CİN SÛRESİ - 8. Hafta
أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
وَأَنَّا كُنَّا نَقْعُدُ مِنْهَا مَقَاعِدَ لِلسَّمْعِ فَمَنْ يَسْتَمِعِ الْآنَ يَجِدْ لَهُ شِهَابًا رَصَدًا (9)
Ve kesinlikle bizim işitmek için ondan oturma yerlerine oturuyor olmamız, şimdi ise kim kulak verirse onun için pusuda bekleyen bir alevli ışın bulması … (9)
Ma'tûf | Atıf harfi |
Cevap cümlesi Mensuh fiil cümlesi | Şart cümlesi İsim cümlesi | Fâ-u isti’ nâfiye | Haberi Mensuh isim cümlesi | İsmi | Enne |
Mef'ûlun bih evvel | Mef'û-lun bih sâni | Fâil | Nâsih Fiil | Haber Fiil cümlesi | Mübteda Şart edatı | Haberi Fiil cümlesi | İsmi | Kâne |
Sıfat | Mevsûf | Mefû-lun fih | Fâil | Fiil | Mefûlun lieclih | Mefûlun fih | Fâil | Fiil |
Mecrur | Cârr | Sahibul hâl | Hâl |
Mevsûf | Mec-rur | Cârr |
رَصَدًا | شِهَابًا | لَهُ | هُوَ | يَجِدْ | الْآنَ | هُوَ | يَسْتَمِعْ | مَنْ | فَ | السَّمْعِ | لِ | مَقَاعِدَ | هَا | مِنْ | نَحْنُ | نَقْعُدُ | نَا | كُنَّا | نَا | أَنَّ | وَ |
وَ: “Ve” demektir. Atıf harfidir. Önceki ayetteki أَنَّا لَمَسْنَا السَّمَاءَ فَوَجَدْنَاهَا مُلِئَتْ حَرَسًا شَدِيدًا وَشُهُبًا mastarına أَنَّا كُنَّا نَقْعُدُ مِنْهَا مَقَاعِدَ لِلسَّمْعِ فَمَنْ يَسْتَمِعِ الْآنَ يَجِدْ لَهُ شِهَابًا رَصَدًا mastarını atfetmektedir.
أَنَّا: “Kesinlikle biz” demektir. Aslı أَنَّنَا dır. Huruf-u müşebbehe bi-l fiilden olan أَنَّ ile “biz” anlamındaki zamir birleşince أَنَّنَا olmuş ve sonra okuma kolaylığından dolayı أَنَّا şeklinde kısaltılmıştır.
أَنَّ + نَا أَنَّنَا أَنَّا
أَنَّ harfi إِنَّ gibi te’kîd bildirir. Farkı أَنَّ nin mastar olmasıdır.
كُنَّا: “İdik, olduk” demektir. Nakıs fiillerdendir. Burada mazi fiil olarak gelmiştir. Bu fiilin mastarının asıl anlamı “olmak” iken nakıs fiil olduğunda kendisinden sonra bir isim ve haber gelir. Asıl anlamıyla kullanıldığında tam fiil, bir isim ve haberden önce kullanıldığında nakıs (eksik) fiil denir. كُنَّا burada birinci çoğul şahıstır ve kânenin ismi, içinde geçen merfu muttasıl zamir olan نَا (biz) zamiridir.
نَقْعُدُ: “Otururuz” demektir. قعد kökünden birinci bâbdan birinci çoğul şahıs merfu muzari malum fiildir. Birinci bâbdan قُعُود mastarı oturmak, mekânı içinde sabit, kararlı, hareketsiz durmak manasındadır. جلس kökü de oturmak anlamındadır ve anlamı “konuşma, görüşme veya bir faaliyete başlama niyetiyle oturmak” anlamındadır. Bu kökten gelen meclis (مَجْلِس) kelimesi bu anlamı ifade eder.
مِنْ: “-den” demektir. Harf-i cerdir.
هَا: “O” demektir. Üçüncü şahıs dişil tekil mecrur muttasıl zamirdir. Önceki ayetteki السَّمَاءَ ya racidir.
مِنْهَا: “Ondan” demektir. “Semadan” anlamındadır.
مَقَاعِدَ: “Oturma yerleri” demektir. قعد kökünden birinci bâbdan ism-i mekândır. Tekili مَقْعَد dır.
مِنْهَا مَقَاعِدَ: “Ondan oturma yerleri” demektir.
لِ: “İçin” demektir. Harf-i cerdir.
السَّمْعِ: “İşitmek” demektir. سمع kökünden dördüncü bâbdan mastardır. Bir şeyden veya bir varlıktan çıkan sesleri hissetmek, onların anlamını anlamak veya bunları keşfetmek ve anlamlandırmaktır.
لِلسَّمْعِ: “İşitmek için” demektir.
نَقْعُدُ مِنْهَا مَقَاعِدَ لِلسَّمْعِ: “İşitmek için ondan oturma yerlerine otururuz” demektir.
كُنَّا نَقْعُدُ مِنْهَا مَقَاعِدَ لِلسَّمْعِ: “İşitmek için ondan oturma yerlerine oturuyorduk” demektir.
فَ: İsti’nafiyye edatıdır. Buna Fâ-u isti’nâfiye (الْفَاءُ الاِسْتِئْنَافِيَّةُ) denir. Cümle başında bulunur. Kendisinden önce inşa cümlesi (emir, nehiy, istifhâm), sonrasında haber cümlesi olursa veya öncesinde haber cümlesi sonrasında inşa cümlesi olursa bu durumlarda atıf harfi olamayan bu harf isti’nâfiye edatı olur. Kendisinden sonraki cümle yeni cümle olacağından bu edata isti’nâfiye (başlangıç) edatı denir. İsim cümlesi fiil cümlesine (tersi de geçerli) anlamsal yakınlık olursa atfolunabilir. Anlamsal yakınlık yoksa aradaki fâ isti’nâfiye edatıdır. Fiil cümleleri arasında zaman yönünden uyum olmasına rağmen manasal olarak takip ve tertip ifade etmiyorsa bu durumda da isti’nâfiye edatıdır.
Arkasından öncesindeki cümle ile i’râb yönünden ilişkisi olmayan yeni bir cümle başlatır. İ’râbsal ilişki olmamasına rağmen öncesindeki cümle ile sonrasındaki cümle arasında anlamsal irtibat vardır. Bu irtibata göre fâ-u isti’nâfiye şu şekilde sınıflandırılır:
- Fâ-u ta’liliyye (الفَاءُ التَّعْلِيلِيَّةُ): Öncesi ile sonrasında sebep sonuç ilişkisi vardır. Öncesi sonrasının sebebidir. Türkçeye çevrilirken “bundan dolayı”, “bu sebeple” şeklinde çevrilmelidir.
- Fâ-u tafsiliyye (الفَاءُ التَّفْصِيِلِيَّةُ أَوِ التَّفْسِيرِيَّةُ): Öncesindeki cümle kapalı, tam olarak anlaşılmayan bir cümledir (Mücmel bir ifade). Sonrasındaki cümle ise mücmeli açıklayan, kapalılığı gideren bir cümledir (Mufassal bir ifade).
- Netice Fâsı (فَاءُ النَّتِيجَةِ): Önceki cümle/cümleler açıklanmış cümle/cümlelerdir. Sonraki cümle ise bu açıklanmış cümle/cümlelerin sonucunu gösteren, bir nevi özetleyen cümledir. Fâ-u tafsiliyyenin tersidir. “Sonuç olarak”, “neticede” şeklinde Türkçeye çevrilir.
- İrtibat Fâsı (فَاءُ الْاِرْتِبَاطِ): Öncesindeki cümle ile sonrasındaki cümle arasında zamansal ya da sebepsel ilişki yoktur ama aralarında bağlantı vardır. Cümleler arasındaki fâ tertip ve takip için değil, sebep için değil, tafsil için değil, neticelendirme için değilse ve cümleler arasında konu bağlantısı olduğu zaman gelen fâ irtibât fâsıdır.
Burada önceki cümle haber cümlesi (mensuh isim cümlesi), sonraki cümle inşa cümlesidir (şart-cevap cümlesi). Bu nedenle buradaki fâ atıf harfi değildir, isti’nafiyye edatıdır. Buradaki fâ irtibat fâ’sıdır. Öncesi sonrasının sebebi değildir. Sonrası öncesini tafsil de etmez neticelendirmez de. Takip için de değildir. Önceki cümle ile sonraki cümle arasında bir konu bağlantısı vardır. Bu nedenle irtibat için gelen fâ-u isti’nafiyyedir.
مَنْ: “Her kim” demektir. Şart edatıdır. Akıllı varlıklar için kullanılır. Kendisinden sonra şart cümlesi gelir ve sonrasında cevap cümlesi gelir. Kendisinden sonra muzari fiil gelirse onu cezm eder. Mazi fiil gelirse mazi fiiller mebni olduğu için değişmez. Burada kendisinden sonra gelen muzari fiil olan يَسْتَمِعْ cezm olmuş bir muzari fiildir.
يَسْتَمِعْ: “Kulak verir” demektir. سمع kökünden ifti’âl bâbından üçüncü şahıs eril tekil meczum muzari malum fiildir. Bu kök ifti’âl bâbına geçince işitmeden öte bir durum meydana gelir. Kendi isteğiyle işitmeyi arzulamak, istemek ve çaba göstermek, dikkat ve bilinçle dinlemek anlamına gelir.
الْآنَ: “Şimdi” demektir. Zaman zarfıdır.
يَسْتَمِعِ الْآنَ: “Şimdi kulak verir” demektir.
مَنْ يَسْتَمِعِ الْآنَ: “Kim şimdi kulak verirse” demektir.
يَجِدْ: “Bulur” demektir. وجد kökünden ikinci bâbdan üçüncü tekil şahıs meczum muzari malum fiildir. İkinci bâbdan وُجُود mastarı kaybedilen veya ihtiyacı olunan bir şeyi, bir kimseyi, bir işi arayıp bulmak, ona ulaşmak manasındadır. فقد kökünün zıttıdır. فقد kökünün anlamı kaybedilen bir şeyi arayıp bulamamak, yerinde bulunmaması ya da yerinin bilinmemesi nedeniyle bir şeyi bulamamak, varlığı bilinen ve belirli bir yerde muhafaza edilen bir şeye ulaşmaya çalışmak, ancak ona ulaşamamak anlamlarındadır.
وَجَدَ tek mef’ûlün bih aldığı zaman tam fiildir. İki mef’ûlün bih aldığı zaman nâsih fiildir. Tek mef’ûlün bih aldığı zaman bir şeyi bulma anlamında iken, iki mef’ûlün bih aldığı zaman mef’ûlün bih evveli mübtedadan, sâniyi haberden alır. Bir şeyi bir şey olarak ya da bir halde bulma anlamına gelir.
Burada iki mef’ûlün bih almıştır. Birinci mef’ûlü muahhar شِهَابًا رَصَدًا iken ikinci mef’ûlü mukaddem لَهُ dur.
لِ: “İçin” demektir. Harf-i cerdir.
هُ: “O” demektir. Üçüncü şahıs eril tekil mecrur muttasıl zamirdir. مَنْ e racidir.
لَهُ: “Onun için” demektir.
شِهَابًا: “Ateş parçası, alevli ışık” demektir. Çoğulu شُهُبًا dir. شهب kökünden gelmiştir. Üçüncü bâbdan شَهَب mastarı yanmak ve içine çok hafif siyahlık karışmış beyaz renkte alevle yanmak manasındadır. Bu mastar manasından beyaz renkte alevle ışık yayan manasında شِهَابًا “ateş parçası, alevli ışık” anlamında isimdir.
رَصَدًا: “Gözcü, pusuda bekleyici” demektir. رصد kökünden birinci bâbdan mübalağalı ism-i fâildir. رَصَدَ - يَرْصُدُ fiili birine veya bir şeye pusu kurmak, gözetlemek, hazır beklemek anlamındadır. Bir kimse ya da varlık, belli bir hedefi dikkatle izler, onunla ilgili doğru zamanı kollayarak harekete geçmeye hazırlanır. Gözetleyici sabit, korunaklı ve güvenli bir yerde gizlenir, oradan düşmanını, rakibini veya bir olayı izler ve uygun zamanda saldırmak veya harekete geçmek için fırsat kollar. رَصَد ise “harekete geçmek için hazır bekleyen, pusu kurmuş olan gözcü” anlamına gelir. مَرْصَد ise “gözcülük yeri, siper” anlamındadır. Düşmanı veya hedefi gözetlemek için hazırlanmış korunaklı, güvenli özel bir yerdir. مِرْصَاد ise رَصَدَ - يَرْصُدُ fiilinden türemiş مِفْعَال kalıbından ism-i alettir. Düşmanı güvenli bir yerden gözetlemek ve saldırmak için kullanılan araç veya vasıtadır. Türkçedeki rasathane kelimesi de bu kökten gelir.
رصد ile رقب arasındaki farkı ayırmak gerekir.
رَقَبَ - يَرْقُبُ fiilinin anlamı birisinin birisini, bir topluluğu, bir şeyi veya bir olayı gözlemlemesi, onu dikkatle ve derinlemesine incelemesi, ondaki temel unsurları kavraması ve fark etmesidir. عَلَى ile gelirse onun işlerini, fiillerini dikkatle izlemesi, gerekirse müdahale etmek üzere onun üzerinde nezaret etmesi, “supervisor” olarak davranmasıdır. رَقَبَة boyun demektir. Boyun kaslarının gerilmesi, yani dikkat ve öne eğilme anlamıyla bu, ilgiyle bakmayı ifade eder.
Özellik | رصد | رقب |
Kök anlamı | Pusuda beklemek, kollamak, önceden hazırlanmak | Boyun kaslarını gererek dikkatle bakmak, denetlemek |
Fiil | Sabit bir noktada bekleyip dışarıdan gözlemek | Dikkatini bir şeye yöneltip incelemek |
Ana hedef | Dışsal tehdit, düşman veya olay | Kendi gözetimi altındaki varlık veya süreç |
Fiilin tarzı | Hazırlık, bekleme, pusu kurma | İnceleme, denetim, sürekli gözlem |
Fâilin tarzı | Tehditkâr, hazırlıklı, stratejik, gizli, sabırlı | Dikkatli, ihtiyatlı, denetleyici, uyanık, farkında |
Fâilin konumu | Uzaktan, sabit mevziden | Yakından, doğrudan temas hâlinde |
Zaman yönü | Geleceğe dönük (henüz olmamış şeyi bekleme) | Şimdiye dönük (olanı gözleme ve kontrol etme) |
Amaç | Fırsat kollamak, harekete geçmek için beklemek | Durumu anlamak, yönetmek, korumak, denetlemek |
Fâilin bakış açısı | Dış gözlemci (bekleyen) | İç gözlemci (gözeten, denetleyen) |
Sonuç | Müdahale etmek (saldırı, eylem) | Hükme varmak veya karar almak |
Örnek | Casusluk, istihbarat, radar, gözlemevi (rasathane) | Denetçilik, kontrol, teftiş, süpervizörlük |
شِهَابًا رَصَدًا: “Pusuda bekleyen alevli ışın” demektir.
يَجِدْ لَهُ شِهَابًا رَصَدًا: “Onun için pusuda bekleyen bir alevli ışın bulur” demektir.
مَنْ يَسْتَمِعِ الْآنَ يَجِدْ لَهُ شِهَابًا رَصَدًا: “Kim şimdi kulak verirse onun için pusuda bekleyen bir alevli ışın bulur” demektir.
كُنَّا نَقْعُدُ مِنْهَا مَقَاعِدَ لِلسَّمْعِ فَمَنْ يَسْتَمِعِ الْآنَ يَجِدْ لَهُ شِهَابًا رَصَدًا: “İşitmek için ondan oturma yerlerine oturuyorduk da kim şimdi kulak verirse onun için pusuda bekleyen bir alevli ışın bulur” demektir.
أَنَّا كُنَّا نَقْعُدُ مِنْهَا مَقَاعِدَ لِلسَّمْعِ فَمَنْ يَسْتَمِعِ الْآنَ يَجِدْ لَهُ شِهَابًا رَصَدًا: “Kesinlikle bizim işitmek için ondan oturma yerlerine oturuyor olmamız, şimdi ise kim kulak verirse onun için pusuda bekleyen bir alevli ışın bulması” demektir.
Kuran’da شِهَاب kelimesi beş kere geçer. Birinde çoğul olarak sıfat olmadan gelir. Bu Cin suresinin bir önceki ayetindedir. Diğer dördünden biri bu ayette gelir. Beş geçişin dördü de cinleri belli yerlerden uzak tutmak için silah olarak kullanılmayla ilgilidir. Bir tanesi Musa Peygamberin yanan bir ateş görüp ondan bir parça almasını ifade eder.
Geçiş | Anlamı |
شِهَابٌ مُبِينٌ | Açıkça görünen alevli ışın |
شِهَابٍ قَبَسٍ | Alıntılanmış ateş parçası |
شِهَابٌ ثَاقِبٌ | Delip geçen ateş parçası, alevli ışın |
شِهَابًا رَصَدًا | Pusuda yatan ateş parçası, alevli ışın |
Cinlerin göğü yokladıklarını önceki ayetten biliyoruz. Bunun için özel duyuları vardır. Yapıları bizden farklı olduğu için bunu aletsiz yapabilmektedirler. Güçlü korucularla ve alevli ışınlarla göğü dolu olarak bulduklarını önceki ayette ifade etmişlerdir. Cinlerin bilgi çalmasını engelleyen korucular (حرس) vardır. Bu ayette de semada oturma yerleri olduğunu anlıyoruz. Oturma yerleri semanın kendisinden parçalardır. Bunu مِنْهَا (ondan) ifadesi ile anlıyoruz. Burada مِنْهَا önce gelmiştir. Bunun sebebi de bu oturma yerlerin daha önemli olmasından dolayıdır. Bizim göremediğimiz bu oturma yerlerine cinler oturup bilgi aldıkları anlaşılmaktadır. Bunu da لِلسَّمْعِ (işitmek için) ifadesinden anlıyoruz. İşitmek için bu özel oturma yerlerine oturuyorlarmış ve bilgileri işiterek üstünlükler elde ediyorlarmış. Gün gelmiş, artık buralara oturduklarında onların buraya oturmalarını pusuda bekleyen alevli ışınlar olduğunu görmüşler. Pusuda bekleyen alevli ışınlar çok ilginç bir ifadedir. Oturma yerlerine bir cinin oturmasını engellemek için pusudadırlar. Cinlerden birisi oraya oturur oturmaz ateş gelmekte ve cin oradan kaçmak zorunda kalmaktadır. Bu öyle bir alevli ışındır ki cin ölmemek için oradan kaçmalıdır. Alevli ışından kaçabilme ihtimali bile onların ne kadar hızlı olabileceğini göstermektedir. Başka ayetlerde alevli ışınların onları izlemesi onların alevli ışınlarla eşit veya en azından yakın bir hızda hareket edebildiklerini göstermektedir. Bu ayetler bize cinlerin ne kadar hızlı olduklarını göstermektedir.
Cinler bir sorgulama yapmaktadırlar. Bunu fark edince bunun sebebini aramışlar ve Allah tarafından içlerinden bir nefer kuran dinlemek için görevlendirilmiştir. Bunlar da kuran dinlemişler ve diğer cinlerle konuşmaktadırlar ve bu konuşmaları da Kuran vasıtasıyla bize vahyedilmektedir.
Bu ayetlerden cinlerin semada bizden farklı olarak rahatlıkla hareket edebildiklerini, çok çok hızlı olduklarını, bilgi toplamak için belli oturma yerlerine oturabildiklerini anlıyoruz. Ancak bu rahat hareketleri gün gelmiş ve kısıtlanmıştır. Kısıtlanmanın alevli ışınlarla yapıldığı Kuran’da dört yerde ifade edilmiştir.
Önemli olan cinler hakkındaki bu bilgilerin neden bize verildiğidir. Cinleri bilmemiz ve anlamamız lazımdır. İblis cin şeytandır. Gördüğümüz insan şeytanlardan başka görmediğimiz cin şeytanlar vardır. Cinlerin özelliklerini bilmeliyiz ki şeytan cinlerden daha iyi korunabilelim. Bizlere nasıl etki edebileceklerini anlayalım.
Teşvikiye, Yalova
18 Ekim 2025
M. Lütfi Hocaoğlu