CİN SÛRESİ - 6. Hafta
أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
وَأَنَّهُمْ ظَنُّوا كَمَا ظَنَنْتُمْ أَنْ لَنْ يَبْعَثَ اللَّهُ أَحَدًا (7)
Ve kesinlikle onların Allah’ın asla hiç kimseyi baas etmeyeceğini zannetmeniz gibi zannetmeleri … (7)
Ma'tûf | Atıf harfi |
Haberi Fiil cümlesi | İsmi | Enne |
Mefûlun mutlak | Fâil | Fiil |
Sıfat Naib-i mef'ûlü mutlak | Mevsûf |
Mecrur | Cârr |
Sıla cümlesi Mensuh fiil cümlesi | Harf-i mevsûl |
İki mef'ûlun bih | Fâil | Nâsih Fiil |
Haberi Fiil cümlesi | İsmi İş zamiri | Enne |
Mefûlun bih | Fâil | Fiil | Olumsuzluk edatı |
أَحَدًا | اللَّهُ | يَبْعَثَ | لَنْ | هُ | أَنْ | ت | ظَنَنْتُمْ | مَا | كَ | ظَنًّا | و | ظَنُّوا | هُمْ | أَنَّ | وَ |
وَ: “Ve” demektir. Atıf harfidir. Önceki ayetteki أَنَّهُ كَانَ رِجَالٌ مِنَ الْإِنْسِ يَعُوذُونَ بِرِجَالٍ مِنَ الْجِنِّ فَزَادُوهُمْ رَهَقًا mastarına أَنَّهُمْ ظَنُّوا كَمَا ظَنَنْتُمْ أَنْ لَنْ يَبْعَثَ اللَّهُ أَحَدًا mastarını atfetmektedir.
أَنَّ: “Kesinlikle -mek, -mak” demektir. Huruf-u müşebbehe bi-l fiildendir. أَنَّ harfi إِنَّ gibi te’kîd bildirir. Farkı أَنَّ nin mastar olmasıdır.
هُمْ: “Onlar” demektir. Üçüncü şahıs eril çoğul mensub muttasıl zamirdir.
ظَنُّوا: “Zannettiler” demektir. ظنن kökünden birinci bâbdan üçüncü çoğul şahıs mazi malum fiildir. Birisi, bir iş, bir şey hakkında sağlam olmayan, ihtimali olarak aklen bir hükme varmak manasındadır.
Bir bilginin doğruluğu veya yanlışlığı ile ilgili zan’ı da içeren Kuran’da dört kök vardır: حسب, شك, ظن, يقن. Bir bilgiye sahipsiniz ve bu bilginin doğruluğu-yanlışlığı ile sizin bu konudaki görüşünüzün durumu bu dört kökle ifade edilebilir:
Bilgi | Senin görüşün | Sonuç |
Doğru | Doğru diyorsun ve kesin eminsin | يقن |
Doğru | Yanlış diyorsun ve kesin emin değilsin | حسب |
Doğru | Doğru olduğunu düşünüyorsun ama kesin değil | ظن |
Doğru | Yanlış olduğunu düşünüyorsun ama kesin değil | ظن |
Doğru | Doğru-yanlış arasındasın | شك |
Yanlış | Doğru-yanlış arasındasın | شك |
Yanlış | Yanlış olduğunu düşünüyorsun ama kesin değil | ظن |
Yanlış | Doğru olduğunu düşünüyorsun ama kesin değil | ظن |
Yanlış | Doğru diyorsun ve kesin emin değilsin | حسب |
Yanlış | Yanlış diyorsun ve kesin eminsin | يقن |

كَ: “Gibi” demektir. Harf-i cerdir.
مَا: “-me, -ma” demektir. Harf-i mevsuldür. Mastar harfidir. Sıla cümlesi ظَنَنْتُمْ أَنْ لَنْ يَبْعَثَ اللَّهُ أَحَدًا dır.
ظَنَنْتُمْ: “Zannettiniz” demektir. ظنن kökünden birinci bâbdan ikinci çoğul şahıs mazi malum fiildir.
أَنْ: “Kesinlikle -mek, -mak” demektir. Huruf-u müşebbehe bi-l fiildendir. Muhaffef Enne’dir. Harf-i mevsul olan أَنْ değildir. أَنَّ nin daha az te’kîdli halidir.
Muhaffef Enne ile أَنْ ayırımı:
Enne tahfif edilince ismi mahzuf iş zamiri (şan zamiri olan هُ) olur. Haberi de isim veya fiil cümlesi olur. Muhaffef ennenin haberi içinde lâmul fârika olmayabilir.
Aşağıdaki durumlarda da muhaffef enne harf-i mevsul olan أَنْ den ayrılabilir.
Bir cümlede أَنْ den sonra şu durumlar varsa bu harf-i mevsûl olan أَنْ değil, muhaffef Enne’dir:
- İsim cümlesi ise
- Camid fiille (لَيْسَ, عَسَى gibi) başlayan cümle ise
- Harfle (cinsini nefyeden Lâ gibi) başlayan mensuh isim cümlesi ise
- سَ , سَوْفَ , قَدْ , لَنْ , لَمْ gibi harflerle başlayan fiil cümlesi ise
- لَا olumsuzluk edatı ile başlayan merfu muzari fiil cümlesi ise
Muhaffef Enne’nin ismi mahzuf şan zamiri, muhaffef Enne’den sonra gelen cümlede muhaffef Enne’nin haberi olur.
Burada da أَنْ den sonra لَنْ harfliyle başlayan fiil cümlesi geldiği için muhaffef Ennedir.
لَنْ: “Asla …mayacak” demektir. Olumsuzluk edatıdır. Gelecek zamanda te’kîdli bir şekilde mutlak olumsuzluk ifade eder. Kendisinden sonra gelen muzari fiili nasb eder.
يَبْعَثَ: “Baas eder” demektir. بعث kökünden üçüncü bâbdan üçüncü şahıs eril tekil mensub muzari malum fiildir. لَنْ ile nasb olmuştur. Sakin durumdaki birini bir etkinlik için, bir iş için hareketli hale geçirmek manasındadır.
كَانَ النَّاسُ أُمَّةً وَاحِدَةً فَبَعَثَ اللَّهُ النَّبِيِّينَ مُبَشِّرِينَ وَمُنْذِرِينَ
İnsanlar tek ümmetti de Allah müjdeleyen ve uyaran nebiler baas etti. (Bakara 213)
Burada görevli olmayan haldeki nebilerin görevli olarak gönderildikleri ifade edilmektedir.
فَبَعَثَ اللَّهُ غُرَابًا يَبْحَثُ فِي الْأَرْضِ لِيُرِيَهُ كَيْفَ يُوَارِي سَوْءَةَ أَخِيهِ
Allah ona kardeşinin sevetini nasıl saklayacağını göstermek için yerde eşen bir kargayı baas etti. (Maide 31)
Bu ayette karga görevli olarak gönderilmiştir.
ثُمَّ بَعَثْنَا مِنْ بَعْدِهِمْ مُوسَى بِآيَاتِنَا إِلَى فِرْعَوْنَ وَمَلَئِهِ
Sonra onlardan sonrasında Musa’yı ayetlerimizle Firavun ve ileri gelenlerine baas ettik. (Araf 103)
Bu ayette Musa görevli gönderilmiştir.
وَقَالَ لَهُمْ نَبِيُّهُمْ إِنَّ اللَّهَ قَدْ بَعَثَ لَكُمْ طَالُوتَ مَلِكًا
Nebileri onlara “Kesinlikle Allah size Talut’u melik baas etti.” dedi. (Bakara 247)
İsrailoğulları nebilerinden kendileri için bir melik baas etmesini istiyorlar. Nebileri de Allah’ın Talut’u melik olarak baas ettiğini söylüyor. Talut melik olarak görevlendiriliyor.
وَإِنْ خِفْتُمْ شِقَاقَ بَيْنِهِمَا فَابْعَثُوا حَكَمًا مِنْ أَهْلِهِ وَحَكَمًا مِنْ أَهْلِهَا
İkisinin ayrılığından korkarsanız onun (erkeğin) ehlinden bir hakem ve onun (kadının) ehlinden bir hakem baas edin. (Nisa 35)
Bu ayette hakem görevlendirmesi de baas ile ifade edilmiştir.
وَلَقَدْ بَعَثْنَا فِي كُلِّ أُمَّةٍ رَسُولًا أَنِ اعْبُدُوا اللَّهَ وَاجْتَنِبُوا الطَّاغُوتَ
Yemin olsun, her ümmetin içine Allah’a ibadet edin ve Tağut’tan kaçının diye bir resul baas ettik. (Nahl 36)
Bu ayette her ümmet için bir resulün görevlendirildiği ifade edilmiştir.
Baas kelimesinin “görevli gönderme, görevlendirme” anlamı bu ayetlerde görülmektedir. Türkçede de milletvekiline eskiden mebus denmesinin sebebi budur.
Baas yevminde ise insanlar öldükleri yer ve zamandan dirilirler. Öldükleri yerde ve zamanda kalanlar oradan hareketli hale geçirilmektedirler. Hesap verecekleri yere götürülürler.
أَوْ كَالَّذِي مَرَّ عَلَى قَرْيَةٍ وَهِيَ خَاوِيَةٌ عَلَى عُرُوشِهَا قَالَ أَنَّى يُحْيِي هَذِهِ اللَّهُ بَعْدَ مَوْتِهَا فَأَمَاتَهُ اللَّهُ مِائَةَ عَامٍ ثُمَّ بَعَثَهُ قَالَ كَمْ لَبِثْتَ قَالَ لَبِثْتُ يَوْمًا أَوْ بَعْضَ يَوْمٍ قَالَ بَلْ لَبِثْتَ مِائَةَ عَامٍ
Veya arşları çökmüş halde olan kasabaya uğrayan gibi. “Allah ölümünden sonra bunu (karyeyi) nasıl diriltecek” dedi. Allah onu 100 yıl öldürdü sonra onu baas etti. “Ne kadar kaldın?” dedi. “Bir gün veya bir günün bir kısmı” dedi. “Hayır, 100 yıl kaldın” dedi. (Bakara 259)
Bu ayette 100 yıl ölü kalan kimse baas edilmektedir. 100 yıl hareketsiz kalmakta ve sonra baas edilmektedir. Bu ayette baas ölümden sonraki dirilmeyi takip eden dönemi ifade etmektedir. Aslında hareketsiz halde kalan birisinin hareketli hale getirilmesidir. Bu nedenle ölümden sonraki dirilme baastır.
Baas edilenler aynı bedenlerinde dirilirler ve aynı bedenle kaldıkları yerden devam ederler. Adeta bir gecelik bir uykudan uyanırlar. Geçen süre milyon yıl bile olsa onlara bir gece gibi gelir.
فَالْتَقَمَهُ الْحُوتُ وَهُوَ مُلِيمٌ (142) فَلَوْلَا أَنَّهُ كَانَ مِنَ الْمُسَبِّحِينَ (143) لَلَبِثَ فِي بَطْنِهِ إِلَى يَوْمِ يُبْعَثُونَ (144)
Kınar halde iken balık onu lokmaladı. Eğer o tesbih edenlerden olmasaydı baas edildikleri güne kadar onun karnında kalacaktı. (Saffat 142-144)
Bu ayetlerde Yunus Peygamberin balığın karnında baas gününe kadar kalması demek o zamanda ölüp baas gününde ruhun balığın karnında olduğu o zamandaki bedenine bağlanması demektir. Balığın karnında ölseydi öldüğü zamandaki bedeni arz içinde olacaktı ve o arzdan çağrılmış olacaktı. Suyun içinde dirilecek ve baas edilecekti. Aksi halde balığın baas gününe kadar yaşaması ve Yunus Peygamberin de orada çürümeden, bozulmadan kalması gereklidir. Arz içinde öldüğümüz zamanki bedenimizin kaldığı yer ve zamana Kuran’da مَرْقَد demektedir. مَرْقَد ism-i zaman ve mekândır. رقد kökündendir. Durgunluğu, hareketsizliği ifade eder. مَرْقَد donuk kalınan yer veya zaman anlamındadır.
يَاوَيْلَنَا مَنْ بَعَثَنَا مِنْ مَرْقَدِنَا
Vay bize, kim bizi merkadımızdan baas etti. (Yasin 52)
Bu ayette ölmenin gerçekleştiği kuantum uzayı içindeki arz uzayındaki merkaddan baas edilme anlatılmaktadır. Bu nedenle bir insan ister yanarak ölsün ister cesedi yakılsın ister mezarda çürüsün ister suda sabunlaşsın isterse yer üstünde toz olsun, arz yani gerçekleşen uzay içinde ölmeden hemen önceki merkadından baas edileceği için herkes hangi yaşta öldüyse o bedenle baas edilecektir. Bedensel değişimler bundan sonra olacaktır. Mezarda yapılacağı iddia edilen sorgular, kabir azabı gibi olaylar gerçek değildir. Mezar başında Allah’ın dininde yeri olmayan ruhban sınıfının ölüyü sorguya hazırlamak için yaptıkları telkinler dayanaktan yoksundur. Mezara gömülmeyen, cesedi yanarak kül haline getirilenler öne sürüldüğü anda zaten kabir azabı da mezar içindeki münker nekir sorgusu masalı da anında çürümektedir.
Bütün insanlar ölecek ve zamansızlık içine girecekler. Zaman ilerlerken insanlar zamansızlık içinde kalacaklar. Bu dönemde hiçbir şey hissetmeyecekler, hiçbir şey duymayacaklar, hiçbir azap da çekmeyeceklerdir. Baas yevmi gelecek, öldükleri zamandaki yer olan merkadda dirilip sorgulanacakları yere götürüleceklerdir.
لَنْ يَبْعَثَ: “Asla baas etmeyecek” demektir.
اللَّهُ: “Allah” demektir. Alemlerin rabbinin özel ismidir.
أَحَدًا: “Bir, birisi” demektir. وحد kökünden gelmiştir. İkinci bâbdan حِدَةٌ mastarı “bir olmak” manasındadır. Bu mastar manasından أَحَدٌ “bir” anlamında isimdir. Ancak isim tamlamasında kullanıldığı zaman “bir” manasında iken tamlama olmadan kullanıldığında “birisi” anlamındadır. Yanında kimse olmayan, yalnız başına olan kimse anlamındadır. Erildir. Dişil karşılığı إِحْدَى dır.
İbdal olmuş, vâv harfi hemzeye dönüşmüştür.
لَنْ يَبْعَثَ اللَّهُ أَحَدًا: “Allah asla hiç kimseyi baas etmeyecek” demektir.
أَنْ لَنْ يَبْعَثَ اللَّهُ أَحَدًا: “Allah’ın asla hiç kimseyi baas etmeyecek olması” demektir.
ظَنَنْتُمْ أَنْ لَنْ يَبْعَثَ اللَّهُ أَحَدًا: “Allah’ın asla hiç kimseyi baas etmeyeceğini zannettiniz” demektir.
مَا ظَنَنْتُمْ أَنْ لَنْ يَبْعَثَ اللَّهُ أَحَدًا: “Allah’ın asla hiç kimseyi baas etmeyeceğini zannetmeniz” demektir.
كَمَا ظَنَنْتُمْ أَنْ لَنْ يَبْعَثَ اللَّهُ أَحَدًا: “Allah’ın asla hiç kimseyi baas etmeyeceğini zannetmeniz gibi” demektir.
ظَنُّوا كَمَا ظَنَنْتُمْ أَنْ لَنْ يَبْعَثَ اللَّهُ أَحَدًا: “Allah’ın asla hiç kimseyi baas etmeyeceğini zannetmeniz gibi zannettiler” demektir.
أَنَّهُمْ ظَنُّوا كَمَا ظَنَنْتُمْ أَنْ لَنْ يَبْعَثَ اللَّهُ أَحَدًا: “Kesinlikle onların Allah’ın asla hiç kimseyi baas etmeyeceğini zannetmeniz gibi zannetmeleri” demektir.
Surenin ilk ayetinden beri söyleyen نَفَرٌ مِنَ الْجِنِّ (cinden bir nefer) nin kime söyledikleri bu ayette anlaşılmaktadır. ظَنَنْتُمْ (zannettiniz) demektedirler. Konuştukları başka cinlerdir. Görevli gelmişler, kuran dinlemişler ve elde ettikleri bilgileri diğer cinlere söylemektedirler ve bu söylemeleri de vahyedilmiştir.
أَنَّـهُمْ ظَنُّوا daki “onlar” zamirleri kime racidir? Allah’ın hiç kimseyi baas etmeyeceğini zanneden “onlar” kimlerdir? Önceki ayetteki cinlere sığınanlar mı, sığınılan cinler mi yoksa her iki topluluk birden midir? Burada her ikisi de anlaşılabilir ama hem sığınanlar hem de sığınılanlara raci olması akla en yatkın olanıdır.
Burada Allah’ın hiç kimseyi baas etmeyeceğini zannettikleri baas nasıl bir baastır. İnsanların yeniden diriltilmeyeceği mi yoksa Allah’ın görevli birini göndermeyeceği midir? İkisi de uygun görünmektedir.
وَإِذْ صَرَفْنَا إِلَيْكَ نَفَرًا مِنَ الْجِنِّ يَسْتَمِعُونَ الْقُرْآنَ فَلَمَّا حَضَرُوهُ قَالُوا أَنْصِتُوا فَلَمَّا قُضِيَ وَلَّوْا إِلَى قَوْمِهِمْ مُنْذِرِينَ (29) قَالُوا يَاقَوْمَنَا إِنَّا سَمِعْنَا كِتَابًا أُنْزِلَ مِنْ بَعْدِ مُوسَى مُصَدِّقًا لِمَا بَيْنَ يَدَيْهِ يَهْدِي إِلَى الْحَقِّ وَإِلَى طَرِيقٍ مُسْتَقِيمٍ (30) يَاقَوْمَنَا أَجِيبُوا دَاعِيَ اللَّهِ وَآمِنُوا بِهِ يَغْفِرْ لَكُمْ مِنْ ذُنُوبِكُمْ وَيُجِرْكُمْ مِنْ عَذَابٍ أَلِيمٍ (31)
Cinlerden Kuran’a kulak veren bir neferi sana çevirmiştik. Ona hazır olduklarında “odaklanın” dediler. Bitirilince kavimlerine uyarıcılar olarak döndüler. “Ey kavmimiz kesinlikle biz Musa’nın sonrasında indirilen, ondan öncekileri tasdik eden, hakka ve doğru yola rehberlik eden bir kitap işittik. Ey kavmimiz Allah’a çağırana icabet edin ve O’na iman edin ki sizin suçlarınızı bağışlasın ve elim azaptan sizi kurtarsın.” dediler. (Ahkaf 29-31)
Bu ayetlerle Cin suresinin bu ayetini bir arada düşünürsek adamların sığındığı cinlerin ve sığınan adamların Musa’dan sonra başka birinin baas edilmeyeceğini zannettikleri anlaşılmaktadır.
Diğer taraftan pek çok insanın zannettiği öldükten sonraki baasın olmayacağını zannetmeleri de uygun gibi görünmektedir. Ancak bunu Kuran dinledikten sonra gelip diğer cinlere söylemeleri çok uygun görünmemektedir. Diğer cinlere birini Allah’ın baas etmeyeceğini zannetmelerini söylemeleri onların öldükten sonra dirileceklerine inanmamaları olması uygun değildir.
وَقَالُوا إِنْ هِيَ إِلَّا حَيَاتُنَا الدُّنْيَا وَمَا نَحْنُ بِمَبْعُوثِينَ
“O yalnızca dünya hayatımızdır ve biz baas edilenler değiliz” dediler. (En’am 29)
إِنْ هِيَ إِلَّا حَيَاتُنَا الدُّنْيَا نَمُوتُ وَنَحْيَا وَمَا نَحْنُ بِمَبْعُوثِينَ
“O yalnızca dünya hayatımızdır, ölürüz ve yaşarız ve biz baas edilenler değiliz” dediler. (Müminun 37)
Bu ayetlerde baasa inanmayanların ifade şekli gösterilmiştir.
Eğer Cin suresinin bu ayetindeki zan öldükten sonraki dirilme baası olsaydı cümle أَنَّهُمْ ظَنُّوا كَمَا ظَنَنْتُمْ أَنَّمَا أَنْتُمْ بِمَبْعُوثِينَ (Kesinlikle onların sizin baas edilenler olmadığınızı zannetmeniz gibi zannetmeleri) şeklinde olacaktı.
Bu nedenle Cin suresinin bu ayetinde baas edilmeme görevlendirmemedir. Artık Allah’ın bir görevlendirme yapacağını zannetmemektedirler. Kuran’ı dinledikten sonra gelip bunu diğer cinlere söylediklerine göre onların kendileri de bunu zannetmiyorlardı. Buradaki ظَنَنْتُمْ (zannettiniz) daki “siz” (تُمْ) ifadesine söyleyen cinler dahil midir? Yani kuran dinledikten sonra gelip diğer cinlerle konuşanlar da bu “siz” ifadesine dahil midir? Arapçada tağlib vardır. Türkçede “biz + siz = biz” şeklinde ifade edilir. Kuran Arapçasında ise “biz + siz = siz” şeklinde ifade edilir. Bu nedenle burada kuran dinleyen cinlerin de Allah’ın yeni bir görevlendirme yapmayacak olduğunu zannettikleri anlaşılmaktadır.
Oysa Allah yedinci yüzyılda bir peygamber göndermiştir. Onlar da bu zanlarının yanlış zan olduğunu anlamışlardır. Bunu da diğer cinlere söylemektedirler.
Günümüzde de durum budur. İnsanlar artık yeni bir görevlendirme olacağını zannetmemektedirler. Nebiler tüzel kişiliğinden bir nebi gelmeyecektir. Muhammed Peygamber nebiler silsilesinin sonuncusudur. Ancak nebilik ve resullük bitmemiştir. Nebi haber verici demektir. Resul de elçi demektir. Nebilik Kuran’dan içtihatla olur. Resullük ise bunların elçiliği ile olur. İkisi aynı kişi olabilir.
مَنِ اهْتَدَى فَإِنَّمَا يَهْتَدِي لِنَفْسِهِ وَمَنْ ضَلَّ فَإِنَّمَا يَضِلُّ عَلَيْهَا وَلَا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ أُخْرَى وَمَا كُنَّا مُعَذِّبِينَ حَتَّى نَبْعَثَ رَسُولًا (15) وَإِذَا أَرَدْنَا أَنْ نُهْلِكَ قَرْيَةً أَمَرْنَا مُتْرَفِيهَا فَفَسَقُوا فِيهَا فَحَقَّ عَلَيْهَا الْقَوْلُ فَدَمَّرْنَاهَا تَدْمِيرًا (16)
Kim ihtida ederse kendisi için ihtida eder ve kim saparsa kendi aleyhine sapar ve hiçbir yüklenen başkasının yükünü yüklenmez ve biz bir resul görevlendirene kadar azap edenler değiliz. Bir karyeyi helak etmeyi irade ettiğimizde oranın şımarıklarına (nimet içinde olup yüksek mevkide olan önderlerine) emrederiz de orada fısık yaparlar (Allah’ın kurallarına uymazlar) da onun üzerine söz hak olur da oranın arkasını keseriz. (İsra 15-16)
Eğer resullük bitmiş olsaydı bu ayetler böyle gelmezdi. Resullük elçiliktir. Burada dikkat çeken helak edilmek istenen karyede olanlardır. Oranın şımarıkları vardır. Oranın hakimidirler. Onlara hiçbir şey olmaz. Her istedikleri uygulanır, her dedikleri yapılır. İstediklerini ezerler, istediklerinin rütbesini yükseltirler. İstedikleri kuralları koyarlar. Kimse onlara engel olamaz. İşte bunlar مُتْرَف kelimesi ile ifade edilirler. Onlar fısk ederler yani Allah’ın kurallarına uymazlar. Kendi kurallarını koyarlar. Bunun sonucunda da Allah orayı helak eder. Helak edilen şımarıklar değil karyedir. Azaba uğrayanlar ise bu karyenin şımarık yöneticileri ve bu karyede yaşayanlardır. Sadece görevlendirilen resul ve onunla beraber olanlar azaptan kurtarılır.
Allah her zaman birilerini görevlendirir. Bu ayet görevlendirmenin bitmeyeceğini bize ifade etmiştir. Görevlendirme olmayacak zannı yanlış bir zandır. Kuran dinleyen cinler ve konuştukları cinler ve cinlere sığınan adamlar ve onlara sığınılan cinler bu yanlış zandadır. Çağımızda da sonraki çağlarda da görevlendirmeler devam edecektir.
Teşvikiye, Yalova
27 Eylül 2025
M. Lütfi Hocaoğlu