SECDE SÛRESİ - 9. Hafta
أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
وَلَوْ شِئْنَا لَآتَيْنَا كُلَّ نَفْسٍ هُدَاهَا وَلَكِنْ حَقَّ الْقَوْلُ مِنِّي لَأَمْلَأَنَّ جَهَنَّمَ مِنَ الْجِنَّةِ وَالنَّاسِ أَجْمَعِينَ (13)
Ve isteseydik her nefse doğru yolunu verirdik. Ancak benden “cinler ve insanlardan hep birlikte cehennemi dolduracağım” sözü hak oldu. (13)
وَلَوْ شِئْنَا لَآتَيْنَا كُلَّ نَفْسٍ هُدَاهَا
Ve isteseydik her nefse doğru yolunu verirdik.
Cevap cümlesi Fiil cümlesi | Şart cümlesi Fiil cümlesi | Atıf harfi |
Mefûlun bih | Mefûlun bih | Fâil | Fiil | Cevap lâmı | Fâil | Fiil | Şart edatı |
Muzâfun ileyh | Muzâf | Muzâfun ileyh | Muzâf |
هَا | هُدَى | نَفْسٍ | كُلَّ | نَا | آتَيْنَا | لَ | نَا | شِئْنَا | لَوْ | وَ |
وَ: “Ve” demektir. Atıf harfidir. 12. Ayetteki لَوْ تَرَى إِذِ الْمُجْرِمُونَ نَاكِسُو رُءُوسِهِمْ عِنْدَ رَبِّهِمْ cümlesine لَوْ شِئْنَا لَآتَيْنَا كُلَّ نَفْسٍ هُدَاهَا cümlesini atfetmektedir.
لَوْ: “-saydı, -seydi” demektir. Harftir. Geçmişte bir işin ve oluşun meydana gelmesini yine geçmişte başka bir işin ve oluşun meydana gelmesine bağlı kılar. Kendisinden sonra gelen şart ve cevap cümleleri mazi ya da mazi manalıdır. Cevap cümlesinin başına onu şarta bağlayan لَ gelir. Buna cevap lâmı denir. Cevap cümlesinin şart cümlesinin cevabı olduğunu gösterir. Bu nedenle cevap cümlesi olumlu fiil cümlesi olursa gelir, olumsuz fiil cümlesi olursa gelmez. Şart cümlesi cevap cümlesinden sonra geliyorsa gelmez. Eğer cevap cümlesinin şartın cevabı olduğu barizse cevap cümlesinin başında cevap lâmı gelmeyebilir. Sonrasında أَنَّ gelirse ismi ve haberi ile birlikte mahzuf ثَبَتَ fiilinin fâili olur.
Bu edat sadece geçmiş için değil, gelecekte olacak olan ve şu anda göremeyeceğimiz durumları ifade etmek için de kullanılır. Kuran’da bu şekil kullanımı لَوْ den sonra muzari fiil ve sonrasında إِذْ zaman zarfı gelmesi şeklinde görürüz.
شِئْنَا: “İstedik” demektir. شيء kökünden üçüncü bâbdan birinci çoğul şahıs mazi malum fiildir. Bir durumu, bir varlığı, bir işi dilemek, istemek manasındadır. Talep etmek demek değildir. Birisinden bir şeyi istemek demek değildir. Kendi içinden istemek, olmasını istemek demektir.
لَوْ شِئْنَا: “İsteseydik” demektir. Şart cümlesidir.
لَ: Cevap lâmıdır. Şart cümlesine cevap cümlesini bağlamaktadır.
آتَيْنَا: “Verdik” demektir. İf’âl bâbından mazi malum birinci çoğul şahıs fiildir. İkinci bâbdan أَتَى - يَأْتِي şeklinde birisine veya bir şeye gelmek, ona ulaşmak ve onun yakınında olup onunla muamele, etkileşim içinde olmak manasındadır. Müteaddi fiildir. İkinci bâb if’âl bâbına (آتَى – يُؤْتِي) ziyadetü-t tadiye etkisi ile gelir. Verdi anlamına gelir. Gelen, getiren ve veren haline gelir. Buradaki verme normal bir verme değildir. Gelip mef’ûlün bihle etkileşime giren kimse, getirdiğini mef’ûlün bihle etkileşime sokar. جَاءَ fiilinde ise gelme vardır ama etkileşim yoktur.
كُلَّ: “Her” demektir. Mutlaka izafetle gelir ve her zaman muzaf olur. Muzafun ileyhi nekre gelirse muzafun ileyhinden olan her şeyi kapsar, marife gelirse muzafun ileyhinin tamamı anlamına gelir. كُلُّ كِتَابٍ derseniz “her kitap” anlamına gelir. كُلُّ الْكِتَابِ derseniz “kitabın tamamı” anlamına gelir. كُلُّ nün muzafun ileyhi hazf edilirse yani cümlede söylenmezse كُلٌّ, كُلًّا, كُلٍّ şeklinde tenvinle gelir. Böyle tenvinlere ivaz tenvini denir. Bu tenvinin yerine hazf edilen kelimenin takdir edilmesi gerekir.
نَفْسٍ: “Can, nefis” demektir. نفس kökünden gelmiştir. İkinci bâbdan mastar olarak birisinin bir başkasından ayrılarak ayrıldığı varlıktaki özellikleri ve sıfatları taşıyarak yeni bir varlık olması manasındadır. Bu mastar manasından ayrılan yeni varlık olarak “can” anlamında isimdir. Dişildir. Çoğulu أَنْفُس ve نُفُوس dur.
كُلَّ نَفْسٍ: “Her nefis” demektir. Geçmiş, şimdiki ve gelecek zamandaki tüm canları kapsar.
هُدَى: “Doğru yolu göstermek, rehberlik etmek, rehber, doğru yol, hüda” demektir. هدي kökünden ikinci bâbdan فُعَلًا kalıbından mastardır ve aynı zamanda ism-i mef’ûl manasında câmid isimdir. Birisini bir hedefe yöneltip o hedefe varması için rehberlik etmektir, ona doğru yönü, doğru yolu göstermektir. Bir mesele ya da konu hakkında hüküm vermek için, birkaç olası seçenek arasından en doğru veya en iyi olanı ona açıklamak ve göstermektir. İsim olarak bir mesele veya sorunun çözümü için birkaç olasılık arasından en doğru veya en iyi olan yol veya yöntem demektir.
هَا: “O” demektir. Üçüncü şahıs dişil tekil mecrur muttasıl zamirdir. كُلَّ نَفْسٍ e racidir.
هُدَاهَا: “Onun doğru yolu” demektir.
لَآتَيْنَا كُلَّ نَفْسٍ هُدَاهَا: “Her nefse doğru yolunu verirdik” demektir.
لَوْ شِئْنَا لَآتَيْنَا كُلَّ نَفْسٍ هُدَاهَا: “İsteseydik her nefse doğru yolunu verirdik” demektir.
Hüda nedir? Doğru seçenektir, doğru yoldur, rehberliktir, rehberdir.
إِنَّ الْهُدَى هُدَى اللَّهِ
Kesinlikle hüda Allah’ın hüdasıdır. (Ali İmran 73)
Hüdaya başka mana verilmesi engellenmiştir. Doğru yol Allah’ın gösterdiği yol demektir.
Hüda bu ayette isim olarak gelmiştir. Pek çok yerde fiil olarak gelir.
الَّذِينَ جَاهَدُوا فِينَا لَنَهْدِيَنَّهُمْ سُبُلَنَا
İçimizde cihad edenler, kesinlikle onlara yollarımıza rehberlik edeceğiz. (Ankebut 69)
Bu ayette fiil olarak gelmiştir. Fiil olarak geldiğinde bir yola, yere, hedefe rehberlik etmektir. İsim olarak geldiğinde hüdanın verilmesi şeklinde iki yerde geçmektedir. Bir tanesi Secde suresinin bu ayetindedir. Diğeri Musa Peygambere hüdanın verilmesi şeklindedir.
وَلَقَدْ آتَيْنَا مُوسَى الْهُدَى وَأَوْرَثْنَا بَنِي إِسْرَائِيلَ الْكِتَابَ (53) هُدًى وَذِكْرَى لِأُولِي الْأَلْبَابِ (54)
Musa’ya hüdayı verdik ve İsrail oğullarını bir hüda ve akıl sahipleri için bir hatırlatma olan kitaba varis kıldık. (Mümin 53-54)
Musa’ya verilen الْهُدَى dır. Allah’ın her nefse vermediği de nefsin hüdasıdır (هُدَاهَا). İkisi de marifedir. Musa’ya verildiği gibi hüdanın verildiği kimseler artık her zaman doğru yolu görürler. Onlara sürekli rehberlik edilmesine gerek yoktur, kendileri rehberdir. Hüda onlara îtâ edilmiştir. Yani verilmiş ve etkileşime sokulmuştur. Kendisine hüda îtâ edilen kimse direk olarak doğru seçeneği görür. Kendisi de hâdidir (rehberdir). İnsanlara da doğru yolu gösterir. Mümin suresinin bu iki ayetinde Musa’ya verilen kitabın (Tevrat değil, Tevrat’ın ilk kısmı) hüdası هُدًى şeklinde nekre olarak gelmiştir. Kuran için de bu ifade Bakara suresinin hemen başında kullanılır.
ذَلِكَ الْكِتَابُ لَا رَيْبَ فِيهِ هُدًى لِلْمُتَّقِينَ
O kitap, onda hiçbir bulanıklık yoktur, muttakiler için bir hüdadır. (Bakara 2)
Hüdanın nekre gelmesinin sebebi her çağda her dönemde başka türlü rehberlik edecek olmasındandır. Her insan için, her topluluk için, her dönemde başka türlü rehberliktir, başka türlü yol göstermedir.
قُلْنَا اهْبِطُوا مِنْهَا جَمِيعًا فَإِمَّا يَأْتِيَنَّكُمْ مِنِّي هُدًى فَمَنْ تَبِعَ هُدَايَ فَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ
“Oradan topluca inin” dedik. Size benden bir hüda geldiğinde kim benim hüdama uyarsa onlara korku yoktur ve onlar hüzünlenmeyecektir. (Bakara 38)
Allah ilk insanlarla konuşmaktadır. Cennetten çıkarmıştır. Onlara “size benden bir hüda gelecek, kim hüdama uyarsa onlara korku yoktur ve hüzünlenmeyecek” demektedir. Burada da hüda nekre gelmiştir (هُدًى). Her çağda, her dönemde, her toplulukta değişik değişik şekillerde gelecektir. Bu hüdaya uyma istenmektedir.
قُلْ أَنَدْعُو مِنْ دُونِ اللَّهِ مَا لَا يَنْفَعُنَا وَلَا يَضُرُّنَا وَنُرَدُّ عَلَى أَعْقَابِنَا بَعْدَ إِذْ هَدَانَا اللَّهُ كَالَّذِي اسْتَهْوَتْهُ الشَّيَاطِينُ فِي الْأَرْضِ حَيْرَانَ لَهُ أَصْحَابٌ يَدْعُونَهُ إِلَى الْهُدَى ائْتِنَا قُلْ إِنَّ هُدَى اللَّهِ هُوَ الْهُدَى وَأُمِرْنَا لِنُسْلِمَ لِرَبِّ الْعَالَمِينَ
“Allah’ın dunundan bize ne faydası ne de zararı dokunanlara çağrı yapar mıyız ve Allah bize yol gösterdikten sonra yerde şeytanların ayarttığı, şaşkın halde olan, bize gel diyerek hüdaya (doğru yola) çağıran arkadaşları olduğu haldeki kimse gibi ökçelerimiz üzerine döner miyiz?” de. “Kesinlikle Allah’ın hüdası, o hüdadır ve alemlerin rabbine islâm olmakla emrolunduk.” de. (En’am 71)
Allah’ın dununda olanlardan bir şey istemeyin deniyor. Allah rehberlik ettikten sonra deniyor. Burada bir kimseden bahsediliyor. Onu şeytanlar ayartmış. Şeytan değil, şeytanlar ayartmış. En az üç şeytanı varmış. Onu şaşkın hale çevirmiş. Allah’ın dununda olanlara çağrı yapıyormuş. Onlara dua ediyor veya davet ediyor veya onlarla ortak davası varmış. Onun da bize gel diyerek hüdaya çağıran arkadaşları varmış. Ama o tam ters yöne dönmüş. Burada da Allah’ın hüdasının gerçek hüda olduğu vurgulanmış.
وَمَا مَنَعَ النَّاسَ أَنْ يُؤْمِنُوا إِذْ جَاءَهُمُ الْهُدَى وَيَسْتَغْفِرُوا رَبَّهُمْ إِلَّا أَنْ تَأْتِيَهُمْ سُنَّةُ الْأَوَّلِينَ أَوْ يَأْتِيَهُمُ الْعَذَابُ قُبُلًا
Onlara hüda (doğru yol) geldiği zaman insanların iman etmelerine ve rablerinden bağışlanma istemelerine engel olan yalnızca onlara öncekilerin sünnetinin gelmesi veya azabın karşılarına gelmesidir. (Kehf 55)
İnsanlara hüda gelir. Burada gelme ityan değil ciettir (جَاءَهُمُ الْهُدَى). Burada bir etkileşim yoktur. Hüda gelmiştir. Kişinin bu hüdaya uyup uymaması kendi elindedir. Uymamasının sebebi öncekileri sünneti yani metodu veya artık azabın gelmesinden dolayı vakit kalmamasıdır. Buna göre öncekilerin sünneti yani metodu bu kadar tehlikelidir. Günümüzde öncekilerin sünneti çoğunluk demokrasisidir. Öncekiler orada çözümler aradı diye Allah’ın yolu olmayan yolda çözümler aramak hüdaya uymamaktır. Çözümün oradan gelmeyeceği çok açıktır. Defalarca dünyanın her yerinde bu metot (bu sünnet) denenmiş ve hepsinin sonu hüsran olmuştur. Kendilerine Müslüman diyen topluluklarda bu metot sonuç vermemiş ve giderek daha da beter durumlar ortaya çıkmıştır.
Kuran bizim hüdamızdır. Rehberimizdir. Günümüz sorunlarına çözümleri o rehberin rehberliğinde buluruz. O rehber bize Allah’ın yolu olmayan yollardan uzak durmamızı ister. İbrahim Peygamber öncekilerin sünnetini reddetmiş, vesenlerden uzak durmuştur. Bizim de yapmamız gereken budur.
Hüdanın verilmesi (îtâ edilmesi) çok büyük bir üstünlüktür. Hüda verilen kimse doğru seçeneği hemen görür, çevreden, kültürden, geçmiş geleneklerden etkilenmez. Bu nedenle Allah herkese hüdayı vermez. Hak edene verir. Allah’tan gelen hüda olan Kuran’ı hüda edinen muttakilere hüdayı verir. Her nefse hüdayı vermeyen Allah hüdayı verdiği (îtâ ettiği) hadileri göndermiş ve hadilere uymalarını istemiştir.
وَلَكِنْ حَقَّ الْقَوْلُ مِنِّي لَأَمْلَأَنَّ جَهَنَّمَ مِنَ الْجِنَّةِ وَالنَّاسِ أَجْمَعِينَ
Ancak benden “cinler ve insanlardan hep birlikte cehennemi dolduracağım” sözü hak oldu.
Fiil cümlesi | Vâv-u isti’nâfiye |
Fâil | Fiil | Lâkinne |
Bedel Fiil cümlesi | Mübdelün minh |
Mefûlün bih GS | Mefûlun bih | Fâil | Fiil | Hâl | Sahibul hâl |
Mecrur | Cârr | Mecrur | Cârr |
Müekkid | Müekked |
Ma'tûf | Atıf harfi | Ma'tûfun aleyh |
أَجْمَعِينَ | النَّاسِ | وَ | الْجِنَّةِ | مِنْ | جَهَنَّمَ | أَنَا | لَأَمْلَأَنَّ | ي | مِنْ | الْقَوْلُ | حَقَّ | لَكِنْ | وَ |
وَ: Vâv-u isti’nâfiyyedir.
لَكِنْ: “Ancak” demektir. Muhaffef Lakinnedir. لَكِنَّ nin sonundaki نَ harfinin düşmesi ile muhaffef (hafifletilmiş) Lakinne elde edilir. İstidrâk yani düzeltme harfidir. İstidrâkı te’kidle beraber yapar. İstidrâk (اِسْتِدْرَاكٌ) düzeltme, yanlış anlamayı önleme, hatayı düzeltme anlamlarındadır. “Ama”, “fakat”, “lakin”, “ancak”, “ne var ki” şeklinde tercüme edilebilir. Muhaffef Lakinne amel etmez, yani ismi ve haberi olmaz. Tahfif edilince fiil cümlesinin de önüne gelebilir. لَكِنْ in öncesinde vâv varsa veya sonrasında cümle varsa veya kendisinden önce olumlu cümle varsa atıf harfi değil, muhaffef Lakinnedir. Burada öncesine وَ vardır, sonrasında cümle vardır. Muhaffef Lakinnedir.
حَقَّ: “Hak oldu, gerçekleşti, geçerli oldu” demektir. حقق kökünden ikinci bâbdan üçüncü şahıs eril tekil mazi malum fiildir. Bir olayın, bir durumun gerçekleşmesi, geçerli olması manasındadır.
الْقَوْلُ: “Söz” demektir. قول kökünden birinci bâbdan mastar olarak söylemek manasındadır. Bu mastar manasından söylenilen manasında قَوْل “söz” anlamında isimdir. Çoğulu أَقْوَال dır. Bunun da çoğulu أَقَاوِيلُ dur.
مِنْ: “-den” demektir. Harf-i cerdir.
ي: “Ben” demektir. Birinci tekil şahıs mecrur muttasıl zamirdir.
مِنِّي: “Benden” demektir.
الْقَوْلُ مِنِّي: “Benden söz” demektir.
لَأَمْلَأَنَّ: “Kesinlikle dolduracağım” demektir. ملء kökünden üçüncü bâbdan birinci tekil şahıs te’kîd lâmlı ve te’kîd nunlu muzari malum fiildir. Bu bâbdan مَلْء mastarı bir şeyin içine başka bir şey koyarak doldurmak manasındadır.
جَهَنَّمَ: “Cehennem” demektir. جهنم kökünden gelmiştir. Rubâi babdan جَهْنَمَةٌ mastarı tutuşup alev almak, alevinin şiddetlenmesi ve mümkün olan en yüksek pişirici düzeyde olmak manasındadır. Bu mastar manasından pişirici olan manasında جَهَنَّمُ “Cehennem” anlamında ism-i fâil manasında camid isimden gelmiş olan özel isimdir. Dişildir.
Bu kelimenin İbranice kökenli olduğu, Arapçaya yabancı dilden geçmiş bir kelime olduğu söylenir. Kudüs’ün güneybatısında bir vadi olduğu ve bu vadinin adının Hinnom olduğu, bu vadinin en derin yerine ise Gehenna dendiği, burada sürekli olarak bir ateşin yandığı ve şehrin yok edilmek istenen çöplerinin buraya boşaltılarak yakılıp yok edildiği söylenir. Buradan Arapçalaşmış bir kelime olarak değerlendirilir. جَهَنَّمَ gayr-i munsariftir.
مِنَ: “-den” demektir. Harf-i cerdir.
الْجِنَّةِ: “Cinler, cin topluluğu” demektir. جنن kökünden gelmiştir. Birinci babdan جَنٌّ mastarı birisini veya bir şeyi görünemeyecek bir yerde saklayıp gizlemek manasındadır. Bu mastar manasından saklanılıp gizlenilen manasında جِنَّةٌ ıstılahi olarak “cin topluluğu” anlamında ism-i mef’ûl manasında cin cinsini gösteren camid isimden ism-i cemdir. Bunun dışında جِنّ “cin” demektir. جَانّ “cin türü, bir yılan türü” demektir. Kendini saklayıp gizleyen manasında جَانٌّ ıstılahi olarak görünmediği için “cin türü”, iyi saklanıp gizlendiği için bir “yılan türü” anlamında ism-i fâilden dönüşmüş ism-i fâil ve mef’ûl manasında camid isimdir.
وَ: “Ve” demektir. Atıf harfidir. الْجِنَّةِ ye النَّاسِ yi atfetmektedir.
النَّاسِ: “İnsanlar” demektir. Tekili إِنْس dir. ءنس kökünden gelmiştir. أَنَس mastarı birisini sosyal, yakın, arkadaşça hissetmek, tanıdık ve alışık olmak manasındadır. Bu mastar manasından sosyal, yakın, arkadaş olarak hissedilen, tanıdık olan manasında إِنْس ıstılahi olarak “insan” anlamında camid isimdir. Erildir. Çoğulu أُنَاس dır. Marife olduğu zaman sık kullanıldığı için başındaki hemze düşmüştür. النَّاس (الْأُنَاس النَّاس) şeklindedir.
الْجِنَّةِ وَالنَّاسِ: “Cinler ve insanlar” demektir.
أَجْمَعِينَ: “Hep birlikte” demektir. جمع kökünden sıfat-ı müşebbehedir. Normalde أَفْعَلُ kıyasi sıfat-ı müşebbehe çekimlerin her iki türünün de düzenli eril çoğul (cem-i müzekker salim) çekimleri yoktur. Ancak istisnai olarak أَجْمَعُ sıfat-ı müşebbehesinin çoğulu merfu olarak أَجْمَعُونَ şeklinde, mensub ve mecrur olarak da أَجْمَعِينَ şeklinde gelir. Bu tür kural dışı kurallı eril çoğul olan isimlere cem-i müzekker salime mülhak çoğullar denir. أَجْمَعُونَ da bu şekildeki bir cem-i müzekker salime mülhak çoğuldur. Te’kîd için kullanılır. Te’kîd eden öğeye “müekkid”, te’kîd edilen öğeye ise “müekked” denir. أَجْمَعِينَ müekkid olarak kullanılır. Te’kîd iki şekilde olur:
- Lafzi te’kîd
- Manevi te’kîd
Lafzi te’kîd müekkedin tekrarı ile olur. Yani müekkid müekkedin tekrarıdır. Zamirlerle yapılan te’kîdler lafzidir. Merfu, mensûb ve mecrûr muttasıl zamirlerin müekkidi merfû munfasıl zamirlerdir.
Manevi te’kîd belirli kelimeler kullanılarak yapılır. Bu kelimeler şunlardır:
Kuran’da te’kîd için kullanılanlar | Kuran’da te’kîd için kullanılmayanlar |
أَجْمَعُونَ | كُلٌ | عَيْنٌ | نَفْسٌ |
لَا | مَا | كِلْتَا | كِلاَ |
Bu kelimelerden أَجْمَعُونَ, مَا ve لَا dışındakiler “müekkede uyan bir zamire muzaf olarak” gelir. Mu’râb olanlar “müekkedi ile aynı i’râbda gelerek” müekkid olurlar.
Zamire değil de isme muzaf olduklarında te’kîd olmazlar, cümlenin unsuru olurlar.
Müekkedleri olmadan yani bir kelimeyi te’kîd etmeden doğrudan cümlenin bir öğesi olurlar.
مَا ve لَا dışındakiler ancak marife bir kelimeyi te’kîd eder, nekreyi te’kîd etmez. مَا ise hem nekreyi te’kîd eder hem de kendisi nekre olarak te’kîd edilir. لَا ise olumsuzluğu atıf edatını te’kîd ederek te’kîd eder.
Zamire manevi te’kîd yapılabilmesi için önce lafzi te’kîd yapılmalı ve bu lafzi te’kîde manevi te’kîd yapılmalıdır.
أَجْمَعُونَ zamire muzaf olmadan te’kîd olur. Mensub ve mecruru أَجْمَعِينَ şeklindedir. كُلُّ hükmün tüm fertleri veya bir ferdin tüm cüzlerini kapsadığını gösterirken أَجْمَعُونَ ise hükmün zamanının tüm fertleri kapsadığını, tüm fertlerin aynı zaman içinde hükmün etkisi altında olduğunu göstermektedir. Yani senkronizasyon göstergesidir.
أَجْمَعِينَ müekkiddir. الْجِنَّةِ وَالنَّاسِ ı te’kîd etmiştir.
الْجِنَّةِ وَالنَّاسِ أَجْمَعِينَ: “Cinler ve insanlar hep birlikte” demektir.
مِنَ الْجِنَّةِ وَالنَّاسِ أَجْمَعِينَ: “Cinler ve insanlardan hep birlikte” demektir.
لَأَمْلَأَنَّ جَهَنَّمَ مِنَ الْجِنَّةِ وَالنَّاسِ أَجْمَعِينَ: “Cinler ve insanlardan hep birlikte cehennemi dolduracağım” demektir.
الْقَوْلُ مِنِّي لَأَمْلَأَنَّ جَهَنَّمَ مِنَ الْجِنَّةِ وَالنَّاسِ أَجْمَعِينَ: “Benden söz, ‘cinler ve insanlardan hep birlikte cehennemi dolduracağım’” demektir.
لَكِنْ حَقَّ الْقَوْلُ مِنِّي لَأَمْلَأَنَّ جَهَنَّمَ مِنَ الْجِنَّةِ وَالنَّاسِ أَجْمَعِينَ: “Ancak benden ‘cinler ve insanlardan hep birlikte cehennemi dolduracağım’ sözü hak oldu” demektir.
Allah’ın sözü hak olmuştur. Yani gerçekleşmiştir. Gelecek ifade edilmiş ama geçmiş zaman sıygasıyla gelmiştir. Bu gerçekleşeceği kesin olan durumlar için kullanılan ifade şeklidir.
Allah her nefse hüdasını vermediği için cinler ve insanlar cehenneme girecektir. Buradan anlıyoruz ki hüda verilen kimse cehenneme girmez. Yine buradan anlıyoruz ki cinlerin de insanların da nefsi var. Melekler ve ruhların nefsi olmadığı için onlar kötü işler yapmazlar, Allah’ın emirlerinin dışına çıkmazlar.
Burada أَجْمَعِينَ denmiştir. Buradan cinler ve insanların aynı cehenneme gireceği sonucu çıkmaz. Çünkü أَجْمَعِينَ eş zamanlılığı gösterir. Aynı ortamda olacaklarını ifade etmez. Aynı cehenneme birlikte girselerdi ifade كُلِّهِمْ (onların hepsi) şeklinde olacaktı.
قَالَ اخْرُجْ مِنْهَا مَذْءُومًا مَدْحُورًا لَمَنْ تَبِعَكَ مِنْهُمْ لَأَمْلَأَنَّ جَهَنَّمَ مِنْكُمْ أَجْمَعِينَ
(Allah İblis’e) “yerilmiş ve aşağılanmış olarak çık oradan. Onlarsan sana kim uyarsa kesinlikle sizden hep birlikte cehennemi dolduracağım” dedi. (Araf 18)
Henüz Âdem cennettedir. İblis kovulmuştur. Sadece bu ayetten bile Âdem’in zaten yeryüzünde bir cennette olduğu anlaşılmaktadır. İblis ve diğer şeytanlar sürekli olarak insanların üzerindedir. İnsanlara yanlış işler yaptırıp cehenneme girmelerine sebep olmaktadırlar.
لَأَمْلَأَنَّ جَهَنَّمَ مِنْكَ وَمِمَّنْ تَبِعَكَ مِنْهُمْ أَجْمَعِينَ
Senden ve sana uyanlardan, onlardan hep birlikte cehennemi dolduracağım. (Sad 85)
Allah bu iki ayette de İblis’le konuşmaktadır. İblis’in kendisi ve İblis’e uyanlarla cehennemi dolduracağını söylemektedir.
وَتَمَّتْ كَلِمَةُ رَبِّكَ لَأَمْلَأَنَّ جَهَنَّمَ مِنَ الْجِنَّةِ وَالنَّاسِ أَجْمَعِينَ
Rabbinin kelimesi tamamlandı. Cinler ve insanlardan hep birlikte cehennemi dolduracağım. (Hud 119)
Bu ayette de Allah’ın sözü yerine Allah’ın kelimesi (anlamı) ifadesi kullanılmıştır. Hangi dilde söylersen söyle sonuç aynı olacaktır. Bu kelime tamamlanmıştır. Değişmeyecektir. Cehennem doldurulacaktır.
يَوْمَ نَقُولُ لِجَهَنَّمَ هَلِ امْتَلَأْتِ وَتَقُولُ هَلْ مِنْ مَزِيدٍ
Cehenneme “doldun mu?” dediğimiz ve onun “artırılma var mı?” dediği gün. (Kaf 30)
Bu ayette cehennemin dolduğunu ve kapasitesinin artırılmasını istediğini anlıyoruz. Kuran’da cennet için ise böyle bir ifade yoktur. Cennetin kapasite sorunu yoktur. Tamamen dolmayacak demektir. Cehennemin ise kapasitesi dolmuştur ve genişleme istemektedir. Kimin önceden cehenneme gideceği belli değildir. Belli olsaydı insanlar ve cinler imtihan edilmemiş olurdu. Ancak Allah hüdayı her nefse vermek istememiştir ve bu nedenle cehennem dolacaktır. Dolduğu zaman da kapasitesinin artırılmasını isteyecektir. Kapasitesinin artırılıp artırılmadığı ayetlerde geçmemektedir. Ancak dolaylı olarak bunu anlamaktayız. Cehennem tam kapasite dolacağına göre doldukça gelen cehennem sakinleri için kapasitesi artırılacak demektir. Böylece her zaman tam dolu olacak demektir.
Nefsi olanlar yani insanlar ve cinlerin çoğunluğu yanlış yoldadır. İşte hüdaya değil de bu çoğunluğa uyanların sonu bu çoğunlukla birlikte cehennemin yolunu tutmaktır. Tüm dünya sözleşmiş, çoğunluğa uyma üzerine sistemi kurmuştur. Alnı secdeden kalkmayan pek çok insan da Allah’ın hüdasına uyacağına çoğunluğa uymayı, çoğunluğu ele geçirmeyi kendisine şiar edinmiş, kendilerini uyaran arkadaşları olduğu halde yerde şaşkın vaziyette boş bir şekilde çabalamakta ve çok hoş olmayan bu yere doğru yol almaktadırlar. İbrahim Peygamberin onlardan uzak olması gibi bu sistemden uzak durmak gereklidir. Ucundan bile tutmak doğru değildir. Vesenlerle bağlantısı devam edenlere, ucundan bulaşanlara bile Allah başarıyı nasip etmeyecektir.
Teşvikiye, Yalova
08 Mart 2025
M. Lütfi Hocaoğlu