SECDE SÛRESİ - 2. Hafta
أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
أَمْ يَقُولُونَ افْتَرَاهُ بَلْ هُوَ الْحَقُّ مِنْ رَبِّكَ لِتُنْذِرَ قَوْمًا مَا أَتَاهُمْ مِنْ نَذِيرٍ مِنْ قَبْلِكَ لَعَلَّهُمْ يَهْتَدُونَ (3)
Yoksa onu uydurdu mu diyorlar. Aksine o rabbinden haktır. Senden öncesinde hiçbir uyarıcı gelmeyen bir kavmi uyarır halde olman için… Umulur ki onlar kendilerine rehberlik ederler. (3)
أَمْ يَقُولُونَ افْتَرَاهُ
Yoksa onu uydurdu mu diyorlar.
Fiil cümlesi |
Mefûlun bih Fiil cümlesi | Fâil | Fiil | İdrab edatı |
Fâil | Mefûlun bih | Fiil |
هُوَ | هُ | افْتَرَى | و | يَقُولُونَ | أَمْ |
أَمْ: “Yoksa” demektir. İdrab edatıdır.
أَمْ iki şekilde kullanılır:
1.Muttasıl Em (أَمِ الْمُتَّصِلَةُ): Atıf harfi olarak görev yapar.
a.Tesviye hemzesiyle beraber olan Em: Masdar-ı müevvelin sıla cümlesi içinde cümleleri birbirine atfeder. “-da ... –da, -ha … -ha, ister … ister” manalarına gelir. Bu durumda سَوَاءٌ ile beraber kullanılır. سَوَاءٌ عَلَيْهِمْ أَأَنْذَرْتَهُمْ أَمْ لَمْ تُنْذِرْهُمْ Onları uyarman da onları uyarmaman da onlara eşittir. (Bakara 6) Buradaki hemze mastar harfidir, tesviye hemzesi denir.
b.Soru hemzesiyle beraber olan Em: Hem müfredleri hem de cümleleri birbirine bağlar. “Yoksa” anlamına gelir. Soru hemzesiyle kurulan bütün soru cümlelerinden sonra gelen Em’ler muttasıl Em olmak zorunda değildir. Eğer bir seçenek bildirmiyorsa bu Em munkatı Em’dir.
2.Munkatı Em (أَمِ الْمُنْقَطِعَةُ): Hemze olmadan gelen Em’dir. Muttasıl Em’deki kadar güçlü bir bağlayıcı etki yoktur. Atıf harfi olarak değil idrab edatı olarak görev yapar. Bir sözden diğer bir söze geçerken kullanılmış olur. Sonra gelen sözü önce gelen sözden ayırır. Bu nedenle munkatı Em denmektedir. Bununla beraber önceki cümle ile sonraki cümleler arasındaki ilişki tamamen kesilmiş değildir. “Yahut, oysa, yoksa” anlamlarına gelir.
Buradaki أَمْ munkatı Em’dir. İdrab edatıdır. Öncesinde içinde karışıklık olmayan kitabın tenzilinin alemlerin rabbinden olduğunu söyledikten sonra araya bu munkatı Em girmiş ve iki durum arasında bir bağ kurmuştur. Bu Em ile sonraki cümlenin yanlışlığı anlatılmaktadır.
يَقُولُونَ: “Diyorlar” demektir. قول kökünden üçüncü şahıs eril çoğul merfu muzari malum fiildir. Fâili cem vâvıdır (يَقُولُونَ). Bu zamirin raci olduğu isim öncesinde geçmemektedir.
افْتَرَى: “İftira etti” yani “olmayan bir şeyi ortaya çıkardı, uydurdu” demektir. Kökü فري dir. İkinci bâbdaki manası bir şeyi parçalara ayırmak ve sonra parçaları değişik şekilde bir araya getirip ondan yeni bir şey ortaya çıkarmak manasından gelmiştir. İfti’âl bâbına gelince mübalağa ve kişisel çaba etkisi ortaya çıkar. Kendi kendine bir çabayla var olan bir şeyden daha önce olmayan yeni bir şeyi ortaya çıkarmak, uydurmak anlamına gelir. Var olan bir şeyi değişik bir şekle sokup yeni bir şey ortaya çıkarmaktır. Fâili müstetir هُوَ dir. Bu zamirin de raci olduğu isim öncesinde geçmemektedir.
هُ: “O” demektir. Eril tekil mensub muttasıl zamirdir. Bu zamir ikinci ayetteki indirilen kitap olan Kuran-ı Kerim’e racidir (تَنْزِيلُ الْكِتَابِ لَا رَيْبَ فِيهِ مِنْ رَبِّ الْعَالَمِينَ).
افْتَرَاهُ: “Onu uydurdu” demektir.
أَمْ يَقُولُونَ افْتَرَاهُ: “Yoksa onu uydurdu mu diyorlar” demektir.
Bu cümlede üç zamir vardır. Bunlardan ikisinin raci olduğu isim öncesinde geçmemekte, birinin geçmektedir. Bu nedenle zamirlerin raciliğine göre sınıflandırılması gerektiğini düşündüm. Ancak böyle bir sınıflandırma bulamadım. Ben de bu sınıflandırmayı kendim yaptım.
Zamirlerin raciliğine göre sınıflandırılması
Normalde zamirler kendinden önce geçen bir ismin yerini tutar. Yerini tuttuğu isme raci olduğu isim denir. Yani bir zamirin kendinden önce gelen bir isme işaret etmesi beklenir. Buna göre sınıflandırma şu şekildedir:
- Raci zamir (الضمير الراجع): İkiye ayrılır.
- Muayyen zamir (الضمير المعين): İşaret ettiği isim kendisinden önce geçmiş olan zamirdir.
- Mübhem zamir (الضمير المبهم): İşaret ettiği isim kendisinden önce geçmemiş olan zamirdir.
- Mümeyyeze raci zamir (الضمير الراجع إلى المميز): İşaret ettiği isim kendisinden önce geçmemektedir. Ancak bu isim söylenmemesine rağmen açık ve net olarak anlaşılıyorsa bu zamir mümeyyeze raci mübhem zamirdir.
- Mücmele raci zamir (الضمير الراجع إلى المجمل): İşaret ettiği isim kendisinden önce geçmemektedir ve bu ismin kim veya ne olduğu açık ve net olarak anlaşılamıyorsa bu zamir mücmele raci mübhem zamirdir.
- Raci olmayan zamir (الضمير غير الراجع): Zamirin öncesinde yerini tuttuğu bir isim yoksa yani raci olduğu bir isim yoksa bu durumda zamir görevinde değildir. Kendisinden öncesindeki bir isme değil kendisinden sonra anlatılacak olana işaret etmektedir ve “şöyle ki” anlamındadır. Bunun için 3. şahıs tekil zamirler (هُوَ/هُ ve هِيَ/هَا) kullanılır. Eril olana şan zamiri (zamiru’ş-şan) (ضمير الشأن), dişil olana kıssa zamiri (zamiru’l-kıssa) (ضمير القصة) denir. Cümlenin başında yer alarak, bahsedilen konunun önemli olduğunu ifade eder.
Şimdi bu üç zamirin bu sınıflandırmadaki yerlerini belirleyelim.
3 | 2 | 1 | |
هُ | افْتَرَى (هُوَ) | يَقُولُونَ | أَمْ |
Birinci zamir:
يَقُولُونَ (söylüyorlar, diyorlar) fiilinin fâili cem vâvıdır (يَقُولُونَ). “Onlar” demektir. Öncesindeki cümlelerde bu zamirin raci olduğu bir kelime geçmemektedir. Mübhem zamirdir (الضمير المبهم). Raci olduğu kimseler açık ve net olarak da anlaşılamamaktadır. Bu nedenle mücmele raci zamirdir (الضمير الراجع إلى المجمل).
İkinci zamir:
افْتَرَى (uydurdu) fiilinin fâili müstetir هُوَ dir. Öncesindeki cümlelerde bu zamirin raci olduğu bir kelime geçmemektedir. Mübhem zamirdir (الضمير المبهم). Önceki ayette (تَنْزِيلُ الْكِتَابِ لَا رَيْبَ فِيهِ مِنْ رَبِّ الْعَالَمِينَ) kitabın indirilmesi dendiği için Kuran-ı Kerim’in indirildiği kimse için “onu uydurdu” dedikleri açık ve nettir. Bu nedenle buradaki zamir Peygambere racidir. Zamirden önce Peygamberin adı veya sıfatı geçmemesine rağmen açık ve net olarak anlaşıldığı için bu zamir mümeyyeze raci mübhem zamirdir (الضمير الراجع إلى المميز).
Üçüncü zamir:
افْتَرَاهُ (onu uydurdu) mef’ûlün bih cümlesindeki mef’ûl yani uydurulan هُ (o) zamiri ikinci ayetteki indirilen kitaba (Kuran-ı Kerim’e) racidir (تَنْزِيلُ الْكِتَابِ لَا رَيْبَ فِيهِ مِنْ رَبِّ الْعَالَمِينَ). İşaret ettiği isim kendisinden önce geçtiği için muayyen zamirdir (الضمير المعين).
Söyleyenler mücmeldir. Peygamberin Kuran’ı uydurduğunu söylemektedirler. Kuran indiği zaman bunu söyleyenler küçük bir topluluktu. Günümüzde bunu söyleyen milyarlarca insan vardır. Kendilerince de bunu ispat etmek için hiç bilmedikleri Arapçaları ile Kuran’a anlam vermeye çalışmakta, hatalı meallere şiddetle sarılmakta ve kenti kıt mantıklarıyla Peygamber tarafından uydurulduğunu söylemektedirler. Kuran’ı kendi menfaatine göre uydurduğunu söylemektedirler.
أَمْ يَقُولُونَ افْتَرَاهُ قُلْ فَأْتُوا بِسُورَةٍ مِثْلِهِ وَادْعُوا مَنِ اسْتَطَعْتُمْ مِنْ دُونِ اللَّهِ إِنْ كُنْتُمْ صَادِقِينَ (38) بَلْ كَذَّبُوا بِمَا لَمْ يُحِيطُوا بِعِلْمِهِ وَلَمَّا يَأْتِهِمْ تَأْوِيلُهُ كَذَلِكَ كَذَّبَ الَّذِينَ مِنْ قَبْلِهِمْ فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الظَّالِمِينَ (39)
Yoksa onu uydurdu mu diyorlar? “Öyleyse onun misli bir sure getirin ve Allah’ın dunundan gücünüzün yettiğini davet edin eğer doğrular iseniz” de. Aksine tevili henüz onlara gelmemişken ilmini kuşatamadıklarını yalanladılar. (Yunus 38-39)
Bu ayetlerde de Kuran’ı Peygamberin uydurduğunu söyleyenlere Kuran’ın misli bir sure getirmelerini istememiz emredilmektedir. Burada bir surenin misli istenmemekte, Kuran’ın misli bir sure getirmeleri istenmektedir. Eğer bir surenin misli bir sure getirmeleri istenseydi فَأْتُوا بِسُورَةٍ مِثْلِهَا şeklinde sureye dönen dişil zamirle (هَا) gelirdi. Kuran’ın misli denmesinin sebebi Kuran’ın tüm surelerinde tek üslup olmasındandır. Bu üsluba uygun tek bir sure getir denmektedir. Sonrasında da yorumu onlara gelmediği halde ilmini kuşatamadıkları şeyi yalanladıkları söylenmektedir. İnsanlarda bilgileri tam ve kapsayıcı olmayan şeyler hakkında iddialarda bulunma hastalığı vardır. Bunların bir kısmı Kuran’ın uydurulduğunu iddia ederken bir kısmı da Kuran’a inanır ama Kuran ilimlerine tam olarak hâkim olmadığı halde Kuran’ı kendi görüşüne göre yorumlamaya kalkar. Kuran’ın çoğu müteşabihtir. Azı muhkemdir. Muhkem olan kısımlarını pek çok insan yorumlayabilir. Müteşabih olan kısımların yorumunu ise yalnızca Allah ve ilimde rasih olanlar bilir.
هُوَ الَّذِي أَنْزَلَ عَلَيْكَ الْكِتَابَ مِنْهُ آيَاتٌ مُحْكَمَاتٌ هُنَّ أُمُّ الْكِتَابِ وَأُخَرُ مُتَشَابِهَاتٌ فَأَمَّا الَّذِينَ فِي قُلُوبِهِمْ زَيْغٌ فَيَتَّبِعُونَ مَا تَشَابَهَ مِنْهُ ابْتِغَاءَ الْفِتْنَةِ وَابْتِغَاءَ تَأَوِيلِهِ وَمَا يَعْلَمُ تَأْوِيلَهُ إِلَّا اللَّهُ وَالرَّاسِخُونَ فِي الْعِلْمِ يَقُولُونَ آمَنَّا بِهِ كُلٌّ مِنْ عِنْدِ رَبِّنَا وَمَا يَذَّكَّرُ إِلَّا أُولُو الْأَلْبَابِ
O sana kitabı indirendir. Ondan (kitaptan) muhkem ayetler vardır. Onlar (muhkem ayetler) kitabın anasıdır ve diğerleri müteşabihattır. Kalplerine eğrilik olanlara gelince ondan (kitaptan) fitneyi aramak için ve onun (teşabüh olanın) tevilini (yorumunu) aramak için teşabüh olana tabi olurlar. Onun (teşabüh olanın) tevilini (yorumunu) yalnızca Allah ve ilimde rasih olanlar (derinleşenler) “ona (kitaba) iman ettik, hepsi rabbimizin indindendir” diyerek bilir ve yalnızca akıl sahipleri anlar. (Ali İmran 7)
Bu ayette هُنَّ أُمُّ الْكِتَابِ (onlar kitabın anasıdır) denmiştir. Bu da muhkem ayetlerin az olduğunu göstermektedir. Eğer هِيَ أُمُّ الْكِتَابِ denseydi muhkem ayetlerin çok olduğu anlaşılacaktı. İşte Kuran bu ayetiyle bile ilimde derinleşme olmadan bu ayetin bile yanlış anlaşılacağını göstermiş olmaktadır. Kuran Arapçasında gayr-i akil cemlere dişil tekil zamir dönerse onun nisbi olarak çok olduğunu, dişil çoğul zamir dönerse onun nisbi olarak az olduğunu gösterir (çoğa tekil zamir, aza çoğul zamir olmak üzere tersine). Burada dişil çoğul zamir olan هُنَّ döndüğü için muhkem ayetler Kuran’ın az olan kısmıdır. Çok olan kısmı müteşabihat olan kısımdır. Bunları yorumlamak derin bir ilim gerektirir.
أَمْ يَقُولُونَ افْتَرَاهُ قُلْ فَأْتُوا بِعَشْرِ سُوَرٍ مِثْلِهِ مُفْتَرَيَاتٍ وَادْعُوا مَنِ اسْتَطَعْتُمْ مِنْ دُونِ اللَّهِ إِنْ كُنْتُمْ صَادِقِينَ (13) فَإِلَّمْ يَسْتَجِيبُوا لَكُمْ فَاعْلَمُوا أَنَّمَا أُنْزِلَ بِعِلْمِ اللَّهِ وَأَنْ لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ فَهَلْ أَنْتُمْ مُسْلِمُونَ (14)
Yoksa onu uydurdu mu diyorlar? “Öyleyse onun misli uydurulmuş on sure getirin ve Allah’ın dunundan gücünüzün yettiğini davet edin eğer doğrular iseniz” de. Eğer size cevap veremezlerse yalnızca Allah’ın ilmi ile indirildiğini ve O’ndan başka hiçbir ilah olmadığını bilin. Öyleyse siz müslimler misiniz? (Hud 13-14)
Bu ayetlerde Kuran’ın uydurulduğunu iddia edenlerden on sure getirmelerini istememiz emrediliyor. Onlar getiremeyince onların değil de bizim bir sonuç çıkarmamız istenmektedir. Kuran’ın yalnızca Allah’ın ilmi ile indirildiğini ve Allah’tan başka ilah olmadığını bilmemiz istenmektedir. Kuran ehlinin kafasındaki tereddütler giderilmiş olmaktadır.
Yunus 38’deki gibi burada da Kuran’ın misli denmiş ve üslup olarak Kuran’ın üslubunda olması istenmiştir. Yunus 38’den farklı olarak burada on sure istenmiş ve مُفْتَرَيَاتٍ (uydurulmuşlar) ile takyid edilmiştir. Zaten getirecekleri sureler uydurulmuş olacağı halde niçin böyle denmiştir? Bunun sebebi Kuran’daki surelerin on ayrı kategoriye ayrılmış olması ve her bir kategoriden bir sure getirmelerinin istenmiş olmasıdır.
بَلْ هُوَ الْحَقُّ مِنْ رَبِّكَ
Aksine o rabbinden haktır.
İsim cümlesi |
Haber | Mübteda | İdrab edatı |
Hâl | Sahibul hâl |
Mecrur | Cârr |
Muzâfun ileyh | Muzâf |
كَ | رَبِّ | مِنْ | الْحَقُّ | هُوَ | بَلْ |
بَلْ: “Aksine” demektir. İdrab edatıdır. Bu edat atıf harfi ve idrab edatı olarak kullanılır.
- Atıf harfi ve idrâb edatı olan بَلْ: Bu edattan sonra gelen “müfred” ise atıf harfi ve idrâb edatıdır. Kur’an’da atıf harfi ve idrâb edatı olarak geçişi yoktur.
- İdrâb ve ibtida edatı olan بَلْ: Bu edattan sonra gelen “cümle” ise atıf harfi değildir. Yeni bir cümleyi başlatmaktadır. İdrâb ve ibtida edatıdır. İdrâb ve ibtida edatı olduğunda iki şekilde gelir:
- İptâli idrâb (الْإِضَرَابُ الْاِبْطَالِيُّ): Öncesindeki cümledeki manayı iptal eder ve arkasından gelen cümledeki mana ile doğrusunu getirir. “Bilakis, aksine” anlamlarına gelir.
- İntikâli idrâb (الْإِضَرَابُ الْاِنْتِقَالِيُّ): Öncesindeki cümlenin manasını iptal etmez. Bir haberden başka bir habere, bir konudan başka bir konuya intikal (geçiş) vardır. Sonraki cümleyi, önceki cümleye ilave eder. “Bununla beraber, buna ilaveten, bunun üzerine, buna rağmen, aynı zamanda, zaten, halbuki, oysa, oysaki” anlamlarına gelir.
Burada iptali idrab vardır. Önceki cümlenin manasını iptal etmektedir. Kuran-ı Kerim Peygamber tarafından uydurulmuş değildir. Bu idrab edatından sonra yanlış iddia iptal edilecek ve gerçeği söylenecektir.
هُوَ: “O” demektir. Eril tekil merfu munfasıl zamirdir. Önceki ayetteki indirilen kitaba racidir (تَنْزِيلُ الْكِتَابِ لَا رَيْبَ فِيهِ مِنْ رَبِّ الْعَالَمِينَ).
الْحَقُّ: “Hak, gerçek, geçerli, gerçeklik, geçerlilik” demektir. حقق kökünden gelmiştir. İkinci bâbdan mastar olarak bir olayın, bir durumun gerçekleşmesi manasındadır.
مِنْ: “-den” demektir. Harf-i cerdir.
رَبِّ: “Rab, efendi, yetiştirici, terbiyeci” demektir. ربب kökünden isimdir.
كَ: “Sen” demektir. Mecrur muttasıl zamirdir. Buradaki “sen” Kuran’ı okuyandır. Bu ayet ilk indiğinde Peygamberdir, sonrasında Kuran ehli olanlardır.
رَبِّكَ: “Rabbin” demektir.
مِنْ رَبِّكَ: “Rabbinden” demektir.
الْحَقُّ مِنْ رَبِّكَ: “Rabbinden hak” demektir.
بَلْ هُوَ الْحَقُّ مِنْ رَبِّكَ: “Aksine o rabbinden haktır” demektir. İndirilen kitap gerçektir, geçerlidir. Onun içinde anlatılanlar uydurulmuş masallar ve boş teoriler değildir. İçinde anlatılanlar uygulanması içindir. Anlatılan kıssalar örnek almamız içindir. Başımıza gelecekler için uyarıdırlar.
لِتُنْذِرَ قَوْمًا مَا أَتَاهُمْ مِنْ نَذِيرٍ مِنْ قَبْلِكَ
Senden öncesinde hiçbir uyarıcı gelmeyen bir kavmi uyarır halde olman için…
Fiil cümlesi |
Mefûlun lieclih | Fâil | Mef-ûlun bih | Fiil |
Mecrur | Cârr |
Sıla cümlesi Fiil cümlesi | Harf-i mevsûl |
Mefûlun bih | Fâil | Fiil |
Sıfat Fiil cümlesi | Mevsûf |
Mefûlun fih | Fâil | Mefûlun bih | Fiil | Olum-suzluk edatı |
Mecrur | Cârr | Mecrur | Cârr |
Muzâfun ileyh | Muzâf |
كَ | قَبْلِ | مِنْ | نَذِيرٍ | مِنْ | هُمْ | أَتَى | مَا | قَوْمًا | أَنْتَ | تُنْذِرَ | أَنْ | لِ | هُوَ | هُ | أَنْزَلَ |
لِ: “İçin” demektir. Harf-i cerdir.
تُنْذِرَ: “Uyarır halde olacaksın” demektir. نذر kökünden if’âl bâbından ikinci şahıs eril tekil mensub muzari malum fiildir. Öncesindeki mahzuf أَنْ ile nasb olmuştur. Bu şekilde nasb olan mensub muzari fiiller (تُنْذِرَ) gelecek zamanı ifade eder. Dördüncü bâbdan نَذْر mastarı tehlikeli şeyden/kimseden sakındırmak, uyarmak manasındadır. İf’âl bâbına (أَنْذَرَ – يُنْذِرُ) sayruret etkisi ile gelir. Tehlikeli şeyden/kimseden sakındırır, uyarır halde olmak anlamındadır. Fâili müstetir أَنْتَ (sen) dir. Bu ayet ilk indiğinde Peygamber, sonrasında Kuran’ı kendine rehber edinmiş olarak bu ayeti okuyan herkestir.
قَوْمًا: “Kavim” demektir. قوم kökünden gelmiştir. Birinci bâbdan mastar olarak kalkıp bir hedefe yönelerek dik durmak manasındadır. Bu mastar manasından ortak bir hedefe yönelmiş insan topluluğu manasında ism-i cemdir (topluluk ismidir). Günümüzde ülkeler bir kavimdir, ortak hedefi birlikte yaşamak ve var olmak olan topluluklardır.
مَا: “Değil” demektir. Olumsuzluk edatıdır.
أَتَى: “Geldi” demektir. ءتي kökünden üçüncü şahıs eril tekil mazi malum fiildir. Birisine veya bir şeye gelmek, ona ulaşmak ve onun yakınında olup onunla muamele, etkileşim içinde olmak manasındadır. Gerçek bir gelme ifade edilmemektedir. Türkçede de gelme sadece fiziksel gelme olarak kullanılmaz, etkileşim içinde olmak manasında da kullanılır. Kuran Arapçasında أَتَى da etkileşimi ifade eder. أَتَى fiilinde fiziksel gelme olabilir de olmayabilir de. Fiziksel gelmeyi ifade eden fiil جَاء fiilidir. جَاءَ fiilinde gelme vardır ama etkileşim yoktur.
فَأْتِيَا فِرْعَوْنَ فَقُولَا إِنَّا رَسُولُ رَبِّ الْعَالَمِينَ
İkiniz Firavun’a gelin de ikiniz “biz alemlerin rabbinin elçisiyiz” deyin. (Şuara 16)
Burada Allah Firavun’a gelin demiştir. Bu fiziksel bir gelme değildir. Etkileşimdir.
هُمْ: “Onlar” demektir. Eril çoğul mensub muttasıl zamirdir. قَوْمًا e racidir.
مِنْ: “Hiçbir” demektir. Harf-i cerdir. Bu harf-i cer nefy, nehy ve istifham cümlelerinde kendisinden sonra nekre bir isim gelirse “hiçbir” anlamına gelir.
نَذِيرٍ: “Uyarıcı” demektir. نذر kökünde if’âl bâbından müteaddi fiilden türeyen mübalağalı ism-i fâildir. Sülasi dördüncü bâbdan bu kökten gelen fiil tehlikeli şeyden/kimseden sakındırmak, uyarmak manasındadır. İf’âl bâbına gelince tehlikeli şeyden/kimseden sakındırır, uyarır halde olmak manasından uyarıcı manasına gelmiştir. Düzensiz çoğulu نُذُر dur. Normalde فَعِيل kalıbı sülasi 6 bâbın köklerinden gelen isimler için kullanılır. İstisnai olarak if’âl babından olduğu halde فَعِيل kalıbından gelen isimler vardır. نَذِير de böyle bir kelimedir.
مِنْ نَذِيرٍ: “Hiçbir uyarıcı” demektir.
مِنْ: “-den, -dan” demektir. Harf-i cerdir. Zarfların önüne gelerek zarfiyeti müphemlikten çıkarır muayyen hale getirir.
قَبْلِ: “Önce” demektir. Zarftır. İzafe edildiği kelimeden öncesindeki zamanı ifade eder.
كَ: “Sen” demektir. İkinci şahıs eril tekil mecrur muttasıl zamirdir.
قَبْلِكَ: “Senden önce” demektir.
مِنْ قَبْلِكَ: “Senden öncesinde” demektir. Senden önceki belirli bir zaman dilimini ifade eder. Senden önceki tüm zamanları kapsamaz.
مَا أَتَاهُمْ مِنْ نَذِيرٍ مِنْ قَبْلِكَ: “Onlara senden öncesinde hiçbir uyarıcı gelmedi” demektir.
قَوْمًا مَا أَتَاهُمْ مِنْ نَذِيرٍ مِنْ قَبْلِكَ: “Senden öncesinde hiçbir uyarıcı gelmeyen bir kavim” demektir.
تُنْذِرَ قَوْمًا مَا أَتَاهُمْ مِنْ نَذِيرٍ مِنْ قَبْلِكَ: “Senden öncesinde hiçbir uyarıcı gelmeyen bir kavmi uyarır halde olacaksın” demektir.
لِتُنْذِرَ قَوْمًا مَا أَتَاهُمْ مِنْ نَذِيرٍ مِنْ قَبْلِكَ: “Senden öncesinde hiçbir uyarıcı gelmeyen bir kavmi uyarır halde olman için…” demektir. Burada hazf vardır. Hazf edilen bir fiil vardır. (أَنْزَلَهُ) لِتُنْذِرَ قَوْمًا مَا أَتَاهُمْ مِنْ نَذِيرٍ مِنْ قَبْلِكَ (Senden öncesinde hiçbir uyarıcı gelmeyen bir kavmi uyarır halde olman için onu indirdi) şeklinde takdir edilebilir.
Burada قَوْمًا nekredir. Eğer sadece Kuran’ın ilk indiği zamandaki Peygamberin kavmi olsaydı قَوْمَكَ (kavmin) veya الْقَوْمَ (kavim) şeklinde marife gelirdi. Nekre geldiği için herhangi bir kavimdir. Her çağda, her dönemde değişecektir. Ardından gelen özelliğe sahip olan kavimdir. Bu özellik senden öncesinde hiçbir uyarıcının gelmemesidir. Burada “senden önce” (قَبْلَكَ) değil, “senden öncesinde” (مِنْ قَبْلِكَ) diyor. Zarfın önüne gelen مِنْ harf-i ceri zamanda belirlilik yapar. Aynı zamanda “gelmedi” (مَا أَتَاهُمْ) diyor, “hiç gelmedi” (لَمْ يَأْتِهِمْ) demiyor. Bu nedenle uyarıcının gelmediği belirli bir dönem ifade edilmiş oluyor. Senden önce bütün zamanlarda hiçbir uyarıcı gelmedi anlamında değil, senden öncesinde belirli bir zaman diliminde hiçbir uyarıcı gelmedi anlamındadır.
|
لَمْ يَأْتِهِمْ نَذِيرٌ قَبْلَكَ |
Eğer ayette cümle bu şekilde gelseydi (لَمْ يَأْتِهِمْ نَذِيرٌ قَبْلَكَ) kavme senden önce geçmişte hiçbir zamanda tek bir uyarıcı bile gelmemiş anlamında olurdu.
|
مَا أَتَاهُمْ مِنْ نَذِيرٍ مِنْ قَبْلِكَ |
Ayette cümlenin bu gelişiyle (مَا أَتَاهُمْ مِنْ نَذِيرٍ مِنْ قَبْلِكَ) uyarıcı gelmeyen dönem belirli bir dönemdir. Daha önceden uyarıcılar gelmiş olabilir de olmayabilir de. Burada kastedilen bir dönemdir.
Kavim nekre gelmiştir. Kavim aynı hedefe yönelmiş topluluktur. Bu küçük bir topluluk olabileceği gibi bir ülke de olabilir. Bizim için öncelikle ülkemizdir. Sonrasında başka ülkelerdir. Öncelik kendi ülkemizdir ama قَوْمَكَ (senin kavmin) şeklinde bir sınırlama getirilmediği için bizden önce bir dönemde uyarıcı gelmemiş bütün kavimler bu kapsamdadır. Günümüzde bu tüm dünyadır. Dünyanın hiçbir yerinde Allah’ın dini yoktur. Kendini gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler diye tanımlayan ülkelerde çoğunluk demokrasisi dini vardır. Bize “uyar” diyor. Sadece “uyar” demiyor, “uyarıcı halde olarak uyarman için bu kitap indirildi” diyor. Biz de Kuran’la uyarıyoruz. Uzak durun diğer dinlerden diyoruz. Çok para, çok oy, çok mürid peşinde koşmayın diyoruz. Bu yollar (sebiller) Allah’ın yolu (sebilillah) değildir diyoruz. Bir dönem uyarıcı gelmemiştir. Kuruluşumuzdan beri çoğunluk demokrasisi dini ile yaşıyoruz. Herkes bu dine hizmet etmekte yarışıyor. Bu dinin mensubu olmak derdindeler. Allah onlara “bizi güt demeyin” diyor, onlar ne yapıyor? “Öl de ölelim, vur de vuralım” diyorlar. “O yaptıysa bir bildiği vardır” diyerek kendilerini güttürmek istediklerini hatasız görüp ilah edinmiş oluyorlar. Onları gütmek isteyenler de çoğunluk demokrasisi dini içinde uyarıcı olduklarını sanarak batıl içinde çabalamışlar, çabalamaktadırlar. Maalesef uyarıcı gelmemiştir, kendilerini uyarıcı sananlar ise uyarılmaya muhtaç haldedirler.
تَنْزِيلَ الْعَزِيزِ الرَّحِيمِ (5) لِتُنْذِرَ قَوْمًا مَا أُنْذِرَ آبَاؤُهُمْ فَهُمْ غَافِلُونَ (6) لَقَدْ حَقَّ الْقَوْلُ عَلَى أَكْثَرِهِمْ فَهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ (7) ... وَسَوَاءٌ عَلَيْهِمْ أَأَنْذَرْتَهُمْ أَمْ لَمْ تُنْذِرْهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ (10)
Ataları uyarılmayıp da gafiller olan bir kavmi uyarman için aziz, rahimin indirmesi… Yemin olsun söz onların çoğunun üzerine gerçekleşmiştir de onlar iman etmezler. (Yasin 5-7) … ve onları ister uyar ister uyarma onlara eşittir, iman etmezler. (Yasin 10)
Bu ayetlerde de لَمْ يُنْذَرْ (hiç uyarılmadı) denmemiş, مَا أُنْذِرَ (uyarılmadı) denmiştir. Kavmin ataları uyarılmamıştır. Bu da birden fazla nesiller boyunca bir uyarma olayının gerçekleşmediğini göstermektedir. Sonra onların çoğunluğunun iman etmediği söylenmekte, sonrasında da onları uyarsan da uyarmasan da birdir, onlar iman etmezler demektedir. Tarih boyunca insanların çoğunluğu iman etmedi ve bundan sonra da iman etmeyecek. Bu çok açık olmasına rağmen hala çoğunluğun peşinden gidilen sistemler nasıl da revaçta.
إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا سَوَاءٌ عَلَيْهِمْ أَأَنْذَرْتَهُمْ أَمْ لَمْ تُنْذِرْهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ (6) خَتَمَ اللَّهُ عَلَى قُلُوبِهِمْ وَعَلَى سَمْعِهِمْ وَعَلَى أَبْصَارِهِمْ غِشَاوَةٌ وَلَهُمْ عَذَابٌ عَظِيمٌ (7)
Kesinlikle küfredenler, onları ister uyar ister uyarma onlara eşittir, iman etmezler. Allah kalplerinin üzerini ve işitmelerinin üzerini mühürlemiştir ve görmelerinin üzerinde bir perde vardır ve onlar için azim azap vardır. (Bakara 6-7)
Bu ayetlerde uyarmanın fayda etmeyeceği küfürde organize olanlardan bahsedilmektedir. Kâfirler değil, küfürde organize olanlar denmiştir. Küfürde organize oldukları için uyarma fayda etmiyor. Allah’ı görmezden gelmektedirler. Allah’ın kurallarını görmezden gelmektedirler. Allah’ın kabul etmediği sistemler içinde organize olmuşlardır. Vesenler işte böyle organizasyonlardır. Onları uyarmak zorunda değiliz. Uyarsak da birdir, uyarmasak da birdir. Ancak içlerindeki bireyler bu toplulukların tüzel kişiliği dışında uyarıldıklarında onlara fayda edebiliriz. Uyarılarımızla bu topluluklardan uzaklaşanlar düzelebilirler. Oralarda kalmaya devam etmekte ısrar edenler için yapacak fazla bir şey yoktur.
فَإِنْ أَعْرَضُوا فَقُلْ أَنْذَرْتُكُمْ صَاعِقَةً مِثْلَ صَاعِقَةِ عَادٍ وَثَمُودَ
Eğer ilgilenmezlerse “sizi Âd ve Semud’un yıldırımının misli bir yıldırımla uyarıyorum” de. (Fussilet 13)
Âd ve Semûd yıldırım azabına uğramıştır. Akad imparatorluğunun (Âd) her metrekaresine aynı anda yıldırım düşmüştür ve onları oradan çıkmaya zorlamıştır. 200 yıl Mezopotamya’da kimse yaşayamamıştır. İşte bununla uyardığını söyle diyor. Ben de bu ayetteki gibi söylüyorum. Ey yeryüzü kavimleri, sizi Âd ve Semûd’un yıldırımının misli bir yıldırımla uyarıyorum, Allah’ın dinine gelmezseniz, Allah’ın dini olmayan çoğunluk demokrasisi dininde ve başka dinlerde devam ederseniz sizi de böyle yıldırımlar alacak. Gökyüzünüzü kara bulutlar kaplayacak. Sonra bu bulutların arasından milyonlarca yıldırım düşecek ve yurtlarınız yaşanmayacak hale gelecek.
وَأُوحِيَ إِلَيَّ هَذَا الْقُرْآنُ لِأُنْذِرَكُمْ بِهِ
Bana bu Kuran sizi onunla uyarmam için vahyolundu. (En’am 19)
Bu ayette görülmektedir ki uyarma Kuran’la olacak. Kafamızdan konuşmayacağız. Delilimiz Kuran olacak ve Kuran’ın rehberliğinde uyarıları yapacağız.
قُلْ إِنَّمَا أُنْذِرُكُمْ بِالْوَحْيِ وَلَا يَسْمَعُ الصُّمُّ الدُّعَاءَ إِذَا مَا يُنْذَرُونَ
“Sizi yalnızca vahiyle uyarıyorum” de. Sağırlar uyarıldıklarında çağrıyı işitmezler. (Enbiya 45)
Burada vahiyle uyarılanların uyarıldıklarında sağırların işitmemesi gibi işitmedikleri, aslında duymak istemedikleri anlatılmaktadır. İnsanların çoğu vahiy uyarısına sağırdır. Biz bunu en çok namazı, haccı, orucu hiç bırakmayanlarda görüyoruz maalesef. Diğerleri bir kere dinliyorlar en azından. Bunlar ise kulaklarını tıkıyorlar. Çünkü ya şeyhleri var ya siyasi liderleri var ya da kazançları var. Çünkü vahiyden söylediklerimiz şeyhinin söyledikleriyle çelişiyor ve onun yanlışlarını ortaya koyuyor, siyasi liderlerinin yaptıklarıyla çelişiyor ve onun yanlışlarını ortaya koyuyor, mevcut cari sistem içinde onu zengin eden yaptıkları işlerle çelişiyor ve onun yanlışlarını ortaya koyuyor. Vahye de karşı çıkamayacağı için kulak tıkaması gerekiyor, duymaması gerekiyor. Allah’ın dini ile işi olmayanların ise bu kaygısı olmadığı için bizi dinliyorlar. Çok nadir insan vahyin uyarısını hemen anlıyor ve kendisini vahye uygun hale getiriyor. İşte bunlar mümin karakterinde olanlardır. Uyarı ile mümin haline gelirler.
وَكَذَلِكَ أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ قُرْآنًا عَرَبِيًّا لِتُنْذِرَ أُمَّ الْقُرَى وَمَنْ حَوْلَهَا وَتُنْذِرَ يَوْمَ الْجَمْعِ لَا رَيْبَ فِيهِ فَرِيقٌ فِي الْجَنَّةِ وَفَرِيقٌ فِي السَّعِيرِ
Böylece sana karyelerin anası ve çevresinde olan kimseleri uyarman ve onda hiçbir bulanıklık olmayan, bir fırkanın Cennet’te, bir fırkanın yakıcı da olduğu toplanma günüyle uyarman için Arapça bir Kuran vahyettik. (Şura 7)
Uyarının ilk yapılacağı yer karyelerin anası olan yerdir. Peygamber için Mekke idi. Kuran ehli için bulundukları kavimde bir yerdir. Uyarı bir semt veya köy büyüklüğünde bir yerde başlayacak demektir. Küçük bir yerde ilk hücre olarak bir karye oluşacak, çevresindekiler bundan etkilenecek demektir. Bunun için de Arapça bir Kuran denmiştir. Uyarı Arapça dil kurallarına dayanarak Kuran’la yapılmalıdır. Merkezden yönetimi ele geçirerek gerçekleşemeyeceği buradan anlaşılmaktadır.
إِنَّمَا تُنْذِرُ مَنِ اتَّبَعَ الذِّكْرَ وَخَشِيَ الرَّحْمَنَ بِالْغَيْبِ فَبَشِّرْهُ بِمَغْفِرَةٍ وَأَجْرٍ كَرِيمٍ
Yalnızca zikre kendiliğinden uyan ve Rahman’dan gaybda çekineni uyarırsın. Öyleyse ona bağışlanma ve cömert bir ecri müjdele. (Yasin 11)
Bu ayette uyarının kime etki edeceği söylenmektedir. Zikre kendiliğinden uyan ve gaybda Rahmandan çekinen kimse uyarıyı alır ve gereğini yapar. O zaman da onlar bağışlama ve cömert bir ecirle müjdelenmektedir. Küfürde organize olanlara, insanların çoğunluğuna uyarı bir etki yapmaz.
وَهَذَا كِتَابٌ مُصَدِّقٌ لِسَانًا عَرَبِيًّا لِيُنْذِرَ الَّذِينَ ظَلَمُوا وَبُشْرَى لِلْمُحْسِنِينَ
Bu, bir Arapça lisan halinde tasdik eden bir kitaptır, zulmedenleri uyarman içindir ve muhsinler için bir müjdedir. (Ahkaf 12)
Kuran’ın uyarma ayetlerinde vurgulanan özelliği Arapça olmasıdır. Arapça dil kuralları ile Kuran anlaşılmalı ve onunla uyarı yapılmalıdır. Bu ayette uyarılanlar zulümde organize olanlardır. Zulüm eziyet demek değildir. Zulüm bir şeyi, birisini, kendisini olması gereken konumda değil başka bir konumda konumlandırmaktır. الَّذِينَ ظَلَمُوا bunu organize bir şekilde yapan topluluktur. Bu toplulukta işin ehli olmak önemli değildir. İşler ehline verilmez. Haklı veya haksız olmak önemli değildir. Haksızlar haklı konumdadır, haklılar haksız konumdadır. Suçlular ceza görmez, suçsuzlar cezalandırılır. Kurallar konulur ama adamına göre kural uygulanır veya uygulanmaz. Bunlar organize bir şekilde gerçekleşir.
لَعَلَّهُمْ يَهْتَدُونَ
Umulur ki onlar kendilerine rehberlik ederler.
Mensuh isim cümlesi |
Haberi Fiil cümlesi | İsmi | Lealle |
Fâil | Fiil |
و | يَهْتَدُونَ | هُمْ | لَعَلَّ |
لَعَلَّ: “Umulur ki, belki, ola ki, ihtimal ki, -bilir” demektir. Terecci harfidir. Umma, bekleme bildirir. Temennide bu umma yoktur, olması imkânsız olan bir şeyi isteme durumu vardır. Türkçede temenni yanlış kullanılmaktadır. Tereccide ise olması beklenen bir durum vardır. İnne ve benzerlerindendir.
İnne ve Benzerleri |
إِنَّ | أَنَّ | كَأَنَّ |
لَكِنَّ | لَيْتَ | لَعَلَّ |
Bunlara hurufu-l müşebbehe bi-l fiil (الْحُرُوفُ الْمُشَبَّهَةُ بِلْفِعْلِ) denir.
هُمْ: “Onlar” demektir. Eril çoğul mensub muttasıl zamirdir.
يَهْتَدُونَ: “Kendilerine rehberlik ederler” demektir. هدي kökünden ifti’âl bâbından üçüncü şahıs eril çoğul merfu muzari malum fiildir. İkinci bâbdan هَدَى - يَهْدِي şeklinde “birisini bir hedefe yöneltip o hedefe varacağı yola rehberlik etmek” anlamındadır. İkinci bâb ifti’âl bâbına mutavaat etkisi ile gelmiştir. “Başka birisine rehberlik etmek” manasından “kendisini bir hedefe yöneltip o hedefe varacağı yola kendine rehberlik etmek” manasına gelmiştir.
وَهُوَ الَّذِي جَعَلَ لَكُمُ النُّجُومَ لِتَهْتَدُوا بِهَا فِي ظُلُمَاتِ الْبَرِّ وَالْبَحْرِ
O yıldızları berr ve bahrın karanlıklarında onlarla kendinize rehberlik edin diye sizin için kılandır. (En’am 97)
Bu ayette yıldızların yol bulmak için kullanılması ile insanların kendilerine rehberlik etme durumu anlatılmış olmaktadır.
لَعَلَّهُمْ يَهْتَدُونَ: “Umulur ki onlar kendilerine rehberlik ederler” demektir.
Kavmi uyarıyoruz. Kuran’la uyarıyoruz. Arapça dil kuralları ve ilmi metodoloji ile uyarıyoruz. Onlardan ne yapması umuluyor? İhtida etmeleri yani kendilerine rehberlik etmeleri umuluyor. Bizim onlara rehberlik etmemiz değil, onların kendilerine rehberlik etmeleri umuluyor. İhtida (kendine rehberlik) nasıl olmaktadır? Bunun için ayetlere bakalım.
إِنَّ رَبَّكَ هُوَ أَعْلَمُ مَنْ يَضِلُّ عَنْ سَبِيلِهِ وَهُوَ أَعْلَمُ بِالْمُهْتَدِينَ
Kesinlikle rabbin, O O’nun yolundan sapanı daha iyi bilendir ve O kendine rehberlik edenleri daha iyi bilendir. (Enam 117)
Bu ayet ihtidanın (kendine rehberliğin) tersi olan durumu göstermektedir. Allah’ın yolundan (O’nun yöntemlerinden, araçlarından) sapanlar ihtida etmeyenlerdir. Kendilerine rehberlik etmeyenlerdir. Çoğunluk demokrasisi dini içindeki yöntemler, araçlar, yollar Allah’ın yolu değildir. Allah’ın yolundan sapmadır. O din içinde olanlar ihtida edenler değildir.
وَمَنْ يَهْدِ اللَّهُ فَهُوَ الْمُهْتَدِ
Kime Allah rehberlik ederse o kendine rehberlik edendir. (İsra 97)
وَقَالُوا الْحَمْدُ لِلَّهِ الَّذِي هَدَانَا لِهَذَا وَمَا كُنَّا لِنَهْتَدِيَ لَوْلَا أَنْ هَدَانَا اللَّهُ
“Hamd bizi buna rehberlik eden Allah içindir ve Allah bize rehberlik etmeseydi biz kendimize rehberlik ediyor olamazdık” dediler. (Araf 43)
Kendine rehberlik etmenin (ihtida etmenin) şartının Allah’ın rehberliği ile olduğu anlaşılmaktadır. Peki, Allah doğrudan hedefe ulaştırmada mı rehberlik etmektedir? Allah bizim hedefe ulaşmak için her yolu kullanabilmemizde mi rehberlik etmektedir?
وَاللَّهُ يَقُولُ الْحَقَّ وَهُوَ يَهْدِي السَّبِيلَ
Allah hakkı söyler ve O yola rehberlik eder. (Ahzab 4)
إِنَّا هَدَيْنَاهُ السَّبِيلَ إِمَّا شَاكِرًا وَإِمَّا كَفُورًا
Kesinlikle biz ona (insana) yola rehberlik ettik ya şükreden ya küfreden olur. (İnsan 3)
قَدْ جَاءَكُمْ مِنَ اللَّهِ نُورٌ وَكِتَابٌ مُبِينٌ يَهْدِي بِهِ اللَّهُ مَنِ اتَّبَعَ رِضْوَانَهُ سُبُلَ السَّلَامِ
Allah’tan size bir nur ve aydınlatıcı bir kitap gelmiştir. Allah onunla onun rızasına uyana selam yollarına rehberlik eder. (Maide 15-16)
وَمَا لَنَا أَلَّا نَتَوَكَّلَ عَلَى اللَّهِ وَقَدْ هَدَانَا سُبُلَنَا
Bize ne oluyor da bize yollarımıza rehberlik etmiş olduğu halde Allah’a tevekkül etmeyelim. (İbrahim 12)
وَالَّذِينَ جَاهَدُوا فِينَا لَنَهْدِيَنَّهُمْ سُبُلَنَا
İçimizde cihad edenler, kesinlikle onlara yollarımıza rehberlik edeceğiz. (Ankebut 69)
إِنَّ الَّذِينَ آمَنُوا ثُمَّ كَفَرُوا ثُمَّ آمَنُوا ثُمَّ كَفَرُوا ثُمَّ ازْدَادُوا كُفْرًا لَمْ يَكُنِ اللَّهُ لِيَغْفِرَ لَهُمْ وَلَا لِيَهْدِيَهُمْ سَبِيلًا
Kesinlikle iman edip sonra küfreden sonra iman edip sonra küfreden sonra küfrü artanlar, Allah onları bağışlayacak değildir ve kesinlikle onlara bir yola rehberlik etmeyecektir. (Nisa 137)
Ayetlerde görüldüğü gibi Allah hedefe ulaşmak için rehberlik etmez. Allah kendi yoluna ulaştırmada rehberlik eder. Allah’ın sebili (yolu) Allah’ın hedefe ulaşmamız için kullanmamızı istediği yöntemler, metotlar, araçlardır. Bizim amacımız hedefe ulaşmak için her yolu kullanmak değildir. Biz Allah’ın yolu içinde oluruz, hedefe ulaşırız veya ulaşmayız. Sonuç Allah’a aittir. Kuran hedefe ulaşamamış peygamberlerin kıssaları ile doludur. Onlar Allah’ın yolundadır ama insanlar o yola gelmemiş ve helak olmuşlardır. Günümüzde herkes hedefe ulaşmak derdindedir. Bunun için çoğunluk demokrasisi dinini yol edinmişlerdir. Bu yol Allah’ın yolu değildir ve Allah bu yolda rehberlik etmez.
وَإِنِّي لَغَفَّارٌ لِمَنْ تَابَ وَآمَنَ وَعَمِلَ صَالِحًا ثُمَّ اهْتَدَى
Kesinlikle ben tövbe eden ve iman eden ve salih amel eden sonra ihtida edeni bağışlayıcıyım. (Taha 82)
İhtida etme (kendine rehberlik etme) tövbe, iman ve salih amelden sonra gelmektedir. Önce bu üçü olmalıdır. Bu üçü gerçekleştikten sonra kendine rehberlik (ihtida) gerçekleşebilir.
يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا عَلَيْكُمْ أَنْفُسَكُمْ لَا يَضُرُّكُمْ مَنْ ضَلَّ إِذَا اهْتَدَيْتُمْ
Ey iman edenler, kendinize bakın. Sapmış olan size zarar veremez ihtida ettiğiniz zaman. (Maide 105)
Kendine rehberlik eder hale geldiğiniz zaman Allah’ın yolundan sapanların bir zararları olmaz. Onlardan çekinmemeniz gerekir. Siz Allah’ın kitabına uyun, kendinize rehberlik edin, yoldan sapanlardan da çekinmeyin denmektedir.
İhtida (kendine rehberlik) çok önemli bir kavramdır. Kuran’da çok fazla geçer. İhtida için Allah’ın kitabının hidayeti şarttır. Allah’ın rehberlik etmesi Allah’ın kitabıyladır. Allah’ın kitabını kendilerine rehber edinenler Allah’ın kendilerine rehberlik etmesiyle kendilerine rehberlik edenlerdir.
وَمَنْ أَظْلَمُ مِمَّنْ ذُكِّرَ بِآيَاتِ رَبِّهِ فَأَعْرَضَ عَنْهَا وَنَسِيَ مَا قَدَّمَتْ يَدَاهُ إِنَّا جَعَلْنَا عَلَى قُلُوبِهِمْ أَكِنَّةً أَنْ يَفْقَهُوهُ وَفِي آذَانِهِمْ وَقْرًا وَإِنْ تَدْعُهُمْ إِلَى الْهُدَى فَلَنْ يَهْتَدُوا إِذًا أَبَدًا
Rabbinin ayetleri zikredilip de onlarla ilgilenmeyen ve elinin takdim ettiğini unutan kimseden daha zalim kimdir? Kesinlikle biz onların kalplerinin üzerinde onu anlamlandırmaları sebebiyle kınlar ve kulaklarının içine bir ağırlık kıldık ve onları rehberliğe çağırırsan o zaman ebediyyen asla kendilerine rehberlik etmeyecekler. (Kehf 57)
Bu ayette rehberliğe çağrılan kimseden bahsedilmektedir. Rehberliğe çağrılma Bakara suresinin hemen başında rehber olarak bahsedilen Kuran’a çağırmadır, Allah’ın kitabına çağrılmadır. Allah’ın ayetleri kendilerine anlatılmaktadır ama onunla ilgilenmemektedirler. Onlar zalimdir. Çünkü Allah’ın ayetlerini olması gereken konumda konumlandırmıyorlar, önemsiz hale getiriyorlar, ilgilenmiyorlar. Onlar öyle yapınca Allah da ayetleri anlamlandırma özelliklerini yok ediyor. Bundan sonra artık ihtida ihtimali ortadan kalkıyor. Biz ayetleri anlatıyoruz, ilgilenmiyorlar. Gerçekten bunu yaşıyoruz. Özellikle dinlemek istemiyorlar.
وَإِذَا قِيلَ لَهُمُ اتَّبِعُوا مَا أَنْزَلَ اللَّهُ قَالُوا بَلْ نَتَّبِعُ مَا أَلْفَيْنَا عَلَيْهِ آبَاءَنَا أَوَلَوْ كَانَ آبَاؤُهُمْ لَا يَعْقِلُونَ شَيْئًا وَلَا يَهْتَدُونَ
Onlara “Allah’ın indirdiğine kendiliğinizden uyun” denildiğinde “aksine atalarımızın bize bıraktığına kendiliğimizden uyarız” derler. Ataları hiçbir şeyi akledememiş ve kendilerine rehberlik etmemiş olsalar bile mi? (Bakara 170)
وَإِذَا قِيلَ لَهُمْ تَعَالَوْا إِلَى مَا أَنْزَلَ اللَّهُ وَإِلَى الرَّسُولِ قَالُوا حَسْبُنَا مَا وَجَدْنَا عَلَيْهِ آبَاءَنَا أَوَلَوْ كَانَ آبَاؤُهُمْ لَا يَعْلَمُونَ شَيْئًا وَلَا يَهْتَدُونَ
Onlara “Allah’ın indirdiğine ve elçiye gelin” denildiğinde “atalarımızı üzerinde bulduğumuz bize yeter” derler. Ataları hiçbir şeyi bilememiş ve kendilerine rehberlik etmemiş olsalar bile mi? (Maide 104)
Allah rehberlik ettikten sonra artık öyle bir duruma gelmemizi istiyor ki kendimize rehberlik edelim. Bunu yolu Allah’ın kitabından geçmektedir. Allah’ın kitabı olmadan kendimize rehberlik edemeyiz (ihtida edemeyiz). Kuran üzerinde çalışmalar yapmayan, Allah’ın ayetleri ile ilgilenmeyen, atalarını üzerinde buldukları, onlara bıraktığı çok oy, çok para, çok mürid peşinde koşma metotlarına uyan, bu metotların kendilerine yettiğini iddia edenler hiçbir şeyi bilemeyen, hiçbir şeyi akledemeyen, kendilerine rehberlik edemeyen atalarına uymaya devam etsinler bakalım. Göreceğiz akıbet nasıl olacak.
Teşvikiye, Yalova
14 Aralık 2024
M. Lütfi Hocaoğlu