetliler yahut kamu hizmetlileri başka her türlü işleri yapabilirler. Hatta hizmet verdikleri kimselerden ek ücret isteyebilirler. Bu hususta denetleme yetkisi siyasi partilere aittir. Onlara teminatlı ehliyet verenler teminatlarını çekebilirler. Bu takdirde mesleki faaliyete devam edemezler. İşte bu mesleki faaliyeti yapabilme ve bunun için kredi alabilme imkanı, görevlilerin durumunu düzeltecektir.
GENEL HİZMETLERİ
KAMU HİZMETLERİ OLARAK
YENİDEN GÖZDEN GEÇİRELİM:
1- KAYIT İŞLERİ
a. NÜFUS İDARESİ
b. TAPU - TESCİL
c. MUHASEBE
d. MALİYE
2- EĞİTİM İŞLERİ
a. OKULLAR
b. MESLEK OKULARI
c. ASKERİ EĞİTİM
d. DİNİ OKULLAR
3- HAZİNE İŞLERİ
a. ARŞİV VE İSATİSTİK
b. TEBLİĞ VE UYARI
c. AMBAR VE BÜTÇE
d. BANKA VE KREDİ
4- İLETİŞİM İŞLERİ
a. BASIN
b. YAYIN
c. ULAŞIM
d. HABERLEŞME
5- KORUMA İŞLERİ
a. BAKIM
b. PLAN
c. SAĞLIK
d. GÜVENLİK
6- YARGI İŞLERİ
a. NOTER
b. EKSPERLİK
c. SORUŞTURMA
d. HAKEMLİK
7- YÖNETİCİLİK/ BAŞKANLIK
Bunların yanında bu hizmetlerin gerçekleştiği vakıflar vardır.
Onlar da hizmet yerlerini temin eder ve cari masrafları yaparlar.
Vakıfların yapıları altyapı içinde yapılır. İmar yapıldığında oradan bir bölme alacak kimselere arsalar satılır. Arsa bedeli yapı bedelinin beşte biridir. Bu kamu tarafından alınır. Başka işlerde harcanmaz, doğrudan o yerin altyapısına harcanır.
1) Yarısı iç alt yapı için harcanır. Okul, mescit, hastahane gibi tüm kamu yerleri altyapı fonundan karşılanır.
2) Diğer yarısının beşte biri o yere altyapı getirmek için harcanır.
3) Yarısının beşte biri bucak altyapısına harcanır.
4) Yarısının beşte biri il altyapısına harcanır.
5) Yarısının beşte biri ülke altyapısı için harcanır.
6) Yarısının beşte biri ise uluslararası altyapı için harcanır.
Bütün genel ve kamu hizmetlerinin vakıf tesisleri böylece arsa gelirlerinden karşılanır. Toprak bedeli ile istimlak edilen arsalar arsa bedeli ile satılır ve elde edilen artık değer ile altyapı yapılır.
Cari giderler için de vakıfların gelirleri olur ve oradan bunu sağlarlar. Bu gelirlik yerler de yine arsa satışlarından sağlanır. Bununla beraber devlet bütçesinden de işletmeler için pay verilir.
Devlet bütçesinin böylece yatırım giderleri olmayacaktır demektir. Daha doğrusu bağımsız bütçesi olacaktır. Kamu arazileri azaldıkça araziler kıymetlenecektir. Dolayısıyla her zaman alt yapı yenilenecektir. İnşaat sektörü vergiden muaf olacaktır. Faizsiz kredi verilecektir. Bugün bir ton demir 30 dolardır. Oysa aynı demirden imal edilen araba 30 000 dolardır. Demir 100 misli olmaktadır. Bunlar ağır vergi ve faizden ileri gelmektedir. Vergi ve faiz yükü düşürüldüğü takdirde bir Mersedesin maliyeti 1000 dolar olacaktır. Kamu payı %100 bile olsa değeri 2000 dolar olacaktır. İşte o zaman Türkiye hiper zengin olacaktır. Bu sömürü sona erecektir. Bütçemizin geliri azalmayacak, o da artacaktır. Evlerin önünde arabalar değil, çatılarında helikopterler olacak ve park sorunu ile trafik sorunu da kendiliğinden çözülecektir. İnsanlık on misli ileri gidecektir.
IV- DIŞ BORÇLAR SORUNU
TÜRKİYE’NİN EN BÜYÜK SORUNU DIŞ BORÇLARDIR.
DEVLET BUNU NASIL KARŞILAYACAKTIR?
Bunu yapabilmek için devletin kendi varlığını satıp borcunu ödemesi gerekir. Bu ülkeyi satmak toprağı satmak demek değildir. Eğer bu müstevlilerin sermayesine satılmazsa değildir. Ama müstevlilere satılacaksa, o zaman elbette ülkeyi satmaktır. Türkiye henüz ülkeyi sömürücülere satma durumuna gelmemiştir. Başka imkanları vardır. Bunları şöyle sıralayabiliriz:
a) Her şeyden önce ilk tedbir olarak faizli borçları ortaklıklara çeviririz. Alacaklılara belli taksitlerle mal borçlanırız. Bu malları vadeli oldukları için ucuz satarız. Onları da zarara sokmayız. Biz de beş - on sene ulus olarak karın tokluğuna çalışırız. Borcumuzu eksiksiz öderiz. Bu çözüm adil çözümdür.
b) Ülkemizdeki tesislerin hisse senetlerini borç karşılığı onlara veririz, onların o işletmeleri işleterek yararlanmalarını sağlarız. Bizim için de zarar eden müesseseler kâr eder, işçimiz çalışır, vergimiz gelir.
c) Bunların hiçbirisini kabul etmezlerse, borçları firmalara devrederiz, biz mal taahhüdünde bulunuruz. Yani aracı sokarak yine mal siparişi ile borcumuzu kapatırız.
d) Ülkemizdeki tesisleri dış sermayeye satar, onunla borçları öderiz.
Bunların hiçbirisini kabul etmeyebilirler. Çünkü yabancı sermayenin hedefi Türkiye’den kazanç elde etmek değildir. Asıl hedefleri Türkiye’yi borçlandırarak onu yıkmak ve paylaşmaktır. Osmanlı İmparatorluğu’nu böyle yıkmışlardı. Avrupalılar Sevr’den vazgeçmediler, Sevr’i ertelediler. Şimdi ikinci Sevr’i dayatmak istiyorlar. Ülkemizi borçlandırarak ekonomik olarak çökertmek, arkasından aç kalan halkı birbirine düşürerek boğdurmak, sonra da komşu devletleri saldırarak devleti yıkmak. Sonra Yunanlıları yürütüp batıda Bizans devletini, Ermenileri yürüterek doğuda Pontus devletini, güneyde Irak ve Suriye’yi yıkarak İsrail imparatorluğunu kurma hayalleri içindeler.
Diyebilirsiniz ki; bunlar sizin hayal hanenizde üretilen hikâyelerdir.
Ben bunları 28 Şubat’tan önce yazdım. 28 Şubat’ın bir aşama olduğunu yazdım. 28 Şubat’tan beri uygulanan ekonominin 22 Şubat krizini getireceği kesindi. O zaman da benim teorilerime senaryo dediler. Ama 22 Şubat oldu. Şimdi batılılar bizi 22 Şubat’a nasıl getirdiler? Bilmeden, hesaplamadan, hata yaparak mı? Batılıları bu kadar cahil mi sanırsınız?! Öyle olsa dünyayı sömürebilirler mi? Bilerek ve isteyerek getirdiler. Öyleyse borçluyu iflas ettirmeyi kim ister? Kim ister, biliyor musunuz? Rakip firmaları ister. 22 Şubat söylediklerimin açık kanıtıdır.
Yine de karşımızdakilerin iyi niyetli olduklarını kabul edelim. Yukarıda çözümünü önerdiğimiz çözümleri kabul etmeyeceklerdir. Çünkü kötü niyetlidirler. Kabul ederlerse iyi niyetli olurlar. Sorun biter. Ben de yanılmış olurum. Hayır, o çözümleri kabul etmeyeceklerdir. Hatta o kadar ki, biz borçlarımızı bir sene içinde ödeyeceğiz, dolar olarak ödeyeceğiz, onlar yine kabul etmeyecekler. Gelecek yılların faizini verin diyecekler. İşte o zaman her Türk anlayacak ki, bunlar Türkiye’yi yemeye ve yok etmeye karar vermişler. O zaman Türkler her zaman yaptığını yapacak, Anadolu’ya saldıracaklara bu toprakları mezar edecektir.
Devlet ordusu ile devlettir. Devlet “Ya İstiklâl Ya Ölüm!” kriterini benimsemezse yaşayamaz. Bugün bunu diyen halka sahip yok. Ama yarın dünyaya bunu diyen ülkeler hakim olacaktır. Ülkemizi savaşta yenemeyenler, masa başında teslim alma çabasındadırlar.
Şimdi yukarıdaki varsayımlar dış ülkelerle barış içinde borçlarımızı ödeme imkanını sağlamaktadır. Ama biz biliyoruz ki, bu önerilerimizi kendileri kabul etmeyecek ve ülkemizi parçalamak için ellerinden geleni yapacaklardır. Başka devletleri de baskı altına alıp ülkemizde onların da yatırım yapmalarına izin vermeyeceklerdir.
Almanya ve Japonya en gelişmiş iki ülke hâline gelmişlerdir. Çünkü sömürü sermayesi öyle istemiştir. Bunların ordusu yok, zengin olsalar ne çıkar? Aslında ne Almanların sermayesi, ne de Japonların sermayesi kendi sermayeleri değil, sömürü sermayesidir. Ama Alman ve Japon halkı rahat yaşıyor. İsteseler Türkiye’ye de yatırım yapar ve Türkiye’yi de bir-iki yıl içinde Almanya ve Japonya seviyesine çıkarırlar. Bunu istemiyorlar. Çünkü onlara göre Türkiye’nin güçlü ordusu var. Sonra güçlenir ve kendisi dünyayı sömürmeye başlar. İşte bu sebepledir ki Türkiye’ye sermaye gelmiyor. Gerçekten Türkiye’ye sermaye gelmesini istiyorsak:
Türkiye parçalanacak, ayrı ayrı devletler oluşacaktır. Doğuda ateist Kürdistan devleti, kuzeyde Ermeni Pontus devleti, batıda Rum Bizans devleti, güneyde İsrail sömürgesi ateist devlet kurulacaktır. İç Anadolu’da da küçük bir lâik beylik kalacaktır. Orduları dağıtılacaktır. İşte o zaman yabancı sermaye Türkiye’ye gelir ve Türk olmayan halklara refah sağlanır. Türk halkı ise zamanla imha edilir.
Burada şuna işaret etmek isterim ki; bütün batı halkı böyle yapılmasını istiyor demiyorum. Tüm yöneticiler böyle istiyor demiyorum. Batıda böyle isteyen bin yıllık haçlı zihniyeti vardır. Endülüs’ü yok eden zihniyet Anadolu’yu da yok etmek istiyor. Bunlar örgütlü, diğerleri örgüttür. Sonra Türkiye kendini savunamazsa kimse gelip bizi savunmaz. Bu gerçekleri gördükten sonra biz kendimizi kurtarmak zorundayız. Borçlarımızı ne yapıp edip ödemek durumundayız. Burada Türk vatandaşı olarak şunu gelecek nesillere tavsiye ediyorum. Türk devletini yıkmazlarsa borçları ödeyiniz. Yıkarlar da bir gün ikinci İstiklâl Savaşı’nı yaparsanız, artık bu borçların hiçbirisini ödemeyiniz. Kendi yıktıkları devletten kendileri alsınlar. Lozan’da biz borçlarımızı yüklendik. Kuruşuna kadar ödedik. Eskimiş tesislerini satın aldık. 1950 yılında eski borçlar biter bitmez bizi borçlandırmaya başladılar. 1950’de 30 milyar dolar borç yapmıştık. Bugün 150 milyar dolar borcumuz var. Her on yılda 30 milyar dolar.
Şimdi 150 milyar dolarlık borcumuzu nasıl ödeyebileceğimizi görmeye çalışalım.
Bunun için önce neyimiz var ki bu borcumuzu ödeyelim.
1. Türk parasının değerini yükselterek doları satın alabiliriz. Türk Lirasının altın karşısındaki değeri altının hazinedeki stoku ile belirlenir. Türk Lirasının değerini altına göre sabit tutacak şekilde doları alıp satar. Eğer ekonomi iyi gidiyorsa merkez bankasında dolar stoku oluşur. Bununla borç ödenir.
Devlet tüm ödemeleri TL ile yapacaktır. Başka hiç bir ödemeyi taahhüt etmeyecektir. Sadece eski borçları dondurup taahhüt ettiği değerle ödeyecektir. Yeni borçlanmalarda Türk Lirası ile ödeme şartı getirilecektir. Yani devlet iç veya dış borcunu mutlaka Türk Lirası ile ödeyecektir. Alacağını da Türk Lirası ile alacaktır. Türk Lirası dışında bir tediye veya tahsilat yapılmayacaktır. Bunun anlamı, Türk Devleti ile iş yapan firmaların Türk Lirasını kullanmak zorunda bırakılmasıdır. Yani Türk Lirasının paralık vasfını korumasıdır. Türk Lirası geçersiz hâle gelirse o zaman devlet yıkılmış demektir. O zamana kadar devlet ayaktadır demektir.
Ne var ki, enflasyondan koruyamadığımız Türk Lirasını iç veya dış piyasalara dayatmak Türk Lirasının değerini hepten düşürür ve devlet bir şey alamaz, bir şey satamaz , devlet kimseyi çalıştıramaz. Bunun için devletin Türk Lirasının değerini koruması gerekir . Bu da şöyle olmalıdır.
Devlet tüm borç ve alacaklarını altına kote etmelidir. Devlet altını kârsız alıp satmalıdır. Bu yolla altının gerçek değerini serbest arz ve taleple tesbit etmelidir. Yani gerçek enflasyon bilinmelidir. Borçlanmalar altın üzerinden yapılmalıdır. Sadece ödemeler Türk Lirası üzerinden olmalıdır. Bankalar mevduatı altın değeri üzerinden kabul edecekler, kredilerini altın değeri üzerinden vereceklerdir. Böylece kişiler TL’yi bankadan çekmemek şartı ile TL’nin paralık vasfı korunacaktır.
Bu bize neyi sağlayacaktır? TL ile daima doları satın alma imkanını elimize geçirmiş olacağız. Piyasadan doları satın alacağız. Bu durum ülkede enflasyonu doğuracaktır. Ama kimse zarar etmeyecektir. Çünkü herkesin altın değeri ile parası korunacaktır. Böylece hazinede istediğimiz süratle dolar toplayabiliriz. Sıkıldığımız zaman enflasyon yaparak doları öderiz.
Hiç şüphe yok ki, doların ülkeye gelebilmesi için ülkeden bir şeyin ihraç edilmesi yani halkın dolar alacak gücü olması gerekir. Halk bunu ihracatla sağlayacaktır. İhracat malları enflasyon sebebiyle dolar cinsinden ucuzlayacak ve halk ürettiği malı dışarıya satarak parasını altın değeri üzerinden bankamızda stok edecektir. Yani halkımız yemeyecek, içmeyecek, tasarruf edecek ve ülkemizi borçtan kurtaracaktır. Düşmanlarımız bunu istemeyecek, doların değerini suni olarak düşük tutacaklar ve ülkeyi ithalat cenneti hâline getireceklerdir. İç üretim duracak, borç artacaktır.
Bu konu iyi kavranmalıdır.
Doların değeri 1000 TL olsun. Varsayalım ki, biz sıkı para politikası ile doların değerini 800 lira üzerinde tuttuk. O zaman Türk malları dünyada %20 dolar üzerinden daha ucuz olacaktır. İç maliyet sebebiyle ihracat yapılamayacaktır. Buna karşılık dışarıdan %20 ucuz mal gelecektir. Halk onu tüketecektir. Dışarıdan borç alınacak ve halk müreffeh hayat yaşayacaktır. Borç alamaz hâle geldiği zaman ölüp gidecektir. Şayet devlet ters politika izlerse yani doların değerini 1200 TL yaparsa, Türk malları dışarıda ucuz olacak, TL ile pahalı olacak, üretim artacak, ihracat olacak, ithalat duracaktır. Böylece dış borçlar ödenecek, dışarıdan alacaklı hâle gelinecektir.
Görülüyor ki, basit para politikası ile dış borçlar ödenebilmektedir. Bunun için gaflet, dalâlet, hatta hıyanet içinde olmayan yöneticilerin olması yeterlidir. Bunun için çok net ve açık para politikası uygulanacaktır.
a) Devlet altını kârsız alıp satacak, fiyatlarını merkez bankasında istediği nisbette rezerv bulunduracaktır.
b) Tüm tediye ve tahsilat TL üzerinden yapılacak, devlet asla yabancı parayı borçlanmayacak, alacaklı da olmayacaktır.
c) Devlet Türk Lirasının değerini altın grama kote edecek, borçlarını onunla ödeyecek ve onunla tahsil edecektir.
d) Doların değerini biraz yüksek tutarak hazinede dolar stokunu yükseltecek. Halkı tasarrufa yöneltecek. İhracatı artıracak ve ithalatı kısacak. Borçlarını ödeyecektir.
Şimdi bir hesap yapabiliriz. Ülkemizde 25 milyon çalışan insan vardır. Bunlar günde kaç saat fazla çalışırlarsa Türkiye ne kadar zamanda borcunu öder? Bir kimse senede 2000 saat çalışırsa, 25 milyon insan bir senede 50 milyon saat çalışmış olur. Dolar olarak saati bir dolar kabul edersek 150 milyarı üç senede ödeyebiliriz. Yarısı ile karnımızı doyuralım, kalan yarısı ile borcumuzu ödeyecek olsak, 6 senede borcumuzu öderiz. %10 faiz ile bunu ödemeye kalkışırsak, basit faiz olarak 10 yılda iki kat borcumuz olacak, yine ödeyemeyeceğiz. 12 yılda bile zor ödeyeceğiz.
Ancak bazı avantajlarımız vardır. Çin ve Sovyet ülkelerinde emek çok ucuzdur. Onları ülkemize getirir, çalıştırır, onlara Avrupa’dan ithal ettiğimiz malları satarsak. Ürettiğimiz malları da Avrupa’ya ihraç edebilirsek, belki ticaret yolu ile bu borcumuzu daha kısa zamanda öderiz. Bunun için ülkemizde en az iki misli insanı yeni yatırım yapmadan çalıştırmamız gerekir. Bunu yapacak güce sahibiz, çünkü âtıl duran pek çok atılmış makinalarımız var, onları faaliyete geçirebiliriz.
Demek ki, iki avantajımız var.
Biri, bulunduğumuz yerin merkez olması.
Diğeri, Avrupalıların pek çok makineyi bize satmış olması ve âtıl halde bulunması.
Bu sayede üç sene içinde tüm borçları kapatma imkanına sahip olabiliriz.
2. Devletin elinde KİT’ler ve vakıflar vardır. Bunları halka satar. Halkın elindeki altınları ve dolarları toplar, bununla dış borç ödenir. Avrupa bankalarındaki Türklerin mevduatı Türkiye’ye gelir.
1- Osmanlı İmparatorluğu 600 yıl boyunca Türkiye’de vakıflar kurmuştur. Bunların çoğu Vakıflar Genel Müdürlüğü’nde toplanmıştır. Çoğu topraktır. Çoğu gelir getirmemektedir. Devlet bu vakıfların bugünkü değerini takdir eder. Devletleştirilir. Devlet vakıflara borçlanır. Vakıflara tarla olarak aynı büyüklükte arsa verir. Kalan kısmı ile de devlet altın değeri ile borçlanır. Böylece tüm vakıf yerleri satılarak elden çıkarılır ve devlet kurtulur. Sonra da devlet zamanla vakıflara borcunu ödeyerek vakıfları daha modern bir yapıya kavuşur.
2- Vakıfların hayriyeleri var, galliyeleri vardır. Hayriyelerin çoğu belki satılmayabilir. Camiler satılamaz. Ancak medreseler satılabilir. Sonra tekrar bunlarla medreseler kurulur. Galliyeler ise tamamen değiştirilir. Bunun için artık verimsiz hâle gelmiş bulunan toprak, arsa, bina veya dükkanlar değil, üretim yapan fabrikalardan hisse senetleri alınır. Böylece hem vakıfların gelirleri artırılır, hem de ülkenin sanayileşmesine katkıda bulunulmuş olur.
3- Bunun dışında cumhuriyet hükümeti pek çok müesseseler kurdu. Bunları KİT’ler olarak adlandırıyoruz. KİT’lerin ülkemizin gelişmesinde çok üstün hizmetleri olmuştur.
a) Ülkemizi tarım döneminden sanayi dönemine getirmişlerdir.
b) KİT’ler halkımızı eğitmişlerdir. Çağımızın üreticisi hâline getirmişlerdir.
c) KİT’ler teknolojiyi batıdan Türkiye’ye transfer etmişlerdir.
d) KİT’ler ülkenin tekeller tarafından sömürülmesini önlemişlerdir.
Bu kamu hizmetlerinin yanında devlete külfetleri olmuştur.
a) KİT’ler vergi kaçıramadıkları için zarar etmişlerdir. Devlete yük olmuşlardır.
b) KİT’lere işsizliği önlemek için şişkin kadrolar atanmıştır. Beceriksiz yönetim zarar ettirmiştir.
c) KİT’lere fiyat tanzim görevi verilmiş ve zarar ettirilmişlerdir.
d) KİT’lerin yönetimine siyasiler müdahale etmiş ve istikrarsız yönetilmişledir.
KİT’ler gelecek 1000 yılın vazgeçilmez müesseseleridir. Türkiye tarafından ilk uygulaması yapılmıştır Devletçilik inkılâpların temeli olmuştur. KİT’lerin yönetimi ıslah edilecek ve halk şirketleri hâline getirilecektir. Bunların hisse senetleri halka satılacaktır. Halk işletmeleri kurulacaktır. Böylece Türkiye KİT’lerle borçlarını ödeyecektir.
Bunun için şunlar yapılacaktır:
a) Devlet KİT’leri özel işletmecilere cirodan bir pay olmak üzere ödeyecektir. Bu pay hem kira olacak hem de vergi olacaktır. Faizsiz işletmelere çevrilecektir. Ham maddeyi sermaye getirecek ve mamul madde alacaktır. İşçiliği de ham madde vererek ödeyecektir. Böylece mamul madde işçilere ücret payı olarak verilecek, tesislere kira payı verilecek, devlet de genel hizmet payını alacaktır. Böylece her hafta kira payı gelmiş olacaktır. Hisse senetleri satılacak ve kâr satılan hisse senetlerine bölünecektir. Başlangıçta hisse senetleri çok az satıldığı için senetlerin kârı çok büyük olacaktır. Satılmaya başlayacak ve başka yerin gelirlerine ulaşınca duracaktır. Böylece tüm KİT’ler otomatikman kendi değerlerini kendileri belirleyeceklerdir. Satılan hisse senedinin tutarı kadar değere sahip olunacaktır.
b) Senetler satılacak ve geri de alınacaktır. Böylece senetlere likidite kazandırılmış olunacaktır. Altın değeri üzerinden iştirak olacağından da herkes rahatlıkla alabilecektir. Faaliyete geçen iş yerlerine Orta Asaya ve Çin’den işçi getirilmelidir.
c) Bu işletmelere altın değeri üzerinden faizsiz krediler verilecek ve faaliyete geçeceklerdir. Kredi bunlara değil, teminat gösteren ve bunlara sipariş veren tüccarlara verilecektir. Bu suretle kira payları artırılmış olacak, bu sebeple satılan hisse senetleri de çok yüksek sayıya ulaşacaktır.
d) Teminatlı ehliyete sahip ve kadrosunu oluşturmuş işetmeciler cirodan kiralanan fabrikalar için asgari ciro istenecektir. Bu ciroyu sağlayamayan işletmecilerin işletmeciliği ellerinden alınacaktır. Daha küçük işletmelerin başına getirilecektir. Başarılı işletmecilerin ise işletme kapasiteleri yükseltilecektir. Böylece bugünkü KİT’ler bir taraftan özelleştirilmiş olur, diğer taraftan tekellerin eline gitmemiş olur. İşçiler işsiz kalmazlar. İşletmeler en verimli bir şekilde çalışırlar. Böylece devlet de aldığı senet bedelleriyle dış borçlarını öder. Sonra KİT’leri yine halkın elinde bırakır. Yeni tesisler kurarak halka devreder. Miadını doldurmuş KİT’lerin senetlerini satın alır ve onları yeniler.
Devlet bir taraftan faizsiz kredi verdiği gibi, satılmayan hisse senetlerinin kira paylarına da iştirak etmeyerek senetlerin satılmasını süratlendirir. KİT’ler ne özet teşebbüsün olur, ne de devlet teşebbüsünün olur. KİT’ler özerk vakıf kuruluşlar olur. Devlet halkın yapamayacağı büyük işleri yapar. Halkın küçük ve orta teşebbüs içinde rekabetle yapacağı işleri zamanla tasfiye eder. Yenisini o sahalarda kurmaz.
3. Devletin elinde kullanılmayan ve boş duran hazine yerleri vardır. Bunlara altyapıyı getirir ve halka satar. Böylece dış borçlarını öder.
Bir ülkenin en önemli zenginliği yeraltı ve yerüstü zenginliğidir. İster ham madde olarak toprak menşeli kaynaklar olsun, güneş ve diğer kaynaklar olsun, enerji olarak yeryüzünde yaygındır ve kilometrekare ile orantılıdır. Toprakları dar olan ülkeler de bugün çok güçlü olabiliyorlar. Almanlar ve Japonlar bunun tipik örnekleridirler. Ancak birinci ve ikinci cihan savaşları toprak sebebiyle çıkmıştır. Üçüncü cihan savaşı da süper güçlerin ekonomik baskılarına karşı devletlerin isyanı ile çıkacaktır. Türkiye kuruluşundan beri “Yurtta sulh cihanda sulh” ilkesini benimsemiştir. Bir karış toprak için tüm halkımızı feda ederiz, ama kimsenin bir karış toprağına da ihtiyacımız yoktur. O halde bizim toprak sorunumuz yoktur. Ne var ki, sömürücülerin ülkemize uyguladıkları politika ile sorunumuz vardır.
Devlet toprakları hapsetmiş, vatandaşlara kullandırmıyor.
Burası ormandır, dokunamazsın!
Burası meradır, el süremezsin!
Burası tarihi yerdir, bir şey yapamazsın.!
Burası mücavir alandır, sakın ha!
Buradan yol geçer, dur!
Burasının metropol projesi çıkmadı, bekle!..
Bunları söyleyenler, bu kanunları çıkaranlar, bunları anayasanın temel hak ve hürriyetleri adına yorumlamayanlar, sadece gaflet ve dalâlette değil, aynı zamanda ihanettedirler. Ecdadım buraları kanla almıştır. Bin yıllık imarını ecdadım benim için yapmıştır. Sen bunları kimin için koruyorsun? Zalim!
Gelecek müstevlilere saklıyorsun, değil mi?!.
İşte acı gerçekler ve acı reçete budur.
Banka hortumlayanların zararı bunlar kadar değildir.
Roma veya Bizans’ın kalıntıları mı? Tamam, ver paramı, benim bin yıllık yapının parasını ver, ondan sonra koru. Masa başında oturup da bilmem ne alanı ilan etme! Bunu yapmaya ne hakkın var?!.
Ama bunları söyleyebilen yok.
Sömürü ülkelerinin baskısı sürüp gidiyor.
Devletin bu toprağını böyle kullan. Ağaçlandır, ormanlık vasfını kaybetmesin. Tarihi değerler yok olmasın. Kullanırken dikkat et deme hakkı ve yetkisi vardır. Ormanlar hâlâ hayati değere sahiptir. Ama meralar artık tarih olmuş. Hâlâ meraların özel mülkiyete dönüşemeyeceğini ileri sürüp kent oluşmuş yerler için mahkemeler ve huzursuzluklar devam ediyor.
Bir taraftan halkımızın bu toprakları değerlendirmesi önleniyor. Diğer taraftan halkımızın açlığı istismar edilerek ülke yabancılara toptan satılıyor. Gittikçe borcu artan ülke bağımlı hâle getiriliyor.
Sonunda; “ne yapalım, alın ülke sizin olsun!” denmek isteniyor.
Biz bu ülkeyi kanla aldık. Ancak kanla veririz.
Boş boşuna ümitlenemeyin.
Gaflet ve dalâlette olanlar da elbette hesabını vereceklerdir.
O HALDE BU DURUMDA NE YAPMALIYIZ?
Tarım döneminden kalma toprak mülkiyeti geçersizdir. Yeni toprak mülkiyeti geliştirilmelidir. Bunu yine Kur’an bize bildirmiştir. Bir toprağın menfaatine işgal edilmekle mâlik olunur. İşgal ettiğiniz yer işgaliniz devam ettikçe sizindir. Kimse sizin elinizden alamaz. Ancak işgal ettiğiniz yer vasfını korumalıdır. Tahrip etmeye hakkınız yoktur. Çünkü yer sizin değildir.
Bir yeri ihya ederseniz ona mâlik olursunuz. Onu başkasına kiralayabilirsiniz, başkasına satabilirsiniz. Ama yine onu tahrip etmeye ve değerini düşürmeye hakkınız yoktur
Burada asıl yapılacak iş, işgal eden veya ihya eden kimsenin değerini düşürüp düşürmediğine karar vermektir. Bu kararı hakemlerden oluşan tarafsız ve bağımsız yargı verir. Bir yerin ihya edilip edilmediğine kararı da yine hakemlerden oluşmuş tarafsız ve bağımsız yargı verir. Projeyi devlet yapmaz, ihya eden yapar. İmar mevzuatına uymuyorsa mahkemece iptal edilir. Yoksa o projeyi de bozmaz. Bir yerden de tasdik gerekmez. Bu bir taraftan rüşveti kaldıracak, diğer taraftan imarı ideal hâle getirecektir. Elbette proje teminatlı mimarlar tarafından yapılacaktır.
Devlet tüm boş arazileri ve hazine yerlerini komisyonculara bölüştürür. Bunlara kredi verir. Kredi ile onlara satar. Arsaların numaraları belirlenir. Belediye veya köy bu arsaları yüksek fiyattan başlayarak değerlerini düşürmeye başlar. Komisyonculardan ilk başvurana satar. Onları toprak parası ile borçlandırır. Böylece komisyoncular kamu topraklarını kredi ile almış olurlar. %2 zamla bu komisyoncular toprakları halka satarlar. Halkın bunları alabilmesi için toprak senedini devlet dolar karşılığı satar. Böylece topladığı dolarla dış borçlar ödenir.
Devletin elinde toprakları hapsedip dışardan borç alıp faiz vermek hainlik değil de nedir?
Devletin elinde dolu toprak olsun, halk da onları almak istesin, ama devlet bunu satmayıp devleti boğmak düpedüz hainliktir.
Kaldı ki, devletin toprağa mâlik olması da gerekmez. Devlet halktan tarla fiyatıyla toprakları alır, onları parseller, altyapısını yapar ve sonra on misli pahalı satar. Böylece bir dönüm yer karşılığı on dönüm alma gücünü elde eder. 8’i ile dış borçlarını kapatır, 2’si ile de hazine yerlerini çoğaltabilir.
Bunun için toprak senedini çıkarıp halka satmak, veya çalıştırıp üretim yaptırmak, yahut diğer arazilerle takas etmek suretiyle dış borçlarımızı birkaç ay içinde sıfırlar. Bugün 15 milyar dolar faiz ödüyoruz. 10 milyar da ana para ödüyoruz. Yani 25 milyarlık bir ek gelirimiz olur. Bu her yıl devam eder. O zaman nasıl bir ülke olacağımızı siz bir düşünün.
İşte bunu bilen batılılar gaflet ve dalâlet içinde, hatta hıyanet içinde olanları kullanıyor ve bu durumda biz de ezilip gidiyoruz. Kredi bulamazsak ordumuzu yenileyemiyoruz.
İşte bizi bunun için konuşturmuyorlar.
Çünkü çözümümüz çok basit ve sadedir.
Âtıl duran topraklar ihya edilsin. Halkımız ihya etsin. Satın alsın. Borcumuzu ödeyelim.
Faizden ve borçtan kurtulalım. Bu işin başarılması için sadece birkaç aylık bir faaliyet yeterlidir.
Toprakları komisyonculara kredi olarak vermek.
Toprak senedinin değerini öyle ayarlayacağız ki üç ay içinde 150 milyar dolar toplanacaktır.
4. Devletin elinde sayfiyelik ormanlar ve kırlar vardır. Güneşi ve yeşili ile Türkiye ideal dinlenme yeridir. Ormanlık vasfını yitirmemek, hatta ağaçlandırmak şartı ile bunları yabancılara satar ve onlar ülkemizde yazlık edinirler. Böylece dış borçlar da ödenir.
Orman olan yerler, göl, nehir veya deniz kenarları, tarihi ve tabii sit alanları varsa, bunların özel mülkiyete intikali oraların tahribine sebep olur. Bu yerler için özel imar mevzuatı hazırlanır. Mesela, ormanlarda ancak 1000 metre kareye 64 metrekarelik iki kat ahşap ev konur. Bunun dışında yapı yapılamaz, ormanlık vasfı zayi edilemez. Ağaçlıklı olma vasfı yok edilemez. Yahut 100 dönümlük bir yerin bir yerinde 1000 metrekarelik alan içinde 100 dairelik apartman yapılabilir ve dairelerden her birine birer dönüm yer verilir. Bu yerleri halk dinlenmek devre mülk olarak da kullanabilir. Buralara bakan kimselere oralarda iş verilip cari harcamalar azaltılabilir. Türkiye gerçekten turizm cenneti olur ve aynı zamanda döviz sayesinde dünyanın en gelişmiş ülkesi haline gelebilir.
İKTİBAS!
(KUR’AN MATEMATİĞİ 101. SEMİNER NOTLARI
SONUÇ BÖLÜMÜNDEN İKTİBAS EDİLMİŞTİR.)
TÜRKİYE’Yİ ELE ALALIM:
a) Türkiye’de İşsizlik vardır. İşsizlik demek, açlık demektir. Açlık demek, yolsuzluk demektir. Yolsuzluk rüşvetin kaynağıdır. Rüşvet halkı isyana götürür. İsyan anarşiyi doğurur ve baskıyı artırır. İhtilâl olur. Ordu birbirine girer, halk birbirine girer. Pusudaki canavarlar saldırıp ülkeyi parçalar ve yutar. Bu bir senaryo değildir. İlmin verisidir. İşsizliğin kaynağı enflasyondur. Sadece enflasyon değildir. İç ve dış etkilerle suni olarak işsizlik yaratılıyor. (Mevzuat, kredi, vergi, rüşvet işsizliğin kaynakları arasındadır.)
b) Enflasyon olan yerlerde fiyatlar ve ücretler belli olmaz. Kimse hesap yapamaz , kitap yapamaz, alışveriş yapamaz, anlaşmalar yapamaz. Bu da ekonomiyi durdurur. İşsizlik olur. Enflasyonu bütçe açığı doğurur. Ama enflasyonun sebebi sadece bütçe açığı değildir. İç ve dış etkiler ayrıca enflasyonu körüklemektedir. (Faiz enflasyonun kesin sebebidir.)
c) Bütçe açığı enflasyonu doğurmaktadır. Geri gelmeyen devlet giderlerini yeni para basmakla kapatmaktadır. Böylece karşılıksız basılan para enflasyona sebep olmaktadır. Bütçe açığı dış borçlardan doğmaktadır. Ama sadece dış borçlanmalar bütçe açığının kaynağı değildir. Hortumlama da bütçe açığının kaynağıdır.
d) Dış borçlar işsizlikten doğmaktadır. İç üretim yapmayınca halk ihtiyacını borçlanarak dış üretimden karşılamaktadır. Görülüyor ki, dört hastalık birbirlerinin hem sonucu hem de sebebidirler. İçten ve dıştan gelen etkiler bu hastalıkları şiddetle büyütmektedir. Büyüyen balon gün be gün patlamaya doğru gitmektedir. Arada delinince delikler zorla kapatılmakta, ancak balon durmadan büyüyor. Bir gün gelecek artık kapatma imkânı kalmayacaktır.
İşsizliği mutlaka ortadan kaldırmalıyız.
Enflasyonu %5’lere indirmeliyiz.
Bütçe açığını kapatmalıyız.
Borçlarımızı ödemeliyiz.
Bunların hepsini birden yapmalıyız.
Yoksa birini durdurmakla sonuç elde edemeyiz. Durduramayız. Çünkü onlar bunun sebebidir. Bu hükümet işsizliği körükleyerek enflasyonu durdurmaya çalıştı. Bunun için patlama oldu, kriz oldu. Kemal Derviş de devrilişe hazırlanıyor. İmkanı yok, devrilişi Derviş de durduramaz.
40 sahifeden daha geniş bir yazı yazdım. Bugünkü çöküşe durma formülleri getirdim. Bunu internette yayınlayacağız. Herkes gücü yettiği yere bunu ulaştırsın. Ülke kesin olarak çöküşe gidiyor.
Bugün borcumuz 150 milyar dolardır. Yeni hiçbir borç almasak, faizimizi de ödemesek, 15 sene sonra borcumuz 1220 miyar dolar olacaktır. Bugün her aileye 10 000 dolar borç payı düşmektedir. Sadece faizi 1500 dolar oluyor. Karın tokluğuna çalışırsak sadece faizimizi ödeyebiliriz. Halbuki 15 yıl sonraki rayiçle 100 000 dolar borçlanılacak. Ayda 1500 dolar faiz ödemek zorunda olacaktır. Bu mümkün olmayacaktır. Sonuç Osmanlıların akıbeti olacaktır. İkinci Sevr kaçınılmazdır.
Şimdi biz gece - gündüz çalışarak hazırlık yapmalıyız. Bir taraftan çözümler üretip devletimize ulaştırmalıyız. Ne var ki, gaflet veya dalâlet, hatta hıyanet içinde olan iktidar ve muhalefet partileri sesimizi boğacak, bizi söyletmeyecek, bizi dinlemeyeceklerdir!..
Devletimizin yıkılması kaçınılmaz olarak mukadderdir.
Size ömür hesabını bile yaptım. O zaman bir Lozan’ı ortaya çıkarmamız için hazırlıklı olmamız gerekir. Meşrutiyetçiler ihanet içinde idiler.
Mustafa Kemal bunu Nutuk’unda ve Gençliğe Hitabe’sinde çok açık olarak ifade etmektedir. Bugün sadece ordu dağıtılmamıştır. Diğer ifade edilenlerin tamamı gerçekleşmiştir.
Eğer 30 milyar dolar gelirse; bunu şunlar için kullanacaklardır:
a) Kıbrıs’tan elimizi çekeceğiz.
b) Doğuda Kürdistan devleti kurulacak.
c) Türk Ordusu küçültülecek ve ordusuz küçük devlet hâline getirilecektir.
d) Nihayet Anadolu sermayesini yok edecekler. Doları suni olarak düşürecekler. İthal malları ile Türkiye’yi boğacaklar. Anadolu esnafı yok olacak. Kredi alıp ithalat yapan sömürücü sermaye güçlenecektir.
SONRA NE YAPACAKLAR?
Türkiye’yi biraz daha parçalayacak ve Endülüs’e çevireceklerdir.
Biz halk olarak buna ancak “Halk Ekonomisi”ni kurarsak engel olabiliriz.
Mala-Mal Mağazaları ile sonuç elde edebiliriz.
Allah milletimize uyanış nasip etsin.
Allah milletimizin yardımcısı olsun.
Çalışmak bizden; başarı Allah’tandır.