SECDE SÛRESİ - 8. Hafta
أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
وَلَوْ تَرَى إِذِ الْمُجْرِمُونَ نَاكِسُو رُءُوسِهِمْ عِنْدَ رَبِّهِمْ رَبَّنَا أَبْصَرْنَا وَسَمِعْنَا فَارْجِعْنَا نَعْمَلْ صَالِحًا إِنَّا مُوقِنُونَ (12)
Mücrimlerin rablerinin indinde görüşlerini tersine değiştirenler olduğu zamanı görseydin. Rabbimiz, gördük ve işittik, bizi döndür ki salih amel edelim. Kesinlikle biz kesin bir şekilde bilgi sahibi olanlarız. (12)
وَلَوْ تَرَى إِذِ الْمُجْرِمُونَ نَاكِسُو رُءُوسِهِمْ عِنْدَ رَبِّهِمْ
Mücrimlerin rablerinin indinde görüşlerini tersine değiştirenler olduğu zamanı görseydin.
Cevap cümlesi | Şart cümlesi Fiil cümlesi | Vâv-u isti’nâfiye |
Mefûlun bih | Fâil | Fiil | Şart edatı |
Muzâfun ileyh İsim cümlesi | Muzâf |
Haber | Mübteda |
Mefûlun fih | Mefûlun bih Muzâfun ileyh | Şibh-i fiil Muzâf |
Muzâfun ileyh | Muzâf | Muzâfun ileyh | Muzâf |
Muzâfun ileyh | Muzâf |
| هُمْ | رَبِّ | عِنْدَ | هُمْ | رُءُوسِ | نَاكِسُونَ | الْمُجْرِمُونَ | إِذْ | أَنْتَ | تَرَى | لَوْ | وَ |
وَ: Vâv-u isti’nafiyyedir. 10. ayette toprağa karıştıktan sonra yeni bir yaratılışın olacağını inkâr edenlerin kıyamet yevmindeki durumu bu harften sonraki cümlelerde anlatılmaktadır.
لَوْ: “-saydı, -seydi” demektir. Harftir. Geçmişte bir işin ve oluşun meydana gelmesini yine geçmişte başka bir işin ve oluşun meydana gelmesine bağlı kılar. Kendisinden sonra gelen şart ve cevap cümleleri mazi ya da mazi manalıdır. Cevap cümlesinin başına onu şarta bağlayan لَ gelir. Buna cevap lâmı denir. Cevap cümlesinin şart cümlesinin cevabı olduğunu gösterir. Bu nedenle cevap cümlesi olumlu fiil cümlesi olursa gelir, olumsuz fiil cümlesi olursa gelmez. Şart cümlesi cevap cümlesinden sonra geliyorsa gelmez. Eğer cevap cümlesinin şartın cevabı olduğu barizse cevap cümlesinin başında cevap lâmı gelmeyebilir. Sonrasında أَنَّ gelirse ismi ve haberi ile birlikte mahzuf ثَبَتَ fiilinin fâili olur.
Bu edat sadece geçmiş için değil, gelecekte olacak olan ve şu anda göremeyeceğimiz durumları ifade etmek için de kullanılır. Kuran’da bu şekil kullanımı buradaki gibi لَوْ den sonra muzari fiil ve sonrasında إِذْ zaman zarfı gelmesi şeklinde görürüz.
تَرَى: “Görürsün” demektir. Suretin şekil, renk ve hareketini gözle veya beyinle idrak etmek ve bilmek demektir (يدرك ويعلم شكل ولون وحركة الصورة بعينه التي في رأسه أو بعين قلبه وفؤاده التي في نفسه). رءي kökünden üçüncü bâbdan ikinci tekil şahıs merfu muzari malum fiildir.
Asıl hali تَرْأَى şeklindedir. İbdal olmuş, تَرَى şekline dönüşmüştür. Reyde gözle görmek şart değildir. Bu nedenle görüş anlamına da gelmektedir. Bunun göstergesi olarak göz kapalıyken uykuda görülen رُؤْيَا (rüya) kelimesi de bu kökten gelmiştir. Görme duyusunu ifade eden kelime ise بَصَر dır. Bir varlığın kendisini değil o varlığın şeklini kâğıda çizsen, özelliklerini orada ifade etsen o varlığı rey etmiş olursun. Bizzat o varlığı görmen gerekmez. Biz bugün tarih öncesi canlıları basar etmiyoruz, rey ediyoruz.
إِذْ: Zaman zarfıdır. Geçmiş zaman zarfıdır. Kendisinden sonra gelen cümlenin gerçekleştiği zamanı gösterir.
الْمُجْرِمُونَ: “Suçlular” demektir. جرم kökünden if’âl bâbından üçüncü şahıs eril çoğul marife merfu ism-i fâildir. İkinci bâbdan جَرْم mastarı kök mana olarak “kesmek” demektir. Hurma ağacını kesmek, koyunun yününü kesmek, hurmanın meyvesini kesip toplamak manasına gelmektedir. Istılahi olarak birisine karşı suç işlemek manasındadır. İf’âl bâbında (أَجْرَمَ – يُجْرِمُ) sayruret etkisi vardır. Suç sahibi olmak, suç işler halde olmak anlamındadır. İsm-i fâili olan مُجْرِم de “suçlu” demektir. İngilizcedeki suç anlamındaki “crime” kelimesi de muhtemelen bu kökten gelmektedir. Mücrimler hakkı batıl, batılı hak kılanlardır. Hakkın hak, batılın batıl olmasından hoşlanmayanlardır. Mücrimlerle الَّذِينَ أَجْرَمُوا yu ayırmak gereklidir. Mücrimlik çok belirgindir. الَّذِينَ أَجْرَمُوا içinde olan bir kimse ise Allah’a, kitabına inanabilir, namazlarını kılabilir, hacca gidebilir, gece namazı bile kılabilir. الَّذِينَ أَجْرَمُوا mücrimlerin kurdukları sistemi kanıksamış ve o sistem içinde çaba gösteren kimsedir. Çünkü o sistem hakkı batıl, batılı hak haline getirmiştir.
Günümüz mücrimler kavmi dönemidir. Geçmişte bu kavimler helak edilmişlerdir. Kimse kendisini güvende sanmasın. Yaşadığınız topluluğun kuralları batılı hak yapıyor diye siz o batılı uygulayarak o topluluk içinde suçsuz olabilirsiniz ama o durumda mücrimsiniz. Batıl olan sapıklık Lût kavminde haktı. O topluluk içinde suç teşkil etmiyordu. Ancak onu yapanlar mücrimdir. Günümüzde de fâizin yasal olması faizli işlerde sizi yaşadığınız toplulukta suçsuz kılacaktır ama Allah’a göre mücrimsiniz. Allah’ın batıl kıldıklarını yasalar izin veriyor, hak olarak görüyor diye yapsanız da mücrimsiniz. Eğer yasalar batılı hak kılıyor, hakkı batıl kılıyorsa o kavim mücrim bir kavimdir. Batı devletlerinde sapıklık haktır. Bizde de bunu başardılar. Artık insanlar bile hak olarak görmeye başladılar. Kimse Lût’un karısının niçin geride bırakılıp yok edildiğini düşünmez. Erkek sapıklığının olduğu bir toplulukta bir peygamber karısı niçin helâk edilmiştir? Çünkü o da mücrimdi. Sapıklığı kendi yapmadığı halde hak olarak görüyordu. Şimdi moda haline getirdiler. Başörtüsü olanlar bile bizim başörtümüze kimse nasıl karışmıyorsa onların cinsel tercihlerine de kimse karışmasın diyerek mücrim olmaktadırlar.
Mücrimlik müşriklikle ve kâfirlikle birliktedir. Müşrikler Allah’ın kurallarına aykırı kural koyan şerikleri seçerler ve müşrik mücrim olurlar. Batılın hak, hakkın batıl olması kurallar dahilindedir. Küfürde ise kural olmadan hakkı batıl, batılı hak kabul edersin. Bu durumda kâfir mücrim olurlar.
نَاكِسُو: “Ters çevirenler” demektir. نكس kökünden eril çoğul nekre merfu ism-i fâildir. Aslı نَاكِسُونَ dir. İzafette muzaf olduğu için sonundaki nun harfi (نَاكِسُونَ) düşmüştür. Nüks kelimesi de buradan gelmektedir. Hastalığın iyileştikten sonra tersine dönüp tekrar etmesine nüks denir.
رُءُوسِ: “Başlar” demektir. رءس kökünden gelmiştir. Tekili رَأْس dir.
هِمْ: “Onlar” demektir. Eril çoğul mecrur muttasıl zamirdir. الْمُجْرِمُونَ ye racidir.
رُءُوسِهِمْ: “Onların başları” demektir.
نَاكِسُو رُءُوسِهِمْ: “Başlarını ters çevirenler” demektir. Bu ifade gerçekten başlarını ters çevirmek anlamında değildir. Bu ifade “görüşlerini tersine değiştirenler” anlamındadır.
عِنْدَ: “İndinde” demektir. Referans noktasını ve göreceliği ifade eder. Muzafun ileyhini referans noktası yapar ve ona göre olan durumu anlatır. “Etkileşim alanında, -e göre” anlamındadır. عِنْدَ gerçek bir yanındalık bildirmez. Etki alanını ifade eder. Muzafun ileyhin etki edebildiği ya da etkileşimde bulunabildiği her yer onun indidir. Bu yüzden görecelik ve görüş de bildirir. Ona göre, onun görüşüne göre anlamına da gelir.
رَبِّ: “Rab, efendi, yetiştirici, terbiyeci” demektir. ربب kökünden gelmiştir.
هِمْ: “Onlar” demektir. Eril çoğul mecrur muttasıl zamirdir. الْمُجْرِمُونَ ye racidir.
رَبِّهِمْ: “Onların rabbi” demektir.
عِنْدَ رَبِّهِمْ: “Rablerinin indinde” demektir.
نَاكِسُو رُءُوسِهِمْ عِنْدَ رَبِّهِمْ: “Rablerinin indinde görüşlerini tersine değiştirenler” demektir.
الْمُجْرِمُونَ نَاكِسُو رُءُوسِهِمْ عِنْدَ رَبِّهِمْ: “Mücrimler rablerinin indinde görüşlerini tersine değiştirenlerdir” demektir.
إِذِ الْمُجْرِمُونَ نَاكِسُو رُءُوسِهِمْ عِنْدَ رَبِّهِمْ: “Mücrimlerin rablerinin indinde görüşlerini tersine değiştirenler olduğu zaman” demektir.
لَوْ تَرَى إِذِ الْمُجْرِمُونَ نَاكِسُو رُءُوسِهِمْ عِنْدَ رَبِّهِمْ: “Mücrimlerin rablerinin indinde görüşlerini tersine değiştirenler olduğu zamanı görseydin” demektir. Burada şart cümlesi vardır. Cevap cümlesi yoktur. Şartın cevabı sonrasında gelen cümlelerde gelmiştir. Mücrimler kıyamet yevminde rablerinin indindedir. Görüşleri tam tersine dönmüştür. Dünya hayatındaki yanlış görüşlerinden vazgeçmişlerdir. Hakkı batıl, batılı hak gören görüşlerinin yerini hakkı hak gören, batılı batıl gören görüşleri almıştır.
رَبَّنَا أَبْصَرْنَا وَسَمِعْنَا فَارْجِعْنَا نَعْمَلْ صَالِحًا
Rabbimiz, gördük ve işittik, bizi döndür ki salih amel edelim.
Fiil cümlesi |
Mefûlun bih | Fâil | Fiil |
Cevap cümlesi | Nida cümlesi Fiil cümlesi |
Cevap cümlesi Fiil cümlesi | Emir cümlesi Fiil cümlesi | Fâ-u isti’nâfiye | Ma'tûf Fiil cümlesi | Atıf harfi | Ma'tûfun aleyh Fiil cümlesi | Mefûlun bih | Fâil | Fiil |
Münada | Nida edatı |
نَعْمَلْ صَالِحًا | ارْجِعْنَا | فَ | سَمِعْنَا | وَ | أَبْصَرْنَا | رَبَّنَا | يَا | نَحْنُ | نُنَادِي | و | قَالُوا |
رَبَّ: “Rab” demektir.
نَا: “Biz” demektir. Çoğul mecrur muttasıl zamirdir.
رَبَّنَا: “Rabbimiz” demektir. Mensub isimdir. Cümle başında gelmiştir. Hazf edilmiş nida edatının münadasıdır. Kendisine nida edilendir. Mücrimler Allah’a nida etmektedirler.
أَبْصَرْنَا: “Gördük” demektir. بصر kökünden if’âl bâbından birinci şahıs eril çoğul mazi malum fiildir. Beşinci bâbda (بَصُرَ – يَبْصُرُ) görme özelliğine sahip olmak anlamında iken if’âl bâbında (أَبْصَرَ – يُبْصِرُ) görmek manasındadır.
وَ: “Ve” demektir. Atıf harfidir. أَبْصَرْنَا cümlesine سَمِعْنَا cümlesini atfetmektedir.
سَمِعْنَا: “İşittik” demektir. سمع kökünden dördüncü bâbdan birinci şahıs çoğul mazi malum fiildir.
فَ: İsti’nafiyye edatıdır. Buna Fâ-u isti’nâfiye (الْفَاءُ الاِسْتِئْنَافِيَّةُ) denir. Cümle başında bulunur. Birbirine atfedilmiş iki mazi fiil cümlesinden sonra gelmiştir. Sonrasında da emir cümlesi vardır. Haber cümlesini inşa cümlesi takip etmiştir. Kendisinden önce inşa cümlesi (emir, nehiy, istifhâm), sonrasında haber cümlesi olursa veya öncesinde haber cümlesi sonrasında inşa cümlesi olursa bu durumlarda atıf harfi olamayan bu harf isti’nâfiye edatı olur. Burada haber cümlesini inşa cümlesi takip etmiştir. Kendisinden sonraki cümle yeni cümle olacağından bu edata isti’nâfiye (başlangıç) edatı denir. İsim cümlesi fiil cümlesine (tersi de geçerli) anlamsal yakınlık olursa atfolunabilir. Anlamsal yakınlık yoksa aradaki fâ isti’nâfiye edatıdır. Fiil cümleleri arasında zaman yönünden uyum olmasına rağmen manasal olarak takip ve tertip ifade etmiyorsa bu durumda da isti’nâfiye edatıdır.
Arkasından öncesindeki cümle ile i’râb yönünden ilişkisi olmayan yeni bir cümle başlatır. İ’râbsal ilişki olmamasına rağmen öncesindeki cümle ile sonrasındaki cümle arasında anlamsal irtibat vardır. Bu irtibata göre fâ-u isti’nâfiye şu şekilde sınıflandırılır:
- Fâ-u ta’liliyye (الفَاءُ التَّعْلِيلِيَّةُ): Öncesi ile sonrasında sebep sonuç ilişkisi vardır. Öncesi sonrasının sebebidir. Türkçeye çevrilirken “bundan dolayı”, “bu sebeple” şeklinde çevrilmelidir.
- Fâ-u tafsiliyye (الفَاءُ التَّفْصِيِلِيَّةُ أَوِ التَّفْسِيرِيَّةُ): Öncesindeki cümle kapalı, tam olarak anlaşılmayan bir cümledir (Mücmel bir ifade). Sonrasındaki cümle ise mücmeli açıklayan, kapalılığı gideren bir cümledir (Mufassal bir ifade).
- Netice Fâsı (فَاءُ النَّتِيجَةِ): Önceki cümle/cümleler açıklanmış cümle/cümlelerdir. Sonraki cümle ise bu açıklanmış cümle/cümlelerin sonucunu gösteren, bir nevi özetleyen cümledir. Fâ-u tafsiliyyenin tersidir. “Sonuç olarak”, “neticede” şeklinde Türkçeye çevrilir.
- İrtibat Fâsı (فَاءُ الْاِرْتِبَاطِ): Öncesindeki cümle ile sonrasındaki cümle arasında zamansal ya da sebepsel ilişki yoktur ama aralarında bağlantı vardır. Cümleler arasındaki fâ tertip ve takip için değil, sebep için değil, tafsil için değil, neticelendirme için değilse ve cümleler arasında konu bağlantısı olduğu zaman gelen fâ irtibât fâsıdır.
Buradaki fâ-u ta’liliyyedir. Öncesi sonrasının sebebidir. Mücrimler artık gerçekleri işittiklerini ve gördüklerini söyleyip bunu gerekçe göstererek bundan sonra Allah’tan bir talepte bulunmaktadırlar.
ارْجِعْ: “Döndür” demektir. “Geldiğimiz yere geri döndür” demektir. رجع kökünden ikinci bâbdan gelmektedir. Bu kökün bir özelliği vardır. Hem lazım (geçişsiz) hem de müteaddidir (geçişli). Lazım fiiller mef’ûl almazlar yani fiilden etkilenen fiili yapanın kendisidir, etkilenen başka birisi yoktur. Müteaddi fiillerde ise fâilin yaptığı fiilin etkilediği bir mef’ûl vardır. Bu kök aynı bâbdan geldiği halde hem lazım hem de müteaddi olabilmektedir. Fark mastardadır.
| Mastar | Muzari | Mazi |
Lazım | رُجُوع | يَرْجِعُ | رَجَعَ |
Müteaddi | رَجْع | يَرْجِعُ | رَجَعَ |
Burada fiil mef’ûl almıştır (نَا). Bu nedenle müteaddi fiildir. Lazım fiil olsaydı mef’ûl almazdı ve anlamı “dön” olurdu.
نَا: “Biz” demektir. Çoğul mensub muttasıl zamirdir.
ارْجِعْنَا: “Bizi döndür” demektir. Allah’a yapılan dualar emir cümlesi ile yapılır. Mücrimler dünya hayatına geri döndürülmelerini istemektedirler.
نَعْمَلْ: “Amel ederiz” demektir. عمل kökünden dördüncü bâbdan birinci şahıs çoğul meczum muzari fiildir. Emir cümlesinden sonra meczum muzari fiil gelirse bu cümle emrin cevap cümlesidir. Emir cümlesi ile talep edilen emrin gerekçesini ifade eder. O emir geçekleşirse bu emrin cevap cümlesi de gerçekleşecektir.
Amel hukuki sonuç doğuran fiildir. Amelle bir ürün üretebilirsiniz ve üründen pay alırsınız, bir iş yaparak ücret hak edebilirsiniz, birisine zarar vererek cezayı hak edebilirsiniz, birisine fayda ederek ödülü hak edebilirsiniz. Amel fiilin alt kümesidir. Tüm ameller fiildir ama tüm fiiller amel değildir. Hukuki sonuç doğurmayan fiiller amel değildir.

Kuran’da Allah’ın fiil etmesi geçerken Allah’ın amel etmesi geçmez. Çünkü Allah yaptıklarından sorumlu değildir, O’nun için hukuki bir sonuç doğmaz.
Kuran’da geçen Allah’ın fiilleri |
إِنَّ اللَّهَ يَفْعَلُ مَا يُرِيدُ | Kesinlikle Allah irade ettiğini yapar. (Hac 14) |
إِنَّ اللَّهَ يَفْعَلُ مَا يَشَاءُ | Kesinlikle Allah dilediğini yapar. (Hac 18) |
يَفْعَلُ اللَّهُ مَا يَشَاءُ | Allah dilediğini yapar. (İbrahim 27) |
لَكِنَّ اللَّهَ يَفْعَلُ مَا يُرِيدُ | Ancak Allah irade ettiğini yapar. (Bakara 253) |
قَالَ كَذَلِكَ اللَّهُ يَفْعَلُ مَا يَشَاءُ | “Böylece Allah dilediğini yapar.” dedi. (Ali İmran 40) |
مَا يَفْعَلُ اللَّهُ بِعَذَابِكُمْ إِنْ شَكَرْتُمْ وَآمَنْتُمْ | Şükreder ve iman ederseniz Allah size azap etmeyi ne yapsın? (Nisa 147) |
إِنَّ رَبَّكَ فَعَّالٌ لِمَا يُرِيدُ | Kesinlikle rabbin irade ettiğini yapandır. (Hud 107) |
فَعَّالٌ لِمَا يُرِيدُ | İrade ettiğini yapan (Buruc 16) |
أَلَمْ تَرَ كَيْفَ فَعَلَ رَبُّكَ بِعَادٍ | Rabbinin Âd’a nasıl yaptığını görmedin mi? (Fecr 6) |
أَلَمْ تَرَ كَيْفَ فَعَلَ رَبُّكَ بِأَصْحَابِ الْفِيلِ | Rabbinin fil ashabına nasıl yaptığını görmedin mi? (Fil 1) |
إِنَّا كَذَلِكَ نَفْعَلُ بِالْمُجْرِمِينَ | Kesinlikle biz böylece mücrimlere yaparız. (Saffat 34) |
كَذَلِكَ نَفْعَلُ بِالْمُجْرِمِينَ | Böylece mücrimlere yaparız. (Mürselat 18) |
لَا يُسْأَلُ عَمَّا يَفْعَلُ وَهُمْ يُسْأَلُونَ | Onlara sorulurken yaptığından O’na sorulmaz. (Enbiya 23) |
صَالِحًا: “Salih, uyumlu” demektir. صلح kökünden birinci bâbdan nekre mensub eril tekil ism-i fâildir. Birinci bâbdan صَلَحَ - يَصْلُحُ şeklinde amellerinin yaratılışına, yapısına uyumlu olması manasındadır.
نَعْمَلْ صَالِحًا: “Salih amel ederiz” demektir. Bu ayette amel صَالِحًا ile beraber kullanılmıştır. Kuran’da amel etme ya سَيِّئَة ile ya da صَالِح ile beraber kullanılır. Oysa سَيِّئَة’nin zıttı حَسَنَة, صَالِح’in zıttı فَاسِد’dir. حَسَنَة amel ve فَاسِد amel Kuran’da geçmez.
Olumlu | Olumsuz |
صَالِح | فَاسِد |
حَسَنَة | سَيِّئَة |
فَاسِد bozuk, uyumsuz demektir. Ameller bozuk olmazlar. Bozuk olursa amel olmaz, gerçekleşmez. Ameller kötü olabilirler.
حَسَنَة iyi demektir. Ameller uyumlu olurlar, iyi olmazlar. Fiiller iyi olurlar.
Eskiden beri gelmiş olan yanlış bir inanış vardır. Salih amel dendiği zaman herkesin aklına namaz kılmak, zekât vermek gibi ameller gelmektedir. Oysa namaz kılmak da zekât vermek de salih amel değildir.
إِنَّ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَأَقَامُوا الصَّلَاةَ وَآتَوُا الزَّكَاةَ لَهُمْ أَجْرُهُمْ عِنْدَ رَبِّهِمْ
“İman eden ve salihatı amel eden ve salatı ikame eden ve zekâtı verenlere rablerinin indinde ecirleri vardır.” (Bakara 277)
Bu ayetle salatı ikame etmenin, zekât vermenin ve iman etmenin salih amelden farklı olduğu anlaşılmaktadır çünkü hepsi ayrı ayrı zikredilmiş ve atıf harfi (وَ) ile bağlanmıştır.
Salih amel etmek Allah’ın yaratışıyla uyumlu işler yapmayı gerektirir. Yaratılışa aykırı işler kötü amellerdir. Allah insana ruhundan üflemiştir. Bu nedenle kendi yaratılışıyla uyumlu amelleri insan bir nevi içgüdüsel olarak bilir.
ارْجِعْنَا نَعْمَلْ صَالِحًا: “Bizi döndür ki salih amel edelim” demektir.
رَبَّنَا أَبْصَرْنَا وَسَمِعْنَا فَارْجِعْنَا نَعْمَلْ صَالِحًا: “Rabbimiz, gördük ve işittik, bizi döndür ki salih amel edelim” demektir. Bu mücrimlerin Allah’a söyledikleridir. قَالُوا (söylediler) fiili hazfedilmiştir. Cennete girmenin salih amelden geçtiğini gören mücrimler salih amel yapma fırsatı istemektedirler. Gerçeği yani hakkı görmüş ve işitmişlerdir. Onlara hak ve batıl gösterilmiştir. Görüşleri tersine dönmüştür. Dünya hayatındayken salih amelden uzak durmuşlar, hakkı batıl, batılı hak hale getirmişlerdir. Kimi faizi hak görüyor, kimi sapıklığı hak görüyor, kimi vesenleri hak görüyor ve onların peşinde koşuyor, kimi bir şerik edinip onun kendini gütmesini isteyerek müşrik oluyordu. Sakın kimse mücrimlerin alnı secdede olan insanlardan olmayacağını sanmasın. Mücrim olmak kişinin namaz kılmasına, oruç tutmasına, Hıristiyan ve Yahudi olmasına doğrudan bağlı değildir. Hakkı batıl, batılı hak kılmasına bağlıdır. Batıl sistemler içinde hakkın geleceğini iddia ederek çaba sarfetmek de buna dahildir. Böyle ameller salih amel değildir, seyyie ameldir.
إِنَّا مُوقِنُونَ
Kesinlikle biz kesin bir şekilde bilgi sahibi olanlarız.
Fiil cümlesi |
Mefûlun bih Mensuh isim cümlesi | Fâil | Fiil |
Haberi | İsmi | İnne |
مُوقِنُونَ | نَا | إِنَّ | و | قَالُوا |
إِنَّا: “Kesinlikle biz” demektir. Aslı إِنَّنَا dır. Yazıda ve sözde kısaltılmıştır. نَا (biz) zamiri innenin ismidir. İnnenin haberi burada kendisinden sonra gelen مُوقِنُونَ dur.
مُوقِنُونَ: “Kesin bir şekilde bilgi sahibi olanlar” demektir. يقن kökünden if’âl bâbından eril çoğul nekre merfu ism-i faildir. Dördüncü bâbdan يَقِنَ - يَيْقَنُ şeklinde bir şeyi, bir durumu, bir işi, bir fiili veya bir vakayı hiçbir şüphe ya da karışıklık olmaksızın bilmek demektir. En üst düzeyde doğru bir hükümdür. Bir şeyin ya da bir durumun doğruluğunu tespit etmek için doğru verileri kullanarak veri işleme yöntemlerinin (sınıflandırma, matematiksel ve istatistiksel hesaplama, mantıksal işlemler gibi) doğru kullanımı sonucunda, ortaya çıkan hüküm veya kararın sağlam, kesin ve tahmini olmaması anlamındadır. يَقِين ise “şüphe olmayan, kesin” demektir. Bilgi, iş, fiil, durum için kullanılır. Bunların kesin ve şüpheye yer bırakmayacak şekilde bilindiğini ifade eden sıfat-ı müşebbehedir.
İf’âl bâbına (أَيْقَنَ – يُوقِنُ) sayruret etkisi ile gelir. Doğru ve eksiksiz verileri bilimsel yöntemler kullanarak işleyip tahmini olmayan, sağlam ve kesin bilgi sahibi olmak anlamındadır.
إِنَّا مُوقِنُونَ: “Kesinlikle biz kesin bir şekilde bilgi sahibi olanlarız” demektir. Bu da mücrimlerin Allah’a söyledikleri ikinci cümledir. Artık bilgi sahibi olmuşlardır. Önceki hakkı batıl, batılı hak gören görüşlerinden dönmüşler, hakkın ne olduğunu, batılın ne olduğunu kesin olarak bilir duruma gelmişlerdir. Ne yazık ki bunu kıyamet yevminde anlamışlardır. Kıyamet yevminde pek çok insan şok olacaktır. Çok değer verdikleri, peşlerinden gittikleri, onun için öldükleri, dillerinden düşürmedikleri, ululadıkları pek çok kimsenin görüşleri değişmiş, dünya hayatına geri dönüp salih amel etmek isteyen hallerini göreceklerdir. Bu mücrimler dünya hayatına geri dönmek istemektedirler. Allah’tan bunu istemektedirler. Ancak iş işten geçmiştir. Geri dönme diye bir şey yoktur. Gidecekleri yer cehennemdir.
Bu mücrimlerin durumuna düşmemek için hakkı hak görmeli, batılı batıl görmeliyiz. Hakkı batıla karıştırmamalı, Allah’ın istemediği batıl yollarda hakkı getireceğim çabası içinde olmamalıyız.
Teşvikiye, Yalova
01 Mart 2025
M. Lütfi Hocaoğlu