SECDE SÛRESİ - 22. Hafta
أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
أَوَلَمْ يَهْدِ لَهُمْ كَمْ أَهْلَكْنَا مِنْ قَبْلِهِمْ مِنَ الْقُرُونِ يَمْشُونَ فِي مَسَاكِنِهِمْ إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ أَفَلَا يَسْمَعُونَ (26)
Onlar için hiç rehberlik etmedi mi? Onlardan öncesinde meskenlerinde yürür halde olan karnlardan nicesini helak ettik. Kesinlikle bunda ayetler vardır. Öyleyse işitmezler mi? (26)
أَوَلَمْ يَهْدِ لَهُمْ
Onlar için hiç rehberlik etmedi mi?
Soru cümlesi Fiil cümlesi | Vâv-u isti’nâfiye |
Mefûlun lieclih | Fâil | Fiil | Olumsuzluk edatı | İstifhâm edatı |
Mecrur | Cârr |
هُمْ | لِ | هُوَ | يَهْدِ | لَمْ | أَ | وَ |
أَ: Soru hemzesidir (همزة الاستفهام). “Mı, mi” demektir. Her zaman cümlenin başına gelir. Buna sadaratu-l kelâm hakkı denir. Hatta önceki cümleleri bu cümleye bağlayan وَ ve فَ bağlaçları bile soru hemzesinden sonra gelir. Sonrasındaki kelimeyi (وَ ya da فَ varsa bunlardan sonra gelen kelimeyi) sorunun konusu yapar. Bu nedenle soru cümlelerinde sorunun konusu olan kelime cümledeki görevi ne olursa olsun bu hemzeden hemen sonra gelerek (وَ ya da فَ varsa bunlardan sonra gelerek) cümlenin ikinci kelimesi olur. “Mı, mi” anlamına gelen ikinci bir soru harfi هَلْ dir. Soru hemzesi her zaman soruya cevap istemek için gelmez. Asıl amaç soru değildir. Arkasından gelen kelimeye cümlede önem katarak soru manasını oluşturur.
وَ: “Ve” demektir. İsti’nâfiye edatıdır. Cümle soru hemzesiyle başladığı için soru hemzesinden sonra gelmiştir.
لَمْ: “-medi, -madı” anlamında olumsuzluk edatıdır. Burada لَمْ kendinden sonra gelen muzari fiili (يَهْدِ) cezm etmiştir. Bu durumda geçmişte mutlak olumsuzluğu ifade eder. Yani olumsuz olan hüküm daha önceden hiç gerçekleşmemiştir.
يَهْدِ: “Rehberlik eder” demektir. هدي kökünden ikinci bâbdan üçüncü şahıs eril tekil meczum muzari meczum fiildir. Birisini/birilerini bir hedefe yöneltip o hedefe varması için rehberlik etmek demektir. Merfu hali يَهْدِي dir. لَمْ ile cezm olmuştur (يَهْدِ).
لَمْ يَهْدِ: “Hiç rehberlik etmedi” demektir. Fâili müstetir هُوَ dir.
لِ: “İçin” demektir. Harf-i cerdir.
هُمْ: “Onlar” demektir. Üçüncü şahıs eril çoğul mecrur muttasıl zamirdir. Bu zamir kimlere racidir?
- Raci zamir (الضمير الراجع): İkiye ayrılır.
- Muayyen zamir (الضمير المعين): İşaret ettiği isim kendisinden önce geçmiş olan zamirdir.
- Mübhem zamir (الضمير المبهم): İşaret ettiği isim kendisinden önce geçmemiş olan zamirdir.
- Mümeyyeze raci zamir (الضمير الراجع إلى المميز): İşaret ettiği isim kendisinden önce geçmemektedir. Ancak bu isim söylenmemesine rağmen açık ve net olarak anlaşılıyorsa bu zamir mümeyyeze raci mübhem zamirdir.
- Mücmele raci zamir (الضمير الراجع إلى المجمل): İşaret ettiği isim kendisinden önce geçmemektedir ve bu ismin kim veya ne olduğu açık ve net olarak anlaşılamıyorsa bu zamir mücmele raci mübhem zamirdir.
- Raci olmayan zamir (الضمير غير الراجع): Zamirin öncesinde yerini tuttuğu bir isim yoksa yani raci olduğu bir isim yoksa bu durumda zamir görevinde değildir. Kendisinden öncesindeki bir isme değil kendisinden sonra anlatılacak olana işaret etmektedir ve “şöyle ki” anlamındadır. Bunun için 3. şahıs tekil zamirler (هُوَ/هُ ve هِيَ/هَا) kullanılır. Eril olana şan zamiri (zamiru’ş-şan) (ضمير الشأن), dişil olana kıssa zamiri (zamiru’l-kıssa) (ضمير القصة) denir. Cümlenin başında yer alarak, bahsedilen konunun önemli olduğunu ifade eder.
Bu da bir önceki ayetteki gibi mücmele raci mübhem zamirdir. Aralarında ihtilaf olanlardır.
أَلَمْ يَهْدِ لَهُمْ: “Onlar için hiç rehberlik etmedi mi?” demektir. Aralarında ihtilaf olanlara rehberlik etmedi mi? Rehberlik eden kimdir? Bu zamir raci olmayan zamirdir. Bu zamir bu cümleden sonra gelen cümleye işaret etmektedir.
Burada cümle أَلَمْ يَهْدِهِمْ (Onlara rehberlik etmedi mi?) şeklinde gelmemiş, أَلَمْ يَهْدِ لَهُمْ (onlar için rehberlik etmedi mi?) şeklinde gelmiştir. Bundan sonra gelen cümledeki ifade rehberlik etmemiş midir? Doğrudan onlara rehberlik etmemiştir, çünkü geçmişte yaşanan olaylardır. Bu nedenle “onlara” değil “onlar için” şeklinde gelmiştir.
كَمْ أَهْلَكْنَا مِنْ قَبْلِهِمْ مِنَ الْقُرُونِ يَمْشُونَ فِي مَسَاكِنِهِمْ
Onlardan öncesinde meskenlerinde yürür halde olan karnlardan nicesini helak ettik.
Fiil cümlesi |
Mefûlun bih Temyiz | Mefûlun fih | Fâil | Fiil | Mefûlun bih Mümeyyez |
Mecrur | Cârr | Mecrur | Cârr |
Hâl Fiil cümlesi | Sahibul hâl | Muzâfun ileyh | Muzâf |
Mefûlun fih | Fâil | Fiil |
Mecrur | Cârr |
Muzâfun ileyh | Muzâf |
هُمْ | مَسَاكِنِ | فِي | و | يَمْشُونَ | الْقُرُونِ | مِنْ | هُمْ | قَبْلِ | مِنْ | نَا | أَهْلَكْنَا | كَمْ |
كَمْ: “Nice” demektir. Soru ismidir. İki şekilde olur:
- Kem-i İstifhâmiyye: Sayıdan kinaye soru ismidir. Kaç, kaç adet, kaç tane gibi soru sormayı sağlar ve sorunun cevabı beklenmektedir. Kaç tane olduğunu sorduğu kelime temyizidir. “Kaç kalem var?” derseniz, kalem temyizidir. Temyizi daima müfrettir (tekildir). Asla tesniye (ikil) ve cem (çoğul) olmaz. Temyizi nekre ve mensubdur. Temyizin ne olduğu açıksa temyiz hazf edilebilir. Kem-i istifhâmiye soru edatı olduğu için her zaman cümlenin başında gelir.
- Kem-i Haberiyye: Soyut veya somut herhangi bir kavramla ilgili çokluk fikri veren kelimedir. Nice …!, ne kadar çok …!, pek çok …! şeklinde çevrilebilir. Amaç soru değildir, sorunun cevabı beklenmemektedir. Amaç ne kadar çok olduğunu bildirmektir.
Temyizi iki şekilde gelir:
- Kem-i haberiyyenin muzafun ileyhi olarak mecrur olur. Tekil de olur, çoğul da olur. Bu durumda her zaman nekredir. Kuran’da bu şekilde gelmez.
- Başına مِنْ harf-i ceri gelerek mecrur olur. مِنْ harf-i ceri ile geldiğinde marife de gelir. Tekil de olur, çoğul da olur. Kuran’da muzafun ileyh olarak gelmez, her zaman carr-mecrur olarak gelir. Kem-i haberiye soru edatı olduğu için her zaman cümlenin başında gelir.
Buradaki كَمْ kem-i haberiyyedir. Çokluk bildirir. Mümeyyezdir. Temyizi مِنَ الْقُرُونِ يَمْشُونَ فِي مَسَاكِنِهِمْ dir.
أَهْلَكْنَا: “Helak ettik” demektir. هلك kökünden if’âl bâbından birinci çoğul şahıs mazi malum fiildir. İkinci bâbdan هَلَكَ - يَهْلِكُ şeklinde bir kimsenin, bir şeyin yapısının bozulup iş yapamaz hale gelmesi, helak olması manasındadır. Lazım fiildir. İkinci bâb if’âl bâbına (أَهْلَكَ – يُهْلِكُ) tadiye etkisi ile gelir. Helak etti anlamına gelir.
مِنْ: “-den, -dan” demektir. Harf-i cerdir. Zarfların önüne gelerek zarfiyeti müphemlikten çıkarır muayyen hale getirir.
قَبْلِ: “Önce” demektir. Zarftır. İzafe edildiği kelimeden öncesindeki zamanı ifade eder.
هِمْ: “Onlar” demektir. Üçüncü şahıs eril çoğul mecrur muttasıl zamirdir.
قَبْلِهِمْ: “Onlardan önce” demektir.
مِنْ قَبْلِهِمْ: “Onlardan öncesinde” demektir. Buradaki مِنْ onlardan öncesini muayyen (belirli) hale getirir. Eğer bu مِنْ olmasaydı قَبْلَهُمْ şeklinde gelerek mübhem (belirsiz) olacaktı. Bu مِنْ nedeniyle onlardan öncesindeki zamanlar belirlidir.
مِنَ: “-den, -dan” demektir. Harf-i cerdir.
الْقُرُونِ: “Karnlar, çağdaş topluluklar” demektir. Çoğul isimdir. Tekili الْقَرْنِ dir. İsm-i cemdir. Genellikle “nesil” anlamı verilmektedir. Ama bu anlam bu kelimeyi karşılamamaktadır. Nesil zaten Kuran’da nesil olarak vardır. قرن kökünden gelmiştir. İkinci bâbdan mastar olarak bir şeyi, birini başka bir şeye, birine bir ip veya başka bir şeyle kuvvetle bağlamak manasındadır. Böylece onu ona bağımlı kılar ve bağlanılan kendisine bağlanılanla birlikte hareket eder, onun yürüyüşüne uyar. Bu mastar manasından قَرْن birbirine bağlanılan, birlikte hareket eden, birlikte yaşayan kimselerden oluşan topluluk manasındadır. Ortak gelenekler, inançlar ve alışkanlıklar çerçevesinde bir arada, birlikte hareket eden, birbirine kenetlenmiş insan topluluğudur. Belirli bir zaman ve mekânda birbirine bağlı bir şekilde yaşayan topluluktur. Aynı çağda yaşamış ama birbirinden habersiz insanlar bu tanıma girmez. İkili قَرْنَيْنِ (mensub-mecrur) dir. Çoğulu قُرُون dur.
يَمْشُونَ: “Yürürler” demektir. مشي kökünden ikinci bâbdan üçüncü şahıs eril çoğul merfu muzari malum fiildir.
فِي: “İçinde” demektir. Harf-i cerdir.
مَسَاكِنِ: “Meskenler, dinlenme yerleri” demektir. Çoğul ism-i mekândır. Tekili مَسْكَن dir. سكن kökünden birinci bâbdan gelmiştir. Hareketsiz olmak manasındaki fiilden “dinlenme yeri” manasına gelmiş ism-i mekândır.
هِمْ: “Onlar” demektir. Eril üçüncü şahıs çoğul mecrur muttasıl zamirdir.
مَسَاكِنِهِمْ: “Onların meskenleri” demektir.
فِي مَسَاكِنِهِمْ: “Meskenlerinde” demektir.
يَمْشُونَ فِي مَسَاكِنِهِمْ: “Meskenlerinde yürürler” demektir.
الْقُرُونِ يَمْشُونَ فِي مَسَاكِنِهِمْ: “Meskenlerinde yürür halde karnlar” demektir.
مِنَ الْقُرُونِ يَمْشُونَ فِي مَسَاكِنِهِمْ: “Meskenlerinde yürür halde olan karnlardan” demektir.
كَمْ أَهْلَكْنَا مِنْ قَبْلِهِمْ مِنَ الْقُرُونِ يَمْشُونَ فِي مَسَاكِنِهِمْ: “Onlardan öncesinde meskenlerinde yürür halde olan karnlardan nicesini helak ettik” demektir.
كَمْ أَهْلَكْنَا مِنْ قَبْلِهِمْ مِنْ قَرْنٍ
Onlardan öncesinden karndan nicesini helak ettik. (Enam 6, Sad 3)
كَمْ أَهْلَكْنَا قَبْلَهُمْ مِنْ قَرْنٍ
Onlardan önce karndan nicesini helak ettik. (Meryem 74, Meryem 98, Kaf 36)
كَمْ أَهْلَكْنَا مِنَ الْقُرُونِ مِنْ بَعْدِ نُوحٍ
Nuh’un sonrasında karnlardan nicesini helak ettik. (İsra 17)
كَمْ أَهْلَكْنَا قَبْلَهُمْ مِنَ الْقُرُونِ
Onlardan önce karnlardan nicesini helak ettik. (Taha 128, Yasin 31)
كَمْ أَهْلَكْنَا مِنْ قَبْلِهِمْ مِنَ الْقُرُونِ
Onlardan öncesinde karnlardan nicesini helak ettik. (Secde 26)
Ayetlerde görüldüğü gibi helak edilen karnlar Kuran’da iki şekilde gelmiştir. مِنْ قَرْنٍ şeklinde geldiğinde helak edilen bütün karnlar ifade edilmektedir. مِنَ الْقُرُونِ şeklinde geldiğinde belirli karnlar ifade edilmektedir. Bu ayette de ikinci şekilde gelmiştir. Belirli topluluklar ifade edilmektedir.
Bir de burada meskenlerinde yürüyen şeklinde mukayyed edilmişlerdir. Helakın meskenlerinde yürür halde iken olduğu ifade edilmiş olmaktadır. Yaşadıkları yerde, oturdukları yerde hiç beklemedikleri, yürüdükleri sırada helak edilmişlerdir. Yürüme özellikle belirtilmiştir. Koşuşturma değil, uyuma değil yürüme durumundadırlar. Yani günlük yaşamlarını yaşamaktadırlar. Olağanüstü bir şey beklememektedirler. Tedirgin değildirler, teyakkuz halinde değillerdir. Yürümektedirler. Evlerinde güven içinde olduklarını düşünmektedirler. Helak aniden gelmiş ve darmadağın olmuşlardır.
Aralarında ihtilaf olanlara rehberlik etmesi beklenen bu toplulukların helâkidir. Sizin de başınıza gelebilir denmektedir. İhtilaflarınızı Allah’ın kitabı ile çözün denmektedir. Önceki cümledeki zamir bu durumu işaret etmektedir.
Bu şekilde helak edilenlerin sayısının çok olduğu كَمْ ile anlatılmış, onların da bu çokların içine dahil olabileceği uyarısı yapılmış olmaktadır.
إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ
Kesinlikle bunda ayetler vardır.
Mensuh isim cümlesi |
İsmi | İbtida edatı | Haberi | İnne |
Mecrur | Cârr |
آيَاتٍ | لَ | ذَلِكَ | فِي | إِنَّ |
إِنَّ: “Kesinlikle” demektir. Huruf-u müşebbehe bi-l fiildendir.
فِي: “İçinde” demektir. Harf-i cerdir.
ذَلِكَ: “O” demektir. Uzak ismi işarettir. Muhatap كَ yani “sen”dir. “Sana söylüyorum, o” anlamına gelmektedir. Onlardan öncesinde meskenlerinde yürüyen nesillerden nicesinin helak edilmesine işaret etmektedir. Böyle anlamlara işaret etmede uzak ism-i işaretler kullanılır. Muhatap tekil geldiği için herkesi birey birey ilgilendirmektedir. Eğer ذَلِكُمْ şeklinde gelseydi topluluğu ilgilendirecekti.
فِي ذَلِكَ: “Onda” demektir. İnnenin haberidir. Normalde beklenen innenin isminin öne gelmesidir. Burada haber isminden önce gelmiştir. Türkçeye çevirirken “bunda” şeklinde çevrilmesi de uygundur.
لَ: İbtida edatıdır. Başlama lâmıdır. İsim cümlesinde mübtedanın başına gelen fethalı te’kid lâmı (başlama lâmı=lâmu-l ibtidaiyye) inne cümlesinin hem isminin hem de haberinin başına gelebilir. Burada innenin isminin başına gelmiştir. Te’kîd için gelir. İnne ile iki te’kîd, bununla da bir te’kîd daha olmuş olur. Cümlede üç te’kîd vardır.
آيَاتٍ: “Ayetler” demektir. Tekili آيَة dir. Ayet gösterge demektir. ءيي kökünden gelmiştir. Dördüncü bâbdan mastar olarak bir kimse ya da bir şey hakkında onun bilinmesini sağlayacak bir işaret koymak manasındadır. Bu mastar manasından konulan işaret manasında آيَةٌ “gösterge” anlamında isimdir.
إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ: “Kesinlikle bunda ayetler vardır” demektir.
Bunda ayetler vardır. Hiç beklemedikleri anda, normal gündelik hayatlarını yaşayan toplulukları Allah helak etmiştir. Bu bizim için ayettir. Bizim başımıza gelmez demeyin diyor bize. Her an her şey olabilir. Zaten öyle olmuyor mu? Normal işimizi yaparken birdenbire deprem oluyor. Kimse beklemiyor. O andan sonra panik başlıyor.
أَفَلَا يَسْمَعُونَ
Öyleyse işitmezler mi?
Soru cümlesi Fiil cümlesi | Fâ-u isti’nâfiye |
Fâil | Fiil | Olumsuzluk edatı | İstifhâm edatı |
و | يَسْمَعُونَ | لَا | أَ | فَ |
أَ: Soru hemzesidir (همزة الاستفهام).
فَ: İsti’nafiyye edatıdır. Buna Fâ-u isti’nâfiye (الْفَاءُ الاِسْتِئْنَافِيَّةُ) denir. Cümle başında bulunur. Cümle soru hemzesiyle başladığı için soru hemzesinden sonra gelmiştir. Kendisinden önce inşa cümlesi (emir, nehiy, istifhâm), sonrasında haber cümlesi olursa veya öncesinde haber cümlesi sonrasında inşa cümlesi olursa bu durumlarda atıf harfi olamayan bu harf isti’nâfiye edatı olur. Kendisinden sonraki cümle yeni cümle olacağından bu edata isti’nâfiye (başlangıç) edatı denir. İsim cümlesi fiil cümlesine (tersi de geçerli) anlamsal yakınlık olursa atfolunabilir. Anlamsal yakınlık yoksa aradaki fâ isti’nâfiye edatıdır. Fiil cümleleri arasında zaman yönünden uyum olmasına rağmen manasal olarak takip ve tertip ifade etmiyorsa bu durumda da isti’nâfiye edatıdır.
Arkasından öncesindeki cümle ile i’râb yönünden ilişkisi olmayan yeni bir cümle başlatır. İ’râbsal ilişki olmamasına rağmen öncesindeki cümle ile sonrasındaki cümle arasında anlamsal irtibat vardır. Bu irtibata göre fâ-u isti’nâfiye şu şekilde sınıflandırılır:
- Fâ-u ta’liliyye (الفَاءُ التَّعْلِيلِيَّةُ): Öncesi ile sonrasında sebep sonuç ilişkisi vardır. Öncesi sonrasının sebebidir. Türkçeye çevrilirken “bundan dolayı”, “bu sebeple” şeklinde çevrilmelidir.
- Fâ-u tafsiliyye (الفَاءُ التَّفْصِيِلِيَّةُ أَوِ التَّفْسِيرِيَّةُ): Öncesindeki cümle kapalı, tam olarak anlaşılmayan bir cümledir (Mücmel bir ifade). Sonrasındaki cümle ise mücmeli açıklayan, kapalılığı gideren bir cümledir (Mufassal bir ifade).
- Netice Fâsı (فَاءُ النَّتِيجَةِ): Önceki cümle/cümleler açıklanmış cümle/cümlelerdir. Sonraki cümle ise bu açıklanmış cümle/cümlelerin sonucunu gösteren, bir nevi özetleyen cümledir. Fâ-u tafsiliyyenin tersidir. “Sonuç olarak”, “neticede” şeklinde Türkçeye çevrilir.
- İrtibat Fâsı (فَاءُ الْاِرْتِبَاطِ): Öncesindeki cümle ile sonrasındaki cümle arasında zamansal ya da sebepsel ilişki yoktur ama aralarında bağlantı vardır. Cümleler arasındaki fâ tertip ve takip için değil, sebep için değil, tafsil için değil, neticelendirme için değilse ve cümleler arasında konu bağlantısı olduğu zaman gelen fâ irtibât fâsıdır.
Buradaki fâ-u ta’liliyyedir. Öncesi sonrasının sebebidir. Bunda ayetler var. O halde, bu sebeple, öyleyse işitmezler mi?
لَا: “Değil” demektir. Olumsuzluk edatıdır.
يَسْمَعُونَ: “İşitirler” demektir. سمع kökünden dördüncü bâbdan üçüncü şahıs eril çoğul merfu muzari malum fiildir. Fâili cem vâvıdır (يَسْمَعُونَ).
أَلَا يَسْمَعُونَ: “İşitmezler mi?” demektir.
أَفَلَا يَسْمَعُونَ: “Öyleyse işitmezler mi?” demektir.
Burada işitmeyenler mevcut karnlardır. Mevcut çağdaş topluluklardır. Aralarında ihtilaflar olan ve ihtilafların çözümü için Allah’ın indirdiği kitaplara başvurmayanlardır. O kitapların rehberliğinden uzak duranlardır. Madem o kitapların rehberliğinden uzak duruyorsunuz bari helak ettiğimiz karnlara bakın deniyor ayette. Başınıza onların başına gelen gelecek deniyor. Onları inceleyin diyor. Onlar meskenlerinde yürürken, aniden, beklemedikleri bir anda helak olmuşlar. Sizin de başınıza gelebilir diyor. Bunu işitmiyor musunuz diyor? Niçin işitme ifadesi kullanılmıştır? أَفَلَا يَسْمَعُونَ (işitmezler mi?) denmiş, أَفَلَا يَسْتَمِعُونَ (kulak vermezler mi?) denmemiştir. Burada bir sanat vardır. İşitilecek şeyin ne olduğu ifade edilmemiştir. Kuran’da işitme ve sağırlık mecazi olarak kullanılmaktadır.
إِنَّ شَرَّ الدَّوَابِّ عِنْدَ اللَّهِ الصُّمُّ الْبُكْمُ الَّذِينَ لَا يَعْقِلُونَ
Kesinlikle Allah’ın indinde dabbelerin en şerlisi sağırlar ve akletmeyen dilsizlerdir. (Enfal 22)
وَمِنْهُمْ مَنْ يَسْتَمِعُونَ إِلَيْكَ أَفَأَنْتَ تُسْمِعُ الصُّمَّ وَلَوْ كَانُوا لَا يَعْقِلُونَ
Onlardan sana kulak verenler vardır. Akletmiyor oldukları halde sağırlara sen mi işittireceksin? (Yunus 42)
وَلَا يَسْمَعُ الصُّمُّ الدُّعَاءَ إِذَا مَا يُنْذَرُونَ
Uyarılıyor oldukları zaman sağırlara çağrıyı işittiremezsin. (Enbiya 45)
Bu ayetlerde sağırlık gerçek sağırlık, işitmeme gerçek işitmeme değildir. Kendilerine anlatılanları dikkate almayan, duymazdan gelenlerdir.
Bu nedenle bu ayette “işitmezler mi?” denmesi kendilerine anlatılanları, Allah’ın ayetlerini, Allah’ın ayetlerinin açıklamalarını duymazdan gelen, dikkate almayanlardır. Bu nedenle Kuran işiten kavim kavramını da kullanır. İşiten kavim kendilerine söylenenleri dikkate alan kavimdir. İşiten kavim için ayetler vardır.
Biz bu ayetleri tefsir ediyoruz, açıklıyoruz. İşitmeyenler dikkate almayanlardır, önem vermeyenlerdir. Allah bizi helak ile uyarıyor. Önceki ayette ihtilaflardan bahsetti. Başka ayetlerde ihtilafların çözümünün Allah’ın kitabı ile olacağını ifade etti. Hala Allah’ın kitabı değil de batıl batının kurallarını uygulama derdinde olursanız, onların saçma çoğunluk sistemi içinde gücü ele geçirme çabası içinde olursanız, çözümün Allah’ın kitabında değil kendinizde, kendi veseninizde olduğunu iddia ediyorsanız o meskenlerinde yürüyen toplulukların başına gelen sizin de başınıza gelebilir diye uyarıyor.
Rehberimiz Kuran, ihtilafların çözümü Kuran, hayatımızın merkezi Kuran olmadıkça iflah olma şansımız yoktur.
Teşvikiye, Yalova
19 Temmuz 2025
M. Lütfi Hocaoğlu