CİN SÛRESİ - 10. Hafta
أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
وَأَنَّا مِنَّا الصَّالِحُونَ وَمِنَّا دُونَ ذَلِكَ كُنَّا طَرَائِقَ قِدَدًا (11)
Ve Kesinlikle biz, bizden salihlerin olması ve onun dûnunda olanların olması … Biz ayrık tarikatlardık. (11)
وَأَنَّا مِنَّا الصَّالِحُونَ وَمِنَّا دُونَ ذَلِكَ
Ve Kesinlikle biz, bizden salihlerin olması ve onun dûnunda olanların olması …
Ma'tûf | Atıf harfi |
Haberi | İsmi | Enne |
Ma'tûf İsim cümlesi | Atıf harfi | Ma'tûfun aleyh İsim cümlesi |
Mübteda | Haber | Mübteda | Haber |
Mefûlun fih | Şibh-i fiil | Mecrur | Cârr | Mecrur | Cârr |
Muzâfun ileyh | Muzâf |
ذَلِكَ | دُونَ | مُسْتَقِرُّونَ | نَا | مِنْ | وَ | الصَّالِحُونَ | نَا | مِنْ | نَا | أَنَّ | وَ |
وَ: “Ve” demektir. Atıf harfidir. Önceki ayetteki أَنَّا لَا نَدْرِي أَشَرٌّ أُرِيدَ بِمَنْ فِي الْأَرْضِ أَمْ أَرَادَ بِهِمْ رَبُّهُمْ رَشَدًا mastarına أَنَّا مِنَّا الصَّالِحُونَ وَمِنَّا دُونَ ذَلِكَ mastarını atfetmektedir.
أَنَّا: “Kesinlikle biz” demektir. Aslı أَنَّنَا dır. Huruf-u müşebbehe bi-l fiilden olan أَنَّ ile “biz” anlamındaki zamir birleşince أَنَّنَا olmuş ve sonra okuma kolaylığından dolayı أَنَّا şeklinde kısaltılmıştır.
أَنَّ + نَا أَنَّنَا أَنَّا
أَنَّ harfi إِنَّ gibi te’kîd bildirir. Farkı أَنَّ nin mastar olmasıdır.
مِنْ: “-den” demektir. Harf-i cerdir.
نَا: “Biz” demektir. Birinci çoğul şahıs mecrur muttasıl zamirdir.
مِنَّا: “Bizden” demektir.
الصَّالِحُونَ: “Salihler” demektir. صلح kökünden birinci bâbdan merfu marife kurallı eril çoğuldur (Cem-i müzekker salim). Kurallı eril çoğullar âkil varlıklar için kullanılır. Birisinin, bir şeyin fiili ve işinin, yaratılışının, yapısının ve oluşumunun amacıyla uyumlu olmasıdır. Yaratılışı, yapısı ve oluşumunun da kendisinden beklenen fiil ve iş ile uygun ve uyumlu olmasıdır. صلحkökünün zıttı فسد köküdür. İki kök de sülasi olarak ve if’âl bâbından gelir.
Sülasi | صَالِح | Uyumlu |
فَاسِد | Bozuk |
İf’âl | مُصْلِح | Uyumlulaştıran |
مُفْسِد | Bozuklaştıran |
Salih kelimesi sadece insanlar için değil, ameller için de kullanılır.
مِنَّا الصَّالِحُونَ: “Bizden salihler vardır” demektir.
وَ: “Ve” demektir. Atıf harfidir. مِنَّا الصَّالِحُونَ cümlesine مِنَّا دُونَ ذَلِكَ cümlesini atfetmektedir.
مِنْ: “-den” demektir. Harf-i cerdir.
نَا: “Biz” demektir. Birinci çoğul şahıs mecrur muttasıl zamirdir.
مِنَّا: “Bizden” demektir.
دُونَ: “Dûn” demektir. Bu zarf Kuran’da 144 kere geçmektedir. Bu kadar çok geçen bir zarfın önemli bir anlamı vardır. Bu zarfın manasını anlamak için غَيْر, لَدَى, لَدُنْ ve عَنْدَ nin manalarını anlamamız gereklidir.
لَدَى: Mekân zarfıdır. “Yanında” anlamındadır. Öncesinde harf-i cer gelmez. İbtidau-l gaye (başlangıç noktası) bildirmez.
لَدُنْ: Mekân zarfıdır. “Yanında” anlamına gelir. Öncesinde her zaman مِنْ harf-i cerini alır. Bu harf-i cerle beraber ibtidau-l gaye (başlangıç noktası) bildirir.
عِنْدَ: Mekân zarfıdır. Harf-i cer almadan da gelir مِنْ harf-i ceriyle de gelir. Hakiki zarfiyet yanında mecazi zarfiyet de bildirir. Muzafun ileyhini referans olarak gösterir. Muzafun ileyhini referans noktası yapar ve ona göre olan durumu anlatır. “Etkileşim alanında, -e göre” anlamındadır.
لَدَى, لَدُنْ ve عِنْدَ farkı: لَدَى üç boyutlu uzayda zarfiyet bildirirken لَدُنْ dört ve beş boyutlu uzay içinde zarfiyet bildirir. لَدَى nın muzafun ileyhinin üç boyutlu uzayda fiziksel olarak yanı belirtilmektedir. لَدُنْ ün muzafun ileyhinin ise dört ve beş boyutlu uzaydaki yanı belirtilmektedir. Her ikisi de hakiki ve mecazi zarfiyet için gelebilir.
Yanında bulunan لَدَى da gerçekten yanında bulunabilme imkânına sahiptir. لَدُنْ de ise bu imkân yoktur. Çünkü kendi boyutunun dışındadır. Bu nedenle her zaman مِنْ harf-i ceriyle gelir. Ancak ledünde bulunamaz, ledüne gidemez, ledünden ona gelebilir.

عِنْدَ ise diğer ikisinden farklı olarak referans noktası bildirir. Gerçek bir yanındalık bildirmez. Etki alanını ifade eder. Muzafun ileyhi referans noktası olarak gösterir. Etki edebildiği ya da etkileşimde bulunabildiği her yer onun indidir. Bu yüzden görecelik ve görüş de bildirir. Ona göre, onun görüşüne göre anlamına da gelir.

غَيْرِ: “Dışında” demektir. Matematikteki “değil” anlamına gelmektedir.

Dûn (دُون) gayri (غَيْر) ile karıştırılmaktadır. Genellikle aynı anlam verilmektedir. Dûn “başka, dışında” demek değildir. O anlama gelen kelime غَيْر’dır.
دُونَهُ = غَيْرَهُ وَغَيْرَ عِنْدِهِ
Onun dûnu = Onun ve onun indinin gayrısı
Doğru tanım “onun ve onun indinin gayrısı” şeklindedir. Bunu şekille ifade edersek:

Birisinin dûnunda demek hem onun dışında olan hem de onun etki veya etkileşim alanının dışında olan demektir.
ذَلِكَ: “O” demektir. Eril tekil uzak ismi işarettir. Muhatap كَ yani “sen”dir. “Sana söylüyorum, o” anlamına gelmektedir. Uzak anlamlara işaret etmede uzak ism-i işaretler kullanılır. Muhatap tekil geldiği için herkesi birey birey ilgilendirmektedir. Eğer ذَلِكُمْ şeklinde gelseydi topluluğu ilgilendirecekti.
دُونَ ذَلِكَ: “Onun dûnunda” demektir.
مِنَّا دُونَ ذَلِكَ: “Bizden onun dûnunda olanlar vardır” demektir.
مِنَّا الصَّالِحُونَ وَمِنَّا دُونَ ذَلِكَ: “Bizden salihler vardır ve onun dûnunda olanlar vardır” demektir.
أَنَّا مِنَّا الصَّالِحُونَ وَمِنَّا دُونَ ذَلِكَ: “Kesinlikle biz, bizden salihlerin olması ve onun dûnunda olanların olması” demektir.
Araf 168. ayette de aynen bu ayetteki gibi مِنْهُمُ الصَّالِحُونَ وَمِنْهُمْ دُونَ ذَلِكَ “onlardan salihler vardır ve onlardan bunun dûnunda olanlar vardır” denmektedir. Bunu da insanlar için söylemektedir. Buna göre hem insanlar hem cinler için bu ifade geçerlidir. Hem Cin suresinin bu ayetinde hem de Araf 168. ayette دُونَ ذَلِكَ şeklinde “onun dûnunda” denmektedir. دُونَ أُولَئِكَ veya دُونَهُمْ (onların dûnunda) denmemektedir. Eril çoğul bir kelimeye (الصَّالِحُونَ) eril tekil ism-i işaret (ذَلِكَ) dönmesi topluluğun ism-i cem manasında olduğunu gösterir. Ordu kelimesi gibi olur. Ordu kelimesi tekildir ama çok kimseyi ifade eder. Burada da الصَّالِحُونَ kelimesine tekil işaret ismi döndüğü için topluluğun tekil kişiliğini ifade eder.
وَالَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَنُدْخِلَنَّهُمْ فِي الصَّالِحِينَ
İman eden ve salih amel edenler, onları salihlerin içine girdireceğiz. (Ankebut 9)
Bu ayette وَالَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ هُمُ الصَّالِحُونَ “İman eden ve salih amel edenler, onlar salihlerdir” demiyor da وَالَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَنُدْخِلَنَّهُمْ فِي الصَّالِحِينَ “İman eden ve salih amel edenler, onları salihlerin içine girdireceğiz” diyor. Yine وَالَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ مِنَ الصَّالِحِينَ “İman eden ve salih amel edenler salihlerdendir” demiyor da salihlerin içine girdireceğiz diyor.
Yani salih amel edenler oldukları halde salihlerin içinde değiller. Salih amel ettikleri halde de henüz salihler değildirler. Bu durumda salihlerin içinde olmak özel bir durum demektir. Daha sonra salihlerin içine girdirilecekler demektir. Amelinizin salih olması sizi salih yapmaz. Amelin salih olması ile insanın salih olması ayrı şeylerdir. Amellerin imanla beraber organize bir şekilde gerçekleştirilmesi salihlere dahil olmanın sebebidir.
İnsanlardan da cinlerden de salihlerden olanlar ve bunun dûnunda olanlar vardır. Bu durumda salih olmayı açıklayalım.
Salih olan kimse amelleri yaratılış amacına uygun olan kimsedir. Bu durumda insanların ve cinlerin yaratılış amacına uygun amel edenlerin salihlerden olduklarını anlarız.
وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْإِنْسَ إِلَّا لِيَعْبُدُونِ
Cin ve insanı yalnızca bana ibadet etsinler diye yarattım. (Zariyat 56)
Allah’a ibadet etmek Allah’ın kurallarını geçerli kurallar haline getirmek demektir. Allah’ın kurallarına göre yaşamak ve diğer insanların da buna göre yaşamasını sağlamak demektir.
إِنَّنِي أَنَا اللَّهُ لَا إِلَهَ إِلَّا أَنَا فَاعْبُدْنِي وَأَقِمِ الصَّلَاةَ لِذِكْرِي
Kesinlikle Ben, Ben Allah’ım. Ben’den başka ilah yoktur. Öyleyse bana ibadet et ve zikrim için salatı ikame et. (Taha 14)
Bu ayette namazın ibadet olmadığı ayrı ayrı zikredilmesinden açıkça anlaşılmaktadır.
Cinler ve insanlar Allah’ın kuralları içinde yaşama ve yaşatma amacıyla yaratılmışlardır. Bu kurallarla uyumlu biçimde yaşayanlar, bu kurallar geçerli değilse o kuralları geçerli kurallar haline getirmek için çalışanlar salihlerdendir. Salihlerden olmak demek bu kurallar içinde yaşayan ve bu kuralları yaşatan veya yaşatmak isteyen topluluğun bir ferdi olmak demektir.
Kuran’da salihlerle ilgili ayetleri incelersek:
- Yere varis olanlar salih kullardır (Enbiya 105).
- İbrahim ahirette salihlerdendir (Bakara 130, Nahl 122, Ankebut 27).
- Yahya salihlerdendir (Ali İmran 39).
- İsa salihlerdendir (Ali İmran 46).
- Lût salihlerdendir (Enbiya 75)
- İbrahim, İshak, Yakup, Nuh, Davud, Süleyman, Eyüp, Yusuf, Musa, Harun, Zekeriya, Yahya, İsa, İlyas salihlerdendir (En’am 83-85).
- İsmail, İdris, Zülkifl salihlerdendir (Enbiya 85-86).
- Kitap ehlinin hepsi bir değildir. Onlardan gece vakitlerinde Allah’ın ayetlerini secde ederek okuyan, Allah’a ve ahir güne iman eden, marufu emreden, münkeri nehyeden, hayırlarda yarışanlar salihlerdendir (Ali İmran 113-114).
- Biz Hıristiyanlarız diyenlerin içindeki ruhbanlar ve keşişler salihler kavmi ile beraber olmayı isterler (Maide 82-84).
- Allah salihlere veli olur (Araf 196).
- Süleyman Allah’tan rahmetiyle kendisini salih kullarının içine girdirmesini ister (Neml 19).
- Musa’nın kayınpederi Musa’ya 8 yıl ve 10 yıl şeklinde anlaşma teklif ettikten sonra Allah isterse beni salihlerden bulacaksın demektedir (Kasas 27).
- İman eden ve salihatı amel edenler salihlerin içine girdirilecektir (Ankebut 9).
- İbrahim salihlerden olan bir çocuk (İsmail) hibe edilmesini Allah’tan dua eder (Saffat 100).
- İbrahim salihlerden olan İshak ile müjdelenir (Saffat 112).
- Yunus rabbi tarafından seçilir ve salihlerden kılınır (Kalem 50).
- Yusuf rabbine dua ederek beni salihlere kat der (Yusuf 101).
- İbrahim rabbine dua ederek beni salihlere kat der (Şuara 83).
Bu ayetlerde de görüldüğü gibi peygamberler için de “salihlerden” ifadesi Kuran’da çok sık bir şekilde kullanılmaktadır.
Günümüz Allah’ın kurallarına uygun yaşama ve yaşatma dönemi değil, tam tersine Allah’ın kurallarına aykırı kurallar koyma dönemidir. Bunun için de bol miktarda vesen mevcuttur. Onlar bu görevi layığınca yerine getirmektedirler.
Sosyolojik olarak salih olma Allah’a ibadet etme yani O’nun kurallarına uyma, bu kuralları geçerli kurallar haline getirme demektir. Bir de biyolojik olarak salih olma vardır. Bu sağlıklı olmadır. Bedenimizin yaratılış amacı sağlıklı biçimde yaşamak ve sağlıklı yeni nesilleri yetiştirmektir. Bu amaca uygun fonksiyonları gerçekleştiren beden salihtir. Sindirim sistemi, dolaşım sistemi, ürogenital sistem, sinir sistemi, immün sistem ve diğer tüm sistemler doğru çalışır. Çevre ile uyum içinde olup, ondan gelecek besin öğelerini içine almakta ve bunlardan fayda görerek yaşamını sürdürmektir. Bu uyum bozulduğu zaman artık o beden salih değildir, fasittir. Bozulmuştur. Biyolojik olarak salih olan insanın sistemleri, organları, hücreleri kendi aralarında ve dış çevre ile uyumludur. Herhangi bir kronik hastalığı yoktur, genetik hastalığı yoktur. Dışarıdan gelen toksinleri, zararlı maddeleri temizleme potansiyeline sahiptir. Biyolojik olarak salih insan olabilmek için dış çevrenin de temiz olması gereklidir. Besinlerin de salihliği sağlaması gerekir. Havanın da salihliği sağlaması gerekir. Günümüzde artık o kadar kötü hale gelmiştir ki besinler, çevre ve hava kirliliği biyolojik olarak salih insan olmayı da kalabilmeyi de çok çok zor bir hale getirmiştir.
Vücudumuzda yaşayan bazı bakteriler bizim için gereklidir. Onlar da bizim için salihtir. Onlara ihtiyacımız vardır. Sağlıklı bir erişkinin kalın bağırsağında yaklaşık 2.5 kg bakteri yaşar ve bu gereklidir. İmmün sistemimiz onlarla uyum içindedir. Onları düşman olarak görmez. Onlar da yaşadıkları organizma ile uyum içindedirler ve bizim için gerekli olan metabolik maddeleri besin artıklarından, liflerden üreterek kan dolaşımımıza verirler. Onlar bizimle uyumlu, biz de onlarla uyumluyuz. Uyumsuz olanlar bağırsaklara girdiği anda organizma hemen onları atmak ister ve ishal şeklinde uzaklaştırmaya başlar. Bu sistemler sayesinde bedenimiz yaratılış amacına uygun şekilde hareket eder ve salih olarak yaşamını sürdürür.
Virüsler de vücudumuza girerler. İmmün sistem onları tanıyınca onları yok etmek için içinde bulunduğu hücreyi öldürür. Eğer bu öldürme kontrolden çıkarsa organizma ölür. Kontrolsüz immün sistemi olan yani gereğinden fazla saldırı yapan immün sistemi olan organizmalar salih değildir. Covid salgını olduğu zaman ölümler bu sebeple olmuştu. Oysa virüse aşırı derecede saldırı yapılmadığı zaman virüs mutasyona uğrar ve bizimle uyumlu yani salih hale gelmeye çalışır. Her mutasyon onu daha da salihleştirir ve böylece o da yaşamını sürdürmüş olur. Bu nedenle mutasyonlar iyi bir şeydir. Salgın sırasında insanları korkuttular. Yok gama varyantı, yok omikron varyantı çıktı, tehlike var diyerek insanları hiçbir etkisi olmayan aşılara zorladılar. Halbuki o varyantlar salih hale gelme aşamalarıydı. Bazı virüsler çok kısa sürede salih hale gelirler, bazıları uzun yıllar içinde salih hale gelirler. AIDS virüsü olan HIV ilk tespit edildiğinde bulaştığı herkesi öldürüyordu. Günümüzde hemen hemen hiç kimse AIDS’ten ölmüyor. Tahlillerde HIV pozitif olarak tesadüfen yakaladıklarımız, hastalıklarından habersiz dolaşıyorlar. Yıllar içinde HIV bile salih hale gelmiştir.
هُوَ الَّذِي خَلَقَكُمْ مِنْ نَفْسٍ وَاحِدَةٍ وَجَعَلَ مِنْهَا زَوْجَهَا لِيَسْكُنَ إِلَيْهَا فَلَمَّا تَغَشَّاهَا حَمَلَتْ حَمْلًا خَفِيفًا فَمَرَّتْ بِهِ فَلَمَّا أَثْقَلَتْ دَعَوَا اللَّهَ رَبَّهُمَا لَئِنْ آتَيْتَنَا صَالِحًا لَنَكُونَنَّ مِنَ الشَّاكِرِينَ (189) فَلَمَّا آتَاهُمَا صَالِحًا جَعَلَا لَهُ شُرَكَاءَ فِيمَا آتَاهُمَا فَتَعَالَى اللَّهُ عَمَّا يُشْرِكُونَ (190)
O, sizi bir nefisten yaratan ve onunla sükûn bulsun diye zevcini ondan kılandır. Onu kaplayınca hafif bir yük yüklendi. Onunla (yükle) tekrarladı (dönemler geçirdi). (Kadın) Ağırlaşınca ikisi ikisinin rabbi olan Allah’a dua ettiler. Eğer bize bir salih verirsen kesinlikle şükredenlerden olacağız. İkisine bir salih verince ikisi O’na ikisine verdiği hakkında şerikler (ortaklar) kıldı. Allah onların ortak ettiklerinden uludur. (Araf 189-190)
Bu ayette Âdem ile Havva’nın gebelik sona yaklaşırken salih bir çocuk istemeleri anlatılmaktadır. Doğduğu zaman salih olduğunu görmektedirler. Yeni doğan bir çocuğun salih olması demek o çocuğun topluluk içinde sosyal olarak uyumlu olması demek değildir. Bu durumda salih olma sağlıklı olma demektir. Biyolojik yaşam ile uyumlu olması demektir. Bu ayete göre çocuk sağlıklı doğunca anne babası onun hakkında Allah’a şerikler yani ortaklar kılmışlar. Arkasından Allah onların ortak ettiklerinden uludur demektedir. Devamında “onlar” denmektedir ki “onlar” Arapçada en az üç kişiyi ifade eder. Öncesinde hep “ikisi” denmektedir, “onlar” denmemektedir. Devamındaki “onlar” ifadesi Âdem ile Havva değildir. Daha önceki ayetlerde geçen topluluklardır. Bu iki ayette “ikisi ortak etti” denmemektedir. Salih çocuk hakkında “ikisi şerikler kıldı” denmektedir. Bu çocuğun salih olması iyi beslenmenden oldu, yürümenden oldu, şu hareketinden oldu diye gerekçeler üretmişlerdir. Şirk ise şeriklerin Allah’ın kurallarına aykırı olan uyulması zorunlu kurallar koymasıdır. Âdem ile Havva ilk aşamada kalmışlardır. Şerikler kılmışlar, şeriklerin koyduğu kurallar kısmı gerçekleşmemiştir. Etselerdi ayet فَلَمَّا آتَاهُمَا صَالِحًا أَشْرَكَاهُ فِيمَا آتَاهُمَا “İkisine bir salih verince ikisine verdikleri hakkında O’na ortak ettiler” şeklinde olurdu.
Bu ayette cinler için, Araf 168. ayette de insanlar için iki gruptan bahsediyor: salihler ve salihlerin dûnu. Buna göre aslında üç grup var demektir: Salihler, salihlerin indinde olanlar, salihler ve salihlerin indinin gayrısı. Salihlerin indinde olanlar salihlerden değillerdir ama iyilerdir. Salihlerin etki alanındadırlar ve onlarla etkileşimdedirler. Salihlerin dûnunda olanlar ise iyi olmayanlardır. Bu nedenle bizden salihler vardır ve bizden salihlerin dûnunda olanlar vardır deniyor. Başka gruplar olmadığı ifade edilmiyor.
كُنَّا طَرَائِقَ قِدَدًا
Biz ayrık tarikatlardık.
Mensuh isim cümlesi |
Haberi | İsmi | Kâne |
Sıfat | Mevsûf |
قِدَدًا | طَرَائِقَ | نَا | كُنَّا |
كُنَّا: “İdik” demektir. Nakıs fiillerdendir. Burada mazi fiil olarak gelmiştir. Bu fiilin mastarının asıl anlamı “olmak” iken nakıs fiil olduğunda kendisinden sonra bir isim ve haber gelir. Asıl anlamıyla kullanıldığında tam fiil, bir isim ve haberden önce kullanıldığında nakıs (eksik) fiil denir. كُنَّا birinci çoğul şahıs mazi malum fiildir ve sonundaki نَا zamirdir. “Biz” anlamındadır. Merfu muttasıl zamirdir. Bu zamire mütekellim nâ’sı denir. Kânenin ismidir.
طَرَائِقَ: “Yollar, tarikatlar” demektir. Tekili طَرِيقَة dır. Sonuna kapalı te (ة) gelmeden طَرِيق yol demektir. طرق kökünden birinci bâbdan ism-i mef’ûl manasında sıfat-ı müşebbehedir. Bu fiilin mastarı ritmik bir şekilde bir şeye vurmak, çarpmak manasındadır. Buradan طَرْق (tokmaklama, vurma) ve مِطْرَقَة (çekiç) kelimeleri gelmiştir. Bu nedenle sürekli olarak uğranılan, üzerinden ritmik olarak geçilen yol manasındadır. Bir mevkiden yeni bir mevkiye hareket etme alametleri olan her adımı, her mertebeyi hissederek gitmek, ritmik bir şekilde adım adım, aşama aşama ilerlemek manasından gelmiştir. طَرِيق ism-i mef’ûl manasında sıfat-ı müşebbehedir. طرق kökü “bir yerden (zaman, mekân, düşünce veya mantık açısından) başka bir yere işaretleri izleyerek, düzenli adımlarla geçmek” manasındadır. “Bir problemi çözmek, bir cevabı inşa etmek veya yeni bir şey üretmek için izlenen düzenli mantıksal adımlar dizisi (çalışma programı, yöntem)” anlamındadır. طَرِيق de güzergah bellidir, bunu dışına çıkılmaz, tek bir rota vardır, başka yollara sapılmaz. طَرِيقَة da ise طَرِيق in sonuna kapalı te (ة) gelmiştir. Bu ة her zaman dişillik (müenneslik) için gelmez. Burada da müenneslik için değil manayı daraltmak için gelmiştir. طَرِيق in özel bir şeklidir. طَرِيقَة “belirli, özel bir şekilde izlenilen yol, geçiş, yöntem” anlamına gelir. سَبِيل de ise طَرِيق den farklı olarak izlenilen yollar, yöntemler değişik seçenekler içerir. Hedefe varmak için değişik kombinasyonlarda yollar vardır. سَبِيل kolay ulaşılabilen çok seçenekli geniş yolken طَرِيق dar bir yoldur ve tek seçeneklidir. طَرِيقَة ise bunun daha da özelleşmiş bir şeklidir. صِرَاط da yol demektir. Engelsiz ve kolay biçimde ilerlenen açık yoldur. الصِّرَاطَ الْمُسْتَقِيمَ ise “engel bulunmayan, açık, kolay, hedefe doğrudan ulaştıran yol” demektir.
وَلَقَدْ أَوْحَيْنَا إِلَى مُوسَى أَنْ أَسْرِ بِعِبَادِي فَاضْرِبْ لَهُمْ طَرِيقًا فِي الْبَحْرِ يَبَسًا
Yemin olsun, Musa’ya kullarımı gece yola çıkar ve onlara denizde kuru bir tarik darbet diye vahyetmiştik. (Taha 77)
Musa denize asası ile vurunca denizde tek yönlü bir yol açılmıştır. Bu yola bu ayette tarîk denmiştir.
إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا وَظَلَمُوا لَمْ يَكُنِ اللَّهُ لِيَغْفِرَ لَهُمْ وَلَا لِيَهْدِيَهُمْ طَرِيقًا إِلَّا طَرِيقَ جَهَنَّمَ خَالِدِينَ فِيهَا أَبَدًا
Küfreden ve zulmedenler, Allah onları ne bağışlayacaktır ne de onlara içinde sürekli kalıcılar olacakları cehennem tariki dışında bir tarike rehberlik edecektir. (Nisa 168-169)
Cehenneme giden yol tek yönlüdür ve bu yola girdiğinde alternatif güzergâh yoktur. Direk cehenneme gider.
وَإِذْ صَرَفْنَا إِلَيْكَ نَفَرًا مِنَ الْجِنِّ يَسْتَمِعُونَ الْقُرْآنَ فَلَمَّا حَضَرُوهُ قَالُوا أَنْصِتُوا فَلَمَّا قُضِيَ وَلَّوْا إِلَى قَوْمِهِمْ مُنْذِرِينَ (29) قَالُوا يَاقَوْمَنَا إِنَّا سَمِعْنَا كِتَابًا أُنْزِلَ مِنْ بَعْدِ مُوسَى مُصَدِّقًا لِمَا بَيْنَ يَدَيْهِ يَهْدِي إِلَى الْحَقِّ وَإِلَى طَرِيقٍ مُسْتَقِيمٍ (30) يَاقَوْمَنَا أَجِيبُوا دَاعِيَ اللَّهِ وَآمِنُوا بِهِ يَغْفِرْ لَكُمْ مِنْ ذُنُوبِكُمْ وَيُجِرْكُمْ مِنْ عَذَابٍ أَلِيمٍ (31)
Cinlerden Kuran’a kulak veren bir neferi sana çevirmiştik. Ona hazır olduklarında “odaklanın” dediler. Bitirilince kavimlerine uyarıcılar olarak döndüler. “Ey kavmimiz kesinlikle biz Musa’nın sonrasında indirilen, ondan öncekileri tasdik eden, hakka ve doğru tarîke rehberlik eden bir kitap işittik. Ey kavmimiz Allah’a çağırana icabet edin ve O’na iman edin ki sizin suçlarınızı bağışlasın ve elim azaptan sizi kurtarsın.” dediler. (Ahkaf 29-31)
Cinler doğru yollarına müstakim tarîk demişlerdir.
قِدَدًا: “Yırtık parçalar, koparılmış parçalar, yırtılmış şeritler” demektir. قدد kökünden قِدَّةً in çoğuludur. قِدَّة “yırtık parça, koparılmış parça, yırtılmış şerit” demektir. Birinci bâbdan قَدّ mastarı “bir şeyi çekip gererek, kuvvet uygulayarak yarmak veya ayırmak”, “bir şeyden yırtarak parça ayırmak” manasındadır. Bir şeye çekme ve germe kuvveti uygulayarak onun bir parçasını asıl kütleden koparmak veya ayırmaktır. Bu mastar manasından yırtılarak ayrılan parça manasında قِدَّة “yırtık parça” anlamında isimdir.
إِنْ كَانَ قَمِيصُهُ قُدَّ مِنْ قُبُلٍ فَصَدَقَتْ وَهُوَ مِنَ الْكَاذِبِينَ
Onun (Yusuf’un) gömleği önden yırtılmışsa o (kadın) doğru söylemiştir ve o (Yusuf) yalancılardandır. (Yusuf 26)
Burada gömleğin yırtılması bu kökün fiili ile gelmiştir.
قدد kökü Kuran’da 5 kere geçer. Birisi Cin suresinin bu ayetinde diğer dördü de Yusuf suresinde 25, 26, 27 ve 28. ayetlerde, hepsi Yusuf’un gömleğinin yırtılması ifadesi ile gelmiştir.
طَرَائِقَ قِدَدًا: “Ayrık tarikatlar, ayrık yollar” demektir. Bunlar birbiri ile kesişmeyen ve farklı farklı hedeflere götüren yollardır. Bu yollarda yani bu yöntemlerde yan seçenekler yoktur. Sürekli güzergahı izleyerek varacakları hedefe doğru ilerlemektedirler.
كُنَّا طَرَائِقَ قِدَدًا: “Biz ayrık tarikatlardık” demektir. Yırtılma manasından önceden bütün olduklarını, aynı yolda olduklarını, sonradan ayrı ayrı yollara girdiklerini anlıyoruz. Burada cinler kendilerinin tarikat olduğunu ifade etmişlerdir. Genellikle bu ifadede hazf var kabul edilmiştir.
قاله الزمخشري، فقد جَعَلَ في ثلاثة أوجهٍ مضافاً محذوفاً؛ لأنَّه قَدَّرَ في الأول: ذوي، وفي الثاني: مِثْلَ، وفي الثالث: طرائقنا.
Bunu Zemahşerî söylemiştir. Üç vecihte hazfedilmiş muzâf kılmıştır: Şöyle ki ilkinde ذوي (sahipleri), ikincisinde مِثْلَ (benzeri), üçüncüsünde طرائقنا (bizim yollarımız) kelimelerini takdir etmiştir. (ElHalebi)
Fakat tarikat yani yol kendileri için bizim kullandığımız “tarikat” kelimesi gibi terimsel ifade olabilir. İzledikleri yol kendi topluluklarının adı olabilir. Bu durumda kendileri tarikat olurlar.
Cinlerin de insanlar gibi değişik görüşlere sahip olduklarını, değişik yollar tuttuklarını buradan anlamaktayız. Salihlerden olmanın insanlar kadar cinler için de ana karakter olduğu anlaşılmaktadır. Salih olmak yaratılış amacına uygun davranmaktır. İnsanların da cinlerin de yaratılış amacı Allah’a ibadet etmeleridir. Bu da Allah’ın kurallarına uyup o kuralları geçerli kurallar haline getirmeleridir. Aksi takdirde yaratılışları ile uyumsuz olacaklardır. Yaratılış amacıyla uyumlu olduklarında artık salihlerden olacaklardır. Çekiçle vida uyumsuzdur. Çekiçle vidayı açamazsınız. Çekicin üretilme amacı çakmaktır. Çekiç çaktığı zaman salih olur. Tornavida vidayı söktüğü zaman salih olur. Cin de insan da Allah için çalıştığında salih olur. Allah ne diyorsa ne istiyorsa onu gerçekleştirmek için çalıştığında O’na ibadet etmiş olur ve bunu yaşam amacı haline getirdiğinde artık o salihlerdendir.
Teşvikiye, Yalova
01 Kasım 2025
M. Lütfi Hocaoğlu