Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1265
Lokman Suresi Tefsiri 32. Ayet
9.11.2024
66 Okunma, 0 Yorum

LOKMAN SÛRESİ - 25. Hafta

 

أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

وَإِذَا غَشِيَهُمْ مَوْجٌ كَالظُّلَلِ دَعَوُا اللَّهَ مُخْلِصِينَ لَهُ الدِّينَ فَلَمَّا نَجَّاهُمْ إِلَى الْبَرِّ فَمِنْهُمْ مُقْتَصِدٌ وَمَا يَجْحَدُ بِآيَاتِنَا إِلَّا كُلُّ خَتَّارٍ كَفُورٍ (32)

Onları gölgelikler gibi dalgalar sardığında O’nun için dini saflaştıranlar halinde Allah’a dua ederler. Onları berr’e (çıkararak) kurtardığında onlardan orta yollu olan vardır. Ayetlerimizi yalnızca her vefasız nankör önemsizleştirir. (32)

 

وَإِذَا غَشِيَهُمْ مَوْجٌ كَالظُّلَلِ دَعَوُا اللَّهَ مُخْلِصِينَ لَهُ الدِّينَ

Onları gölgelikler gibi dalgalar sardığında O’nun için dini saflaştıranlar halinde Allah’a dua ederler.

 

Cevap cümlesi
Fiil cümlesi

Şart cümlesi
Fiil cümlesi

Vâv-u
isti’nâfiye

Fâil
Hâl

Mefûlun
bih

Fâil
Sahibul
hâl

Fiil

Fâil

Mefûlun
bih

Fiil

Şart
edatı

Mefûlun
bih

Mefûlün bih GS

Şibh-i
fiil

Sıfat

Mevsûf

Mecrur

Cârr

Mecrur

Cârr

الدِّينَ

هُ

لِ

مُخْلِصِينَ

اللَّهَ

و

دَعَوُا

الظُّلَلِ

كَ

مَوْجٌ

هُمْ

غَشِيَ

إِذَا

وَ

 

وَ: Vâv-u isti’nafiyyedir.

إِذَا: “İse” demektir. Şart edatıdır. Gelecek zamanı gösterir. Kendisinden sonra mazi fiil de gelse geçmiş zamanı göstermez. Gelecekte gerçekleşip tamamlanma zamanını gösterir. Bir kere gerçekleştiğine işaret eder. Muzari fiil gelirse gerçekleşmenin devam ettiğini, tekrarlamaların olduğunu gösterir.

غَشِيَ: “Sardı” demektir. Dördüncü bâbdan üçüncü şahıs eril tekil mazi malum fiildir. Bir şeyin birisini ya da bir şeyi örterek, sararak gizlemesi manasındadır. غِشَاوَة örtü demektir.

هُمْ: “Onlar” demektir. Mensub muttasıl zamirdir. Önceki ayetteki geminin içinde olanlardır.

مَوْجٌ: “Dalgalar, karışıklık, düzensizlik” demektir. موج kökünden gelmiştir. Birinci bâbdan mastar olarak karışıklık, düzensizlik durumunda olmak manasındadır. Bu mastar manasından düzensizlik, karışıklık durumunda olan manasında مَوْجٌ ıstılahi olarak denizin yüzeyinde karışıklık, düzensizlik oluşturan manasında “dalga” anlamında isimdir. Fertleştirilmiş hali مَوْجَة dir.

كَ: “Gibi” demektir. Harf-i cerdir.

الظُّلَلِ: “Gölgelikler, gölgelendiriciler” demektir. ظلل kökünden gelmiştir. İkinci bâbdan ظَلّ mastarı gölgelendirmek manasındadır. Bu mastar manasından gölgelendirici manasında ظُلَّة “gölgelik” anlamında isimdir. Çoğulu ظُلَل dir. ظِلّ “gölge” demektir. Çoğulu ظِلَال dır.

كَالظُّلَلِ: “Gölgelikler gibi” demektir.

مَوْجٌ كَالظُّلَلِ: “Gölgelikler gibi dalgalar” demektir.

إِذَا غَشِيَهُمْ مَوْجٌ كَالظُّلَلِ: “Onları gölgelikler gibi dalgalar sardığında” demektir.

دَعَوُا: “Çağırdılar” demektir. دعو kökünden birinci bâbdan mazi malum üçüncü şahıs eril çoğul fiildir. Fâili cem vâvıdır (دَعَوُا).

Bu bâbdan üç mastar vardır. Üçü de aynı fiille ifade edilir.

  1. دَعْوَة
  2. دُعَاء
  3. دَعْوَى

Bu mastarların üçü de çağırmak anlamındadır. Aradaki fark kalıplarından gelir. Mastarların anlamları kalıplarına bağlı olarak değişir.

دَعْوَة: “Çağırma, çağırış” demektir. فَعْلَةٌ kalıbından gelmektedir. Bu kalıp mastar-ı bina-i merre kalıbıdır. Fiilin bir kere işlendiğini gösterir. İkili ve çoğulu olabilen mastarlar bu şekilde gelir. İki kere işlendiyse دَعْوَتَانِ, üç veya daha fazla işlendiyse دَعْوَات şeklinde gelir.

دُعَاء: “Çağırmak” demektir. فُعَالٌ kalıbından gelmektedir. Mazisi فَعَلَ vezninde olup vücutta meydana gelen bir semptoma, duruma veya vücuttan çıkan bir sese delalet eden fiillerin mastarı فُعَالٌ veya فَعِيلٌ kalıplarından gelir. دُعَاء da دعو kökünden birinci bâbdan mastardır. Birinci bâbdan olduğu için mazisi فَعَلَ veznindedir ve ses ifade eder. Bu nedenle فُعَالٌ vezninden gelmiştir. İkinci ve üçüncü harf arasındaki elif çağırmadaki uzamayı ve mübalağayı ifade eder. Uzun süreli veya tekrarlar içeren çağırma duadır.

دَعْوَى: “Ortak çağrı” demektir. فَعْلَى kalıbından gelmektedir. Sonundaki elif-i maksure fiilin belirli bir zamana delalet etmeden özel bir şekilde işlenmesini, işlenişin bir sürenin sonunda gerçekleştiğini ve şiddetini ifade eder. Hem zaman olarak hem de fiilin işlenişi olarak mübalağa ifade eder. Pek çok kişinin aynı çağrıyı yapması davadır. Bir sürecin sonunda meydana gelen ortak çağrı, ortak görüş anlamına gelir. Günümüzde de “davamız …” şeklinde kullanılmaktadır.

اللَّهَ: “Allah” demektir. Alemlerin rabbinin özel ismidir.

مُخْلِصِينَ: “Saflaştıranlar” demektir. Birinci bâbdan خَلَصَ - يَخْلُصُ şeklinde lekelerden, pisliklerden, kirlerden, kötü şeylerle bağlantılarından arınmak, saflaşmak manasındadır. Lazım fiildir. Birinci bâb if’âl bâbına (أَخْلَصَيُخْلِصُ) tadiye etkisi ile gelir. Saflaşmak, arınmak anlamından, saflaştırmak, arındırmak anlamına gelir. “Lekelerinden, pisliklerinden, kirlerinden, kötü şeylerle bağlantılarından arındırmak, saflaştırmak” demektir.

لِ: “İçin” demektir. Harf-i cerdir.

هُ: “O” demektir. اللَّهَ a racidir.

لَهُ: “O’nun için” demektir.

الدِّينَ: “Din, düzen” demektir.  Din kelimesi mana değişikliğine uğramıştır. Günümüzde sosyolojik manada kullanılan din kelimesi ile Kuran’da geçen din kelimesi farklı anlamlardadır.

Günümüzde din kelimesi “inanç” anlamında kullanılmaktadır. Hıristiyanlık dini, Yahudilik dini, İslam dini şeklinde kullanılmaktadır. Kuran’da Hıristiyanlık dini ve Yahudilik dini ifadesi geçmediği gibi İslam dini ifadesi de geçmez, “din olarak İslam” ifadesi geçer. Din kelimesi Kuran’da düzen (hukuk düzeni) anlamındadır.

Sözlüklerde de din kelimesi inanç anlamında değildir.

Makayisu- Luga (İbn Fâris, ö.1004) bu kelimenin manasının الانقياد والذُّل den geldiğini söylüyor. Yani uysallık ve ast olmak.

(دين)  الدال والياء والنون أصلٌ واحد إليه يرجع فروعُه كلُّها. وهو جنسٌ من الانقياد والذُّل. فالدِّين: الطاعة، يقال دان لـه يَدِين دِيناً، إذا أصْحَبَ وانقاد وطَاعَ. وقومٌ دِينٌ، أي مُطِيعون منقادون. والمَدِينة كأنّها مَفْعلة، سمّيت بذلك لأنّها تقام فيها طاعةُ ذَوِي الأمر.

İnkıyad ve zülden bir cinstir diyor. Yani uysallık ve ast olmanın bir cinsidir. Din, itaattir. Denilir ki “ona deyn etti, deyn eder ve dinen”. Arkadaş olduğu, uysal olduğu ve itaat ettiği zaman denilir. Kavmun dinun ifadesi de uysallıkla itaat edenler demektir. Medine, onun içinde emir sahiplerine itaatin kıyam etmesinden dolayı bu şekilde isimlendirilir.

فأمَّا قوله جلّ ثناؤُه: {ما كَانَ لِيَأْخُذَ أَخَاهُ فِي دِينِ المَلِكِ} [يوسف 76]، فيقال: في طاعته، ويقال في حكمه. ومنه: {مَالِكِ يَوْمِ الدِّينِ} [الفاتحة 4]، أي يوم الحكم. وقال قومٌ: الحساب والجزاء. وأيُّ ذلك كان فهو أمرٌ يُنقاد له.

Allah’ın kavline gelince (melikin dininde kardeşini alması olmazdı) denilir ki onun taati içinde ve denilir ki onun hükmü içinde. Ve ondan (Din gününün maliki), yani hüküm günü. Ve bir kavim dedi ki “hesap ve ceza”. Ve bunlardan hangisi olursa o ona uysallıkla uyulan emir olmasından dolayıdır.

دِين: Düzen demektir. Talimatlara, emirlere ve kurallara uymak manasındadır. دين kökünden ikinci bâbdan mastardır. Bu mastar manasından uyulan talimatlar, emirler ve kurallar bütünüdür, hukuk düzenidir.

مَدِينَة: Şehir anlamında ism-i mekân ism-i kesrettir. دين kökünden ikinci bâbdan gelmiştir. Kurallara uyup düzene uyma manasındaki fiilden “kurallara uyulan yer” manasına gelmiş ism-i mekânın ism-i kesretidir. Sonundaki kapalı te mübalağa içindir. Düzene uymanın mübalağalı olduğu yeri gösterir. Medeniyet kelimesi de buradan gelmektedir.

دَيْن: Borç demektir. دين kökünden gelmiştir. İkinci bâbdan mastar olarak bir şeyi değerini belirlenmiş bir süre içinde ödemek üzere satın almak manasındadır. Bu mastar manasından ödenecek değer manasında دَيْن “vadeli borç” anlamındadır.

مُخْلِصِينَ لَهُ الدِّينَ: “O’nun için dini saflaştıranlar” demektir. Allah için dini saflaştıranlardır. Dini saflaştırma ne demektir? Kuran’da başka yerlerde de geçmektedir.

إِنَّ الْمُنَافِقِينَ فِي الدَّرْكِ الْأَسْفَلِ مِنَ النَّارِ وَلَنْ تَجِدَ لَهُمْ نَصِيرًا (145) إِلَّا الَّذِينَ تَابُوا وَأَصْلَحُوا وَاعْتَصَمُوا بِاللَّهِ وَأَخْلَصُوا دِينَهُمْ لِلَّهِ فَأُولَئِكَ مَعَ الْمُؤْمِنِينَ وَسَوْفَ يُؤْتِ اللَّهُ الْمُؤْمِنِينَ أَجْرًا عَظِيمًا (146)

Kesinlikle münafıklar ateşten en alçak derekededirler. Onlar için tövbe edip ıslah olup Allah’a sarılıp Allah için dinlerini saflaştıranlar dışında bir yardımcı asla bulamayacaksın. Onlar müminlerle beraberdir ve Allah müminlere ileride büyük bir ecir verecektir. (Nisa 145-146)

وَادْعُوهُ مُخْلِصِينَ لَهُ الدِّينَ

Dini O’nun için saflaştıranlar olarak O’na dua edin. (Araf 29)

فَاعْبُدِ اللَّهَ مُخْلِصًا لَهُ الدِّينَ أَلَا لِلَّهِ الدِّينُ الْخَالِصُ

Allah’a O’nun için dini saflaştıran olarak ibadet et. Dikkat edin, Allah’a aittir saf din. (Zümer 2-3)

قُلْ إِنِّي أُمِرْتُ أَنْ أَعْبُدَ اللَّهَ مُخْلِصًا لَهُ الدِّينَ

“Kesinlikle ben, bana Allah’a dini O’nun için saflaştıran olarak ibadet etmem emrolundu” de. (Zümer 11)

فَادْعُوا اللَّهَ مُخْلِصِينَ لَهُ الدِّينَ وَلَوْ كَرِهَ الْكَافِرُونَ

Allah’a dini O’nun için saflaştıranlar olarak dua edin, kâfirler hoşlanmasa bile. (Mümin 14)

Bu ayetlerde dinin Allah için saflaştırılarak Allah’ın çağrılması ve Allah’a ibadet edilmesi emredilmektedir. Din uyulması gereken kurallar bütünüdür. Allah’a ait olan din saf dindir. Saf din demek içinde Allah’ın kuralları dışında kural bulunmayan düzen demektir. Dini saflaştırmak demek hukuk düzeni içinde Allah’ın istemediği kuralların ayıklanarak çıkarılması demektir.

دَعَوُا اللَّهَ مُخْلِصِينَ لَهُ الدِّينَ: “O’nun için dini saflaştıranlar halinde Allah’a dua ettiler” demektir.

إِذَا غَشِيَهُمْ مَوْجٌ كَالظُّلَلِ دَعَوُا اللَّهَ مُخْلِصِينَ لَهُ الدِّينَ: “Onları gölgelikler gibi dalgalar sardığında O’nun için dini saflaştıranlar halinde Allah’a dua ederler” demektir. Burada dalgalar onları sardığında niçin din için yani hukuk düzeni için dua ederler? Burada hakiki mana vermeye engel karine vardır. İstiare (metafor) sanatı vardır. Gemi bir hedefe ilerlemek için içine binilen araçtır. İçinde insanlar bir aradadır. Denizdeki gemi batarsa veya uzay gemisi, uçak gibi bir gemi düşerse içindekilerin hepsi zarar görür. Gemide hedef karaya çıkmadır. Karaya çıkma hedefe ulaşmadır. Bahr güvensiz alanken berr güvenli alandır. Gemi güvensiz alandan güvenli alana gitmeyi hedefler. Bu ayetteki مُخْلِصِينَ لَهُ الدِّينَ hâldir. Allah’a dua edenlerin hâlidir. Allah’ı çağırma sıralarındaki halleri midir yoksa başka bir zamandaki halleri midir? Bunun için Arapça gramerindeki hâl konusunun incelenmesi gerekir.

Hâlin çeşitleri

Hâl sâhibu-l hâlin veya sâhibu-l hâlle ilgili başka bir varlığın durumunu açıklar. Buna göre hâl şu şekilde sınıflandırılabilir:

  1. Hâkikiyye (الْحَقِيقِيَّةُ): Doğrudan sâhibu-l hâlin durumunu açıklar.
    1. Mübeyyine (الْمُبَيِّنَةُ): Sâhibu-l hâlin cümlesinin zamanı içinde hâlin bildirdiği durum sâhibu-l hâlde bulunur. İkiye ayrılır:
      1. Müntekile (الْمُنْتَقِلَةُ): Aslolan hâlin müntekil olmasıdır. Yani sahibi için sabit bir şekle delalet etmez. Sabit şekle delalet eden sıfattır. Müntekil hâl sâhibu-l hâlin cümlesi ya da şibh-i fiilinin zamanı içindeki durumunu bildirir.
      2. Müekkide (الْمُئَكِّدَةُ): Hâlin bildirdiği durum aslında sâhibu-l hâlde geçici olan değil, sabit olan bir durumdur. Yani sahibi var oldukça hemen hemen ondan hiç ayrılmayan hâldir. Ancak sâhibu-l hâlin cümlesi ya da şibh-i fiilinin hükmü ile ilgili bir durumu ifade etmek için sanki sadece cümle ya da şibh-i fiilin zamanı ile ilgiliymiş gibi hâl olarak gelmiştir. Te’kîd içindir.
    2. Mukaddere (الْمُقَدَّرَةُ): Sâhibu-l hâlin cümlesinin zamanı içinde hâlin bildirdiği durum sâhibu-l hâlde bulunmaz.
  2. Sebebiyye (السَّبَبِيَّةُ): Sâhibu-l hâlin durumunu açıklamaz. Sâhibu-l hâlle ve cümlenin hükmüyle ilgili başka bir varlığın durumunu açıklar.

مُخْلِصِينَ لَهُ الدِّينَ hâli hakikiye mukadderedir. Yani Allah’ı çağırdıkları (dua ettikleri) sıradaki durumları değildir. Çünkü düzenin Allah’ın kuralları dışındaki kurallardan arındırılması gemideki halleri olamaz. Gelecekteki halleridir. Yani Allah’ın kuralları dışında kural kalmayacak şekilde hukuk düzenlerini ayıklayacakları sözüyle Allah’a dua etmektedirler. Bunu yapacaklarını söyleyerek karaya çıkmak için yani hedefe ulaşmak için Allah’a dua etmektedirler. Hedefe ulaşınca Allah için dini saflaştıracaklardır.

 

فَلَمَّا نَجَّاهُمْ إِلَى الْبَرِّ فَمِنْهُمْ مُقْتَصِدٌ

Onları berr’e (çıkararak) kurtardığında onlardan orta yollu olan vardır.

 

Cevap cümlesi
İsim cümlesi

Şart cümlesi
Fiil cümlesi

Atıf
harfi

Mübteda

Haber

Fâ-u
cevabiyye

Mefûlün bih GS

Fâil

Mefûlun
bih

Fiil

Şart
edatı

Mecrur

Cârr

Mecrur

Cârr

مُقْتَصِدٌ

هُمْ

مِنْ

فَ

الْبَرِّ

إِلَى

هُوَ

هُمْ

نَجَّى

لَمَّا

فَ

 

فَ: Atıf harfidir.

لَمَّا: “-dığında” demektir. Şart edatıdır. لَمَّا dört şekilde kullanılır:

  1. Zarf olur: Kendisinden sonra mazi fiil gelir ve geçmiş zaman zarfıdır. Fiilin gerçekleştiği zamanı ifade eder yani mef’ûlün fihtir.
  2. Şart edatı olur: Şart cümlesi mazi fiil cümlesidir. Cevap cümlesi diğer şart edatlarında olduğu gibidir. Ancak cevap cümlesinin başında cevap edatı olarak yalnızca fâ-u cevabiyye değil, müfacee edatı olan إِذَا da olabilir veya kâne cümlesidir. Geçmiş zamanda şartı ifade eder.
  3. Nefy (olumsuzluk) edatı olur: Bir muzâri fiili cezm eder, anlamını mâziye çevirir. Yakın geçmiş zamanda olumsuzluğu ifade eder. Ancak burada farklı olan durum hükmün her an gerçekleşebilecek olması ama sözün söylendiği ana kadar gerçekleşmemiş olmasıdır. Bu nedenle Türkçeye çevrilirken “henüz olmadı” şeklinde çevrilir.
  4. İstisna edatı olur: إِنْ olumsuzluk edatıyla başlayan cümlede istisna edatı olarak gelir.

Burada şart edatıdır. Kendisinden sonraki cümlenin başında fâ-u cevabiyye gelmiştir. Bu da bu cümlenin cevap cümlesi olduğunu لَمَّا nın da şart edatı olduğunu göstermektedir.

نَجَّى: “Kurtardı” demektir. Tef’îl bâbından üçüncü şahıs eril tekil mazi malum fiildir. Birinci bâbdan نَجَا - يَنْجُو şeklinde tehlikeli ve zararlı bir durumdan emniyetli bir hale geçmek, kurtulmak manasındadır. Birinci bâb if’âl bâbına (أَنْجَىيُنْجِي) tadiye etkisi ile gelir. Bâb değişimiyle “kurtulmak” anlamı “kurtarmak” anlamına değişir. Tef’îl bâbına geçince (نَجَّىيُنَجِّي) tadiyenin yanında teksir ve mübalağa etkisi vardır. Kurtarmada bir çokluk vardır. Tef’îl bâbında çokluk ya fiilde olur ya fâilde olur ya da mef’ûlde olur. Yani ya kurtarma fiili çok sayıda işlenecektir ya kurtarmaya gelenler çok sayıdadır ya da kurtarılacaklar çok sayıdadır. Burada çokluk fiilde veya mef’ûldedir. Kurtarma fiili çok sayıda işlenmiştir veya kurtarılanlar çok sayıdadır.

هُمْ: “Onlar” demektir. Mensub muttasıl zamirdir. Gemidekilerdir.

إِلَى: “-e” demektir. Harf-i cerdir.

الْبَرِّ: “Kara, berr” demektir. Denizin (بَحْر) zıttıdır. برر kökünden gelmiştir. Birinci bâbdan mastar olarak çevresinden daha yukarıda olmak, daha şerefli olmak manasındadır. Bu mastar manasından yukarıda olan manasında بَرّ ıstılahi olarak suyun örtmemesi ile suyun örttüğü kısımlardan daha yukarıda olan yeryüzü parçası olan “kara” anlamında camid isimdir. “Kara” anlamı terim anlamıdır. Güvenli alandır. Ulaşılan hedeftir.

نَجَّاهُمْ إِلَى الْبَرِّ: “Onları berr’e (çıkararak) kurtardı” demektir.

لَمَّا نَجَّاهُمْ إِلَى الْبَرِّ: “Onları berr’e (çıkararak) kurtardığında” demektir.

فَ: Fâ-u cevabiyyedir.

مِنْ: “-den” demektir. Harf-i cerdir.

هُمْ: “Onlar” demektir. Mecrur muttasıl zamirdir. Gemidekilerdir.

مِنْهُمْ: “Onlardan” demektir.

مُقْتَصِدٌ: “Orta yollu olan, ılımlı” demektir. قصد kökünden ifti’âl bâbından eril tekil nekre ism-i fâildir. Bir işte dengeli ve orta yollu olan manasındadır. Yolda ilerlerken yolun ortasından kenarlara sapmadan ilerlemektir. Bir işin beklenmedik sorunlar ortaya çıkmadan planlandığı gibi ilerlemesi demektir. جور kökünün zıttıdır. جَوْر mastarı kastedilen bir yönde ilerlerken yana kayarak yolundan sapmak, yolun yanında olmak manasındadır. Bu mastar manasından kayılan yanda olan manasında جَار ıstılahi olarak yanında olan olarak “komşu” anlamındadır.

وَعَلَى اللَّهِ قَصْدُ السَّبِيلِ وَمِنْهَا جَائِرٌ

Allah’ın üzerinedir yolun orta yollusu ve ondan yanda olan vardır. (Nahl 9)

مِنْهُمْ مُقْتَصِدٌ: “Onlardan orta yollu olan vardır” demektir.

لَمَّا نَجَّاهُمْ إِلَى الْبَرِّ فَمِنْهُمْ مُقْتَصِدٌ: “Onları berr’e (çıkararak) kurtardığında onlardan orta yollu olan vardır” demektir.

Burada مِنْهُمْ مُقْتَصِدٌ (onlardan orta yollu olan vardır) denmiş هُمْ مُقْتَصِدٌ (onlar orta yollu olanlardır) denmemiştir. Bunun nedeni onların hepsinin orta yollu olması değildir. Onların bir kısmı öyledir.

وَلَوْ أَنَّهُمْ أَقَامُوا التَّوْرَاةَ وَالْإِنْجِيلَ وَمَا أُنْزِلَ إِلَيْهِمْ مِنْ رَبِّهِمْ لَأَكَلُوا مِنْ فَوْقِهِمْ وَمِنْ تَحْتِ أَرْجُلِهِمْ مِنْهُمْ أُمَّةٌ مُقْتَصِدَةٌ وَكَثِيرٌ مِنْهُمْ سَاءَ مَا يَعْمَلُونَ

Onlar Tevrat’ı ve İncil’i ve rablerinden onlara indirileni doğru uygulasalardı üstlerinden ve ayaklarının altından ekl ederlerdi. Onlardan orta yollu ümmet vardır ve onlardan çok kimse, amel ettikleri ne kötüdür. (Maide 66)

Bu ayete göre orta yollu olanlarda, amelleri kötü olanlar birbirinden ayrılmışlardır.

ثُمَّ أَوْرَثْنَا الْكِتَابَ الَّذِينَ اصْطَفَيْنَا مِنْ عِبَادِنَا فَمِنْهُمْ ظَالِمٌ لِنَفْسِهِ وَمِنْهُمْ مُقْتَصِدٌ وَمِنْهُمْ سَابِقٌ بِالْخَيْرَاتِ بِإِذْنِ اللَّهِ ذَلِكَ هُوَ الْفَضْلُ الْكَبِيرُ

Sonra kitabı kullarımızdan seçtiklerimize miras bıraktık. Onlardan kendine zulmeden vardır ve onlardan orta yollu olan vardır ve onlardan Allah’ın izniyle hayırlarda yarışan vardır. O, büyük fazldır. (Fatır 32)

Bu ayette üç gruptan bahsetmektedir:

  • Kendilerine zulmedenler (Kendilerini yanlış yerde konumlandıranlar)
  • Orta yollu olanlar
  • Hayırlarda yarışanlar

Buna göre muktesid (orta yollu olan) kendini yanlış yerde konumlandırmayan ama hayırlarda da yarışmayan demektir.

Kuran’da bahr’dan berr’e çıkararak kurtarma metaforu iki yerde daha geçmektedir.

وَإِذَا مَسَّكُمُ الضُّرُّ فِي الْبَحْرِ ضَلَّ مَنْ تَدْعُونَ إِلَّا إِيَّاهُ فَلَمَّا نَجَّاكُمْ إِلَى الْبَرِّ أَعْرَضْتُمْ وَكَانَ الْإِنْسَانُ كَفُورًا

Size bahr’da bir zarar dokunduğunda O’nun dışında dua ettikleriniz kaybolur. Sizi berr’e (çıkararak) kurtardığında yüz çevirirsiniz. İnsan nankördür. (İsra 67)

Burada kurtarılanlar Allah’tan başkasına da dua etmektedirler. Kurtarıldıklarında ise yüz çevirmektedirler. Hem de Kuran ehlidirler, Kuran’ı okumaktadırlar ve bu ayetin söylendiği kimselerdir. Çünkü “siz” diye hitap edilmektedir. “Onlar” denmemektedir.

فَإِذَا رَكِبُوا فِي الْفُلْكِ دَعَوُا اللَّهَ مُخْلِصِينَ لَهُ الدِّينَ فَلَمَّا نَجَّاهُمْ إِلَى الْبَرِّ إِذَا هُمْ يُشْرِكُونَ (65) لِيَكْفُرُوا بِمَا آتَيْنَاهُمْ وَلِيَتَمَتَّعُوا فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ (66)

Gemiye bindiklerinde O’nun için dini saflaştıranlar halinde Allah’a dua ederler. Onları berr’e (çıkararak) kurtardığında hemen onlar onlara verdiğimize küfretmek için (görmezden gelmeleri için) ve metalanmaları için şirk koşarlar (ortak ederler). İleride bilecekler. (Ankebut 65-66)

Burada kurtarılanlar Allah’ın onlara verdiğini görmezden gelmek için şirk kanunları çıkarmaktadırlar. Böylece kural-kanun haline gelince artık Allah’ın kuralları, kanunları görmezden gelinmiş olacaktır.

Bunlara göre bahr’da iken, berr’e kurtarılanlar için şu sıfatlar söz konusudur:

  • Muktesid (orta yollu olan)
  • Allah’tan yüz çeviren, kefûr (Kâfirin mübalağalısı)
  • Müşrik (küfretmek için şirk koşan)

Burada bahr’ın ne olduğu, berr’in de ne olduğu önemlidir. Bahr Allah yolunda ilerlerken bulunulan güvensiz ortamdır. Tehlikeler vardır. Hedefe yani berr’e, güvenli ortama doğru gidilen ortamdır. Bu ortamda çeşitli zorluklar ortaya çıkmaktadır.

Zarar dokunmaktadır. Bir anda Allah’ın dışında dua edilen yani çağrılanlar ortadan kaybolmaktadır. Umut beslenilen vesenler, cemaatler, büyük görülen adamlar ortadan kaybolmaktadır. Sonra hedefe ulaşılmakta, iktidar olunmakta, yönetim ele geçmekte ve Allah unutulmaktadır.

Gemiye bindiklerinde demek, hedefe ulaşmak için bir araç edindiklerinde demektir ki günümüzde bu hep vesen olmaktadır. Kimsenin aklına başka bir gemi gelmemektedir. Kimsenin aklına Nuh’un gemisi gelmemektedir. Herkes vesen gemisi peşindedir. Allah için dini saflaştıracaklarına yani kuralları, kanunları yalnızca Allah’ın kuralları olacak hale getireceklerine dair dua ederler. Berr’e çıkarlar, iktidara gelirler. Vesenlerini daha güçlü kılıp iktidarda devam etmek için Allah’ın kurallarını görmezden gelmeleri gereklidir. Bunun da yolu öyle kurallar koymaktır ki Allah’ın kurallarına aykırı olsun ve ne yapalım sistem böyle, sistem bizi iktidarda ancak bu şekilde tutuyor bahanesine sığınıp şirki gerçekleştirmektir.

Lokman suresinin bu ayetine konu olanlar ise orta yollu olanlardır. Ne küfrediyorlar ne şirk kanunları üretiyorlar ne de hayırlarda yarışıyorlar. Bu nasıl olmaktadır? Bunlar da gemiye binmişler, kendilerine bir araç edinmişlerdir. Onların güneşini engelleyen karmaşık durumlarla karşılaşmaktadırlar. Bu sırada da Allah’ın dinini saflaştırmak yani kurallar yalnızca Allah’ın kuralları olacak şeklinde dua etmektedirler. Berr’e çıkmakta ama bu yönetimi ele almak şeklinde olmamaktadır. Sadece kendilerini sıkıntıya sokan durumlardan kurtulmaktadırlar. Kural koyucu değillerdir, yetkileri yoktur, bu nedenle şirk de üretememektedirler, Allah’ın dini için de çalışmamaktadırlar.

Kuran’da bahr’dan berr’e çıkarmanın üç ayetinde de berr’e çıkınca iyi amel edenler geçmemektedir. İçlerinde en iyisi orta yollu olanlardır. Bu ayette gölgelikler gerçek gölgelikler değildir. Güneşi engelleyecek seviyede güçlü sıkıntıların sıfatıdır. Dalga gerçek dalga değil, karışıklıklar demektir.

İman edenleri kurtarma ayetleri Kuran’da çoktur ama hiçbirisi bahr’dan berr’e kurtarma şeklinde değildir. Bahr tehlikelerle dolu yoldur. Stabil olmayan, güvensiz yoldur. İman edenler bu yolu tercih etmezler. Vesenlerin çoğunluk demokrasisi bahr’ı içinde hedefe ulaşmayı istemezler. Onlar tebliğ yolunu seçerler. Onlar da sıkıntılara düşerler. Nuh’u, Hud’u, Salih’i, Şuayb’ı, İsrail Oğullarını, Lut’u, iman edenleri, İbrahim’i, Yunus’u, Musa ve Harun’u aynı fiille (نَجَّيْنَا) kurtarma ifadesi geçmektedir. Bu kurtarmalar bahr’dan berr’e doğru değildir. Bu peygamberlerin hiçbirisi yönetimi eline geçirmemişlerdir. Zaten bunu talep de etmemişlerdir. Bahr yolunu tercih etme yönetimi eline geçirme yolunu tercih etmedir. Yönetimi ele geçirelim, zorlu yollar içinde, çoğunluk demokrasisi içinde yönetimi ele alalım demektir. Bu sıkıntılı bahr içindeyken “Allah için O’nun dinini saflaştıranlar olacağız” diye dua edenleri de vardır. Hiçbirisi iktidarı ele geçirince bunu yapmayacaklardır. Bu ayetler bize bunu anlatmaktadır. Çünkü yol yanlıştır. Allah’ın sebili değildir. Allah’ın sebili Allah’ın kabul ettiği metotları kullanarak ilerlemektir. Allah’ın yöntemlerini araç edinmektir. Bahr yolunu seçerek iktidarı hedefleyenlerin en iyisi iktidara gelemeyip orta yollu olanlardır. İktidara gelenlerin yapacakları şey ise ya İsra suresinde söylendiği gibi Allah’ın ayetleri ile ilgilenmemek ya da Ankebut suresinde söylenildiği gibi küfretmek için şirk kuralları üretmekten öteye gitmemek olacaktır.

 

 

وَمَا يَجْحَدُ بِآيَاتِنَا إِلَّا كُلُّ خَتَّارٍ كَفُورٍ

Ayetlerimizi yalnızca her vefasız nankör önemsizleştirir.

 

Fiil cümlesi

Vâv-u isti’nâfiye

Fâil

Mefûlün bih GS

Fiil

Olumsuzluk
edatı

Müstesna

İstisna
edatı

Müstesna
minh

Mecrur

Cârr

Muzâfun ileyh

Muzâf

Muzâfun
ileyh

Muzâf

Sıfat

Mevsûf

كَفُورٍ

خَتَّارٍ

كُلُّ

إِلَّا

أَحَدٌ

نَا

آيَاتِ

بِ

يَجْحَدُ

مَا

وَ

 

وَ: Vâv-u isti’nâfiyyedir.

مَا: “Değil” demektir. Olumsuzluk edatıdır.

يَجْحَدُ: “Önemsizleştirir” demektir. Üçüncü şahıs eril tekil merfu muzari malum fiildir. جayak demektir. Suya giderken insanların ve hayvanların üzerinde gittikleri hattı ifade eder. د harfi ise kapı manasındadır ve kapının ileri ve geri hareketinden dolayı bu yolun iki yönlü kullanılmasını ifade eder. İkisi bir arada (جد) her şeyin içindeki çizgileri ve kenarını ifade eder. Hat çekmek, sınır çizmek, yol kesmek anlamındadır. ح sınırlı hareket demektir. جحد hat çizerek yeni (جَدِيد) bir parça ayırarak, eski parçayı (جَدّ) azaltmak manasındadır. Somut olarak bir şeyin olması gereken miktarını azaltmaya çabalamak anlamındadır. Soyut olarak doğruluğu kesin olan kavramların doğruluğunu azaltmaya çabalama, önemini azaltmaya çabalama, önemsizleştirme anlamına gelmektedir.

بِ: “-i” demektir. Harf-i cerdir. يَجْحَدُ fiili mef’ûlünü bu fiille alır. Bu fiilden sonra gelen önemsizleştirilendir.

آيَاتِ: “Ayetler” demektir. Tekili آيَة dir. Ayet “gösterge” demektir. ءيي kökünden gelmiştir. Dördüncü bâbdan mastar olarak bir kimse ya da bir şey hakkında onun bilinmesini sağlayacak bir işaret koymak manasındadır. Bu mastar manasından konulan işaret manasında آيَةٌ “gösterge” anlamında isimdir.

نَا: “Biz” demektir. Mecrur muttasıl zamirdir.

آيَاتِنَا: “Ayetlerimiz” demektir.

إِلَّا: İstisna edatıdır.

كُلُّ: “Hepsi” demektir. Mutlaka izafetle gelir ve her zaman muzaf olur. Muzafun ileyhi nekre gelirse muzafun ileyhinden olan her şeyi kapsar, marife gelirse muzafun ileyhinin tamamı anlamına gelir. كُلُّ كِتَابٍ derseniz “her kitap” anlamına gelir. كُلُّ الْكِتَابِ derseniz “kitabın tamamı” anlamına gelir. كُلُّ nün muzafun ileyhi hazf edilirse yani cümlede söylenmezse كُلٌّ, كُلًّا, كُلٍّ şeklinde tenvinle gelir. Böyle tenvinlere ivaz tenvini denir. Bu tenvinin yerine hazf edilen kelimenin takdir edilmesi gerekir.

خَتَّارٍ: “Hain, sadakatsız, vefasız” demektir. ختر kökünden mübalağalı ism-i fâildir. İyilik ve hayır içerikli bir eylemi, nankörlük ve kötülükle karşılayan ya da zarar verici bir eylemle yanıtlayan demektir.

كَفُورٍ: “Nankör” demektir. كفر kökünden birinci bâbdan mübalağalı ism-i fâildir. İyiliğin üstünü kapatıp onu görmezden gelmekten dolayı nankörlük etmek manasına gelmiştir.

كُلُّ خَتَّارٍ كَفُورٍ: “Her vefasız nankör” demektir. كَفُورٍ iyiliği görmezden gelen iken خَتَّارٍ iyiliğe kötü fiille karşılık verendir. İki sıfat aynı kişide toplanmıştır.

إِلَّا كُلُّ خَتَّارٍ كَفُورٍ: “Yalnızca her vefasız nankör” demektir.

مَا يَجْحَدُ بِآيَاتِنَا إِلَّا كُلُّ خَتَّارٍ كَفُورٍ: “Ayetlerimizi yalnızca her vefasız nankör önemsizleştirir” demektir.

Burada istisna vardır. İstisnanın üç öğesi vardır:

  1. Müstesna minh (المستثنى منه): Kendisinden istisna edilen öğedir. Kendisinden bir kısım istisna edileceğinden ya çoğul olmalı ya da parçaları bulunan tekil olmalıdır (sayfaları olan kitap gibi) ya da genel anlamlı (kimse gibi) olmalıdır.
  2. Müstesna (المستثنى): İstisna edilen öğedir.
  3. İstisna edatı (أداة الاستثناء): Müstesnanın oluşumu için gerekli olan edattır.

Müstesna minhin zikredilip hazf edilmesine göre istisna ikiye ayrılır:

  1. Tam istisna (الاستثناء التامة): Cümlede müstesna minh varsa yani hazf edilmemişse tam istisna denir. Müstesna minh hazf edilip de sıfatı veya hâli zikredilse de tam istisnadır.
  2. Müferrağ istisna (الاستثناء المفرغ): Cümlede müstesna minh hazf edilmişse “boş” anlamında müferrağ istisna ya da nakıs istisna (الاستثناء الناقصة) denir.

İstisna müferrağ ise müstesna hazf edilen yani söylenmeyen müstesna minhin irabından gelir. Burada da müstesna olan كُلُّ خَتَّارٍ كَفُورٍ merfu gelmiştir (Mensub olsaydı كُلَّ خَتَّارٍ كَفُورٍ olurdu). Merfu geliş fâil olduğunu göstermekte ve fâilden istisna edildiği anlaşılmaktadır. Bu ayette müstesna minh zikredilmemiştir. Bu nedenle müferrağ istisna vardır. أَحَدٌ (kimse, birisi) kelimesini takdir ediyoruz. مَا يَجْحَدُ بِآيَاتِنَا أَحَدٌ إِلَّا كُلُّ خَتَّارٍ كَفُورٍ şeklinde bir takdirdir. أَحَدٌ إِلَّا كُلُّ خَتَّارٍ كَفُورٍ “her vefasız nankörden başka kimse” demektir.

Bu durumda sadece vefasız nankörler mi ayetleri önemsizleştirmektedir? Ankebut suresine baktığımızda bunun böyle olmadığını görmekteyiz.

مَا يَجْحَدُ بِآيَاتِنَا إِلَّا الْكَافِرُونَ

Ayetlerimizi kâfirlerden başkası önemsizleştirmez. (Ankebut 47)

مَا يَجْحَدُ بِآيَاتِنَا إِلَّا الظَّالِمُونَ

Ayetlerimizi zalimlerden başkası önemsizleştirmez. (Ankebut 49)

Bu nedenle Kuran’dan içtihat yapmak için gramer kurallarının ve meani ilminin iyi bilinmesi gerekmektedir.

İstisna edatları ile kasr yapılmaktadır. Kasr bir şeyi başka bir şeye özel bir yolla tahsis etmektir.

Kasrın öğeleri: Her kasrın olması gerekli olan iki öğesi vardır:

Maksur (الْمَقْصُورُ): Tahsis edilen öğedir.

Maksurun aleyh (الْمَقْصُورُ عَلَيْهِ): Kendisine tahsisin yapıldığı öğedir.

Kasr temelde إِلَّا, إِنَّمَا gibi istisna edatları ile yapılır. Gerçeklik açısından kasr iki şekilde olur:

  1. Hakiki kasr (الْقَصْرُ الْحَقِيقِي): Bu kasrda gerçekte maksur sadece maksurun aleyhe aittir. Başka kimseye ait olma durumu yoktur. Örneğin: “İlah yalnızca Allah’tır.” cümlesinde maksur ilah lafzı, maksurun aleyh Allah lafzıdır. İlahlık sıfatı gerçekte yalnızca Allah’a aittir ve böylece kasr hakiki olmuştur.
  2. İzafi kasr (الْقَصْرُ الإِضَافِي): Mecazi ya da gayri hakiki kasr da denir. Bu tür kasrda maksurun aleyhe kendi dışındaki varlıklara değil de sadece tek bir şeye nispetle herhangi bir vasfın tahsis edilmesi durumu vardır. Örneğin: “Hasan yalnızca doktordur.” cümlesinde maksur Hasan, maksurun aleyh doktorluktur. Hasan burada sadece doktorluğa tahsis edilmiş değildir. Başka özellikleri ve sıfatları vardır. Burada kastedilen başka şeylere nispetle doktorluğa tahsis edilmesidir.

 

İşte bu ayette maksurun aleyh olan “önemsizleştirme” maksur olan vefasız nankörlere izafi kasr ile kasr edilmiştir. Ankebut suresinde de kafirler ve zalimler için söylenilen kasr da bu şekilde izafi kasrdır.

Buradaki kasr bir önceki ayette “her sabredici şükredici” (كُلِّ صَبَّارٍ شَكُورٍ) ye nispetle yapılan kasrdır. Yani “sabredici şükrediciler ve vefasız nankörler” içinden yalnızca vefasız nankörler ayetlerimizi önemsizleştirmektedirler. Bu kasr ile sabredici şükredicilerin ayetleri önemsizleştirmediğini anlamaktayız.

Vefasız nankörlere Allah iyilik yapmıştır. Onlarsa Allah’ın ayetlerini önemsizleştirmişlerdir. Bunun günümüzde en kolay yollarından biri Allah’ın ayetlerini hayatın dışına atmaktır. Ayetleri namazlarda okumak, ölü arkalarından okumak, vesenlerin toplantılarının başlangıcında ve bitişinde yanık seslerle tilavet etmek ama uygulamamaktır.

Burada olumsuzluk edatı مَا olup fiil de muzaridir (يَجْحَدُ). Bu durum şimdiki zamanın olumsuzluğudur. Ayetin bu cümlesi şimdiki zamanı anlatmaktadır. Peygamber ve çevresindekiler okuduğu zaman onların zamanını, biz okuduğumuz zaman bizim zamanımızı ilgilendirir.

Allah’ın ayetlerini önemsizleştirmek çok tehlikelidir. Gelenekleri, kültürel etkileri, geçmişten gelen sistemi önemli kılıp Allah’ın ayetlerini ikinci plana attığınızda bu ayetin muhatabı olmuş olursunuz. “Ayet böyle diyor ama günümüzde…” şeklinde başlayan bütün cümleler Allah’ın ayetlerini önemsizleştirmektir. “Hele bir iktidarı ele geçirelim sonra gerekeni yaparız” demek de Allah’ın ayetlerini önemsizleştirmektir. İlk andan itibaren şartlar ne olursa olsun programlarını açıklamaları, programlarının, projelerinin Allah’ın ayetlerine dayandığını söylemeleri ve göstermeleri gerekir.

الَّذِينَ اتَّخَذُوا دِينَهُمْ لَهْوًا وَلَعِبًا وَغَرَّتْهُمُ الْحَيَاةُ الدُّنْيَا فَالْيَوْمَ نَنْسَاهُمْ كَمَا نَسُوا لِقَاءَ يَوْمِهِمْ هَذَا وَمَا كَانُوا بِآيَاتِنَا يَجْحَدُونَ

Dinlerini eğlence ve oyun edinen ve dünya hayatının onları aldattığı kimseler, o gün biz onları onların bu günüyle karşılaşmayı unutmaları ve ayetlerimizi önemsizleştiriyor olmaları gibi unutacağız. (Araf 51)

Bu ayette önemsizleştirme unutmaya benzetilmiştir. Önemsizleştirme unutmama ama unutmuş gibi olmadır. Allah’ın ayetlerini gayet iyi bilmektedirler. Dinlerini yani düzenlerini de oyun ve eğlenceye çevirmişlerdir. Bu ayette Allah’ın dini denmemiş, onların dini denmiştir. Bu topluluk öyle bir düzen içindedir ki bu düzen oyun ve eğlence haline gelmiştir ve dünya hayatını bitmiyor zannetmektedirler. Bugün bakın dünyadaki düzene, çoğunluk demokrasisi iktidar olma oyunudur. İktidar olmak için oyunlar oynanmakta düzen bir nevi oyun ve eğlence haline gelmektedir.

فَأَمَّا عَادٌ فَاسْتَكْبَرُوا فِي الْأَرْضِ بِغَيْرِ الْحَقِّ وَقَالُوا مَنْ أَشَدُّ مِنَّا قُوَّةً أَوَلَمْ يَرَوْا أَنَّ اللَّهَ الَّذِي خَلَقَهُمْ هُوَ أَشَدُّ مِنْهُمْ قُوَّةً وَكَانُوا بِآيَاتِنَا يَجْحَدُونَ

Âd’a gelince, yerde haksız yere kibirlendiler ve “kim bizden daha kuvvetlidir?” dediler. Onları yaratan Allah’ın onlardan daha kuvvetli olduğunu görmediler mi? Onlar ayetlerimizi önemsizleştiriyorlardı. (Fussilet 15)

Âd kavmi Akad imparatorluğudur. Dünyanın ilk imparatorluğudur. Çok güçlenmişlerdir ve Allah’ın ayetlerini önemsizleştirmişler, Hûd Peygamberin uyardığı azapla dalga geçmişlerdir. Sonunda tüm Mezopotamya’yı kaplayan, çağının en şaşalı, İrem gibi müthiş bir şehrin sahibi, güçlü, yenilmez Akadlar üstlerine gönderilen bulutu görünce yağmur sanıp sevinmişlerdir. Üzerlerine toz yağmış, yıldırım fırtınaları ile tüm imparatorluk yerle bir olmuştur. 300 yıl o bölgede kuraklık nedeniyle kimse yaşayamamıştır. Günümüz Batı dünyası Âd kavmi gibidir, Lût kavmi gibidir. Tıpkı o kavimler gibi kibirlenmektedirler. Eğer düzelmezlerse ki pek görünmüyor, sonları da çok kötü olacaktır. Allah’ın ayetlerini önemsizleştirmek çok tehlikelidir.

فَلَمَّا جَاءَتْهُمْ آيَاتُنَا مُبْصِرَةً قَالُوا هَذَا سِحْرٌ مُبِينٌ وَجَحَدُوا بِهَا وَاسْتَيْقَنَتْهَا أَنْفُسُهُمْ ظُلْمًا وَعُلُوًّا

Gösteren ayetlerimiz onlara gelince “bu açık bir sihirdir” dediler ve onlara kendileri kesin inandıkları halde zulüm ve üstünlükle onları önemsizleştirdiler. (Neml 13-14)

Firavun ve kavmine dokuz ayet gelmiştir. Bu ayetleri çok iyi anlamışlar ve buna rağmen önemsizleştirmişlerdir. Günümüzde de durum budur. Ayetleri söylersiniz, bu ayetlere göre amel et dersiniz ama kimse ayetlere önem vermez. Onlar geleneklere, kültüre, bulundukları topluluğun genel kabullerine bakarlar. Herkes çoğunluk sistemine alışmış ve kabul etmiştir. Ancak Kuran bunun yanlış olduğunu ayetlerle göstermektedir. Alışkanlıklar ve genel kabul nedeniyle insanlar başarının çoğunluk sisteminde iktidara gelen bir kurtarıcı ile olacağını düşünüp ayetleri önemsiz kılmaktadırlar.

Cihad ve cuhudun kökü arasında sadece bir harf farklıdır. Cihad’ın kökü جهد iken cuhudun kökü جحد dir. Allah’ın izin vermediği yollar içinde çabalarsanız, o yollar içinde kurtarıcıların peşinde koşarsanız Allah’ın ayetlerini önemsizleştirmiş olur ve cihad yapacağım derken cuhud yapmış olursunuz. Mücahid (مُجَاهِد) olacağım derken cahıd (جَاحِد) olursunuz.

 

 

Teşvikiye, Yalova

9 Kasım 2024

M. Lütfi Hocaoğlu

 






Son Eklenen Seminerler
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1266
Lokman Suresi Tefsiri 33. Ayet
16.11.2024 22 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1265
Lokman Suresi Tefsiri 32. Ayet
9.11.2024 66 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1264
Lokman Suresi Tefsiri 31. Ayet
26.10.2024 98 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1263
Lokman Suresi Tefsiri 30. Ayet
12.10.2024 130 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1262
Lokman Suresi Tefsiri 29. Ayet
5.10.2024 147 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1261
Lokman Suresi Tefsiri 28. Ayet
7.09.2024 174 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1260
Lokman Suresi Tefsiri 27. Ayet
31.08.2024 168 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1259
Lokman Suresi Tefsiri 25-26. Ayetler
24.08.2024 184 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1258
Lokman Suresi Tefsiri 24. Ayet
17.08.2024 167 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1257
Lokman Suresi Tefsiri 23. Ayet
3.08.2024 195 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1256
Lokman Suresi Tefsiri 22. Ayet
27.07.2024 192 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1255
Lokman Suresi Tefsiri 21. Ayet
20.07.2024 188 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1254
Lokman Suresi Tefsiri 20. Ayet
13.07.2024 204 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1253
Lokman Suresi Tefsiri 19. Ayet
29.06.2024 196 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1252
Lokman Suresi Tefsiri 18. Ayet
22.06.2024 210 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1251
Lokman Suresi Tefsiri 17. Ayet
25.05.2024 264 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1250
Lokman Suresi Tefsiri 16. Ayet
18.05.2024 274 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1249
Lokman Suresi Tefsiri 15. Ayet
11.05.2024 255 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1248
Lokman Suresi Tefsiri 14. Ayet
20.04.2024 348 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1247
Lokman Suresi Tefsiri 13. Ayet
13.04.2024 394 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1246
Lokman Suresi Tefsiri 12. Ayet
6.04.2024 327 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1245
Lokman Suresi Tefsiri 11. Ayet
30.03.2024 377 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1244
Lokman Suresi Tefsiri 10. Ayet
16.03.2024 321 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1243
Lokman Suresi Tefsiri 8-9. Ayetler
9.03.2024 304 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1242
Lokman Suresi Tefsiri 7. Ayet
24.02.2024 333 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1241
Lokman Suresi Tefsiri 6. Ayet
17.02.2024 283 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1240
Lokman Suresi Tefsiri 1-5. Ayetler
10.02.2024 442 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1239
Rum Suresi Tefsiri 60. Ayet
27.01.2024 368 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1238
Rum Suresi Tefsiri 59. Ayet
20.01.2024 347 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1237
Rum Suresi Tefsiri 58. Ayet
6.01.2024 378 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1236
Rum Suresi Tefsiri 57. Ayet
30.12.2023 383 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1235
Rum Suresi Tefsiri 56. Ayet
16.12.2023 457 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1234
Rum Suresi Tefsiri 55. Ayet
25.11.2023 460 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1233
Rum Suresi Tefsiri 54. Ayet
11.11.2023 483 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1232
Rum Suresi Tefsiri 53. Ayet
4.11.2023 406 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1231
Rum Suresi Tefsiri 51-52. Ayetler
21.10.2023 478 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1230
Rum Suresi Tefsiri 50. Ayet
14.10.2023 440 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1229
Rum Suresi Tefsiri 48-49. Ayetler
30.09.2023 441 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1228
Rum Suresi Tefsiri 47. Ayet
16.09.2023 462 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1227
Rum Suresi Tefsiri 46. Ayet
9.09.2023 565 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1226
Rum Suresi Tefsiri 44-45. Ayetler
2.09.2023 416 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1225
Rum Suresi Tefsiri 43. Ayet
19.08.2023 438 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1224
Rum Suresi Tefsiri 42. Ayet
12.08.2023 473 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1223
Rum Suresi Tefsiri 41. Ayet
5.08.2023 502 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1222
Rum Suresi Tefsiri 40. Ayet
29.07.2023 427 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1221
Rum Suresi Tefsiri 39. Ayet
22.07.2023 442 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1220
Rum Suresi Tefsiri 38. Ayet
15.07.2023 408 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1219
Rum Suresi Tefsiri 37. Ayet
17.06.2023 406 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1218
Rum Suresi Tefsiri 36. Ayet
3.06.2023 457 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1217
Rum Suresi Tefsiri 35. Ayet
27.05.2023 454 Okunma


© 2024 - Akevler