SECDE SÛRESİ - 12. Hafta
أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
تَتَجَافَى جُنُوبُهُمْ عَنِ الْمَضَاجِعِ يَدْعُونَ رَبَّهُمْ خَوْفًا وَطَمَعًا وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَ (16)
Yanları yataklardan uzaklaşır. Rablerine korkar ve ümit eder halde dua ederler ve harcarlar onları rızıklandırdığımızdan. (16)
تَتَجَافَى جُنُوبُهُمْ عَنِ الْمَضَاجِعِ
Yanları yataklardan uzaklaşır.
Fiil cümlesi |
Mefûlün bih GS | Fâil | Fiil |
Mecrur | Cârr | Muzâfun ileyh | Muzâf |
الْمَضَاجِعِ | عَنْ | هُمْ | جُنُوبُ | تَتَجَافَى |
تَتَجَافَى: “Uzaklaşır” demektir. جفو kökünden tefâül bâbından üçüncü şahıs dişil tekil merfu muzari malum fiildir. Birinci bâbdan جَفَاء mastarı bir yerde, durması gereken mekânda duramamak manasındadır. Tefâul bâbında mutavaat etkisiyle “alışılmış, yakın ve dost olana karşı yabancılaşmak ve uzaklaşmak” anlamındadır.
جُنُوبُ: “Yanlar” demektir. جنب kökünden gelmiştir. Tekili جَنْب dir. Birinci bâbdan جَنَب mastarı önünde olan birisini yanında kılarak uzaklaşmak manasındadır.
هُمْ: “Onlar” demektir. Eril çoğul mecrur muttasıl zamirdir. Önceki ayetteki الَّذِينَ إِذَا ذُكِّرُوا بِهَا خَرُّوا سُجَّدًا وَسَبَّحُوا بِحَمْدِ رَبِّهِمْ وَهُمْ لَا يَسْتَكْبِرُونَ ye racidir.
جُنُوبُهُمْ: “Onların yanları” demektir.
عَنِ: “-den” demektir. Mucaveze (uzaklaşma) için gelen bir harf-i cerdir.
الْمَضَاجِعِ: “Yataklar” demektir. Tekili الْمَضْجَعِ dir. Yatak anlamında ism-i mekândır. ضجع kökünden üçüncü bâbdan gelmiştir. Dinlenmek veya uyumak amacıyla bir yere uzanmak yani yatmak manasındaki fiilden “yatma yeri” manasına gelmiş ism-i mekândır.
عَنِ الْمَضَاجِعِ: “Yataklardan” demektir.
تَتَجَافَى جُنُوبُهُمْ عَنِ الْمَضَاجِعِ: “Yanları yataklardan uzaklaşır” demektir. Bu cümleye genellikle “gece namaz kılma” anlamı verilmektedir. Bu mananın verilmesine engel olan bazı karineler vardır. İlk olarak “onlar yataklardan uzaklaşır” (يَتَجَافَوْنَ عَنِ الْمَضَاجِعِ) denmemiştir. Uzaklaşan yanlarıdır. Bu hakiki mana verilmeye mâni ilk durumdur. İkinci durum “yanları yataklarından uzaklaşır” (تَتَجَافَى جُنُوبُهُمْ عَنْ مَضَاجِعِهِمْ) denmemiştir. “Yanları yataklardan uzaklaşır” denmiştir. Üçüncüsü “onlar yataklarından uzaklaşır” (يَتَجَافَوْنَ عَنْ مَضَاجِعِهِمْ) denmemiştir. Bu üçüncüsü hakiki manada anlaşılacaktır. Bu durumda bile cümlenin içinde salat ve gece geçmediğinden “gece namaz kılarlar” anlamının verilmesi çok zordur.
Burada mecazi anlam vardır. “Onlar rahatlarının peşinde değillerdir, rahatlarına düşkün değillerdir” anlamındadır. Burada ayetlere iman eden topluluğun bir diğer özelliği ifade edilmiştir: “rahat peşinde olmamak, rahatına düşkün olmamak”. Keyiflerinin derdinde değillerdir. Gençken çalışıp biriktireyim, yaşlanınca rahat ederim de demezler. Allah yolunda çalışırlar. Ayetlerin kendilerine söylediklerini uygularlar. Kendi görüşlerini, geçmişten beri gelen adetleri, kuralları, sistemleri ayetlerden üstün tutmazlar. Allah’ın ayetleri için sürekli çalışırlar. Rahatlarının peşinde koşmazlar. Rahatlarını düşünmezler, Allah’ın düzeni için çalışan O’nun kullarıdırlar.
يَدْعُونَ رَبَّهُمْ خَوْفًا وَطَمَعًا
Rablerine korkar ve ümit eder halde dua ederler.
Fiil cümlesi |
Fâil Hâl | Mefûlun bih | Fâil Sahibul hâl | Fiil |
Ma'tûf | Atıf harfi | Ma'tûfun aleyh | Muzâfun ileyh | Muzâf |
طَمَعًا | وَ | خَوْفًا | هُمْ | رَبَّ | و | يَدْعُونَ |
يَدْعُونَ: “Dua ederler” demektir. دعو kökünden birinci bâbdan merfu muzari malum üçüncü şahıs eril çoğul fiildir. Fâili cem vâvıdır (يَدْعُونَ).
Bu bâbdan üç mastar vardır. Üçü de aynı fiille ifade edilir.
- دَعْوَة
- دُعَاء
- دَعْوَى
Bu mastarların üçü de çağırmak anlamındadır. Aradaki fark kalıplarından gelir. Mastarların anlamları kalıplarına bağlı olarak değişir.
دَعْوَة: “Çağırma, çağırış” demektir. فَعْلَةٌ kalıbından gelmektedir. Bu kalıp mastar-ı bina-i merre kalıbıdır. Fiilin bir kere işlendiğini gösterir. İkili ve çoğulu olabilen mastarlar bu şekilde gelir. İki kere işlendiyse دَعْوَتَانِ, üç veya daha fazla işlendiyse دَعْوَات şeklinde gelir.
دُعَاء: “Çağırmak” demektir. فُعَالٌ kalıbından gelmektedir. Mazisi فَعَلَ vezninde olup vücutta meydana gelen bir semptoma, duruma veya vücuttan çıkan bir sese delalet eden fiillerin mastarı فُعَالٌ veya فَعِيلٌ kalıplarından gelir. دُعَاء da دعو kökünden birinci bâbdan mastardır. Birinci bâbdan olduğu için mazisi فَعَلَ veznindedir ve ses ifade eder. Bu nedenle فُعَالٌ vezninden gelmiştir. İkinci ve üçüncü harf arasındaki elif çağırmadaki uzamayı ve mübalağayı ifade eder. Uzun süreli veya tekrarlar içeren çağırma duadır.
دَعْوَى: “Ortak çağrı” demektir. فَعْلَى kalıbından gelmektedir. Sonundaki elif-i maksure fiilin belirli bir zamana delalet etmeden özel bir şekilde işlenmesini, işlenişin bir sürenin sonunda gerçekleştiğini ve şiddetini ifade eder. Hem zaman olarak hem de fiilin işlenişi olarak mübalağa ifade eder. Pek çok kişinin aynı çağrıyı yapması davadır. Bir sürecin sonunda meydana gelen ortak çağrı, ortak görüş anlamına gelir. Günümüzde de “davamız …” şeklinde kullanılmaktadır.
Burada Allah’a yapılan bir çağrı vardır. Bu nedenle “dua etmek” anlamındadır.
رَبَّ: “Rab, efendi, yetiştirici, terbiyeci” demektir. ربب kökünden isimdir.
هُمْ: “Onlar” demektir. Eril çoğul mecrur muttasıl zamirdir. Önceki ayetteki الَّذِينَ إِذَا ذُكِّرُوا بِهَا خَرُّوا سُجَّدًا وَسَبَّحُوا بِحَمْدِ رَبِّهِمْ وَهُمْ لَا يَسْتَكْبِرُونَ ye racidir.
رَبَّهُمْ: “Onların rabbi” demektir. Allah’tır.
خَوْفًا: “Korkmak” demektir. Zarar verici, eziyet edici veya hoş olmayan bir şeyin kendisine isabet edeceğini hissetmek manasındadır. خوف kökünden dördüncü bâbdan mastardır.
وَ: “Ve” demektir. Atıf harfidir. خَوْفًا e طَمَعًا i atfeder.
طَمَعًا: “Ümit etmek, tamah etmek” demektir. Bir işin gerçekleşmesini can atarak aşırı derecede istemek manasındadır. طمع kökünden dördüncü bâbdan mastardır.
خَوْفًا وَطَمَعًا: “Korkmak ve ümit etmek” demektir. Cem vâvı olan fâilin hâlidir.
يَدْعُونَ رَبَّهُمْ خَوْفًا وَطَمَعًا: “Rablerine korkar ve ümit eder halde dua ederler” demektir. Burada korkma ve ümit mastar şeklinde gelmiş يَدْعُونَ رَبَّهُمْ خَائِفِينَ وَطَامِعِينَ şeklinde ism-i fâil olarak gelmemiştir. Bunun sebebini anlamak için hâlin çeşitlerine bakalım.
Hâlin çeşitleri
Hâl sâhibu-l hâlin veya sâhibu-l hâlle ilgili başka bir varlığın durumunu açıklar. Buna göre hâl şu şekilde sınıflandırılabilir:
- Hâkikiyye (الْحَقِيقِيَّةُ): Doğrudan sâhibu-l hâlin durumunu açıklar.
- Mübeyyine (الْمُبَيِّنَةُ): Sâhibu-l hâlin cümlesinin zamanı içinde hâlin bildirdiği durum sâhibu-l hâlde bulunur. İkiye ayrılır:
- Müntekile (الْمُنْتَقِلَةُ): Aslolan hâlin müntekil olmasıdır. Yani sahibi için sabit bir şekle delalet etmez. Sabit şekle delalet eden sıfattır. Müntekil hâl sâhibu-l hâlin cümlesi ya da şibh-i fiilinin zamanı içindeki durumunu bildirir.
- Müekkide (الْمُئَكِّدَةُ): Hâlin bildirdiği durum aslında sâhibu-l hâlde geçici olan değil, sabit olan bir durumdur. Yani sahibi var oldukça hemen hemen ondan hiç ayrılmayan hâldir. Ancak sâhibu-l hâlin cümlesi ya da şibh-i fiilinin hükmü ile ilgili bir durumu ifade etmek için sanki sadece cümle ya da şibh-i fiilin zamanı ile ilgiliymiş gibi hâl olarak gelmiştir. Te’kîd içindir.
- Mukaddere (الْمُقَدَّرَةُ): Sâhibu-l hâlin cümlesinin zamanı içinde hâlin bildirdiği durum sâhibu-l hâlde bulunmaz.
- Sebebiyye (السَّبَبِيَّةُ): Sâhibu-l hâlin durumunu açıklamaz. Sâhibu-l hâlle ve cümlenin hükmüyle ilgili başka bir varlığın durumunu açıklar.
Burada hâl mübeyyine müekkidedir. Hâlin bildirdiği durum olan korkma ve ümit onlarda zaten vardır. Sadece dua ettikleri sırada korkuyor ve ümit ediyor değildirler. Korkma ve ümidin onlarda zaten var olan bir hâl olduğunu, dua ettikleri sırada da bu hallerinin devam ettiğini göstermektedir.
Allah’ın ayetlerine iman edenlerin durumu budur. Zaten korku ve ümit içindedirler. Korkarlar, yanlış bir iş yapıp Allah’ın rızasından uzaklaşmaktan korkarlar. Yanlış bir şey yapıp Allah’ın kızmasından korkarlar. Allah’ın hatalarını affedip rızasını kazanıp cennete girme ümidi içindedirler. Bu onların doğal halidir. Mastar şeklinde gelen bu hâl onların bu hâlini te’kîd etmek için gelen hâldir.
Burada Allah’a değil de rablerine dua ederler denmiştir. Bunun sebebi ayetlere iman edenlerin kendilerini ayetlerin onları terbiye etmesiyle sürekli geliştirmiş olmalarıdır.
وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَ
Ve harcarlar onları rızıklandırdığımızdan.
Fiil cümlesi | Atıf harfi |
Fâil | Fiil | Mefûlün bih GS |
Mecrur | Cârr |
Sıla cümlesi Fiil cümlesi | İsm-i mevsûl |
Mefûlun bih | Mefûlun bih | Fâil | Fiil |
و | يُنْفِقُونَ | هُ | هُمْ | نَا | رَزَقْنَا | مَا | مِنْ | وَ |
وَ: “Ve” demektir. Atıf harfidir. يَدْعُونَ رَبَّهُمْ خَوْفًا وَطَمَعًا cümlesine مِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَ cümlesini atfetmektedir.
مِنْ: “-den” demektir. Harf-i cerdir.
مَا: Umumi ism-i mevsuldür. Gayr-i akil varlıklar için kullanılır.
رَزَقْنَا: “Rızıklandırdık” demektir. رزق kökünden birinci bâbdan birinci çoğul şahıs mazi malum fiildir. رِزْق “rızık” demektir. Yiyecek ve içeceklerden oluşur. Canlıların biyolojik olarak ihtiyacının olduğu maddelerdir. Giyecekler buna dahil değildir. Bu nedenle hayvanlar ve insanlar için rızık aynı anlamdadır.
وَعَلَى الْمَوْلُودِ لَهُ رِزْقُهُنَّ وَكِسْوَتُهُنَّ بِالْمَعْرُوفِ
Onun için veled olunan üzerinedir onların rızkı ve giyeceği marufla. (Bakara 233)
Bu ayette rızık ve giyeceğin ayrı olduğu anlaşılmaktadır.
هُمْ: “Onlar” demektir. Eril çoğul mecrur muttasıl zamirdir. Önceki ayetteki الَّذِينَ إِذَا ذُكِّرُوا بِهَا خَرُّوا سُجَّدًا وَسَبَّحُوا بِحَمْدِ رَبِّهِمْ وَهُمْ لَا يَسْتَكْبِرُونَ ye racidir.
رَزَقْنَاهُمْ: “Onları rızıklandırdık” demektir.
مَا رَزَقْنَاهُمْ: “Onları rızıklandırdığımız” demektir.
مِمَّا رَزَقْنَاهُمْ: “Onları rızıklandırdığımızdan” demektir.
يُنْفِقُونَ: “Harcarlar” demektir. نفق kökünden if’âl bâbından üçüncü şahıs eril çoğul merfu muzari malum fiildir. Birinci bâbdan (نَفَقَ - يَنْفُقُ) نَفَاق mastarı bir şeyin veya bir malın gitmesi veya tükenmesi yoluyla tedrici olarak azalması manasındadır. Malın, paranın, yiyeceğin eksilmesi, azalmasıdır. Bu mastar manasından azalan, harcanan mal manasında نَفَقَة “harcama” anlamında isimdir. İf’âl bâbına geçince (يُنْفِقُ –أَنْفَقَ ) إِنْفَاق mastarı malını, parasını, yiyeceğini azaltmak, harcamak anlamına gelir.
مِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَ: “Harcarlar onları rızıklandırdığımızdan” demektir. Cümle devriktir. Devrik olmayan cümle يُنْفِقُونَ مِمَّا رَزَقْنَاهُمْ (Onları rızıklandırdığımızdan harcarlar) şeklindedir. Kuran’da bu şekilde muzari fiil olarak değil de mazi ve emir fiil olarak devrik cümle olmadan gelmiştir. Burada ve bu şekilde geçen başka ayetlerde devrik cümle olarak gelmesiyle vurgu harcamaya değil harcanana yapılmıştır. Kuran Arapçasında cümlenin önemli olan öğesi cümlenin başındadır. Türkçede cümlenin sonundadır. Harcamayı rızıklandırıldıklarından yapmaları önemlidir. “Harcarlar mallarından” (مِنْ أَمْوَالِهِمْ يُنْفِقُونَ) denmemiştir. Kuran’da başka ayetlerde “mallarını harcarlar” (يُنْفِقُونَ أَمْوَالَهُمْ) ifadesi geçmektedir. Kuran’da “mallarından harcarlar” (يُنْفِقُونَ مِنْ أَمْوَالِهِمْ) geçmemektedir. Mallarını harcamak mallarının tamamını harcamak demek değildir. Bir kısmını da tamamını da harcamak anlamına gelir. Çünkü harcama fiili onun azalmasıyla ilgilidir. O halde niçin يُنْفِقُونَ مَا رَزَقْنَاهُمْ (Onları rızıklandırdığımızı harcarlar) denmemiştir? Rızka giyecekler dahil değildir. Yiyecek ve içecektir. Mallarını harcarlar dendiğinde mallarının bir kısmını da tamamını da harcarlar anlamındadır. Aynı şekilde “rızıklandırdığımızı” denseydi rızıklandırıldıklarının bir kısmını da tamamını da harcayabilirlerdi. Oysa rızık yeme içmedir. Tamamını harcayamazlar. Tamamını harcadıklarında aç-susuz kalırlar. Bu nedenle مِنْ ile kendi ihtiyaçları olan rızkı harcamamaları ifade edilmiş olmaktadır.
Önceki ayette ayetlere iman edenleri tanımladıktan sonra bu ayette üç ayrı özellikleri daha anlatılmış olmaktadır. Ayetlere iman bu kadar şartı beraberinde getirir. Günümüzde vesenlere ibadet eden (onlar için çalışan) ve ekseriyete iman eden (güvenen) sonra da ayetlere iman ettiğini iddia edenlerin durumundan oldukça farklıdır.
Teşvikiye, Yalova
12 Nisan 2025
M. Lütfi Hocaoğlu