CİN SÛRESİ - 7. Hafta
أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
وَأَنَّا لَمَسْنَا السَّمَاءَ فَوَجَدْنَاهَا مُلِئَتْ حَرَسًا شَدِيدًا وَشُهُبًا (8)
Ve kesinlikle bizim göğü yoklayıp da onu şiddetli korucular ve alevli ışınlarla doldurulmuş olarak bulmamız … (8)
Ma'tûf | Atıf harfi |
Haberi | İsmi | Enne |
Ma'tûf Mensuh fiil cümlesi | Atıf harfi | Ma'tûfun aleyh Fiil cümlesi |
Mef'ûlun bih sâni Fiil cümlesi | Mef'ûlun bih evvel | Fâil | Fiil | Mefûlun bih | Fâil | Fiil |
Mefûlun bih | Nâib-i fâil | Fiil |
Ma'tûf | Atıf harfi | Ma'tûfun aleyh |
Sıfat | Mevsûf |
شُهُبًا | وَ | شَدِيدًا | حَرَسًا | هِيَ | مُلِئَتْ | هَا | نَا | وَجَدْنَا | فَ | السَّمَاءَ | نَا | لَمَسْنَا | نَا | أَنَّ | وَ |
وَ: “Ve” demektir. Atıf harfidir. Önceki ayetteki أَنَّهُمْ ظَنُّوا كَمَا ظَنَنْتُمْ أَنْ لَنْ يَبْعَثَ اللَّهُ أَحَدًا mastarına أَنَّا لَمَسْنَا السَّمَاءَ فَوَجَدْنَاهَا مُلِئَتْ حَرَسًا شَدِيدًا وَشُهُبًا mastarını atfetmektedir.
أَنَّا: “Kesinlikle biz” demektir. Aslı أَنَّنَا dır. Huruf-u müşebbehe bi-l fiilden olan أَنَّ ile “biz” anlamındaki zamir birleşince أَنَّنَا olmuş ve sonra okuma kolaylığından dolayı أَنَّا şeklinde kısaltılmıştır.
أَنَّ + نَا أَنَّنَا أَنَّا
أَنَّ harfi إِنَّ gibi te’kîd bildirir. Farkı أَنَّ nin mastar olmasıdır.
لَمَسْنَا: “Yokladık” demektir. لمس kökünden ikinci bâbdan birinci çoğul şahıs mazi malum fiildir. Bir şey veya bir varlığa onu tanımak ve anlamak için dokunmak demektir. Bu dokunma dokunulanda bir etki meydana getirmez. Etki dokunandadır. مس de ise etki dokunulandadır. مس birisine veya bir şeye etki ederek yapısında veya bileşenlerinde değişikliğe sebep olmak demektir.
| لَمَسَ - يَلْمِسُ | مَسَّ - يَمَسُّ |
Amaç | Bir varlığın veya nesnenin yüzeyine temas, hissetmek, tanımak, etkileşim kurmak. | Etki etmek, değiştirmek; yapısına veya oluşumuna müdahale etmek. |
Etki | Dokunanda | Dokunulanda |
Temas | Yüzeysel, tamamıyla birleşmeyen temas. | Dokunma etkisiyle değişiklik ile fiziksel veya duygusal etkilenme. |
Sonuç | Dokunan bilgi veya his kazanır. | Dokunulanda yapısal değişiklik veya etkilenme meydana gelir. |
Abdest ayetinde (Maide 6) لَامَسْتُمُ النِّسَاءَ (kadınlarla karşılıklı lems ettiğiniz) ifadesi vardır. Burada müfâele bâbı vardır ki bu da müşareket (ortaklık) ifade eder. İki taraflı لَمْس vardır. Hem erkek hem de kadın kendilerinde bir etki oluşturmak için yani cinsel haz için karşı tarafa dokunmaktadır. Şafilerin kadının erkeğe, erkeğin kadına sıradan dokunma ile abdestin bozulması içtihadı bu ifadeye dayanmaktadır ve bu yönden hatalıdır. Hanefilerin buradaki ifadeyi cinsel dokunma olarak değerlendirilmesi içtihadı bu yönden doğrudur.
السَّمَاءَ: “Gök, sema” demektir. سمو kökünden gelmiştir. Birinci bâbdan سُمُوّ mastarı bütün seviyelerin üstüne çıkmak, en üst seviyeye yükselmek manasındadır. Bu mastar manasından bütün seviyelerin üstüne çıkan manasında سَمَاء her şeyin en üstü olarak “gök” anlamında camid isimdir. İsm-i cem-i cinstir. Yani hem cinsi ifade eder hem de topluluğu ifade eder. Yani gök cinsi veya gök topluluğu demektir. Cins ifade ettiği zaman eril, cem ifade ettiği zaman dişildir. İsm-i cemi cinsler sonuna ة alarak müfredleşirler. Yani tekili سَمَاوَة veya سَمَاءَة dir. İsm-i cemi cins bu şekilde ة alarak müfredleştikten sonra çoğulu سَمَوَات dır. Ancak Kuran’da سَمَاوَة veya سَمَاءَة şeklinde kullanımı yoktur. Kuran tekil olarak da yine سَمَاء yı kullanmaktadır.
لَمَسْنَا السَّمَاءَ: “Göğü yokladık” demektir.
فَ: Atıf harfidir. لَمَسْنَا السَّمَاءَ cümlesine وَجَدْنَاهَا مُلِئَتْ حَرَسًا شَدِيدًا وَشُهُبًا cümlesini atfetmiştir.
وَجَدْنَا: “Bulduk” demektir. وجد kökünden ikinci bâbdan birinci çoğul şahıs mazi malum fiildir. İkinci bâbdan وُجُود mastarı kaybedilen veya ihtiyacı olunan bir şeyi, bir kimseyi, bir işi arayıp bulmak, ona ulaşmak manasındadır. فقد kökünün zıttıdır. فقد kökünün anlamı kaybedilen bir şeyi arayıp bulamamak, yerinde bulunmaması ya da yerinin bilinmemesi nedeniyle bir şeyi bulamamak, varlığı bilinen ve belirli bir yerde muhafaza edilen bir şeye ulaşmaya çalışmak, ancak ona ulaşamamak anlamlarındadır.
وَجَدَ tek mef’ûlün bih aldığı zaman tam fiildir. İki mef’ûlün bih aldığı zaman nâsih fiildir. Tek mef’ûlün bih aldığı zaman bir şeyi bulma anlamında iken, iki mef’ûlün bih aldığı zaman mef’ûlün bih evveli mübtedadan, sâniyi haberden alır. Bir şeyi bir şey olarak ya da bir halde bulma anlamına gelir.
Burada iki mef’ûlün bih almıştır. Birinci mef’ûlü هَا iken ikinci mef’ûlü مُلِئَتْ حَرَسًا شَدِيدًا وَشُهُبًا dir.
هَا: “O” demektir. Üçüncü şahıs dişil tekil mensub muttasıl zamirdir. السَّمَاءَ ya racidir.
مُلِئَتْ: “Dolduruldu” demektir. ملء kökünden üçüncü bâbdan üçüncü şahıs dişil tekil mazi meçhul fiildir. Bir şeyin içine başka bir şey koyarak doldurmak manasındadır.
حَرَسًا: “Korucu topluluğu, korucular” demektir. حرس kökünden gelmiştir. Birinci babdan حَرْسٌ mastarı muhtemel bir eziyetten, saldırıdan birisini veya çalınmasından bir şeyi korumak ve onu gözetmek için onu gözetlemek manasındadır. Bu mastar manasından koruyup gözetleyen topluluk manasından حَرَس “korucu topluluğu” anlamında ism-i cemdir. Tekili حَارِس dir.
Açıkta olan, dış etkilere maruz kalabilecek bir şeyin, özellikle mal veya canın korunmasıdır. Açıkta ve korunmaya muhtaç olan kimseyi/şeyi gözetmek, sakınmak, başkasının müdahalesinden uzak tutmak demektir. Bu koruma, genellikle başkasının müdahalesine, saldırısına veya hırsızlığa karşı yapılır. “حَرَس” sultanın muhafızları, “الحَرِيسَة” gece çalınan koyun, “احتراس” kendini sakınma anlamındadır.
شَدِيدًا: “Şiddetli” demektir. Sıfat-ı müşebbehedir. Kökü شدد dir. Birinci bâbdan gelmektedir. Bir özelliğinin kuvvetli olması manasındadır. Sübut ve devam özelliği olan bir sıfattır. Dişili شَدِيدَةٌ dür. Eril çoğulları فِعَالٌ kalıbından شِدَادٌ ve أَفْعِلَاءُ kalıbından أَشِدَّاءُ dur. Dişil çoğulları yine فِعَالٌ kalıbından شِدَادٌ ve فَعَائِلُkalıbından شَدَائِدُ dur.
حَرَسًا شَدِيدًا: “Şiddetli korucular” demektir.
وَ: “Ve” demektir. Atıf harfidir. حَرَسًا شَدِيدًا e شُهُبًا i atfetmektedir.
شُهُبًا: “Ateş parçaları, alevli ışıklar” demektir. Tekili شِهَاب dır. شهب kökünden gelmiştir. Üçüncü bâbdan شَهَب mastarı yanmak ve içine çok hafif siyahlık karışmış beyaz renkte alevle yanmak manasındadır. Bu mastar manasından beyaz renkte alevle ışık yayan manasında شِهَابٌ “ateş parçası, alevli ışık” anlamında isimdir.
حَرَسًا شَدِيدًا وَشُهُبًا: “Şiddetli korucular ve alevli ışınlar” demektir.
مُلِئَتْ حَرَسًا شَدِيدًا وَشُهُبًا: “Şiddetli korucular ve alevli ışınlar dolduruldu” demektir.
وَجَدْنَاهَا مُلِئَتْ حَرَسًا شَدِيدًا وَشُهُبًا: “Onu şiddetli korucular ve alevli ışınlarla doldurulmuş olarak bulduk” demektir.
لَمَسْنَا السَّمَاءَ فَوَجَدْنَاهَا مُلِئَتْ حَرَسًا شَدِيدًا وَشُهُبًا: “Göğü yokladık da onu şiddetli korucular ve alevli ışınlarla doldurulmuş olarak bulduk” demektir.
أَنَّا لَمَسْنَا السَّمَاءَ فَوَجَدْنَاهَا مُلِئَتْ حَرَسًا شَدِيدًا وَشُهُبًا: “Kesinlikle bizim göğü yoklayıp da onu şiddetli korucular ve alevli ışınlarla doldurulmuş olarak bulmamız” demektir.
Bu ayette cinlerin göğü yoklayabildikleri anlaşılmaktadır. Bunu duyuları ile yapabilmektedirler. Biz insanlar ise bunu ancak geliştirdiğimiz aletlerle yapabiliyoruz. Cinler göğü yoklamışlar ve onun doldurulduğunu bulmuşlardır. Güçlü korucularla ve alevli ışınlarla doludur. Onların oralarda gezmemesi için görevliler mi vardır? Gökte neyi cinlerden korumaktadırlar? Buradaki koruma حرس ile geldiğine göre tıpkı koyunun merada dolaşırken çalınmaktan korunması gibi cinlerin serbest gezen bir şeyi çalmasını engellemek için yapılan bir koruma olduğu anlaşılmaktadır.
وَلَقَدْ جَعَلْنَا فِي السَّمَاءِ بُرُوجًا وَزَيَّنَّاهَا لِلنَّاظِرِينَ (16) وَحَفِظْنَاهَا مِنْ كُلِّ شَيْطَانٍ رَجِيمٍ (17) إِلَّا مَنِ اسْتَرَقَ السَّمْعَ فَأَتْبَعَهُ شِهَابٌ مُبِينٌ (18)
Yemin olsun gökte burçlar kıldık ve onu bakanlar için süsledik ve onu işitme hırsızlığı yapıp da onu açık bir alevli ışının takip ettiği hariç her taşlanmış şeytandan koruduk. (Hicr 16-18)
Bu ayetlerde حرس ile korunanın ne olduğu anlaşılmaktadır. Bu bilgidir. Cinler gökten bazı bilgileri elde edebilmektedirler. Bu bilgileri almalarına karşı gök güçlü korucular ile doldurulmuştur. Bunların meleklerden olması en uygun seçenek olarak gözükmektedir. Bunun dışında uzayda bazı yapılar da olabilir. Buna rağmen uzaktan bilgi almaya kalkışanı bir şihâb takip etmektedir.
Bu ayetlerde bu cinlerin bunu aralarında konuşması nedeniyle bu durumun sonradan olduğu anlaşılmaktadır. Kuran indirildikten sonra olması çok büyük ihtimaldir. Kendileri için büyük bir değişiklik olmuştur. Artık istedikleri bilgiyi kolaylıkla elde edememektedirler. Artık onların da bu yönden olan üstünlüğü kısıtlanmıştır.
Bu ayetteki gök hangi göktür de oradan bilgiler elde edilebilmektedir. Bunu henüz bilememekteyiz. Ayetleri daha derinlemesine incelediğimizde bunu da anlayacağız inşallah.
Teşvikiye, Yalova
04 Ekim 2025
M. Lütfi Hocaoğlu