Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1254
Lokman Suresi Tefsiri 20. Ayet
13.07.2024
241 Okunma, 0 Yorum

LOKMAN SÛRESİ - 15. Hafta

 

أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

أَلَمْ تَرَوْا أَنَّ اللَّهَ سَخَّرَ لَكُمْ مَا فِي السَّمَوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ وَأَسْبَغَ عَلَيْكُمْ نِعَمَهُ ظَاهِرَةً وَبَاطِنَةً وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يُجَادِلُ فِي اللَّهِ بِغَيْرِ عِلْمٍ وَلَا هُدًى وَلَا كِتَابٍ مُنِيرٍ (20)

Allah’ın göklerde olanı ve yerde olanı size boyun eğdirdiğini ve görünen ve görünmeyen haldeki nimetlerini üzerinize kapladığını görmediniz mi? İnsanlardan ne bir ilim ne bir rehberlik ne de aydınlatan bir kitapla Allah hakkında tartışan kimseler vardır. (20)

 

أَلَمْ تَرَوْا أَنَّ اللَّهَ سَخَّرَ لَكُمْ مَا فِي السَّمَوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ وَأَسْبَغَ عَلَيْكُمْ نِعَمَهُ ظَاهِرَةً وَبَاطِنَةً

Allah’ın göklerde olanı ve yerde olanı size boyun eğdirdiğini ve görünen ve görünmeyen haldeki nimetlerini üzerinize kapladığını görmediniz mi?

 

Soru cümlesi
Mensuh fiil cümlesi

İki mef'ûlun bih

Fâil

Nâsih
Fiil

Olumsuzluk
edatı

İstifhâm
edatı

Haberi

İsmi

Enne

Ma'tûf
Fiil cümlesi

Atıf
harfi

Ma'tûfun aleyh
Fiil cümlesi

أَسْبَغَ عَلَيْكُمْ نِعَمَهُ ظَاهِرَةً وَبَاطِنَةً

وَ

سَخَّرَ لَكُمْ مَا فِي السَّمَوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ

اللَّهَ

أَنَّ

و

تَرَوْا

لَمْ

أَ

 

أَ: Soru hemzesidir (همزة الاستفهام). “Mı, mi” demektir. Her zaman cümlenin başına gelir. Buna sadaratu-l kelâm hakkı denir. Hatta önceki cümleleri bu cümleye bağlayan وَ ve فَ bağlaçları bile soru hemzesinden sonra gelir. Sonrasındaki kelimeyi (وَ ya da فَ varsa bunlardan sonra gelen kelimeyi) sorunun konusu yapar. Bu nedenle soru cümlelerinde sorunun konusu olan kelime cümledeki görevi ne olursa olsun bu hemzeden hemen sonra gelerek (وَ ya da فَ varsa bunlardan sonra gelerek) cümlenin ikinci kelimesi olur. “Mı, mi” anlamına gelen ikinci bir soru harfi هَلْ dir. Soru hemzesi her zaman soruya cevap istemek için gelmez. Elifin güç etkisi nedeniyle asıl amaç soru değildir. Arkasından gelen kelimeye cümlede önem katarak soru manasını oluşturur.

لَمْ: “-medi, -madı” anlamında olumsuzluk edatıdır. Fiil cümlesi başına gelen bazı edatlarla olumsuz hale getirilir.

Olumsuz fiil cümlesi yapma metotları:

1.Mazi fiilin başına مَا olumsuzluk edatını getirmek: Geçmişte olumsuzluğu ifade eder. Olumsuzluk mutlak değildir. Olumsuz olan hüküm daha önceden gerçekleşmiş olabilir.

2.Muzari fiilin başına لَمْ olumsuzluk edatını getirmek: Burada muzari fiil لَمْ tarafından cezm edilir. Geçmişte olumsuzluğu ifade eder. Ancak burada olumsuzluk mutlaktır. Yani olumsuz olan hüküm daha önceden hiç gerçekleşmemiştir.

3.Muzari fiilin başına مَا olumsuzluk edatını getirmek: Şimdiki zamanda olumsuzluğu ifade eder.

4.Muzari fiilin başına لَا olumsuzluk edatını getirmek: Gelecek zamanda olumsuzluğu ifade eder. Olumsuzluk mutlaktır. Gelecekte hiç gerçekleşmeyecek bir hüküm için bu olumsuzluk şekli kullanılır.

5.Muzari fiilin başına لَنْ olumsuzluk edatını getirmek: Burada muzari fiil لَنْ tarafından nasb edilir. Gelecek zamanda olumsuzluğu ifade eder. Olumsuzluk mutlaktır. Gelecekte hiç gerçekleşmeyecek bir hüküm için bu olumsuzluk şekli kullanılır. لَا ile olandan farkı bunun te’kîd (kesinlik) ifade etmesidir.

6.Muzari fiilin başına لَمَّا olumsuzluk edatını getirmek: Burada muzari fiil لَمَّا tarafından cezm edilir. Yakın geçmiş zamanda olumsuzluğu ifade eder. Ancak burada farklı olan durum hükmün her an gerçekleşebilecek olması ama sözün söylendiği ana kadar gerçekleşmemiş olmasıdır. Bu nedenle Türkçeye çevrilirken “henüz olmadı” şeklinde çevrilir.

Olumsuz fiil cümlesi

Anlamı

مَا فَعَلَ

Yapmadı

لَمْ يَفْعَلْ

Hiç yapmadı

مَا يَفْعَلُ

Yapmıyor

لَا يَفْعَلُ

Yapmayacak

لَنْ يَفْعَلَ

Asla yapmayacak

لَمَّا يَفْعَلْ

Henüz yapmadı

تَرَوْا: “Görürsünüz” demektir. Suretin şekil, renk ve hareketini gözle veya beyinle idrak etmek ve bilmek demektir (يدرك ويعلم شكل ولون وحركة الصورة بعينه التي في رأسه أو بعين قلبه وفؤاده التي في نفسه). رءي kökünden gelmiştir. Üçüncü bâbdan meczum muzari ikinci çoğul şahıstır. Başına gelen لَمْ nedeniyle meczum olmuştur. Merfu hali تَرَوْنَ şeklindedir. Reyde gözle görmek şart değildir. Bu nedenle görüş anlamına da gelmektedir. Bunun göstergesi olarak göz kapalıyken uykuda görülen رُؤْيَا (rüya) kelimesi de bu kökten gelmiştir. Görme duyusunu ifade eden kelime ise بَصَر dır. Bir varlığın kendisini değil o varlığın şeklini kâğıda çizsen, özelliklerini orada ifade etsen o varlığı rey etmiş olursun. Bizzat o varlığı görmen gerekmez. Biz bugün tarih öncesi canlıları basar etmiyoruz, rey ediyoruz.

لَمْ تَرَوْا: “Hiç görmediniz” demektir. Başta gelen لَمْ olumsuzluk edatı anlamı geçmiş zamanda mutlak olumsuzluk haline getirir. “Hiç görmediniz” anlamı ortaya çıkar. Geçmişten şimdiye kadarki zamanda bir kere bile görmediniz anlamına gelir. Geçmiş zamanda başka zamanlarda gördünüz ama kastedilen zaman için “görmediniz” ifade edilmek istenseydi مَا رَأَيْتُمْ şeklinde gelirdi.

أَلَمْ تَرَوْا: “Hiç görmediniz mi?” demektir. Burada soru amacıyla gelmiş bir soru yoktur. Burada mana “görmeniz gerekirdi” şeklindedir. Görmeleri gerekenler kimlerdir yani أَلَمْ تَرَوْا deki cem vâvı ile söylenilen kimlerdir? Kuran’ı okuyan, Kuran’la ilgilenen kimselerdir. Kuran ile hayatını düzenleyen kimselerdir.

أَنَّ: “Kesinlikle -mek, -mak” demektir. Huruf-u müşebbehe bi-l fiildendir. أَنَّ harfi إِنَّ gibi te’kîd bildirir. Farkı أَنَّ nin mastar olmasıdır.

اللَّهَ: “Allah” demektir. Alemlerin rabbinin özel ismidir. Ennenin ismidir. Ennenin haberi birbirine atfedilmiş iki cümledir.

Fiil cümlesi

Mefûlun bih

Mefûlün bih GS

Fâil

Fiil

Ma'tûf

Atıf
harfi

Ma'tûfun aleyh

Mecrur

Cârr

مَا فِي الْأَرْضِ

وَ

مَا فِي السَّمَوَاتِ

كُمْ

لِ

هُوَ

سَخَّرَ

سَخَّرَ: “Boyun eğdirdi” demektir. سخر kökünden tef’îl bâbından üçüncü şahıs eril tekil mazi malum fiildir. Birisini onun imkanları, ameli ve çabasıyla tam bir şekilde başka birisi için çalışır hale getirmek demektir.

لِ: “-e” demektir. Harf-i cerdir. سَخَّرَ fiili ile kendisine boyun eğdirilen bu harf-i cerden sonra gelir.

كُمْ: “Siz” demektir. Mecrur muttasıl zamirdir.

لَكُمْ: “Size” demektir.

مَا: Umumi ism-i mevsuldür.

فِي: “İçinde” demektir. Harf-i cerdir.

السَّمَوَاتِ: “Gökler” demektir. سمو kökünden gelmiştir. Birinci bâbdan سُمُوّ mastarı bütün seviyelerin üstüne çıkmak, en üst seviyeye yükselmek manasındadır. Bu mastar manasından bütün seviyelerin üstüne çıkan manasında سَمَاء her şeyin en üstü olarak “gök” anlamında camid isimdir. İsm-i cem-i cinstir. Yani hem cinsi ifade eder hem de topluluğu ifade eder. Yani gök cinsi veya gök topluluğu demektir. Cins ifade ettiği zaman eril, cem ifade ettiği zaman dişildir. İsm-i cemi cinsler sonuna ة alarak müfredleşirler. Yani tekili سَمَاوَة veya سَمَاءَة dir. İsm-i cemi cins bu şekilde ة alarak müfredleştikten sonra çoğulu سَمَوَات dır. Ancak Kuran’da سَمَاوَة veya سَمَاءَة şeklinde kullanımı yoktur. Kuran tekil olarak da yine سَمَاء yı kullanmaktadır.

فِي السَّمَوَاتِ: “Göklerde” demektir.

مَا فِي السَّمَوَاتِ: “Göklerde olan” demektir. Burada مَا ism-i mevsuldür. Sıla cümlesi harf-i cer ve mecrurdan oluşmaktadır. Hazf edilmiş istikrar veya kevn fiili vardır. Fâili de müstetir هُوَ dir ve sıla cümlesinin aid zamiridir. Böyle harf-i cer ve mecrurlara zarf-ı mustakar denir. مَا ism-i mevsulü kullanıldığı için “göklerde her ne varsa” anlamındadır.

وَ: “Ve” demektir. Atıf harfidir. مَا فِي السَّمَوَاتِ ye مَا فِي الْأَرْضِ yi atfetmektedir.

مَا: Umumi ism-i mevsuldür.

فِي: “İçinde” demektir. Harf-i cerdir.

الْأَرْضِ: “Yer” demektir. ءرض kökünden gelmiştir. Dördüncü bâbdan أَرَض mastarı bir mekânın bereketli, verimli olması, hayrının çok olması ve yerleşme ve ikamet için uygun olması manasındadır. Bu mastar manasından yerleşme için uygun olan manasında أَرْض “yer” anlamındadır. “Yeryüzü” manasına da gelir.

فِي الْأَرْضِ: “Yerde” demektir.

مَا فِي الْأَرْضِ: “Yerde olan” demektir.

سَخَّرَ لَكُمْ مَا فِي السَّمَوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ: “Göklerde olanı ve yerde olanı size boyun eğdirdi” demektir.

وَ: “Ve” demektir. Atıf harfidir. سَخَّرَ لَكُمْ مَا فِي السَّمَوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ cümlesine أَسْبَغَ عَلَيْكُمْ نِعَمَهُ ظَاهِرَةً وَبَاطِنَةً cümlesini atfetmektedir.

Fiil cümlesi

Mefûlun bih

Mefûlün bih GS

Fâil

Fiil

Hâl

Sahibul hâl

Ma'tûf

Atıf harfi

Ma'tûfun aleyh

بَاطِنَةً

وَ

ظَاهِرَةً

نِعَمَهُ

عَلَيْكُمْ

هُوَ

أَسْبَغَ

أَسْبَغَ: “Kapladı” demektir. سبغ kökünden if’âl bâbından üçüncü şahıs eril tekil mazi malum fiildir. Birinci bâbdan سَبَغَ - يَسْبُغُ şeklinde bir şeyin ya da birisinin üzerini boşluk kalmayacak şekilde kapatma, kaplama özelliğine sahip olması manasındadır. Birinci bâb if’âl bâbına (أَسْبَغَيُسْبِغُ) tadiye etkisi ile gelir. Kapladı anlamına gelir.

عَلَى: “Üzeri” demektir. Harf-i cerdir.

كُمْ: “Siz” demektir. Mecrur muttasıl zamirdir.

عَلَيْكُمْ: “Üzeriniz” demektir.

نِعَمَ: “Nimetler” demektir. نعم kökünden gelmiştir. Tekili نِعْمَة dir. Dördüncü bâbdan نَعَم mastarı kendinde mutluluk, hoşluk, rıza ve kabullenme hissetmek manasındadır. Buradan “mutluluk, hoşluk sebebi olan” anlamından gelerek “nimet” anlamında isimdir. Diğer çoğulu أَنْعُم dur. Nimetten yararlanan normalin üstünde iyi olma durumuna sahiptir. Normalin üstünde iyi olma durumunu sağlayan şey nimettir.

Nimet kelimesinin Kuran’da farklı kullanımları vardır:

نَعْمَة (Nemet) de bir çeşit nimettir. Nimetin kalıbı فِعْلَة dir. Nemetin kalıbı ise فَعْلَة dir. İlk harfin harekesinin fetha ya da kesre olması anlam değişikliğine yol açmaktadır. Bir web kaynağında aradaki fark çok güzel anlatılmıştır:

"نِعمة" بكسر النون: اسم هيئة، على وزن (فِعلة)، ويدل على الحالة الدائمة التي لا تفارق صاحبها.

"نَعمة" بفتح النون: فهي اسم مرة، على وزن (فَعلة)، ويدل على وقوع النعمة مرة واحدة.

“Nimet” Nûnun kesresiyle: İsmi heyettir, (فِعلة) vezni üzerine ve sahibinde değişmeyen daimî hale delalet eder.

“Nemet” Nûnun fethasıyla: O ismi merredir, (فَعلة) vezni üzerine ve nimetin bir defa vuku bulmasına delalet eder.

Nemet olup biter, nimet ise süreklidir.

نَعْمَاء (Ne’mâ) da bir çeşit nimettir. Kalıbı ise فَعْلَاء dır. Bu da bir web kaynağında çok güzel anlatılmıştır:

الفرق بين النعماء والنعمة : أن النعماء هي النعمة الظاهرة وذلك أنها أخرجت مخرج الأحوال الظاهرة مثل : الحمراء والبيضاء، والنعمة قد تكون خافية فلا تسمى نعماء.

Ne’mâ ve nimet arasındaki fark: Ne’mâ zahir nimettir ve bu onun zahir hallerin mahrecinden çıkarılmasındandır: الحمراء ve البيضاء, gizli olan nimet ne’mâ olarak isimlendirilmez.

فَعْلَاء kalıbı renkleri, sakatlıkları gösteren sıfat-ı müşebbehedir. Bu da onların açıkça görünmesinden dolayıdır. Bu kalıp camid isimlerde de kullanılınca zahiriliğe (açıklığa) delalet eder. Bu nedenle ne’mâ da bir nimettir ama nimetin açıkça ortada olan şeklidir.

Çiftlik hayvanları da nimet olduğundan, insanların normalden daha iyi durumda olmalarını sağladığından النَّعَم olarak adlandırılırlar. Çoğulu da الْأَنْعَام dır.

هُ: “O” demektir. Allah’a racidir.

نِعَمَهُ: “O’nun nimetleri” demektir.

ظَاهِرَةً: “Görünen” demektir. ظهر kökünden üçüncü bâbdan dişil tekil nekre mensub ism-i fâildir. Açık ve net görülebilmeye imkân sağlayan bir mevkide olmak, görünür olmak manasındaki fiilden türemiştir. بَاطِنَةً ın zıttıdır.

وَ: “Ve” demektir. Atıf harfidir. ظَاهِرَةً e بَاطِنَةً i atfetmiştir.

بَاطِنَةً: “Görünmeyen” demektir. بطن kökünden üçüncü bâbdan dişil tekil nekre mensub ism-i fâildir. Birinci bâbdan بَطْن mastarı bir şeyin içine girerek bakanlardan gizlenmek manasındadır. Hayvanların sırtı ظَهْر, karnı بَطْن dır. Görünme ve görünmeme fiillerinin kökeni budur.

ظَاهِرَةً وَبَاطِنَةً: “Görünen ve görünmeyen” demektir.

نِعَمَهُ ظَاهِرَةً وَبَاطِنَةً: “O’nun görünen ve görünmeyen haldeki nimetleri” demektir. ظَاهِرَةً وَبَاطِنَةً in ikisi de dişildir. Nimetlerin hali olduğu için ve nimetler dişil olduğu için dişillerdir. Ama tekil dişillerdir. Normalde nimetler çoğul olduğu için çoğul olması beklenir. Ancak Arapçada bir kural vardır. Çoğul gayr-i akil varlıklara çoğul sıfat veya hal gelirse sayılarının azlığını, tekil sıfat veya hal gelirse sayılarının çokluğunu gösterir.

نِعَمَهُ ظَاهِرَاتٍ وَبَاطِنَاتٍ

Nimetler çoğul, zahir ve batın çoğul

Nimetler az sayıda

نِعَمَهُ ظَاهِرَةً وَبَاطِنَةً

Nimetler çoğul, zahir ve batın tekil

Nimetler çok sayıda

Buna göre buradaki nimetler çoğul, haller de tekil olduğu için nimetler çok fazladır. Allah’ın nimetleri o kadar fazladır ki listeleyemeyiz.

أَسْبَغَ عَلَيْكُمْ نِعَمَهُ ظَاهِرَةً وَبَاطِنَةً: “Görünen ve görünmeyen haldeki nimetlerini üzerinize kapladı” demektir.

أَلَمْ تَرَوْا أَنَّ اللَّهَ سَخَّرَ لَكُمْ مَا فِي السَّمَوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ وَأَسْبَغَ عَلَيْكُمْ نِعَمَهُ ظَاهِرَةً وَبَاطِنَةً: “Allah’ın göklerde olanı ve yerde olanı size boyun eğdirdiğini ve görünen ve görünmeyen haldeki nimetlerini üzerinize kapladığını görmediniz mi?” demektir.

Allah göklerde olanı ve yerde olanı bize boyun eğdirmiştir. Bizim için çalışır haldedirler. Ayette مَا فِي السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضِ (gökler ve yerde olan) diyerek tek مَا içinde gelmemiştir. Böyle gelseydi üç boyutlu uzay içinde olan anlaşılırdı. مَا فِي السَّمَوَاتِ وَفِي الْأَرْضِ (göklerde ve yerde olan) diyerek tek مَا içinde iki فِي gelmemiştir. Böyle gelseydi göklerde ve yerde olup ikisi arasında gidip gelenler aynı şeyler olurdu. İki مَا içinde iki فِي gelmiştir. Bu da göklerde olanlarla yerde olanların ayrı ayrı varlıklar olduğunu ve ayrı yerlerde olduklarını gösterir. Yerde olanlar (مَا فِي الْأَرْضِ) denildiğinde sadece yeryüzü anlaşılmamalıdır. Arz yaşamaya elverişli her yerdir. الْأَرْضِ kelimesi tekil ve çoğul için aynıdır. Başındaki harf-i tarif istiğrak içindir. Bütün arzlar demektir. Göklerde olanlar (مَا فِي السَّمَوَاتِ) demek yedi tabaka halindeki gökler demektir. Bizim görmediğimiz gökler de dahildir. Göklerde ve yerde olanlar bizim içindir. Hepsinden yaşamımızda faydalanmaktayız. Başka ayetlerde güneşi ve ayı da boyun eğdirdi demektedir. Musahhar edilen her şey bizim teknolojilerimizi ilerletmemizi sağlamaktadır. Onlardan faydalanmakta ve yeni medeniyetler kurabilmekteyiz. Musahhar etme doğa kanunları ile sağlanır. Doğa kanunları her zaman aynı şekilde işlediği için onlardan faydalanabiliriz. Teknolojiler geliştirebiliriz. Göklerde olan ve yerde olan her şey doğa kanunları içindedirler. Bu kanunların dışına çıkmazlar. Biz de bu kanunlara dayanarak onlardan faydalanırız. İşte boyun eğdirme budur. Yoksa bizim kölemiz olarak emrimiz altında olma demek değildir.

Nimet normalin üstünde iyi olmayı sağlayan her şeydir. Allah’ın görünen ve görünmeyen nimetleri vardır ve bizim üzerimizi kaplamıştır. Hiç boşluk yoktur. Soluduğumuz hava, yediğimiz yiyecekler, faydalandığımız hayvanlar nimetlerdir. Zahir (görünen) nimetlerdir. Bir de batın (görünmeyen) nimetler vardır. Ama Allah bizim hem görünen (zahir) hem de görünmeyen (batın) nimetleri görmemizi istemektedir. Görünmeyen nimeti nasıl göreceğiz?

 

Basar

Rey

Batın

Zahir

Zahir olan hem basarla görülür hem de rey edilir. Batın ise basarla görülmez, rey edilebilir. Yukarıda belirtildiği gibi rey gözle görmek demek değildir. Bilgiyle görmektir. Basardan farklıdır. Bu ayet bizden basar değil rey etmemizi istemektedir. Görünen nimetleri de rey edeceğiz, basarla görmeyeceğiz. Elektriği basarla görmeyiz ama rey ederiz. Görmeyiz ama bizi çarpar. Atomları gözle veya herhangi bir araçla göremeyiz ama rey ederiz. Atom altı parçacıklar olan kuantumları da rey edebiliriz ama gözle veya herhangi bir aletle göremeyiz. Ölçerek rey edebiliriz. Atom altı parçacıklar (kuantumlar) da nimettir. Normalin üstünde iyi olma hali sağlarlar. Kuantum bilgisayarı yaparak milyonlarca süper bilgisayarın milyonlarca yılda yapacağı işlemleri birkaç saniye içinde yapabiliriz. İşte tam da batın nimettir bu. Basar edemiyoruz, gözle göremiyoruz, herhangi bir araç kullanarak da gözle göremiyoruz ama rey ederek varlıklarını biliyoruz, daha da ilginci onları kullanarak yaşamımızı çok daha iyi hale getirebiliyoruz. Elektronları gözle görmüyoruz ama hayatımızın her noktasında, her anında elektronik aletleri kullanıyoruz.

Burada zahir ve batın nimetlerin hal olarak gelmesi önemlidir. Sıfat olarak gelmemiştir. Sıfat olarak gelseydi نِعَمَهُ الظَّاهِرَةَ وَالْبَاطِنَةَ şeklinde gelirdi. Bu durumda bir nimet ya zahir ya da batın olurdu. Zahir olan her zaman zahir olurdu, batın olan her zaman batın olurdu. Zahir olan batın olmaz, batın olan zahir olmazdı. Oysa ayette hal olarak gelmiştir. Buna göre zahir olan bir nimet batın hale geçebileceği gibi batın olan bir nimet zahir hale de geçebilir.

Nimetler üzerimizi kaplamıştır. Boşluk yoktur. Günümüzde bilimsellik denen kavram vardır. Bu bilimsellik seküler bakış açısıyla ele alınan bilimselliktir. Allah’ın varlığını görmezden gelmeye (Allah’a küfretmeye) dayanır. İşte bu seküler anlayış içinde olanlar bizim üzerimizi kaplayan nimetleri rey edemezler. Tıbbi çalışmalarda plasebo kavramı vardır. Hastaya ilaç yerine aslında içinde ilaç olmayan boş bir hap veya damar içine veya kas içine su verilir. Hastaların bir kısmı bununla iyileşeceğine inandığı için iyileşir. Seküler bilimsellik bunu görür ama görünmeyen (batın) bu nimeti görmezden gelir. Bu aslında kendilerinin de bildiği otonom sinir sistemidir. Otonom sinir sistemi bize zarar veren şeyi ölçer, biçer, vücudumuza değdiği an tepki verir. Yediğiniz veya içtiğinizde size zararı olacak olan bir şeyi daha vücudunuza değdiği an anlar ve ondan uzaklaşmanız için kaslarınızı zayıflatır. Plasebo etki ile iyileşme aslında otonom sinir sisteminin verdiği iyileşme emridir. İyileşeceğine inanan insanlar bu nedenle iyileşirler. Hayata kötümser bakan insanlar iyileşemezler. Hep olumsuzlukları bekleyenlerin başına olumsuzluklar gelir. Hayata iyimser bakan insanların otonom sinir sistemi iyileşme odaklı çalışır. Birbirine fiziksel olarak yaklaşan (60 cm) insanlarda otonom sinir sistemleri ortak çalışmaya başlar. Kötü insanların yakınında olanların otonom sinir sistemleri onlarınki gibi çalışır. İyi insanların otonom sinir sistemi kötü insanlara yaklaştıklarında onları uyarır ve kendilerini kötü hissederler. Onlardan uzaklaşmazlarsa onlar gibi olmaya başlarlar. Otonom sinir sitemi batın bir nimettir. Onu basar edemeyiz ama sonuçlarıyla rey ederiz. Bunun üzerine geliştirilmiş tıbbi alanlar mevcuttur. Seküler batı tıbbı bunları görmezden gelmekte ve tıp fakültelerinde bu ilimlerin yanından bile geçilmemektedir.

Musahhar etme ile nimetleri anlatan cümleler birbirlerine atfedilmiştir. İkisi arasında bir ilişki vardır. Nimetleri kullanabilme bu musahhar etmeye dayanmaktadır. Allah’ın doğa kanunları içinde nimetlerden faydalanırız, onları değerlendirebiliriz.

 

وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يُجَادِلُ فِي اللَّهِ بِغَيْرِ عِلْمٍ وَلَا هُدًى وَلَا كِتَابٍ مُنِيرٍ

İnsanlardan ne bir ilim ne bir rehberlik ne de aydınlatan bir kitapla Allah hakkında tartışan kimseler vardır.

 

İsim cümlesi

Vâv-u
isti’nâfiye

Mübteda

Haber

Sıla cümlesi
Fiil cümlesi

İsm-i
mevsûl

Fâil
Hâl

Mefûlün
bih
GS

Fâil
Sahibul
hâl

Fiil

Mecrur

Cârr

Muzâfun ileyh

Muzâf

عِلْمٍ وَلَا هُدًى وَلَا كِتَابٍ مُنِيرٍ

غَيْرِ

بِ

فِي اللَّهِ

هُوَ

يُجَادِلُ

مَنْ

مِنَ النَّاسِ

وَ

 

وَ: Vâv-u isti’nafiyyedir.

مِنَ: “-den” demektir. Harf-i cerdir.

النَّاسِ: “İnsanlar” demektir. Tekili إِنْس dir. ءنس kökünden gelmiştir. أَنَسٌ mastarı birisini sosyal, yakın, arkadaşça hissetmek, tanıdık ve alışık olmak manasındadır. Bu mastar manasından sosyal, yakın, arkadaş olarak hissedilen, tanıdık olan manasında إِنْسٌ ıstılahi olarak “insan” anlamında camid isimdir. Erildir. Çoğulu أُنَاسٌ dur. Marife olduğu zaman sık kullanıldığı için başındaki hemze düşmüştür. النَّاس (الْأُنَاس النَّاس) şeklindedir.

مِنَ النَّاسِ: “İnsanlardan” demektir.

مَنْ: “Kimse” anlamındadır. Umumi ism-i mevsuldür. Şuurlu varlıklar için kullanılır. Arkasından sıla cümlesi gelir. Sıla cümlesinde bu ism-i mevsule dönen bir aid zamiri vardır. Eril tekil zamir döner. هُوَ veya هُ zamiri döner. Eril zamir dönmesi sadece erkekleri ilgilendirdiği anlamında değildir. Hem erkek hem de kadınları kapsar. Tekil zamir dönmesi de tek bir kişiyi ilgilendirdiği anlamında değildir. Hem tek kişiyi hem iki kişiyi hem de çok kişiyi kapsar. Bu nedenle umumi ism-i mevsuldür. Eril tekil zamir dönmesi gramatik bir kuraldır. Bazen de eril çoğul zamir döner. مَا da مَنْ gibi umumi ism-i mevsuldür, şuursuz varlıklar için kullanılır. Hem şuursuz hem şuurlu varlıklar varsa مَا kullanılır.

يُجَادِلُ: “Tartışır” demektir. جدل kökünden üçüncü şahıs eril tekil merfu muzari malum fiildir.

 جayak demektir. Gitmek anlamındadır, tek yönlü hareketi ifade eder. د kapıdır. Kapının ileri geri hareketinden dolayı iki yönlü hareketi ifade eder. İkisi bir arada (جد) iki yönlü hareket edilen yol anlamındadır (cadde). ل çobanın sopasıdır. Bağlantı kurmak demektir. جدل iki taraf arasında gidilip gelinen ve bağlantı kurulan yol manasındadır. İletişim kurmayı sağlayan yoldan kinaye tartışma anlamındadır.

 

فِي: “İçinde” demektir. Harf-i cerdir. Buradaki gibi mücadele fiiliyle beraber kullanıldığında “hakkında” anlamına gelir.

اللَّهِ: “Allah” demektir. Alemlerin rabbinin özel ismidir.

فِي اللَّهِ: “Allah hakkında” demektir.

بِ: “İle” demektir. Harf-i cerdir.

غَيْرِ: “Dışında” demektir. Matematikteki “değil” anlamına gelmektedir.

دُون gayri ile karıştırılmaktadır. دُون fonksiyonel olarak daha aşağıda olan غَيْر‘dır. دُون kullanıldığında دُون’dan sonra gelen kısım olması gereken kısımdır.

إِنَّكُمْ لَتَأْتُونَ الرِّجَالَ شَهْوَةً مِنْ دُونِ النِّسَاءِ

Şüphesiz siz kadınların dununda erkeklere şehvetle gelirsiniz. (Araf 7/81)

Burada Lût Peygamber kavmine kadınların dununda erkeklere şehvetle geldiklerini söylemektedir. دُون doğrudan dışında anlamında olsaydı kadınların dışında denmesine gerek yoktu. Burada kadınların fonksiyonunu daha aşağıda olan erkekler için yapıyorsunuz denmektedir ve olması gereken de دُون kelimesinden sonradır. “Kadınlar olması gerekirken erkeklere geliyorsunuz” anlamını da içermektedir.

عِلْمٍ: “İlim” demektir. Kesin bilgiyi ifade eder.

وَ: “Ve” demektir. Atıf harfidir.

لَا: “Değil” demektir. Olumsuzluk edatıdır.

هُدًى: “Doğru yolu göstermek, rehberlik etmek” demektir. هدي kökünden ikinci bâbdan فُعَلًا kalıbından mastardır. Birisini bir hedefe yöneltip o hedefe varması için rehberlik etmektir.

ه harfi hareket demektir. د harfi kapı demektir. هد kapıya hareket demektir. Kapı sınırlı bölge ve giriş yeri olduğu için ikisi bir arada varılacak yerin giriş noktasına doğru hareket demektir. ي fonksiyon demektir ve son harf olduğu için sonuç bildirmektedir. Buradaki fonksiyon hedeflenen yere varmayla ortaya çıkacaktır. هدي “bir hedefe yönelip bir sonuç elde etmek”tir.

وَ: “Ve” demektir. Atıf harfidir.

لَا: “Değil” demektir. Olumsuzluk edatıdır.

كِتَابٍ: “Kitap” demektir. كتب kökündendir. كَتْب mastarı özel semboller ve simgeler kullanarak bir kaydetme aracıyla bilgileri kayıt altına almak manasındadır. كِتَاب mastarı yazmak manasındaki فَعْل veznindeki كَتْب mastarının mübalağa vezni olarak فِعَال vezninden gelmiştir ve çok sayıda bilgiyi güvenli bir şekilde kayıt altına almak manasındadır. Bu mastar manasından كِتَاب kayıt altına alınan olarak “kitap” anlamında isimdir. Kodlarla kayıt altına alınmış bilgidir.

مُنِيرٍ: “Aydınlatan” demektir. نور kökünden if’âl bâbından eril tekil nekre mecrur ism-i fâildir. Birinci bâbdan نَارَ - يَنُورُ şeklinde parlamak, ışımak, ışık yaymak, ışık saçmak manasındadır. Lazım fiildir. Birinci bâb if’âl bâbına (أَنَارَيُنِيرُ) tadiye etkisi ile gelir. Işıttı, aydınlattı anlamına gelir. “Ateş” anlamındaki نَار ile “aydınlık” anlamında نُور bu kökten gelir.

كِتَابٍ مُنِيرٍ: “Aydınlatan kitap” demektir.

غَيْرِ عِلْمٍ وَلَا هُدًى وَلَا كِتَابٍ مُنِيرٍ: “Ne bir ilim ne bir rehberlik ne de aydınlatan bir kitap” demektir.

بِغَيْرِ عِلْمٍ وَلَا هُدًى وَلَا كِتَابٍ مُنِيرٍ: “Ne bir ilim ne bir rehberlik ne de aydınlatan bir kitapla” demektir.

يُجَادِلُ فِي اللَّهِ بِغَيْرِ عِلْمٍ وَلَا هُدًى وَلَا كِتَابٍ مُنِيرٍ: “Ne bir ilim ne bir rehberlik ne de aydınlatan bir kitapla Allah hakkında tartışır” demektir.

مَنْ يُجَادِلُ فِي اللَّهِ بِغَيْرِ عِلْمٍ وَلَا هُدًى وَلَا كِتَابٍ مُنِيرٍ: “Ne bir ilim ne bir rehberlik ne de aydınlatan bir kitapla Allah hakkında tartışan kimse” demektir.

مِنَ النَّاسِ مَنْ يُجَادِلُ فِي اللَّهِ بِغَيْرِ عِلْمٍ وَلَا هُدًى وَلَا كِتَابٍ مُنِيرٍ: “İnsanlardan ne bir ilim ne bir rehberlik ne de aydınlatan bir kitapla Allah hakkında tartışan kimseler vardır” demektir.

İnsanlarda bu vardır, Allah hakkında sürekli fikir yürütürler. Allah’ın vasıflarını tam olarak anlamazlar. İlme yani kesin bilgiye dayandırmazlar, bir rehbere de dayandırmazlar, bir aydınlatıcı kitaba da dayandırmazlar. Ayette insanlar denmektedir. İnsanlar Kuran ehlini kapsar ama Kuran ehli dışındakiler de insanlardandır. Kuran ehli için bu üçü de Kuran’da mevcuttur. Kuran’da kesin bilgi vardır, Kuran rehberdir, Kuran aydınlatıcı, yol gösterici bir kitaptır. Biz Kuran’a dayanarak Allah hakkında tartışırız. Allah’ın vasıflarını Kuran’dan öğreniriz. Kuran’ı da Kuran ilimleri ile anlarız. Kafadan atmayız. Her bir harfin anlamını yine Kuran’a ve Kuran Arapçasının kökenine dayandırarak ortaya koyarız. Aksi takdirde Allah hakkındaki yazdıklarımız bu ayetteki kimseler gibi olur.

Allah insanların kendi kafalarında kurdukları gibi değildir. İnsanlar kafalarında olması gereken bir ilah düşünürler ve Allah’ı o şekilde tavsif ederler. Bu durumda eğer Kuran’daki emirler ve peygamberin yaşamı kafalarında kurdukları olması gereken ilahın emirlerine uygun değilse iki seçenekleri vardır: Ya Kuran Allah’ın kitabı değildir derler ya da Kuran Allah’ın kitabıdır ama içindeki emirleri görmezden gelerek Kuran’ın bir kısmına iman edip bir kısmına iman etmeme durumuna düşerek küfretmiş olurlar. Aslında ilahın nasıl olması gerektiğine kendileri karar vermekte ve kendilerini ilahlaştırmaktadırlar. Bu durumda olanlar Allah’ın indirdiklerine uymazlar, ancak geçmişten beri devam eden, toplumda kabul gören ama Allah’ın istemediği uygulamaları yapmaya devam ederler.

Allah kimseye hesap vermez. İstediğini yapar. Yaşamı ve ölümü yaratmıştır. Üzüntüyü ve mutluluğu yaratmıştır. Niçin çocuklar acı çekiyor, Allah buna nasıl izin veriyor diyenlerin kafasındaki ilah değildir Allah. Allah buna izin vermiştir. Çünkü O Allah’tır. Buna izin vermişse vermiştir. O la yuseldir. O’ndan hesap sorulmaz, O bize hesap sorar. O böyle istemiştir, böyle olmaktadır. Biz O’nu eleştiremeyiz, O’nun emirlerini yaparız. Dünya hayatı çok kısadır ve ahiretin yanında sıfır mertebesindedir. Ahireti görmezden gelenler için bu düşünce normal olabilir ama Kuran’a iman ediyorum dedikten sonra Allah’ı belli kalıplara sokmaya çalışanlara yakışmamakta, küfür çukuruna düşmüş olmaktadırlar.

 

Teşvikiye, Yalova

13 Temmuz 2024

M. Lütfi Hocaoğlu

 






Son Eklenen Seminerler
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1269
Secde Suresi Tefsiri 3. Ayet
14.12.2024 23 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1268
Secde Suresi Tefsiri 1-2. Ayetler
7.12.2024 62 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1267
Lokman Suresi Tefsiri 34. Ayet
30.11.2024 67 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1266
Lokman Suresi Tefsiri 33. Ayet
16.11.2024 111 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1265
Lokman Suresi Tefsiri 32. Ayet
9.11.2024 112 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1264
Lokman Suresi Tefsiri 31. Ayet
26.10.2024 140 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1263
Lokman Suresi Tefsiri 30. Ayet
12.10.2024 163 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1262
Lokman Suresi Tefsiri 29. Ayet
5.10.2024 199 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1261
Lokman Suresi Tefsiri 28. Ayet
7.09.2024 209 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1260
Lokman Suresi Tefsiri 27. Ayet
31.08.2024 195 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1259
Lokman Suresi Tefsiri 25-26. Ayetler
24.08.2024 223 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1258
Lokman Suresi Tefsiri 24. Ayet
17.08.2024 200 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1257
Lokman Suresi Tefsiri 23. Ayet
3.08.2024 230 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1256
Lokman Suresi Tefsiri 22. Ayet
27.07.2024 223 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1255
Lokman Suresi Tefsiri 21. Ayet
20.07.2024 225 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1254
Lokman Suresi Tefsiri 20. Ayet
13.07.2024 241 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1253
Lokman Suresi Tefsiri 19. Ayet
29.06.2024 229 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1252
Lokman Suresi Tefsiri 18. Ayet
22.06.2024 241 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1251
Lokman Suresi Tefsiri 17. Ayet
25.05.2024 296 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1250
Lokman Suresi Tefsiri 16. Ayet
18.05.2024 307 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1249
Lokman Suresi Tefsiri 15. Ayet
11.05.2024 285 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1248
Lokman Suresi Tefsiri 14. Ayet
20.04.2024 394 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1247
Lokman Suresi Tefsiri 13. Ayet
13.04.2024 426 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1246
Lokman Suresi Tefsiri 12. Ayet
6.04.2024 361 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1245
Lokman Suresi Tefsiri 11. Ayet
30.03.2024 415 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1244
Lokman Suresi Tefsiri 10. Ayet
16.03.2024 351 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1243
Lokman Suresi Tefsiri 8-9. Ayetler
9.03.2024 337 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1242
Lokman Suresi Tefsiri 7. Ayet
24.02.2024 366 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1241
Lokman Suresi Tefsiri 6. Ayet
17.02.2024 313 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1240
Lokman Suresi Tefsiri 1-5. Ayetler
10.02.2024 485 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1239
Rum Suresi Tefsiri 60. Ayet
27.01.2024 401 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1238
Rum Suresi Tefsiri 59. Ayet
20.01.2024 377 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1237
Rum Suresi Tefsiri 58. Ayet
6.01.2024 413 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1236
Rum Suresi Tefsiri 57. Ayet
30.12.2023 415 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1235
Rum Suresi Tefsiri 56. Ayet
16.12.2023 492 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1234
Rum Suresi Tefsiri 55. Ayet
25.11.2023 493 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1233
Rum Suresi Tefsiri 54. Ayet
11.11.2023 512 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1232
Rum Suresi Tefsiri 53. Ayet
4.11.2023 435 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1231
Rum Suresi Tefsiri 51-52. Ayetler
21.10.2023 508 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1230
Rum Suresi Tefsiri 50. Ayet
14.10.2023 473 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1229
Rum Suresi Tefsiri 48-49. Ayetler
30.09.2023 474 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1228
Rum Suresi Tefsiri 47. Ayet
16.09.2023 492 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1227
Rum Suresi Tefsiri 46. Ayet
9.09.2023 612 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1226
Rum Suresi Tefsiri 44-45. Ayetler
2.09.2023 449 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1225
Rum Suresi Tefsiri 43. Ayet
19.08.2023 481 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1224
Rum Suresi Tefsiri 42. Ayet
12.08.2023 505 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1223
Rum Suresi Tefsiri 41. Ayet
5.08.2023 543 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1222
Rum Suresi Tefsiri 40. Ayet
29.07.2023 464 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1221
Rum Suresi Tefsiri 39. Ayet
22.07.2023 481 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1220
Rum Suresi Tefsiri 38. Ayet
15.07.2023 437 Okunma


© 2024 - Akevler