Uygarlık Mezopotamya’da Hazreti Nuh aleyhisselam ile başladı. Yerleşik tarımla meşgul olan halk kentler kurdular ve böylece yazı dili doğdu, bu sayede devlet aşamasına geçildi. Bu ilk uygarlığı kuranlar da Türklerdir. Göçebe hâlinde devlet kuranlar İskitlerdir. Bunlar Moğollar ile Germenlerin karışımı bir kavimdir. Sonra bunlar Moğollarla tekrar karışarak Türkleri, İskitler de Germenlerle tekrar karışarak Slavları oluşturdular. Bu dört ırk kuzeyde yaşayan göçebe ırklardı, göçebe devletleri kurdular.
Bu devletler halkın sadece güvenliğini sağlar vergilerini alırlar, iç işlerine karışmazlardı. Şeriatları yoktu. Devleti kabile anlayışı içinde yönetirlerdi. Halkları da kabilelerden oluşurdu. Onlarda devlet demek asker demekti.
Milattan Sonra 1000 yıllarında Türkler İslâmiyet’i kabul ettiler, Slavlar da Hıristiyanlığı kabul ettiler, böylece kendilerini korudular.
Türklerin yerel yönetimlere karışmama ilkesi İslâmiyet ile çok iyi bir şekilde uzlaşmıştı ki, Türkler İslâmiyet’i kabul ettikten sonra İslâm âleminde yönetimi ellerine aldılar. Bunlar uygarlıkla değil güvenlikle meşgul oldular.
Türklerden büyük âlimler yetişti ama bunların hepsi Arap âlimi şeklinde idi.
Karahanlılar’dan sonra Selçuklular ve Osmanlılar’da yapı hiç değişmedi, hep ordu-devlet olarak kaldılar.
Osmanlılar Batılılaşırken de sadece orduyu güçlendirmeyi uygarlık olarak anladılar, ıslahatları ordularda yaptılar. Değişik ordu denemelerinden sonra bugünkü millî orduya geçilmiştir. Bu ordu anlayışı devlet içinde zaten vardır, nitekim Batılılar da İslâmiyet’ten almışlardı; bu halkın oluşturduğu ordudur. Yeniçeriler arızı bir ordu idi.
İmparatorluk yıkıldıktan sonra, dağılmış olan ordu toparlanarak Cumhuriyet’i kurdu.
Ordu-devletten bir türlü kurtulamayan Türkiye uygarlaşmada fazla başarılı olamadı. Türkiye’de siviller Batı’nın mezbeleliğini alırken, ordu savaş taktiklerini değerlendirdi. Tüm dünyanın orduları Avrupa’ya teslim olduğu halde Türk ordusu varlığını daima korudu.
Türk ordusu dinsiz Batı’nın saldırılarına karşı kendisini koruyabilmiş ve dindar kalabilmiştir. Sömürü sermayesi Türkiye’yi dinsizleştirmek, Türk ordusunu tetikçi olarak kullanmayı ve dünyayı bu şekilde yönetmeyi tasarlamıştır ama Türk ordusu bu oyuna gelmemiştir. Bununla berber Türk ordusu hatalı siyaset gütmüştür.
1- Önce görünürde İslâm düşmanlığı yapmış, Avrupa’nın tanrısız dünya anlayışını benimsemiş, böylece bindiği dalı kesmeye başlamıştır.
2- Türk ordusu demokrasi karşıtı olmuş, halkın oy verdiği partilere karşı daima tavır almış ve CHP güdümünde bir ordu izlenimini vermiştir. Adnan Menderes’i asmış, Necmettin Erbakan’ı başbakanlıktan uzaklaştırmıştır.
3- Dışa bağımlı sermaye ile işbirliği yaparak hep onların siyasetine göre kararlar alan hükümetleri desteklemiş ve sermaye sömürüsüne karşı olan hükümetleri irtica veya komünizm yaygarası ile iktidardan indirmiştir.
4- Kendilerini üstün görerek emekli olduktan sonra da siyasetten uzak kalmışlardır. Yani sivil idarede devlete sahip çıkmamışlardır.
Ordu, 2002 seçimlerinden önce, bu hatalı tutumlarından vazgeçerek, sömürücü düşmanlarla birlikte hareket etmekten vazgeçmiştir. Bu kararı Kenan Evren almış, Hüseyin Kıvrıkoğlu planlamış, Hilmi Özkök de uygulamıştır. Ondan sonra gelen generaller de bu yeni ordu-millet kenetlenmesi siyasetine sıkı bir şekilde sadık kalmışlardır.
Ergenekon ve Balyoz davaları, sömürü sermayesinin orduya ders vermek için kurduğu tezgâh olmuştur. Ne var ki Türk Ordusu sabrederek, gerektiğinde hapislere de girerek sermayenin bu saldırısını def etmiştir.
Bugün ordunun itibarı yeniden iade edilmektedir.
Artık seçimi hangi parti kazanırsa ordu onun emrine girmektedir.
Not: Devamı ve daha fazlası; “ORDU NELER YAPMALI” yazımızda:
Süleyman KARAGÜLLE