SECDE SÛRESİ - 17. Hafta
أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
وَلَنُذِيقَنَّهُمْ مِنَ الْعَذَابِ الْأَدْنَى دُونَ الْعَذَابِ الْأَكْبَرِ لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ (21)
Ve kesinlikle onlara en büyük azabın dûnunda en yakın azaptan tattıracağız. Umulur ki onlar dönerler. (21)
وَلَنُذِيقَنَّهُمْ مِنَ الْعَذَابِ الْأَدْنَى دُونَ الْعَذَابِ الْأَكْبَرِ
Ve kesinlikle onlara en büyük azabın dûnunda en yakın azaptan tattıracağız.
Fiil cümlesi | Atıf harfi |
Mefûlun fih | Mefûlün bih GS | Fâil | Mefûlun bih | Fiil |
Muzâfun ileyh | Muzâf | Mecrur | Cârr |
Sıfat | Mevsûf | Sıfat | Mevsûf |
الْأَكْبَرِ | الْعَذَابِ | دُونَ | الْأَدْنَى | الْعَذَابِ | مِنْ | نَحْنُ | هُمْ | لَنُذِيقَنَّ | وَ |
وَ: “Ve” demektir. Atıf harfidir. Önceki ayetteki قِيلَ لَهُمْ ذُوقُوا عَذَابَ النَّارِ الَّذِي كُنْتُمْ بِهِ تُكَذِّبُونَ cümlesine لَنُذِيقَنَّهُمْ مِنَ الْعَذَابِ الْأَدْنَى دُونَ الْعَذَابِ الْأَكْبَرِ cümlesini atfetmektedir.
لَنُذِيقَنَّ: “Kesinlikle tattıracağız” demektir. ذوق kökünden if’âl bâbından birinci çoğul şahıs te’kîd lâmlı ve nûnlu muzari malum fiildir. ذَوْق tatmaktır. Bir şeyi veya bir işi anlamak, o işin veya durumun gerçeğini bilmek için o şeyin veya o işin izlerini duyuları kullanarak tecrübe etmek demektir. Yemeği tatmak, acıyı tatmak, sıcaklığı tatmak şeklinde kullanılır. Bu tatma dille, deriyle (dokunmak, basınç), burunla (koklamak) olabilir. Sözcüklerle, rakamlarla tarif edilemeyen bir duygudur. Bu nedenle görme duyusu tatma fiiline dahil değildir. Görme tarif edilebilir, görülen şeyin fotoğrafı çekilebilir, renkler bile rakamlarla ifade edilebilir. Günümüzde RGB sistemi ile tüm renkler kodlanmıştır ve bilgisayarlarda renkler bu rakamlarla kaydedilir ve gösterilir. Rakamlarla ifade edilebildiğinden, fotoğrafı gösterilebildiğinden görme duyusu tatma değildir.
Birinci babdan ذَاقَ - يَذُوقُ şeklinde bir şeyi tatmak manasındadır. Birinci bâb if’âl bâbına (أَذَاقَ – يُذِيقُ) ziyadetü-t tadiye etkisi ile gelir. Tattırmak anlamına gelir.
هُمْ: “Onlar” demektir. Eril çoğul mensub muttasıl zamirdir. Önceki ayetteki الَّذِينَ فَسَقُوا ya racidir.
مِنَ: “-den” demektir. Harf-i cerdir.
الْعَذَابِ: “Azap” demektir. Bu kök iki ayrı bâbdan gelmektedir. Beşinci bâbdan geldiğinde عَذْب tatlı demektir. Sıfat-ı müşebbehedir. Su için kullanılır. Suyun tadının hoş olması manasından gelmiştir. İkinci bâbdan geldiğinde عَذَاب bir fiili yapmasını önlemek, o fiilden caydırmak, uzak tutmak, fiili işlemesini sonlandırmak için darbetmek, engellemek, kahretmek anlamlarındadır.
Azap birisinin temel yaşamsal ihtiyaçlarını karşılamasını engelleyen her türlü fiildir. Yemesini veya içmesini veya barınmasını engellemek demek ona azab etmek demektir.
Azap belirli bir fiil değildir. Azap her tür fiille gerçekleşebilir. Hatta bir fiil olmadan bir durum da azap olur. Temel ihtiyaçlara engel olan her fiil, her durum, her olay azaptır. Ekonomik kriz bir azaptır. İnsanların temel ihtiyaçlarına karşı engel oluşturur. Kıtlık bir azaptır. Sel bir azaptır, yangın bir azaptır. Cehennem bir azaptır. Hastalık bir azaptır.
الْأَدْنَى: “En yakın” demektir. دنو kökünden eril ism-i tafdildir. Dişili دُنْيَا dır. Fiil olarak birinci bâbdan دَنَا - يَدْنُو şeklinde “yaklaşmak” manasındadır. Harf-i tarifle geldiği zaman “en yakın” anlamına gelir.
الْعَذَابِ الْأَدْنَى: “En yakın azap” demektir.
مِنَ الْعَذَابِ الْأَدْنَى: “En yakın azaptan” demektir.
دُونَ: “Dûn” demektir. Bu zarf Kuran’da 144 kere geçmektedir. Bu kadar çok geçen bir zarfın önemli bir anlamı vardır. Bu zarfın manasını anlamak için غَيْر, لَدَى, لَدُنْ ve عَنْدَ nin manalarını anlamamız gereklidir.
لَدَى: Mekân zarfıdır. “Yanında” anlamındadır. Öncesinde harf-i cer gelmez. İbtidau-l gaye (başlangıç noktası) bildirmez.
لَدُنْ: Mekân zarfıdır. “Yanında” anlamına gelir. Öncesinde her zaman مِنْ harf-i cerini alır. Bu harf-i cerle beraber ibtidau-l gaye (başlangıç noktası) bildirir.
عِنْدَ: Mekân zarfıdır. Harf-i cer almadan da gelir مِنْ harf-i ceriyle de gelir. Hakiki zarfiyet yanında mecazi zarfiyet de bildirir. Muzafun ileyhini referans olarak gösterir. Muzafun ileyhini referans noktası yapar ve ona göre olan durumu anlatır. “Etkileşim alanında, -e göre” anlamındadır.
لَدَى, لَدُنْ ve عِنْدَ farkı: لَدَى üç boyutlu uzayda zarfiyet bildirirken لَدُنْ dört ve beş boyutlu uzay içinde zarfiyet bildirir. لَدَى nın muzafun ileyhinin üç boyutlu uzayda fiziksel olarak yanı belirtilmektedir. لَدُنْ ün muzafun ileyhinin ise dört ve beş boyutlu uzaydaki yanı belirtilmektedir. Her ikisi de hakiki ve mecazi zarfiyet için gelebilir.
Yanında bulunan لَدَى da gerçekten yanında bulunabilme imkânına sahiptir. لَدُنْ de ise bu imkân yoktur. Çünkü kendi boyutunun dışındadır. Bu nedenle her zaman مِنْ harf-i ceriyle gelir. Ancak ledünde bulunamaz, ledüne gidemez, ledünden ona gelebilir.

عِنْدَ ise diğer ikisinden farklı olarak referans noktası bildirir. Gerçek bir yanındalık bildirmez. Etki alanını ifade eder. Muzafun ileyhi referans noktası olarak gösterir. Etki edebildiği ya da etkileşimde bulunabildiği her yer onun indidir. Bu yüzden görecelik ve görüş de bildirir. Ona göre, onun görüşüne göre anlamına da gelir.

غَيْرِ: “Dışında” demektir. Matematikteki “değil” anlamına gelmektedir.

Dûn (دُون) gayri (غَيْر) ile karıştırılmaktadır. Genellikle aynı anlam verilmektedir. Dûn “başka, dışında” demek değildir. O anlama gelen kelime غَيْر’dır.
دُونَهُ = غَيْرَهُ وَغَيْرَ عِنْدِهِ
Onun dûnu = Onun ve onun indinin gayrısı
Bu şekilde bir tanımı buranın dışında hiçbir yerde bulamazsınız. Bunu şekille ifade edersek:

Birisinin dûnunda demek hem onun dışında olan hem de onun etki veya etkileşim alanının dışında olan demektir.
الْعَذَابِ: “Azap” demektir.
الْأَكْبَرِ: “En büyük” demektir. كبر kökünden beşinci bâbdan gelmiştir. Büyük olmak manasındaki fiilden “daha büyük” manasına gelmiş ism-i tafdildir. Harf-i tarifsiz geldiğinde “daha büyük” anlamında iken buradaki gibi harf-i tarifle geldiğinde “en büyük” anlamındadır. Dişil tekili كُبْرَى dır. Düzensiz eril çoğulu أَكَابِرُ dur. Düzensiz dişil çoğulu كُبَرُ dur.
الْعَذَابِ الْأَكْبَرِ: “En büyük azap” demektir.
دُونَ الْعَذَابِ الْأَكْبَرِ: “En büyük azabın dûnunda” demektir.
لَنُذِيقَنَّهُمْ مِنَ الْعَذَابِ الْأَدْنَى دُونَ الْعَذَابِ الْأَكْبَرِ: Kesinlikle onlara en büyük azabın dûnunda en yakın azaptan tattıracağız” demektir.
Tatma ifadesi ile Kuran’da geçen azaplar şunlardır:
عَذَابَ الْحَرِيقِ | الْعَذَابِ الْأَدْنَى |
عَذَابَ النَّارِ | الْعَذَابِ الْأَكْبَرِ |
عَذَابٍ أَلِيمٍ | عَذَابِ السَّعِيرِ |
الْعَذَابِ الْأَلِيمِ | عَذَابًا شَدِيدًا |
عَذَابًا كَبِيرًا | عَذَابٍ غَلِيظٍ |
Kuran’da azap 8 şekilde geçer:
- Marife müfred: Harf-i tarifle marifedir, sıfat almamıştır, muzaf veya muzafun ileyh değildir. Kuran’da 62 defa bu şekilde geçmektedir.
- Nekre müfred: Tenvinle nekredir, sıfat almamıştır, muzaf veya muzafun ileyh değildir. Kuran’da 18 defa bu şekilde geçmektedir.
- Marife mevsuf: Kendisi harf-i tarifle marifedir ve marife bir sıfatı vardır. Kuran’da 14 defa bu şekilde geçmektedir.
الْعَذَاب الْأَلِيم 6 | الْعَذَاب الْمُهِين 2 |
الْعَذَاب الْأَكْبَر 2 | الْعَذَاب الْهُون 1 |
الْعَذَاب الشَّدِيد 2 | الْعَذَاب الْأَدْنَى 1 |
- Nekre mevsuf: Kendisi tenvinle nekredir ve nekre bir sıfatı vardır. Kuran’da 128 defa bu şekilde geçmektedir.
عَذَاب أَلِيم 61 | عَذَاب غَلِيظ 4 | عَذَاب مُسْتَقِرّ 1 |
عَذَاب شَدِيد 19 | عَذَاب قَرِيب 2 | عَذَاب بَئِيس 1 |
عَذَاب عَظِيم 15 | عَذَاب وَاصِب 2 | عَذَاب وَاقِع 1 |
عَذَاب مُهِين 12 | عَذَاب نُكْر 2 | عَذَاب صَعَد 1 |
عَذَاب مُقِيم 5 | عَذَاب كَبِير 1 | عَذَاب غَيْر مَرْدُود 1 |
- Marifeye muzaf: Marife bir muzafun ileyhe muzaf olmuştur. Kuran’da 71 defa bu şekilde geçmektedir.
عَذَابِي 10 | عَذَاب جَهَنَّمَ 4 | عَذَاب الْخُلْدِ 2 | عَذَاب الْحَمِيمِ 1 |
عَذَاب النَّارِ 8 | عَذَاب الْجَحِيمِ 3 | عَذَابَهَا 2 | عَذَاب السَّمُومِ 1 |
عَذَاب اللَّهِ 7 | عَذَابَهُ 3 | عَذَاب رَبِّهِمْ 2 | عَذَاب يَوْمِ الظُّلَّةِ 1 |
عَذَاب الْآخِرَةِ 6 | عَذَاب رَبِّكَ 3 | عَذَابِنَا 2 | عَذَاب يَوْمِ الْقِيَامَةِ 1 |
عَذَاب الْحَرِيقِ 5 | عَذَاب الْهُونِ 2 | عَذَابَهُمَا 1 | |
عَذَاب السَّعِيرِ 4 | عَذَاب الْخِزْيِ 2 | عَذَابِكُمْ 1 | |
- Nekreye muzaf: Nekre bir muzafun ileyhe muzaf olmuştur. Kuran’da 14 defa bu şekilde geçmektedir. Bütün geçişlerinde hepsinde nekre bir yevm kelimesine muzaftır.
عَذَاب يَوْمٍ عَظِيمٍ 8 | عَذَاب يَوْمٍ كَبِيرٍ 1 |
عَذَاب يَوْمٍ أَلِيمٍ 2 | عَذَاب يَوْمٍ عَقِيمٍ 1 |
عَذَاب يَوْمٍ مُحِيطٍ 1 | عَذَاب يَوْمِئِذٍ 1 |
- Marife muzafun ileyh: Kendisi harf-i tarifle marifedir ve muzafun ileyhtir. Kendisinin bir muzafı vardır. Kuran’da 15 defa bu şekilde geçmektedir.
سُوء الْعَذَابِ 9 | فَوْقَ الْعَذَابِ 1 |
أَشَدّ الْعَذَابِ 2 | شَدِيد الْعَذَاب 1 |
كَلِمَة الْعَذَابِ 2 | |
- Nekre muzafun ileyh: Kendisi tenvinle nekredir ve muzafun ileyhtir. Kendisinin bir muzafı vardır. Kuran’da sadece 1 defa bu şekilde geçmektedir.
Kuran’da azapla ilişkili dört kelime, birden fazla şekilde gelmiştir.
- أَلِيم kelimesi: Hem marife azaba hem de nekre azaba sıfat olarak gelmiştir.
Marife mevsuf | Nekre mevsuf |
الْعَذَاب الْأَلِيم 6 | عَذَاب أَلِيم 61 |
- الْهُونِ kelimesi: Hem marife azaba sıfat hem de kendisi marife olarak azabın muzafun ileyhi olmuştur.
Marife mevsuf | Marifeye muzaf |
الْعَذَاب الْهُون 1 | عَذَاب الْهُونِ 2 |
- شَدِيد kelimesi: Hem marife azaba hem de nekre azaba sıfat olarak hem de marife azaba muzaf olarak gelmiştir.
Marife mevsuf | Nekre mevsuf | Marife m.ileyh |
الْعَذَاب الشَّدِيد 2 | عَذَاب شَدِيد 19 | شَدِيد الْعَذَاب 1 |
- مُهِين kelimesi: Hem marife azaba hem de nekre azaba sıfat olarak gelmiştir.
Marife mevsuf | Nekre mevsuf |
الْعَذَاب الْمُهِين 2 | عَذَاب مُهِين 12 |
Bu kadar çok azap çeşidi varken en yakın azap nedir, en büyük azap nedir?
En yakın azap için en büyük azabın dışında değil, dûnunda denmiştir. Yani en büyük azabın indinde bile olmayan bir azaptır. Buna göre en büyük azap ahirette çekilecek olan azaptır. En yakın azap ise dünyada çekilecek azaptır. Zaten الْأَدْنَى dünya kelimesinin erilidir.
الَّذِينَ فَسَقُوا bu iki azabı da tadacaktır. Önceki ayette الَّذِينَ فَسَقُوا nun Kıyamet yevminde barınaklarının ateş olduğu ve ateşin azabını tadacakları ifade edilmiştir. Bu ayetteki en büyük azap bu nedenle ateşin azabını (عَذَابَ النَّارِ) ifade etmektedir. Ahirette bu azabı çekeceklerdir.
الَّذِينَ فَسَقُوا mutlak otorite olan Allah’ın doğal, sosyal kurallarına veya yazdığı kurallarına uymayan, bu kuralları uygulamayanlardır. الَّذِينَ has ism-i mevsulü ile geldiği için kurallara uymayanlar da bellidir, kurallara uymama şekli de bellidir. Bu durum kurallara uymamanın organize bir şekilde yapıldığını da gösterir. Kurdukları sistem tamamen Allah’ın kurallarına aykırıdır. Kararlar çoğunlukla alınır. Herkes vesenlerin peşinde koşar. Bazıları buna cihad bile der. İktidara gelme ve iktidarda kalma ana amaçtır. İşte bu organize fısk/fusuk durumunda Allah en yakın azaptan tattırır. Ayette وَلَنُذِيقَنَّهُمُ الْعَذَابَ الْأَدْنَى (Kesinlikle onlara en yakın azabı tattıracağız) denmemiş, وَلَنُذِيقَنَّهُمْ مِنَ الْعَذَابِ الْأَدْنَى (Kesinlikle onlara en yakın azaptan tattıracağız) denmiştir. Burada مِنْ harf-i ceri cinsin beyanı içindir. En yakın azap türlerinden birini veya birkaçını tadacaklardır. Bu azaplar ekonomik kriz olabilir, deprem olabilir, sel olabilir, yangın olabilir, salgın olabilir. Her şey olabilir ama o topluluğu ciddi bir sıkıntıya sokar.
لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ
Umulur ki onlar dönerler.
Mensuh isim cümlesi |
Haberi Fiil cümlesi | İsmi | Lealle |
Fâil | Fiil |
و | يَرْجِعُونَ | هُمْ | لَعَلَّ |
لَعَلَّ: “Umulur ki, belki, ola ki, ihtimal ki, -bilir” demektir. Terecci harfidir. Umma, bekleme bildirir. Temennide bu umma yoktur, olması imkânsız olan bir şeyi isteme durumu vardır. Türkçede temenni yanlış kullanılmaktadır. Tereccide ise olması beklenen bir durum vardır. İnne ve benzerlerindendir.
İnne ve Benzerleri |
إِنَّ | أَنَّ | كَأَنَّ |
لَكِنَّ | لَيْتَ | لَعَلَّ |
Bunlara hurufu-l müşebbehe bi-l fiil (الْحُرُوفُ الْمُشَبَّهَةُ بِلْفِعْلِ) denir.
هُمْ: “Onlar” demektir. Mensub muttasıl zamirdir. الَّذِينَ فَسَقُوا ya racidir.
يَرْجِعُونَ: “Dönerler, döndürürler” demektir. “Başlangıç noktasına geri dönerler, başlangıç noktasına geri döndürürler,” demektir. رجع kökünden ikinci bâbdan üçüncü çoğul şahıs merfu muzari malum fiildir. Bu kökün bir özelliği vardır. Hem lazım (geçişsiz) hem de müteaddidir (geçişli). Lazım fiiller mef’ûl almazlar yani fiilden etkilenen fiili yapanın kendisidir, etkilenen başka birisi yoktur. Müteaddi fiillerde ise fâilin yaptığı fiilin etkilediği bir mef’ûl vardır. Bu kök aynı bâbdan geldiği halde hem lazım hem de müteaddi olabilmektedir. Fark mastardadır.
| Mastar | Muzari | Mazi |
Lazım | رُجُوع | يَرْجِعُ | رَجَعَ |
Müteaddi | رَجْع | يَرْجِعُ | رَجَعَ |
Ayetlerde lazım ve müteaddi geçişlere örnek verecek olursak:
| Ayette geçiş | Anlam |
Lazım | لَمَّا رَجَعُوا إِلَى أَبِيهِمْ قَالُوا يَاأَبَانَا مُنِعَ مِنَّا الْكَيْلُ | Babalarına döndüklerinde dediler ki “Ey babamız, keyl bizden men edildi”. (Yusuf 63) Burada fiil lazımdır. Mef’ûlü yoktur. Kendileri dönmüşlerdir. |
Müteaddi | رَجَعْنَاكَ إِلَى أُمِّكَ كَيْ تَقَرَّ عَيْنُهَا وَلَا تَحْزَنَ | Gözü aydın olsun ve hüzünlenmesin diye seni annene döndürdük. (Taha 40) Burada fiil müteaddidir. Mef’ûlü كَ (sen) zamiridir, döndürülendir. |
Burada يَرْجِعُونَ malum fiildir ve lazım da müteaddi de (geçişsiz de geçişli de) olabilir. Bu nedenle her iki mana da verilebilir ancak الَّذِينَ فَسَقُوا için birilerini döndürme söz konusu olmadığından “dönerler” anlamı uygundur (رُجُوع).
لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ: “Umulur ki onlar dönerler” demektir. Fısk/fusûk olan amellerinden dönerler, fasıklıktan dönerler.
Burada en yakın azabın amacının onların fasıklıktan dönmesi olduğunu anlıyoruz. İnsanların başlarına gelen yakın azapların amacı budur. Bunlar bir uyarıdır. En büyük azaptan kurtulmak için uyarılardır. Allah yanlışlarından dönmeleri için onlara azap etmektedir. Allah’ın kurallarına uymayan ve bunu organize şekillerde yapan topluluklara uyarı gelmiştir. Bu uyarıları doğal afet olarak da değerlendirebilirler veya ekonomik kriz olarak da değerlendirebilirler. Ama bunlar onların dönmesi için Allah’ın tattırdığı azaplardır. Çoğunluk sisteminde ısrar ederler. Başka bir sistem akıllarına bile gelmez. Bu sistem seçim kazanmaya dayanır. Sistem onlara öyle uyulmaz kurallar dayatır ki sonunda kimse iş yapamaz hale gelir. Sistem öyle bir çalışır ki küçük işletmeler yaşayamaz hale gelir. Her gün yeni bir zorunluluk getirir. Yeni bir masraf çıkarılır. Büyük işletmelerin cirosu yanında bunlar küçük rakamlardır ancak küçük işletmeleri zora sokar. Büyük işletmeler daha çok büyür ve küçük işletmeler giderek daha zora girer. Sonunda küçük işletmelerin gelirleri azalır. Devlet vergi açığına düşer. Bunu karşılamak için ek vergiler ve cezalar üretir. Küçük işletmeler daha da kötü duruma düşer ve batar. Sonunda herkes büyük işletmelerin işçisi olmak zorunda kalmaya başlar. Artık işçi olmak bir ödüldür. Ekonomi daha da beter duruma düşer ve bir gün aniden kriz olur. Adeta enerjisini yüklenmiş yer kabuğunun aniden deprem üretmesi gibi bir günde tüm sistem çöker. Artık büyük işletmeler de batmaya başlamıştır. İşte bu azap kendi elleriyle yaptıklarından gelmiştir. Bu azap belki de onların dönmesini sağlar diyor ayet. Maalesef insanların çoğu bunu anlamıyor. Allah’ın kurallarına uymadıkları için başlarına gelen şeyin sebebini iktidardaki kişinin yanlışlığına bağlıyorlar. Kendileri veya kendi destekledikleri iktidarda olursa her şeyin düzeleceğini iddia ediyorlar. Kendi vesenlerinin sorunları çözeceğini iddia ediyorlar. Sonra da çoğunluğun peşinde koşup dalalet içinde didiniyorlar. Beş vakit namazlarını kılıyorlar, hacca gidiyorlar, oruçlarını tutuyorlar ama Allah’ın kurallarının halkta karşılığı olmadığını bildikleri için ağızlarına bile alamıyorlar. Doğru olduğunu bilse bile söyleyemiyorlar. Çünkü önemli olan hakkın söylenmesi değil, çoğunluğun hoşuna gidenin söylenmesidir. Bu en yakın azaptan olan azaplar en kötü olanlar değildir. Bu azaplar sadece uyarıdır. En büyük azabın dûnundadırlar. Asıl kötü olan en büyük azaptır. O en büyük azabın yanında bu en yakın azaplar nedir ki? Bu ayet uyarıyor ama kim Kuran’la ilgileniyor ki? Herkes çokluk derdinde. Varsa yoksa çok mal, çok para, çok mürid, çok oy.
Teşvikiye, Yalova
24 Mayıs 2025
M. Lütfi Hocaoğlu