SECDE SÛRESİ - 11. Hafta
أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
إِنَّمَا يُؤْمِنُ بِآيَاتِنَا الَّذِينَ إِذَا ذُكِّرُوا بِهَا خَرُّوا سُجَّدًا وَسَبَّحُوا بِحَمْدِ رَبِّهِمْ وَهُمْ لَا يَسْتَكْبِرُونَ (15)
Ayetlerimize yalnızca onlara onlar zikredildiği zaman secde edenler halinde ses çıkaranlar ve büyüklenmeden rablerinin değeriyle / rablerine değer vermekle tesbih edenler iman eder. (15)
Fiil cümlesi |
Fâil | Mef-ûlün bih GS | Fiil | Hasr edatı |
Sıla cümlesi | İsm-i mevsûl |
Cevap cümlesi | Şart cümlesi Fiil cümlesi |
Ma'tûf Fiil cümlesi | Atıf harfi | Ma'tûfun aleyh Fiil cümlesi | Mef-ûlün bih GS | Nâib-i fâil | Fiil | Şart edatı |
Fâil | Fiil |
Hâl İsim cümlesi | Hâl | Sahi-bul hâl |
Haber Fiil cümlesi | Müb-teda | Vâv-u hâliyye |
لَا يَسْتَكْبِرُونَ | هُمْ | وَ | بِحَمْدِ رَبِّهِمْ | و | سَبَّحُوا | وَ | خَرُّوا سُجَّدًا | بِهَا | و | ذُكِّرُوا | إِذَا | الَّذِينَ | بِآيَاتِنَا | يُؤْمِنُ | إِنَّمَا |
إِنَّمَا: Kasr edatıdır. “Yalnızca” anlamındadır. İnnema cümlenin başında gelir. Maksurun aleyh cümlenin sonunda bulunur. Maksur ise İnnema edatı ile maksurun aleyh arasındadır.
يُؤْمِنُ: “İman eder”, “güvenir” demektir. Genellikle “inanır” şeklinde tercüme edilir. Bu ifade imanın anlamını karşılamaz. Güvenme manası inanmayı da kapsar ve imanın anlamı budur. İf’âl bâbında harf-i cersiz güven vermek anlamında iken بِ harf-i ceri ile güvenmek anlamına gelir. Burada harf-i cerle geldiği için güvenir anlamındadır.
بِ: “-e, -a” demektir. Harf-i cerdir. İman fiiliyle ilişkili geldiğinde bu harf-i cerden sonra gelene güveniliyor demektir.
آيَاتِ: “Ayetler” demektir. Tekili آيَة dir. Ayet gösterge demektir. ءيي kökünden gelmiştir. Dördüncü bâbdan mastar olarak bir kimse ya da bir şey hakkında onun bilinmesini sağlayacak bir işaret koymak manasındadır. Bu mastar manasından konulan işaret manasında آيَةٌ “gösterge” anlamında isimdir.
نَا: “Biz” demektir. Mecrur muttasıl zamirdir.
آيَاتِنَا: “Ayetlerimiz” demektir.
بِآيَاتِنَا: “Ayetlerimize” demektir.
الَّذِينَ: “Kimseler” demektir. Has ism-i mevsuldür. Arkasından sıla cümlesi gelir ve sıla cümlesinde şahıs ve çoğulluk açısından has ism-i mevsulle uyumlu bir zamir bulunur. Buna aid zamiri denir. الَّذِينَ ile uyumlu olan هُمْ (onlar) veya و (onlar) zamiridir. Has ism-i mevsullerde aid zamirinin raci olduğu fâil ya da mef’ûl de marifedir, fiilin işleniş şekli de bilinmektedir. Bu nedenle organize işler has ism-i mevsullerle ifade edilirler.
إِذَا: “İse” demektir. Şart edatıdır. Gelecek zamanı gösterir. Kendisinden sonra mazi fiil de gelse geçmiş zamanı göstermez. Gelecekte gerçekleşip tamamlanma zamanını gösterir. Bir kere gerçekleştiğine işaret eder. Muzari fiil gelirse gerçekleşmenin devam ettiğini, tekrarlamaların olduğunu gösterir.
ذُكِّرُوا: “Onlara zikredildi” demektir. ذكر kökünden tef’îl bâbından üçüncü şahıs eril çoğul mazi meçhul fiildir. Birinci bâbdan ذَكَرَ - يَذْكُرُ şeklinde “anmak, anlamak, anlatmak, anımsamak” anlamlarındadır. Birisini anlamak, anlatmak veya bir şeyi akletmek, aklettirmek amacıyla kaydedildiği yerden onun hakkındaki bilgileri alıp kullanmak manasındadır. Bu kaydedildiği yer kitap olabileceği gibi insanın hafızası da olabilir, başka şeyler de olabilir. Kullanma da sözle olabileceği gibi yazıyla da olabilir, başka şekilde de olabilir. Tef’îl bâbından ذَكَّر - يُذَكِّر şeklinde teksir ve mübalağa etkisiyle “anmasını sağlamak, anlamasını sağlamak, anlatmak, anımsatmak” demektir.
بِ: “-ı, -i” demektir. Harf-i cerdir. Zikredilen bu harf-i cerden sonra gelir.
هَا: “O, onlar” demektir. Dişil tekil mecrur muttasıl zamirdir. آيَاتِنَا ya racidir. Gayr-i akil çoğullara dişil tekil veya dişil çoğul zamirler raci olur. Dişil tekil zamir raci olursa sayının çok olduğunu, dişil çoğul zamir (هُنَّ) raci olursa sayının az olduğunu gösterir. Burada dişil tekil zamir (هَا) raci olduğundan ayetlerin sayısının çok olduğu anlaşılmaktadır.
بِهَا: “Onları” demektir.
إِذَا ذُكِّرُوا بِهَا: “Onlara onlar zikredildiği zaman” demektir. “Onlara ayetlerimiz zikredildiği zaman” demektir.
خَرُّوا: “Çöktüler, ses çıkardılar” demektir. خرر kökünden ikinci bâbdan üçüncü şahıs eril çoğul mazi malum fiildir. Bu fiilin asıl anlamı ses çıkarmadır. Ses çıkarmaya neden olan fiil kökü bir hâl veya mef’ûlü mutlak ile gelerek خرر fiili ile beraber kullanılır. Eğer beraberinde başka bir fiilin hâl veya mef’ûlü mutlağı yoksa, tek başına kullanılıyorsa çökme ile ses çıkarıldığını ifade eder. Suyun ve rüzgârın çıkardığı sese, kartalın kanat çırparken çıkardığı sese الخرير denir. Uyurken çıkarılan horlama sesi de bu kökle ifade edilir. الخرخرة uyuyan veya boğulan birinin çıkardığı sestir. Bir taşın yuvarlandığında çıkardığı ses de bu kökle ifade edilir.
سُجَّدًا: “Secde edenler” demektir. سجد kökünden birinci bâbdan düzensiz eril çoğul nekre ism-i fâildir. سَاجِدًا in çoğuludur. Düzenli çoğulu ise سَاجِدِينَ dir. سُجُود “secde etmek” demektir. سجد kökünden birinci bâbdan mastardır. Birisi için boyun eğme, itaat, bağlılık ve astı olma alametlerini açığa vurmak manasındadır. Bu alametler çok çeşitli olabilir. Allah için secde etme alametlerinden birisi elleri, dizleri ve alnı yere koymaktır.
خَرُّوا سُجَّدًا: “Secde edenler halinde ses çıkardılar” demektir. Gürültü çıkarmak demek değildir. Allah’a boyun eğme, itaat ve bağlılığını açıkça ifade etmektir.
وَ: “Ve” demektir. Atıf harfidir. خَرُّوا سُجَّدًا cümlesine سَبَّحُوا بِحَمْدِ رَبِّهِمْ وَهُمْ لَا يَسْتَكْبِرُونَ cümlesini atfetmektedir.
سَبَّحُوا: “Tesbih ettiler” demektir. سبح kökünden tef’îl bâbından üçüncü şahıs eril çoğul mazi malum fiildir. Üçüncü bâbdan (سَبَحَ - يَسْبَحُ) şeklinde bir ortam içinde dizi şeklinde hareket etmek demektir. Üçüncü bâb tef’îl bâbına gelince (سَبَّحَ - يُسَبِّحُ) bir ortam içinde dizi şeklinde hareket ettirmek demektir. Bir ortam içinde bir şeyi yaymak demektir.
بِ: “İle” demektir. Harf-i cerdir.
حَمْدِ: “Değer, değer vermek, değerini bilmek” anlamındadır. حمد kökünden mastar da olur (değer vermek, değerini bilmek) isim de (değer) olur. Kuran’da الْحَمْدُ şeklindeki harf-i tarifle geçişlerin hepsi Allah için gelmektedir. بِحَمْدِ şeklindeki geçişlerin hepsi rab/رَبّ ile beraber izafet şeklinde gelmektedir. حَمِيد şeklinde sıfat-ı müşebbehe olarak yalnızca Allah için kullanılır. الْحَمْدُ istiğrak içindir yani “bütün hamdlar” anlamındadır.
Makam için mahmud/مَحْمُود (değer verilen) denmekte, Peygamberimizin adı Muhammed/مُحَمَّدٌ olarak “kendisine çokça değer verilen” anlamındadır. Allah’ta ise değer verilme sıfat şeklindedir. Bu nedenle حَمِيد şeklinde sıfat-ı müşebbehe olarak yalnızca Allah için kullanılır.
رَبِّ: “Rab, efendi, yetiştirici, terbiyeci” demektir. ربب kökünden gelmiştir.
هِمْ: “Onlar” demektir. Eril çoğul üçüncü şahıs mecrur muttasıl zamirdir. الَّذِينَ has ism-i mevsulünün aid zamiridir.
رَبِّهِمْ: “Onların rabbi” demektir.
حَمْدِ رَبِّهِمْ: “Rablerinin değeri” (hamd isim iken) veya “Rablerine değer vermek” (hamd mastar iken) demektir.
بِحَمْدِ رَبِّهِمْ: “Rablerinin değeriyle” (hamd isim iken) veya “Rablerine değer vermekle” (hamd mastar iken) demektir.
وَ: “Halde” demektir. Hâl vâvıdır. Hâl cümlesinden önce gelir.
هُمْ: “Onlar” demektir. Eril çoğul merfu munfasıl zamirdir. الَّذِينَ has ism-i mevsulünün aid zamiridir.
لَا: “Değil” demektir. Olumsuzluk edatıdır.
يَسْتَكْبِرُونَ: “Büyüklenirler” demektir. كبر kökünden istif’âl bâbından üçüncü şahıs eril çoğul muzari malum fiildir. Fâili içindeki merfu muttasıl zamir olan cem vâvıdır (يَسْتَكْبِرُونَ). İstif’âl bâbının etkisi burada itikattır. Büyük olduğuna inanırlar demektir.
لَا يَسْتَكْبِرُونَ: “Büyüklenmezler” demektir.
وَهُمْ لَا يَسْتَكْبِرُونَ: “Onlar büyüklenmeden” demektir.
سَبَّحُوا بِحَمْدِ رَبِّهِمْ وَهُمْ لَا يَسْتَكْبِرُونَ: “Onlar büyüklenmeden rablerinin değeriyle / rablerine değer vermekle tesbih ettiler” demektir.
Mastar olarak rablerinin değer vermesiyle, değer verilmesiyle yayarlar demektir. Buna ilaveten rabbinin değeriyle birlikte yayarlar demektir. Yayılacak olan nedir? Bunu ayetlerden anlıyoruz. Bunun için tesbih fiilinin kullanım şekline bakmak gereklidir.
Tesbih Kur’an’da 3 şekilde geçer:
1.Harf-i cersiz: Mef’ûl doğrudan gelirse hakkında bilgi yayılan o mef’ûldür.
سَبِّحِ اسْمَ رَبِّكَ الْأَعْلَى
A’lâ rabbinin ismini tesbih et. (Ala 1)
Rabbinin ismini (doğal ve sosyal kanunlarını) yay. İlmi yaymak da Rabbin ismini tesbihtir.
إِنَّا أَرْسَلْنَاكَ شَاهِدًا وَمُبَشِّرًا وَنَذِيرًا (8) لِتُؤْمِنُوا بِاللَّهِ وَرَسُولِهِ وَتُعَزِّرُوهُ وَتُوَقِّرُوهُ وَتُسَبِّحُوهُ بُكْرَةً وَأَصِيلًا (9)
Kesinlikle Allah’a ve resulüne iman etmeniz, O’na saygı göstermeniz ve O’nu ağırlaştırmanız ve erken ve geç saatlerde tesbih etmeniz için sana şahit ve müjdeleyici ve uyarıcı gönderdik. (Fetih 9)
O’nu tesbih demek Allah’ın hakkında bilgiler yaymak, bilgileri iletmek demektir. Bunu sesle, görüntü aktarımıyla, İnternet ile yapmak tesbihtir.
وَاجْعَلْ لِي وَزِيرًا مِنْ أَهْلِي (29) هَارُونَ أَخِي (30) اشْدُدْ بِهِ أَزْرِي (31) وَأَشْرِكْهُ فِي أَمْرِي (32) كَيْ نُسَبِّحَكَ كَثِيرًا (33)
Bana ehlimden bir yardımcı kıl, kardeşim Harun’u. Onunla özrümü kuvvetlendir ve onu işime ortak et ki seni çokça tesbih edelim. (Taha 33)
Musa Harun’u vezir olarak istiyor. Gerekçe olarak da seni çok tesbih edelim diyor. Yani iki kişi olursak senin hakkında daha çok bilgiyi yayarız diyor.
فَفَهَّمْنَاهَا سُلَيْمَانَ وَكُلًّا آتَيْنَا حُكْمًا وَعِلْمًا وَسَخَّرْنَا مَعَ دَاوُدَ الْجِبَالَ يُسَبِّحْنَ وَالطَّيْرَ وَكُنَّا فَاعِلِينَ
Süleyman’a onu ve hepsini kavrattık. Ona hüküm ve ilim verdik. Davut ile beraber tesbih eden dağlara ve kuşlara boyun eğdirdik. Yapanlar biz idik. (Enbiya 79)
Dağlar, kuşlarla beraber sesi tesbih ederler yani yayarlar.
إِنَّ الَّذِينَ عِنْدَ رَبِّكَ لَا يَسْتَكْبِرُونَ عَنْ عِبَادَتِهِ وَيُسَبِّحُونَهُ وَلَهُ يَسْجُدُونَ
Muhakkak ki rabbinin indinde olanlar O’na kulluk etmekle büyüklenmezler ve O’nu tesbih ederler ve O’na secde ederler. (Araf 206)
Rabbe kulluk edenler O’nu yayarlar.
وَسَبِّحُوهُ بُكْرَةً وَأَصِيلًا
Erken ve geç saatlerde O’nu tesbih edin. (Ahzab 42)
Sabah akşam Allah’ı, O’nun adını yaymamız emrediliyor.
2.لِ harf-i ceri ile: Bütün لِ ile gelen tesbihler Allah için gelir. Allah için tesbih demek Allah istediği için tesbih demektir.
تُسَبِّحُ لَهُ السَّمَوَاتُ السَّبْعُ وَالْأَرْضُ وَمَنْ فِيهِنَّ وَإِنْ مِنْ شَيْءٍ إِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ وَلَكِنْ لَا تَفْقَهُونَ تَسْبِيحَهُمْ إِنَّهُ كَانَ حَلِيمًا غَفُورًا
Yedi gök, yer ve onun içinde olanlar O’nun için tesbih eder. O’nun hamdı ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur velakin onların tesbihlerini kavrayamazsınız. Muhakkak ki O yumuşak huyludur, bağışlayandır. (İsra 44)
حَمْد “değerin bilinmesi, değer verilmesi” anlamındadır. O’nun hamdıyla demek onun değerinin bilinmesiyle, ona değer verilmesiyle tesbih etmek demektir. Her şey tesbihiyle Allah’ın değerini yaymaktadır. Yaydığı her şeyle beraber O’nun da değerini yaymaktadır. Ancak biz her şeyin tesbihini anlamlandıramayız. Bizim ölçemediğimiz, göremediğimiz bir şekilde tesbih etmektedirler. Bir tür dalga yaymaktadırlar. Biz bunu anlamlandıramıyoruz. Allah sübhan olarak bütün tesbihleri bilir ve anlamlandırır. Sübhan olarak Allah her şeyi bilir. Bir yaprağın yere düşmesini bile bilir. Herhangi bir bakterinin, virüsün o anda nerede olduğunu bilir.
فَالَّذِينَ عِنْدَ رَبِّكَ يُسَبِّحُونَ لَهُ بِاللَّيْلِ وَالنَّهَارِ وَهُمْ لَا يَسْأَمُونَ
Rabbinin indinde olanlar O’nun için gece gündüz usanmadan tesbih edenler. (Fussilet 39)
Rabbinin indinde olanlar O istediği için gece-gündüz tesbih ederler.
سَبَّحَ لِلَّهِ مَا فِي السَّمَوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ
Göklerde olanlar ve yerde olanlar Allah için tesbih ederler. (Hadid 1)
Allah istediği için gökte ve yerde olanlar tesbih eder.
فِي بُيُوتٍ أَذِنَ اللَّهُ أَنْ تُرْفَعَ وَيُذْكَرَ فِيهَا اسْمُهُ يُسَبِّحُ لَهُ فِيهَا بِالْغُدُوِّ وَالْآصَالِ
İçinde Allah’ın isminin yükseltilmesine ve anılmasına izin verdiği evlerde O’nun için sabah akşam tesbih ederler. (Nur 24/36)
Evlerin içinde Allah istediği için belli vakitlerde yapılan tesbihten bahsediyor.
3.بِ harf-i ceri ile: İstiane manasında ‘yardımıyla’ veya musahabe manasında ‘beraberliğiyle’ demektir.
فَسَبِّحْ بِاسْمِ رَبِّكَ الْعَظِيمِ
Yüce Rabbinin ismiyle tesbih et. (Hicr 98)
Rabbinin ismiyle yani doğal ve sosyal kanunlarını kullanarak tesbih et.
وَيُسَبِّحُ الرَّعْدُ بِحَمْدِهِ وَالْمَلَائِكَةُ مِنْ خِيفَتِهِ
Gök gürültüsü ve melekler O’nun korkusundan dolayı O’nun hamdi ile tesbih eder. (Rad 13)
Gök gürültüsü sesi tesbih eder, ses dalgasını yayar. Hamdiyle yayar, O’nun değerinin bilinmesiyle yayar. حَمْد “değerin bilinmesi, değer verilmesi” anlamındadır.
وَالْمَلَائِكَةُ يُسَبِّحُونَ بِحَمْدِ رَبِّهِمْ
Melekler Rablerinin hamdi ile tesbih eder. (Şura 5)
Melekler de rablerinin değerinin bilinmesiyle tesbih ederler.
خَرُّوا سُجَّدًا وَسَبَّحُوا بِحَمْدِ رَبِّهِمْ وَهُمْ لَا يَسْتَكْبِرُونَ: “Secde edenler halinde ses çıkardılar ve onlar büyüklenmeden rablerinin değeriyle / rablerine değer vermekle tesbih ettiler” demektir.
إِذَا ذُكِّرُوا بِهَا خَرُّوا سُجَّدًا وَسَبَّحُوا بِحَمْدِ رَبِّهِمْ وَهُمْ لَا يَسْتَكْبِرُونَ: “Onlara onlar zikredildiği zaman secde edenler halinde ses çıkarırlar ve onlar büyüklenmeden rablerinin değeriyle / rablerine değer vermekle tesbih ederler” demektir.
الَّذِينَ إِذَا ذُكِّرُوا بِهَا خَرُّوا سُجَّدًا وَسَبَّحُوا بِحَمْدِ رَبِّهِمْ وَهُمْ لَا يَسْتَكْبِرُونَ: “Onlara onlar zikredildiği zaman secde edenler halinde ses çıkaranlar ve büyüklenmeden rablerinin değeriyle / rablerine değer vermekle tesbih edenler” demektir.
إِنَّمَا يُؤْمِنُ بِآيَاتِنَا الَّذِينَ إِذَا ذُكِّرُوا بِهَا خَرُّوا سُجَّدًا وَسَبَّحُوا بِحَمْدِ رَبِّهِمْ وَهُمْ لَا يَسْتَكْبِرُونَ: “Ayetlerimize yalnızca onlara onlar zikredildiği zaman secde edenler halinde ses çıkaranlar ve büyüklenmeden rablerinin değeriyle / rablerine değer vermekle tesbih edenler iman eder” demektir.
Bu ayette kasr vardır. Kasr (الْقَصْرُ) kelimesinin anlamı lügatte hapsetmek, kuşatmak, menetmek, kasmak, daraltmak, sıkıştırmak, sınırlamak, çevrelemektir. Hasr (الْحَصْرُ) kelimesi de yakın anlamlıdır. Hisar kelimesi de ve mahsur kelimesi de bu kökten türetilmiştir. Belagat alimleri bu iki kelimeyi de ıstılahı (terminolojik) olarak kullanmışlardır. Türkçede söylenmesi daha kolay olduğu için genellikle kasr kelimesi tercih edilmektedir.
Kasr kelimesinin ıstılahı (terminolojik) anlamı ise bir şeyi başka bir şeye özel bir yolla tahsis etmektir. Türkçe de terminolojik olarak daraltma kullanılabilir.
Kasrın öğeleri: Her kasrın olması gerekli olan iki öğesi vardır:
Maksur (الْمَقْصُورُ): Tahsis edilen öğedir.
Maksurun aleyh (الْمَقْصُورُ عَلَيْهِ): Kendisine tahsisin yapıldığı öğedir.
Kasr değişik şekillerde yapılabilmesine rağmen gramatik olarak iki şekilde yapılır.
Kasrın yapılma şekilleri:
- Nefy ve istisna edatı ile kasr: Maksurun aleyh istisna edatından sonra gelen öğedir. Maksur istisna edatından önceki öğelerden birisidir.
Maksurun aleyh | İstisna edatı | … diğer öğeler … | Maksur | … diğer öğeler … | Nefy edatı (Olumsuzluk edatı) |
Ör: لَا إِلَهَ إِلَّا اللَّهُ
İlah yalnızca Allah’tır.
Burada maksurun aleyh اللَّهُ’tır. Maksur إِلَهَ’dir. İlahlık vasfı Allah’a tahsis edilmiştir.
- إِنَّمَا ile kasr: İnnema cümlenin başında gelir. Maksurun aleyh cümlenin sonunda bulunur. Maksur ise İnnema edatı ile maksurun aleyh arasındadır. Cümle hem fiil hem de isim cümlesi olabilir. Maksurun aleyh cümlenin sonunda bulunmak zorunda olduğu için onunla müteallak olup normal şartlarda kendisinden sonra gelmesi gereken öğeler kendisinden önce gelebilir.
Ör: إِنَّمَا يَخْشَى اللَّهَ مِنْ عِبَادِهِ الْعُلَمَاءُ
Allah’tan O’nun kullarından yalnızca alimler haşyeder.
Burada maksurun aleyh cümlenin sonunda gelen الْعُلَمَاءُ yani alimlerdir. Maksur ise خَاشِي yani haşyedendir. Aslında gramatik olarak مِنْ عِبَادِهِ alimlerle (الْعُلَمَاءُ) ilişkilidir. Cümlede ondan sonra gelmesi gerekir. Ancak maksurun aleyh cümlenin sonunda bulunduğu için kendisinden sonra gelmesi gereken öğe kendisinden önce gelmiştir.
Gerçeklik açısından kasr iki şekilde olur:
- Hakiki kasr (الْقَصْرُ الْحَقِيقِي): Bu kasrda gerçekte maksur sadece maksurun aleyhe aittir. Başka kimseye ait olma durumu yoktur. Örneğin: “İlah yalnızca Allah’tır.” cümlesinde maksur ilah lafzı, maksurun aleyh Allah lafzıdır. İlahlık sıfatı gerçekte yalnızca Allah’a aittir ve böylece kasr hakiki olmuştur.
- İzafi kasr (الْقَصْرُ الإِضَافِي): Mecazi ya da gayri hakiki kasr da denir. Bu tür kasrda maksurun aleyhe kendi dışındaki varlıklara değil de sadece tek bir şeye nispetle herhangi bir vasfın tahsis edilmesi durumu vardır. Örneğin: “Hasan yalnızca doktordur.” cümlesinde maksur Hasan, maksurun aleyh doktorluktur. Hasan burada sadece doktorluğa tahsis edilmiş değildir. Başka özellikleri ve sıfatları vardır. Burada kastedilen başka şeylere nispetle doktorluğa tahsis edilmesidir.

Kasr öğelerine göre iki şekilde olur:
- Sıfatın mevsufa kasrı (قَصْرُ الصِّفَةِ عَلَى الْمَوْصُوفِ): Burada sıfattan kastedilen nahivde sıfat görevindeki öğe değildir. Sıfatsal özellik taşıyan kelimedir. Bu tür kasrda söz konusu sıfat bu mevsuftan başkasına ait değildir. Yani bu sıfat yalnızca bu mevsuftadır. Ancak o mevsufun başka sıfatları da olabilir. Buna engel olmaz. Bu tür kasr hakiki de olabilir, izafi de olabilir. Örneğin: “İlah yalnızca Allah’tır.” cümlesinde sıfat ilah lafzı, mevsuf Allah lafzıdır. İlahlık sıfatı yalnızca Allah’a aittir ve böylece sıfat mevsufa kasr edilmiştir. Allah’ın diğer birçok sıfatının olmasına engel değildir.
- Mevsufun sıfata kasrı (قَصْرُ الْمَوْصُوفِ عَلَى الصِّفَةِ): Bu tür kasrda söz konusu mevsufu nitelendiren başka sıfat yoktur. Yani bu mevsuf yalnızca bu sıfatla bilinir. Tek sıfatlı bir varlık olması neredeyse imkânsız olduğu için bu tür kasr hakiki olamaz, ancak izafi olabilir. Örneğin: “Hasan yalnızca doktordur.” cümlesinde sıfat doktorluk, mevsuf Hasan’dır. Hasan’ın sadece tek sıfatı olamayacağı için buradaki kasr hakiki değildir, izafidir. Ancak bazı mevsufların az sayıda sıfatı var ve mütekellim de bunlardan sadece birisinin olduğuna inanıyorsa (böyle olmadığı halde) mevsufun sıfata kasrı hakiki olur. Mütekellim yanıldığı için mütekellime göre hakiki kasrdır, gerçekte değildir.
Kasr muhatabın durumuna göre dört şekilde olur:
- Kalp kasrı (قَصْرُ الْقَلْبِ): Bu kasrda muhatabın inancına ters düşen bir tahsis vardır. Muhatabın inandığı düşünceyi ters çevirdiği için kalp kasrı denir. Örneğin: “İlah yalnızca Allah’tır.” cümlesinin söylendiği muhatap Allah’ın ilah olduğuna inanmıyorsa bu kasr kalp kasrıdır.
- İfrad kasrı (قَصْرُ الإِفْرَادِ): Bu kasrda muhatabın inancında var olan ortaklığı kaldırmak için yapılan tahsis vardır. Mevsufun sıfata kasrında bir mevsufta birden fazla sıfatın ortak olarak var olduğuna inanan bir muhatap varsa veya sıfatın mevsufa kasrında bir sıfatta iki mevsufun müşterek olduğuna inanan bir muhatap varsa bunun için yapılan kasr ifrad kasrıdır. Örneğin: “İlah yalnızca Allah’tır.” cümlesi sıfatın mevsufa kasrıdır (ilahlık Allah’a tahsis edilmiştir) ve bunun söylendiği muhatap Allah’ın ilah olduğuna inanıyor, ancak ilahlık sıfatının Allah dışında başkalarında da olduğuna inanıyorsa bu kasr ifrad (tekleştirme) kasrıdır. “Hasan yalnızca doktordur.” cümlesi mevsufun sıfata (Hasan doktorluğa tahsis edilmiştir) kasrıdır. Bunun söylendiği muhatap Hasan’ın hem doktor hem de şair olduğuna inanıyorsa buradaki kasr ifrad (tekleştirme) kasrıdır.
- Tayin kasrı (قَصْرُ التَّعْيِينِ): Bu kasrda muhatabın bir kanaate varmadaki kararsızlığını ortadan kaldırmak için yapılan tahsis vardır. Muhatabın tereddüdüne son vermek için kasr yapılır. Örneğin: “İlah yalnızca Allah’tır.” cümlesinin söylendiği muhatap Allah’ın tek ilah olduğu konusunda tereddüt içindeyse bu kasr tayin kasrıdır.
- Beyan kasrı (قَصْرُ الْبَيَانِ): Bu kasrda muhatap cümledeki hükmü reddetmemektedir ya da zaten bilmektedir. Bu tür kasrla mütekellim muhataba bu hükümdeki kasrı beyan etmiş olmaktadır ya da hatırlatmaktadır. Örneğin: “İlah yalnızca Allah’tır.” cümlesinin söylendiği muhatap bunu bilmekte ve kabul etmekteyse, ona belli bir konu nedeniyle hatırlatma yapmak için yapılıyorsa bu kasr beyan kasrıdır. İnnema ile yapılan kasrda muhatabın durumu bilinmiyorsa beyan kasrı kabul etmek uygundur.
Bu cümlede innema ile kasr yapılmıştır. Bu nedenle cümlenin maksurun aleyhi cümlenin sonunda olan الَّذِينَ إِذَا ذُكِّرُوا بِهَا خَرُّوا سُجَّدًا وَسَبَّحُوا بِحَمْدِ رَبِّهِمْ وَهُمْ لَا يَسْتَكْبِرُونَ (Onlara onlar zikredildiği zaman secde edenler halinde ses çıkaranlar ve büyüklenmeden rablerinin değeriyle / rablerine değer vermekle tesbih edenler) dir. Maksur مَنْ يُؤْمِنُ بِآيَاتِنَا (Ayetlerimize iman eden kimse) dır.
Kasr açısından analiz yaparsak:
إِنَّمَا يُؤْمِنُ بِآيَاتِنَا الَّذِينَ إِذَا ذُكِّرُوا بِهَا خَرُّوا سُجَّدًا وَسَبَّحُوا بِحَمْدِ رَبِّهِمْ وَهُمْ لَا يَسْتَكْبِرُونَ |
Maksurun aleyh | الَّذِينَ إِذَا ذُكِّرُوا بِهَا خَرُّوا سُجَّدًا وَسَبَّحُوا بِحَمْدِ رَبِّهِمْ وَهُمْ لَا يَسْتَكْبِرُونَ |
Maksur | مَنْ يُؤْمِنُ بِآيَاتِنَا |
Gerçeklik açısından kasr | Hakiki kasr. Ayetlere iman etmenin yalnızca ayetler kendilerine zikredildiğinde secde eden ve rablerinin hamdiyle kibirlenmeden tespih edenler olduğu açıktır. Bunu yapmayanlar ayetlere iman etmiş değillerdir. İman güvenme demektir. Ayetlere güvenenler yalnızca bunu yapanlardır. Bu nedenle hakikilik vardır. |
Öğelerine göre kasr | Sıfatın mevsufa kasrı. Burada maksurun aleyh mevsuftur. Maksur ise ayetlere iman eden olarak sıfattır. Bunun için sıfat mevsufa kasr edilmiştir. |
Muhatabın durumuna göre kasr | Beyan kasrı. Başka bir karine olmadığı takdirde innema ile yapılan kasr beyan kasrıdır. Burada muhataba beyan vardır. Muhatap söylenen sözü reddetme ya da şüphelenme durumunda değildir. Bu nedenle bu kasr beyan kasrıdır. |
Bu ayet bize “ben ayetlere iman ediyorum” demekle onlara iman edilmiş olmadığını göstermektedir. Ayetler kendilerine zikredildiğinde iki şartı birden sağlayanlar dışında iman eden yoktur.
1. Şart
خَرُّوا سُجَّدًا: Secde edenler halinde ses çıkardılar. Allah’a bağlılıklarını açıkça ifade ettiler demektir. Bu ifade şekli bedenle olduğu zaman yere kapanmadır. Bu ifade şekli sesle olduğu zaman nasıl olmaktadır? Size ayetler zikredilmiştir. Ayetler size anlatılmıştır, anlamanız sağlanmıştır, daha önceden biliyorsanız anımsatılmıştır. İşte bu durumda ilk yapmanız gereken Allah’a bağlılığınızı açıkça ifade etmenizdir. Burada ayetler onlara zikredildiğinde (إِذَا ذُكِّرُوا بِهَا) denmiştir. Onlar ayetleri zikrettiklerinde (إِذَا ذَكَّرُوا بِهَا) denmemiştir. Başkaları onlara ayetleri zikretmiştir. Hatırlatmışlardır, anlatmışlardır, açıklamışlardır, anlamasını sağlanmışlardır. Onlar da hemen Allah’a bağlılıklarını açıkça ifade etmişlerdir.
Biz ayetleri zikrediyoruz. Vesenleri açıklıyoruz, anlatıyoruz. Ayetlerin çoğunluğu reddettiğini, çoğunluğa uymanın Allah yolundan saptırdığını ifade eden ayetleri zikrediyoruz. Hala insanlar vesenlerin, çoğunluğun peşinde koşuyor. Böylece ayetlere iman etmeyen grubun içine giriyorlar. Ayetler zikredilen kimsenin vesenlerin, çoğunluk sisteminin ucundan kıyısından bile geçmemesi gerekir. Eğer hala o sistemden medet umuyorsa bu ayetin ifade ettiği kimselere dahil değildirler demektir. Dikkat edilmesi gereken nokta ayetlere inanmamak değil, iman etmemek yani güvenmemektir. Ayetin doğru söylediğini bilirler ama günün şartları böyle, şu anda ayetleri uygulayamıyoruz, bu nedenle mevcut batıl sisteme şimdilik uyalım, bu sistem içinde gücü ele geçirelim düşüncesi ayetlere inanmamak değil güvenmemektir. İman etmemektir.
Burada dikkat edilmesi gereken diğer bir nokta إِذَا şart edatının kullanılmasıdır. Eğer إِنْ şart edatı kullanılsaydı ayetlerin zikredilme ihtimali kadar zikredilmeme ihtimali de olurdu. إِذَا şart edatı kullanıldığına göre iman edip edilmeme imtihanına uğrayacak kimseye mutlaka zikredilecek demektir.
2. Şart
سَبَّحُوا بِحَمْدِ رَبِّهِمْ وَهُمْ لَا يَسْتَكْبِرُونَ: Onlar büyüklenmeden rablerinin değeriyle / rablerine değer vermekle tesbih ettiler. Ayetler kendilerine zikredildiğinde bu ikinci şartı yerine getirmeden ayetlere iman edilmiş olmamaktadır. Kendilerine ayetler zikredilen kimsenin tesbih ettiği nedir? Burada hazfedilmiştir. Burada tesbih edilen Allah’tır. Allah rab sıfatıyla tesbih edilmektedir. Allah hakkında bilgileri yaymaları gereklidir. Allah’ın rabbimiz olduğunu, bize hayat vererek bizi terbiye ettiğini açıklamamız gereklidir. Tesbih Allah’la ilgili bir fiildir. Merkezinde Allah vardır. Bu tesbih yapılırken de kibirlenmemek gereklidir. Burada kibirlenme niçin getirilmiştir? Kibirlenerek de Allah tesbih edilebilmektedir. Bu duruma çok dikkat etmek gereklidir. Kibrin ilk örneği İblis’le verilmiştir. Allah’a inanmaktadır, Allah’la konuşmaktadır ama Adem’e secde et denildiğinde kibirlenmiştir. Allah’ın büyüklüğü yanında kim olursa olsun sıfırdır. Hangi sayıyı sonsuza bölersen böl netice sıfırdır. 1’i de trilyonu da sonsuza bölersen sonuç sıfır çıkacaktır. Ne kadar büyük olduğunu düşünürsen düşün kısa bir süre sonra öleceksin. Ne kadar büyük olduğunu düşünürsen düşün birkaç mm’lik bir pıhtı hayatını sonlandırabileceği gibi seni felç edip sürünerek yaşamana sebep olabilir. Bu nedenle el-hamd yani bütün değerler Allah’a aittir. Ayetlere iman etmemiz için rabbimizin hamdını yani değerini veya rabbimizin değer verdiklerini veya rabbimize nasıl değer vermemiz gerektiğini yayacağız demektir. Bunu sözle, yazıyla, İnternet üzerinden yapacağız demektir. Burada çok önemli olan durum kibirlenmemektir. Kritik eşik budur.
Kibri kişiliği haline gelmiş kimseye narsist denir. Firavun, Karun, Haman kibirlenen yöneticilerin çok tipik örnekleridir. Firavun narsist liderdir. Narsist liderler tebaalarını da cehenneme sürüklerler.
وَبَرَزُوا لِلَّهِ جَمِيعًا فَقَالَ الضُّعَفَاءُ لِلَّذِينَ اسْتَكْبَرُوا إِنَّا كُنَّا لَكُمْ تَبَعًا فَهَلْ أَنْتُمْ مُغْنُونَ عَنَّا مِنْ عَذَابِ اللَّهِ مِنْ شَيْءٍ قَالُوا لَوْ هَدَانَا اللَّهُ لَهَدَيْنَاكُمْ سَوَاءٌ عَلَيْنَا أَجَزِعْنَا أَمْ صَبَرْنَا مَا لَنَا مِنْ مَحِيصٍ
Allah için birlikte açığa çıktılar da zayıflar kibirlenenlere “kesinlikle biz sizin tebaanızdık, bizden Allah’ın azabından bir şeyi uzaklaştıranlar siz misiniz?” dediler. “Allah bize rehberlik etseydi biz size rehberlik ederdik, cızlansak da sabretsek de bize eşittir, bizim için hiçbir kaçış yeri yoktur” dediler. (İbrahim 21)
وَإِذْ يَتَحَاجُّونَ فِي النَّارِ فَيَقُولُ الضُّعَفَاءُ لِلَّذِينَ اسْتَكْبَرُوا إِنَّا كُنَّا لَكُمْ تَبَعًا فَهَلْ أَنْتُمْ مُغْنُونَ عَنَّا نَصِيبًا مِنَ النَّارِ (47) قَالَ الَّذِينَ اسْتَكْبَرُوا إِنَّا كُلٌّ فِيهَا إِنَّ اللَّهَ قَدْ حَكَمَ بَيْنَ الْعِبَادِ (48)
Ateşte tartıştıkları zaman … Zayıflar kibirlenenlere “kesinlikle biz sizin için tebaa idik de siz misiniz ateşten bir parçayı bizden uzaklaştıranlar?” der. Kibirlenenler “Kesinlikle biz, hepimiz onun (ateşin) içindeyiz. Kesinlikle Allah kullar arasında hüküm vermiştir.” derler. (Mümin 47-48)
Narsistler her zaman yönetecekleri zayıf insanlar isterler. Diğer insanları koyun gibi gütmek isterler. Yönetici olduklarında iş çok daha karmaşık hale gelir. Artık herkes onlar için birer koyundur. Onların düşüncelerinin bir önemi yoktur. Onlardan tek beklentisi kendisini onaylamaları ve ne yaparlarsa yapsınlar ondan izin almalarıdır.
قَالَ فِرْعَوْنُ آمَنْتُمْ بِهِ قَبْلَ أَنْ آذَنَ لَكُمْ
Firavun “ben size izin vermeden O’na iman mı ettiniz” dedi. (Araf 123)
Narsist yöneticinin sembolü olan Firavun kendisinden izin almadan yapılan hiçbir şeyi kabul etmemektedir. Narsist yöneticiler koyunlarının düşünmesini değil, kendilerini onaylamasını ve ondan izinsiz adım bile atmamalarını ister. Bu nedenle her şeyi kontrol etmek isterler. Bütün yetkiyi kendi ellerinde toplamak isterler. Kendi kontrolleri dışında her şey onlar için huzursuzluk nedenidir.
Narsist yöneticiler hangi toplulukta yönetici olurlarsa olsunlar kendileri iman etmedikleri gibi kendi tebaalarının da iman etmemesinin sebebidirler. Yukarıdaki iki ayet bunu çok güzel açıklamaktadır. Narsist bir yöneticiye tebaa iseniz yani ona uyuyorsanız, onun yöneticiliğinin devam etmesi için o ne derse yapıyorsanız sizi de cehenneme sürükleyecektir.
وَقَالَ الَّذِينَ كَفَرُوا لَنْ نُؤْمِنَ بِهَذَا الْقُرْآنِ وَلَا بِالَّذِي بَيْنَ يَدَيْهِ وَلَوْ تَرَى إِذِ الظَّالِمُونَ مَوْقُوفُونَ عِنْدَ رَبِّهِمْ يَرْجِعُ بَعْضُهُمْ إِلَى بَعْضٍ الْقَوْلَ يَقُولُ الَّذِينَ اسْتُضْعِفُوا لِلَّذِينَ اسْتَكْبَرُوا لَوْلَا أَنْتُمْ لَكُنَّا مُؤْمِنِينَ (31) قَالَ الَّذِينَ اسْتَكْبَرُوا لِلَّذِينَ اسْتُضْعِفُوا أَنَحْنُ صَدَدْنَاكُمْ عَنِ الْهُدَى بَعْدَ إِذْ جَاءَكُمْ بَلْ كُنْتُمْ مُجْرِمِينَ (32) وَقَالَ الَّذِينَ اسْتُضْعِفُوا لِلَّذِينَ اسْتَكْبَرُوا بَلْ مَكْرُ اللَّيْلِ وَالنَّهَارِ إِذْ تَأْمُرُونَنَا أَنْ نَكْفُرَ بِاللَّهِ وَنَجْعَلَ لَهُ أَنْدَادًا
Küfredenler “bu Kuran’a ve öncesinde olana asla iman etmeyeceğiz” dediler. Zalimleri rablerinin indinde tutuklanmış halde bazısı bazısına laf atarken görseydin. Zayıf olanlar büyük olanlara “siz olmasaydınız biz müminler olurduk” dediler. Büyük olanlar zayıf olanlara “size geldikten sonra sizi hüdadan biz mi engelledik, aksine siz mücrimlersiniz” dediler. Zayıf olanlar büyük olanlara “Allah’ı görmezden gelmemizi ve O’na denkler kılmamızı bize emrediyor olduğunuz zaman gece gündüz planlar (yapıyordunuz)” dediler. (Sebe 31-33)
Sonra bu ayetteki gibi onları suçlarsınız. Siz olmasaydınız biz iman ederdik dersiniz. Bu duruma düşmemenin yolu Allah’ın ayetleri zikredildiğinde Allah’a itaati açıkça göstermek, ayetlere takla attıran anlamlar vermeye çabalamamaktır. Mevcut sistemlerde, vesenler için çaba göstermemektir. Kibirlenmemek, kibirlenilmediği gibi narsistlerin peşinde koşup kendini güdülen koyun yerine koydurmamaktır. İbrahim Peygamberin yaptığını yapıp vesenlerden uzak durmaktır.
Bu ayette kibirlenmezler denmiştir. Kuran’da kibirlenme fiili olan اسْتِكْبَار iki şekilde kullanılır. Birinde عَنْ harf-i cerini alır. Diğerinde harf-i cer almaz (bu ayetteki gibi).
وَالَّذِينَ كَذَّبُوا بِآيَاتِنَا وَاسْتَكْبَرُوا عَنْهَا أُولَئِكَ أَصْحَابُ النَّارِ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ
Ayetlerimizi yalanlayan ve onlardan kibirlenenler, onlar ateş ashabıdırlar. Onlar onun içinde kalıcıdırlar. (Araf 36)
إِنَّ الَّذِينَ عِنْدَ رَبِّكَ لَا يَسْتَكْبِرُونَ عَنْ عِبَادَتِهِ وَيُسَبِّحُونَهُ وَلَهُ يَسْجُدُونَ
Rablerinin indinde olanlar O’na ibadet etmekten kibirlenmezler ve O’nu tesbih ederler ve O’na secde ederler. (Araf 206)
Bu iki ayette عَنْ harf-i ceri ile beraber kullanılmıştır. Bu harf-i cerden sonra gelen küçümsenmektedir. عَنْ harf-i ceriyle bu harf-i cerden sonra gelenden kendini üstün görerek reddetmek, onu küçümseyerek kabul etmemek anlamındadır. İblis kibirlenerek secde etmediğinde Allah’a karşı kibirlenmiyordu. Âdem’i küçümsüyordu, kendisini ondan üstün görüyordu.
عَنْ harf-i ceri almadığı durumda bu harf-i ceri var kabul edip takdir etmemiz gereklidir. Bu harf-i cer kullanılmadığı zaman pek çok şeyden kendini üstün görüp pek çok şeyi de küçümseme durumu olabilir. Yani bu harf-i cerden sonra “ve” ifadeleri ile küçümsenen çok şey takdir edilebilir. Neredeyse her şeyi, herkesi bu harf-i cerden sonra takdir ediyorsanız o kimse narsist demektir. Firavun’un ve diğer narsistlerin durumu budur.
Bu nedenle Secde suresinin bu ayetinde de bir عَنْ harf-i ceri takdir edebiliriz de etmeyebiliriz de. Etmediğimiz zaman kibirlenme geneldir, pek çok şeyden kendini üstün görüp küçümseme durumu vardır. Takdir edersek سَبَّحُوا بِحَمْدِ رَبِّهِمْ وَهُمْ لَا يَسْتَكْبِرُونَ عَنْهَا “Onlar onlardan (ayetlerden) büyüklenmeden rablerinin değeriyle / rablerine değer vermekle tesbih ettiler” şeklinde anlamış oluruz. Bu durumda ilginç bir durum ortaya çıkmaktadır. Ayetler kendilerine zikredildiğinde secde edip Allah’ın hamdıyla tesbih edenler nasıl olur da ayetleri küçümserler ve kendi fikirlerini ayetlerden üstün görebilirler de bu kibirlenmeme şartı buraya getirilmiştir. Maalesef günümüz bunun örnekleri ile doludur. Allah’a secde ederler, alınları beş vakit secdededir, haccı-umreyi su yolu yaparlar, zekât olduğunu iddia ettikleri bağışları aksatmazlar, kendilerine ayetler zikredildiğinde secde de ederler, tesbih de ederler ama ayetlerin kendilerine söylediklerini asla uygulamazlar. Kendi fikirlerini daha büyük görürler. Uygulamayacağın ayet sana zikredilince secde etsen, tesbih etsen ne yazar. Gazze’de yaşayanların oradan hicret etmeleri gerektiğini ifade eden ayetlerin olduğunu söylediğimizde ayetleri küçümserler ve oradan çıkılmaması gerektiğini, o zaman İsrail’in istediğinin olacağını söylerler. İşte bu ayetlerden kibirlenmektir. Kendi fikrinin ayetlerden daha üstün olduğu düşüncesi ayetlerden kibirlenmektir. Ayetlerde vesenlerden uzak durulması, çoğunluğun peşinde koşmanın, çokluğu talep etmenin yanlış olduğu defalarca belirtilmesine rağmen vesenlerin peşinde koşma fikrini ayetlerin kendilerine yapmasını istediği şeylerden daha büyük görmektedirler. Ayetler açıkça sana düşen açık bir belağdır dediği halde kendilerine düşenin iktidarı batıl sistemler içinde ele geçirme olduğunu savunurlar. Siz ayetleri istediğiniz kadar anlatın sizi dinlemek bile istemezler, kendi kibirlerine gerekçeler ararlar. Bu duruma düşmemenin yolu ayetlerin Allah’ın sözü olduğunu kabul edip kendimizin ne kadar akıllı olduğunu düşünsek bile Allah’ın yanında sıfır olduğumuzu kabullenip Allah’ın ayetlerinin dediklerini uygulamaktır. Ayetlerden kibirlenmeden, onları uygulamadan yapılan secde ve tesbih ayetlere iman değildir. Uygulamadığın ayete nasıl güvenmiş olursun ki?
Teşvikiye, Yalova
05 Nisan 2025
M. Lütfi Hocaoğlu