CİN SÛRESİ - 9. Hafta
أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
وَأَنَّا لَا نَدْرِي أَشَرٌّ أُرِيدَ بِمَنْ فِي الْأَرْضِ أَمْ أَرَادَ بِهِمْ رَبُّهُمْ رَشَدًا (10)
Ve kesinlikle bizim arzda olan kimselere şer mi irade edildiğini yoksa rablerinin onlara doğru davranma mı irade ettiğini dirayet edemiyor olmamız … (10)
Ma'tûf | Atıf harfi |
Haberi Mensuh fiil cümlesi | İsmi | Enne |
İki mef'ûlun bih Soru cümlesi | Fâil | Nâsih Fiil | Olum-suzluk edatı |
Ma'tûf Fiil cümlesi | Atıf harfi | Ma'tûfun aleyh İsim cümlesi | İstifhâm edatı |
Mefûlun bih | Fâil | Mefûlün bih GS | Fiil | Haber Fiil cümlesi | Mübteda |
Mefûlün bih GS | Nâib-i fâil | Fiil |
رَشَدًا | رَبُّهُمْ | بِهِمْ | أَرَادَ | أَمْ | بِمَنْ فِي الْأَرْضِ | هُوَ | أُرِيدَ | شَرٌّ | أَ | نَحْنُ | نَدْرِي | لَا | نَا | أَنَّ | وَ |
وَ: “Ve” demektir. Atıf harfidir. Önceki ayetteki أَنَّا كُنَّا نَقْعُدُ مِنْهَا مَقَاعِدَ لِلسَّمْعِ فَمَنْ يَسْتَمِعِ الْآنَ يَجِدْ لَهُ شِهَابًا رَصَدًا mastarına أَنَّا لَا نَدْرِي أَشَرٌّ أُرِيدَ بِمَنْ فِي الْأَرْضِ أَمْ أَرَادَ بِهِمْ رَبُّهُمْ رَشَدًا mastarını atfetmektedir.
أَنَّا: “Kesinlikle biz” demektir. Aslı أَنَّنَا dır. Huruf-u müşebbehe bi-l fiilden olan أَنَّ ile “biz” anlamındaki zamir birleşince أَنَّنَا olmuş ve sonra okuma kolaylığından dolayı أَنَّا şeklinde kısaltılmıştır.
أَنَّ + نَا أَنَّنَا أَنَّا
أَنَّ harfi إِنَّ gibi te’kîd bildirir. Farkı أَنَّ nin mastar olmasıdır.
لَا: “Değil” demektir. Olumsuzluk edatıdır.
نَدْرِي: “Önceden hiçbir bilgimizin olmadığı bir şeyi bilir hale geliriz, dirayet ederiz” demektir. دري kökünden ikinci bâbdan birinci çoğul şahıs merfu muzari malum fiildir. Nasih fiildir. İki mef’ûlün bih alır. İki mef’ûlün bihi ya mensuh bir cümle ya da bir soru cümlesidir.
لَا نَدْرِي: “Önceden hiçbir bilgimizin olmadığı bir şeyi bilir hale gelmeyiz, dirayet etmeyiz” demektir.
أَ: Soru hemzesidir (همزة الاستفهام). “Mı, mi” demektir. Her zaman cümlenin başına gelir. Buna sadaratu-l kelâm hakkı denir. Hatta önceki cümleleri bu cümleye bağlayan وَ ve فَ bağlaçları bile soru hemzesinden sonra gelir. Sonrasındaki kelimeyi (وَ ya da فَ varsa bunlardan sonra gelen kelimeyi) sorunun konusu yapar. Bu nedenle soru cümlelerinde sorunun konusu olan kelime cümledeki görevi ne olursa olsun bu hemzeden hemen sonra gelerek (وَ ya da فَ varsa bunlardan sonra gelerek) cümlenin ikinci kelimesi olur. “Mı, mi” anlamına gelen ikinci bir soru harfi هَلْ dir. Soru hemzesi her zaman soruya cevap istemek için gelmez. Asıl amaç soru değildir. Arkasından gelen kelimeye cümlede önem katarak soru manasını oluşturur.
شَرٌّ: “Şer” demektir. Başlangıcı ne olursa olsun ki genellikle iyi görünüp sonu kötü olan her şeydir.
وَعَسَى أَنْ تَكْرَهُوا شَيْئًا وَهُوَ خَيْرٌ لَكُمْ وَعَسَى أَنْ تُحِبُّوا شَيْئًا وَهُوَ شَرٌّ لَكُمْ وَاللَّهُ يَعْلَمُ وَأَنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَ
“Umulur ki siz bir şeyden hoşlanmazsınız o sizin için hayırdır ve umulur ki siz bir şeyi seversiniz ve o sizin için şerdir. Allah bilir, siz bilmezsiniz.” (Bakara 216)
Bu ayette hoşlanmadığımız şeylerin hayr olabileceği, hoşlandığımız şeylerin ise şer olabileceği ifade edilmiştir.
أُرِيدَ: “İrade edildi” demektir. رود kökünden if’âl bâbından üçüncü şahıs eril tekil mazi meçhul fiildir. Birinci bâbdan رَوْد mastarı bir fiilin gerçekleşmesini istemek, o fiilin gerçekleşmesi için çabalamak manasındadır. İf’âl bâbında (أَرَادَ – يُرِيدُ) sayruret etkisi ile gelir. Fiilin gerçekleşmesini ister hale gelmek, o halde olmak anlamındadır.
بِ: “-e, -a” demektir. İrade fiiliyle müteallaktır. İrade edilen kim için irade edilmişse bu harf-i cerden sonra gelir.
مَنْ: “Kimse” demektir. Umumi ism-i mevsuldür. Şuurlu varlıklar için kullanılır. Arkasından sıla cümlesi gelir. Sıla cümlesinde bu ism-i mevsule dönen bir aid zamiri vardır. Eril tekil zamir döner. هُوَ veya هُ zamiri döner. Eril zamir dönmesi sadece erkekleri ilgilendirdiği anlamında değildir. Hem erkek hem de kadınları kapsar. Tekil zamir dönmesi de tek bir kişiyi ilgilendirdiği anlamında değildir. Hem tek kişiyi hem iki kişiyi hem de çok kişiyi kapsar. Bu nedenle umumi ism-i mevsuldür. Eril tekil zamir dönmesi gramatik bir kuraldır. Bazen de eril çoğul zamir döner. مَا da مَنْ gibi umumi ism-i mevsuldür, şuursuz varlıklar için kullanılır. Hem şuursuz hem şuurlu varlıklar varsa مَا kullanılır.
فِي: “İçinde” demektir. Harf-i cerdir.
الْأَرْضِ: “Yer, arz” demektir. ءرض kökünden gelmiştir. Dördüncü bâbdan أَرَض mastarı bir mekânın bereketli, verimli olması, hayrının çok olması ve yerleşme ve ikamet için uygun olması manasındadır. Bu mastar manasından yerleşme için uygun olan manasında أَرْض “yer” anlamındadır. “Yeryüzü” manasına da gelir. Yerleşme için uygun olan her yer arzdır. Ay’a yerleşirseniz, orası arz olur. Mars’a yerleşirseniz, orası arz olur. Uzay istasyonuna yerleşirseniz, orası arz olur. Arzı yerküre olarak sınırlandırmak yanlıştır. Yerküre içindeki herhangi bir alan da arzdır. Türkçeye geçen arsa ve arazi kelimeleri, İngilizcedeki earth kelimesi buradan gelmektedir.
فِي الْأَرْضِ: “Arzda” demektir.
مَنْ فِي الْأَرْضِ: “Arzda olan kimse” demektir.
بِمَنْ فِي الْأَرْضِ: “Arzda olan kimseye” demektir.
أُرِيدَ بِمَنْ فِي الْأَرْضِ: “Arzda olan kimseye irade edildi” demektir.
أَشَرٌّ أُرِيدَ بِمَنْ فِي الْأَرْضِ: “Arzda olan kimseye şer mi irade edildi?” demektir.
أَمْ: “Yoksa” demektir. Atıf harfidir. شَرٌّ أُرِيدَ بِمَنْ فِي الْأَرْضِ cümlesine أَرَادَ بِهِمْ رَبُّهُمْ رَشَدًا cümlesini atfetmektedir.
أَمْ iki şekilde kullanılır:
1.Muttasıl Em (أَمِ الْمُتَّصِلَةُ): Atıf harfi olarak görev yapar.
a.Tesviye hemzesiyle beraber olan Em: Masdar-ı müevvelin sıla cümlesi içinde cümleleri birbirine atfeder. “-da ... –da, -ha … -ha, ister … ister” manalarına gelir. Bu durumdaسَوَاءٌ ile beraber kullanılır.سَوَاءٌ عَلَيْهِمْ أَأَنْذَرْتَهُمْ أَمْ لَمْ تُنْذِرْهُمْ Onları uyarman da onları uyarmaman da onlara eşittir. (Bakara 6) Buradaki hemze mastar harfidir, tesviye hemzesi denir.
b.Soru hemzesiyle beraber olan Em: Hem müfredleri hem de cümleleri birbirine bağlar. “Yoksa” anlamına gelir. Soru hemzesiyle kurulan bütün soru cümlelerinden sonra gelen Em’ler muttasıl Em olmak zorunda değildir. Eğer bir seçenek bildirmiyorsa bu Em munkatı Em’dir.
2.Munkatı Em (أَمِ الْمُنْقَطِعَةُ): Hemze olmadan gelen Em’dir. Muttasıl Em’deki kadar güçlü bir bağlayıcı etki yoktur. Atıf harfi olarak değil idrab edatı olarak görev yapar. Bir sözden diğer bir söze geçerken kullanılmış olur. Sonra gelen sözü önce gelen sözden ayırır. Bu nedenle munkatı Em denmektedir. Bununla beraber önceki cümle ile sonraki cümleler arasındaki ilişki tamamen kesilmiş değildir. “Yahut, oysa, yoksa” anlamlarına gelir.
أَرَادَ: “İrade etti” demektir. رود kökünden if’âl bâbından üçüncü şahıs eril tekil mazi malum fiildir.
بِ: “-e, -a” demektir. İrade fiiliyle müteallaktır.
هِمْ: “Onlar” demektir. Üçüncü şahıs eril çoğul mecrur muttasıl zamirdir. مَنْ umumi ism-i mevsulüne racidir.
بِهِمْ: “Onlara” demektir.
رَبُّ: “Rab, efendi, yetiştirici, terbiyeci” demektir. ربب kökünden gelmiştir. Alemlerin rabbi olan Allah’tır.
هُمْ: “Onlar” demektir. Üçüncü şahıs eril çoğul mecrur muttasıl zamirdir. مَنْ umumi ism-i mevsulüne racidir.
رَبُّهُمْ: “Onların rabbi” demektir.
رَشَدًا: “Doğru yolu ve doğru işi bulmak ve izlemek” demektir. رشد kökünden dördüncü bâbdan mastardır. Bu kökten üç mastar vardır: رُشْد, رَشَد ve رَشَاد. Üçünün anlamları arasında farklılıklar vardır.
رُشْد “akli olgunluk” demektir. Düşüncenin olgunlaşması, tam aklî kuvvetlere erişmek, düşünme fonksiyonunun en iyi hâline gelmesiyle kendisine arz edilen hususlar karşısında en iyi hükümleri vermek demektir.
رَشَد ise karar ve fiildeki doğruluğu, isabeti ifade eder. Doğru yolu ve doğru işi bulmak ve bu yolu izlemek demektir.
رَشَاد ise رَشَد mastarının mübalağalısıdır. Mübalağa etkisini elif sağlar. Düşünce ve fiilde olgunlaşmanın kalıcı olması demektir. Fiilin, olgun düşünceye uygun biçimde gerçekleştiği hâldir.
Kelime | Vezin | Tür | Anlam | Vurgu |
رُشْد | فُعْل | Mastar | Düşüncede doğruluk, olgunluk | Akıl ve inanç düzeyinde doğruluk |
رَشَد | فَعَل | Mastar | Doğru yol ve doğru davranış şekli | Fiil ve karar düzeyinde isabet |
رَشَاد | فَعَال | Mübalağalı mastar | Sürekli doğruluk, istikamet üzere olma | Kalıcı, köklü, kapsamlı doğruluk |
Kısaca özetlersek:
Kelime | Anlam | Açıklama |
رُشْد | Doğru düşünme | Akılda olgunluk |
رَشَد | Doğru davranma | Kararda isabet |
رَشَاد | Doğru düşünme ve davranmanın sürekli olması | Hidayet üzerine istikrarlı olgun karakter |
أَمْ أَرَادَ بِهِمْ رَبُّهُمْ رَشَدًا: “Yoksa rableri onlara doğru davranma mı irade etti?” demektir.
أَشَرٌّ أُرِيدَ بِمَنْ فِي الْأَرْضِ أَمْ أَرَادَ بِهِمْ رَبُّهُمْ رَشَدًا: “Arzda olan kimselere şer mi irade edildi yoksa rableri onlara doğru davranma mı irade etti?” demektir.
لَا نَدْرِي أَشَرٌّ أُرِيدَ بِمَنْ فِي الْأَرْضِ أَمْ أَرَادَ بِهِمْ رَبُّهُمْ رَشَدًا: “Arzda olan kimselere şer mi irade edildiğini yoksa rablerinin onlara doğru davranma mı irade ettiğini dirayet edemiyoruz” demektir.
أَنَّا لَا نَدْرِي أَشَرٌّ أُرِيدَ بِمَنْ فِي الْأَرْضِ أَمْ أَرَادَ بِهِمْ رَبُّهُمْ رَشَدًا: “Kesinlikle bizim arzda olan kimselere şer mi irade edildiğini yoksa rablerinin onlara doğru davranma mı irade ettiğini dirayet edemiyor olmamız” demektir.
Kuran dinleyip diğer cinlerin yanına dönen cinler onlarla konuşmaya devam ediyor. Semadaki oturma yerlerine oturup bilgi edinmek için kulak verenlerin alevli ışınlar bulduğunu söylüyorlar. Sonrasında bu ayette arzda olan kimselerden (مَنْ فِي الْأَرْضِ) bahsediyorlar. Bu arzda olan kimseler kimlerdir? Bunlara cinler dahil midir? Cinler için bilgi alma kısıtlaması getirilmiştir ve sonrasında arzda olan kimselere şer mi yoksa doğru davranma mı irade edildi denildiğine göre arzda olan kimselere kendileri dahil değildir. Arzda olan kimseler insanlar mıdır? Arzda olanlar insanlarsa ve cinler arzda değilse nerededirler?
وَإِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلَائِكَةِ إِنِّي جَاعِلٌ فِي الْأَرْضِ خَلِيفَةً قَالُوا أَتَجْعَلُ فِيهَا مَنْ يُفْسِدُ فِيهَا وَيَسْفِكُ الدِّمَاءَ وَنَحْنُ نُسَبِّحُ بِحَمْدِكَ وَنُقَدِّسُ لَكَ
Rabbin meleklere arzda bir halife kılanım dediği zaman, dediler ki “Biz seni hamd ile tesbih ederken ve seni takdis ederken, onun (arzın) içine fesat çıkaracak ve kan dökecek kimseyi kılacak mısın? (Bakara 30)
هُوَ الَّذِي جَعَلَكُمْ خَلَائِفَ فِي الْأَرْضِ
O sizi arzda halifeler kılandır. (Fatır 39)
Bu ayetlerde insanların arzda halife kılındığı ifade edilmiştir. Bu da insanların arzda olan kimseler olduğunu göstermektedir.
وَلَوْ شَاءَ رَبُّكَ لَآمَنَ مَنْ فِي الْأَرْضِ كُلُّهُمْ جَمِيعًا أَفَأَنْتَ تُكْرِهُ النَّاسَ حَتَّى يَكُونُوا مُؤْمِنِينَ
Rabbin isteseydi arzda olan kimseler, onların hepsi topluca iman ederdi. Sen mi insanları müminler olana kadar zorlayacaksın? (Yunus 99)
Bu ayette de arzda olanların insanlar olduğu ikinci cümle olan soru cümlesi ile ifade edilmiştir.
وَالْمَلَائِكَةُ يُسَبِّحُونَ بِحَمْدِ رَبِّهِمْ وَيَسْتَغْفِرُونَ لِمَنْ فِي الْأَرْضِ
Melekler, rablerinin hamdiyle tesbih ederler ve arzda olan kimseler için istiğfar ederler. (Şura 5)
Bu ayette de meleklerin arzda olan kimseler için istiğfar ettiği ifade edilmiştir.
وَإِنْ تُطِعْ أَكْثَرَ مَنْ فِي الْأَرْضِ يُضِلُّوكَ عَنْ سَبِيلِ اللَّهِ إِنْ يَتَّبِعُونَ إِلَّا الظَّنَّ وَإِنْ هُمْ إِلَّا يَخْرُصُونَ
Eğer arzda olan kimselerin çoğunluğuna uyarsan seni Allah’ın yolundan saptırırlar. Onlar yalnızca zanna uyarlar. Onlar yalnızca kafadan atarlar. (Enam 116)
Bu ayette de arzda olan kimselerin insanlar olduğu anlaşılmaktadır.
أَلَا إِنَّ لِلَّهِ مَنْ فِي السَّمَوَاتِ وَمَنْ فِي الْأَرْضِ
Dikkat edin, kesinlikle semalarda olan kimseler ve arzda olan kimseler Allah’a aittir. (Yunus 66)
Bu ayetle şuurlu varlıkların iki gruba ayrıldıklarını anlıyoruz: semalarda olan kimseler, arzda olan kimseler. Bunları iki ayrı terim olarak düşünmek gerekir.
وَيَوْمَ يُنْفَخُ فِي الصُّورِ فَفَزِعَ مَنْ فِي السَّمَوَاتِ وَمَنْ فِي الْأَرْضِ إِلَّا مَنْ شَاءَ اللَّهُ
Sûrun içine üflenilip de Allah’ın istediği dışında semalarda olan kimseler ve arzda olan kimselerin korktuğu gün … (Neml 87)
وَنُفِخَ فِي الصُّورِ فَصَعِقَ مَنْ فِي السَّمَوَاتِ وَمَنْ فِي الْأَرْضِ إِلَّا مَنْ شَاءَ اللَّهُ
Sûrun içine üflenildi de Allah’ın istediği dışında semalarda olan kimseler ve arzda olan kimseler bayıldı. (Zümer 68)
Bu ayetlerde semalarda olan kimselerle arzda olan kimselerin Sûra üflenilmesi ile korkacağı ve bayılacağı söylenmiştir. Yalnız bu iki gruptan bayılmayan ve korkmayanların olacağı da istisna ile ifade edilmiştir. Bunların da melekler ve ruhlar gibi ölümlü olmayan varlıklar olduğu fehmedilmektedir.
Bunlara göre insanların arzda olan kimseler, cinlerin ise semalarda olan kimseler olduğu söylenebilir. Buradaki arz dünya gezegeni değildir. Arz insanların yaşamasına elverişli olan her yerdir. Semalarda olan kimseler olan cinler sema içinde hareket edebilen hızlı varlıklardır. Bu nedenle onlar bu tanımın içine girmektedirler.
Bu ayette ilk cümlede irade meçhul gelmiştir (irade edildi). İkinci cümlede malum gelmiştir (irade etti). İlk cümlede arzda olan kimseler için şer mi irade edildi denilirken ikinci cümlede Allah’ın onlar için doğru davranma mı irade ettiği denilmiştir. İlk cümlede şerri irade eden Allah olamayacağı için meçhul gelmiştir. Cinler şerri Allah dışında birinin irade edebileceğini düşünmektedirler. Onlar da Allah’ın şer irade etmeyeceğinin farkındadırlar. Amentu duasında geçen “bi-l kaderi hayrihî ve şerrihî minellâhi teâlâ” ifadesi bu nedenle hatalı bir ifadedir. Allah’tan şer gelmez. Allah kulları için şer irade etmez. Şer ve hayırla imtihan eder. Hayrı irade eder.
وَإِنْ يَمْسَسْكَ اللَّهُ بِضُرٍّ فَلَا كَاشِفَ لَهُ إِلَّا هُوَ وَإِنْ يُرِدْكَ بِخَيْرٍ فَلَا رَادَّ لِفَضْلِهِ
Allah sana bir zarar dokundurursa onu O’ndan başka kaldıracak yoktur ve sana bir hayr irade ederse onun fazlını geri döndürecek yoktur. (Yunus 107)
Bu ayette Allah’ın hayır irade ettiği ifade edilmiştir.
Cinler ayetin başında şer mi irade edildi demiş, devamında Allah arzda olan kimseler için hayr mı irade etti dememişler reşed mi irade etti demişlerdir. Oysa şerrin zıttı hayırdır. Yunus 107’de de Allah’ın hayır irade ettiği ifade edilmiştir. Bu durumda cinlerin semadan haber alamamaları hayır değil de reşed ile ilgilidir. Hayır sonu iyi olan demektir. Reşed ise fiiller ve kararda isabetli olma, doğru davranma demektir. Buradan da şunu anlıyoruz, cinler semadan aldıkları bilgilerle bazı insanların yanlış, isabetsiz ve olgun olmayan davranışlarına sebep olmaktadırlar. Bunu anlatan cinler görevlilerdir ve bunu dirayet edemediklerini söylemektedirler. Yani onlara bu bilgi verilmemiştir ve bu iki durum arasında hangisinin doğru olduğunu kavrayamamaktadırlar. Kuran inmiş ve cinlerin semadan bilgi almaları tehlikeli bir şekilde bilgiyi alıp kaçabilenler haricinde engellenmiştir.
قُلْ أُوحِيَ إِلَيَّ أَنَّهُ اسْتَمَعَ نَفَرٌ مِنَ الْجِنِّ فَقَالُوا إِنَّا سَمِعْنَا قُرْآنًا عَجَبًا (1) يَهْدِي إِلَى الرُّشْدِ فَآمَنَّا بِهِ وَلَنْ نُشْرِكَ بِرَبِّنَا أَحَدًا (2)
“Kesinlikle cinden bir neferin kulak verip de ‘kesinlikle biz rüşde rehberlik eden şaşılacak bir Kuran işittik de ona iman ettik ve asla birisini rabbimize ortak etmeyeceğiz’ demeleri bana vahyolundu” de. (Cin 1-2)
Surenin başında bu cinler Kuran’ın rüşde rehberlik ettiğini ifade etmişlerdir. Kuran inmiş ve artık insanların bütün sorunlarını çözebilen bir kitap ellerinin altındadır. Cinlerin haber vermesine gerek kalmamıştır. Kuran insanları rüşde götürür ve rüştten sonraki adımlar reşed ve reşaddır. Bu ayetle cinlerin semada oturma yerlerine oturup da bilgi almalarının engellenmesi ile Kuran’ın inmesi arasında bağ kurulmuştur.
Kuran öyle bir kitaptır ki hangi soruyu ona sorsan cevap verir. Hangi sorunun çözümünü ararsan onda vardır. Cinlerden gelecek bilgilerle değil Kuran’ın kıraatiyle çözümlere ulaşılır. İnsanlar için şer irade edilmediği açıktır. İnsanlar Kuran ile isabetli ve doğru davranışlar geliştirebilirler. Cinlerden haber almalarına ihtiyaç yoktur. Ancak günümüz zır-cahiliye dönemidir. İnsanlar Kuran’ı terk etmişlerdir. Kuran’ı cenaze kitabına indirgemişlerdir. Dünya sorunlarla doludur. Sorunların çözümleri Kuran’dadır ama Kuran’dan çözüm arayan bir avuç insan dışında kimse kalmamıştır. Çözümleri çoğunluğu ele geçiren çobanların kendilerini gütmesinde arayan insan topluluklarıyla doludur dünya. Yıllardır Süleyman Karagülle de yazdı ben de yazıyorum ve söylüyoruz. Filistinlilerin oradan hicret etmesi gerekir diye. Öyle bir cahilliğin içindeki dünya, o kadar insan öldü, orası yerle bir oldu, hala olmayan ateşkesi yaptık diye seviniyorlar, böbürleniyorlar. Bu nasıl bir cahilliktir, akıl alacak gibi değil. Orada savaş olmasa bile insanlar orada ne üretecek, nasıl yaşayacak, nasıl bir düzen kuracaklar? Dış yardımlarla yaşayan muhtaç bir topluluğun orada yaşaması mı başarıdır? Kuran açıkça hicret etmelerini söylerken hala bu çaba nedir? Kuran çoğunluğu şiddetle reddederken, çoğunlukla dalaleti bir arada zikrederken hala çoğunluk sisteminin kölesi olmak nedir? Hala vesenlere ibadet etmek nedir? Akıl alacak gibi değil. Hala kötünün iyisini seçeyim diye onlardan herhangi birine destek olmak nedir? Kuran İbrahim Peygamberin örneğini vermiyor mu? Onlardan uzak olduğunu söylemiyor mu? O halde nedir bu cahillik, nedir bu akletmemek? Allah’ın kitabıyla ilgisi olmayanlara katılmak veya onlardan çözüm beklemek nedir?
Teşvikiye, Yalova
25 Ekim 2025
M. Lütfi Hocaoğlu