LOKMAN SÛRESİ - 18. Hafta
أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
وَمَنْ كَفَرَ فَلَا يَحْزُنْكَ كُفْرُهُ إِلَيْنَا مَرْجِعُهُمْ فَنُنَبِّئُهُمْ بِمَا عَمِلُوا إِنَّ اللَّهَ عَلِيمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ (23)
Ve kim küfrederse küfretsin, onun küfrü seni hüzünlendirmesin. Bize doğrudur dönüşleri/döndürülüşleri. Amel ettiklerini onlara haber vereceğiz. Kesinlikle Allah başlara sahip olanları bilicidir. (23)
وَمَنْ كَفَرَ فَلَا يَحْزُنْكَ كُفْرُهُ
Ve kim küfrederse küfretsin, onun küfrü seni hüzünlendirmesin.
Cevap cümlesi Nehiy fiil cümlesi | Şart cümlesi İsim cümlesi | Atıf harfi |
Fâil | Mefûlun bih | Fiil | Olumsuzluk edatı | Fâ-u cevabiyye | Haber Fiil cümlesi | Mübteda Şart edatı |
Fâil Muzâfun ileyh | Şibh-i fiil Muzâf | Fâil | Fiil |
هُ | كُفْرُ | كَ | يَحْزُنْ | لَا | فَ | هُوَ | كَفَرَ | مَنْ | وَ |
وَ: “Ve” demektir. Atıf harfidir. Önceki ayetteki مَنْ يُسْلِمْ وَجْهَهُ إِلَى اللَّهِ وَهُوَ مُحْسِنٌ فَقَدِ اسْتَمْسَكَ بِالْعُرْوَةِ الْوُثْقَى şart-cevap cümlesine مَنْ كَفَرَ فَلَا يَحْزُنْكَ كُفْرُهُ şart-cevap cümlesini atfetmektedir.
مَنْ: “Her kim” demektir. Şart edatıdır. Akıllı varlıklar için kullanılır. Kendisinden sonra şart cümlesi gelir ve sonrasında cevap cümlesi gelir. Kendisinden sonra muzari fiil gelirse onu cezm eder. Mazi fiil gelirse mazi fiiller mebni olduğu için değişmez. Burada kendisinden sonra gelen mazi fiil olan كَفَرَ olduğu için bir değişiklik olmamıştır. Eğer muzari fiil olan يَكْفُرُ olsaydı cezm olacak ve مَنْ يَكْفُرْ şeklinde olacaktı.
كَفَرَ: “Küfretti, görmezden geldi” demektir. كفر kökünden üçüncü şahıs eril tekil mazi malum fiildir.
مَنْ كَفَرَ: “Kim küfrederse, kim görmezden gelirse” demektir.
فَ: Cevap fâ’sıdır. Şart cümlesinden sonra cevap cümlesinin başına gelir.
لَا: Nehiy edatıdır. Sonrasındaki muzari fiili cezm ederek nehiy fiil meydana getirir.
يَحْزُنْ: “Hüzünlendirir” demektir. حزن kökünden birinci bâbdan üçüncü şahıs eril tekil meczum muzari malum fiildir. Öncesindeki لَا ile cezm olmuştur. Birinci bâbdan حُزْن mastarı (حَزَنَ - يَحْزُنُ) bir işin, bir durumun birisini kızdırması, üzmesi, sıkıntı vermesi yani hüzünlendirmesi manasındadır. Bu kök bir de dördüncü bâbdan gelir. Dördüncü bâbdan حَزَن mastarı (حَزِنَ - يَحْزَنُ) hüzünlenmek demektir. Hoşa giden bir şeyi kaybetmekten veya meydana gelen bir zarardan dolayı içinde üzüntü, sıkıntı, acı hissetmek manasındadır.
لَا يَحْزُنْ: “Hüzünlendirmesin” demektir. Üçüncü şahıs eril tekil nehiy malum fiildir.
كَ: “Sen” demektir. Mensub muttasıl zamirdir.
كُفْرُ: “Küfür” demektir. Bir şeyin üstünü kapatıp onu görmezden gelmek manasındadır. كفر kökünden birinci bâbdan mastardır.
هُ: “O” demektir. Mecrur muttasıl zamirdir. مَنْ e racidir.
كُفْرُهُ: “Onun küfrü” demektir.
لَا يَحْزُنْكَ كُفْرُهُ: “Onun küfrü seni hüzünlendirmesin” demektir.
مَنْ كَفَرَ فَلَا يَحْزُنْكَ كُفْرُهُ: “Kim küfrederse küfretsin, onun küfrü seni hüzünlendirmesin” demektir. Bu cümle “kim iyilik yapan halinde Allah’a doğru yönelimini bozmadan tutarsa en sağlam kulpu sımsıkı tutmuştur” cümlesine atıfla gelmiştir. İslam olan kimseye küfreden kimseyi atfetmektedir. Buradaki küfreden neye küfretmektedir? Küfretme Türkçede kullanıldığı gibi “sövme” demek değildir. Küfretme “görmezden gelme” demektir. Buradaki görmezden gelen neyi görmezden gelmektedir? O da ondan bir önceki ayette gelmiştir. Allah’ın indirdiğini görmezden gelmektedir. Küfretme yani görmezden gelme için en önemli şart küfrettiğin yani görmezden geldiğine inanıyor olmandır. Küfreden Allah’ın indirdiğine inanmaktadır ama küfretmektedir. Allah’ın indirdiğinde “yapma” dediklerini görmezden gelmektedir. Çözümlerin çoğunlukla olmayacağını, çoğunluğa uymakla Allah’ın yolundan sapılacağını söyleyen Allah’ın indirdiğini görmezden gelmektedir. Kim görmezden gelmektedir? Allah’ın indirdiğine inanan görmezden gelmektedir. Herkes şiddetli bir şekilde vesenlerin peşinde koşmaktadır. Çözümleri onlardan beklemektedir. Muhalifler “biz iyiyiz, yönetim bize geçince her şeyi düzeltiriz” demektedir. Yönetimdekiler “muhalifler kötü, onlar hiçbir işi beceremezler” demektedirler. İnsanlar da hangisinin peşinde giderim de o beni daha iyi güder demektedir. Zır-cahiliyenin zır-cahiliye dönemindeyiz. Biz bu seminerleri yazarken delillerimiz Kuran’dır. Kafamızda ürettiğimiz senaryolar veya gerekçeler değildir. Ama ne yazık ki ne anlatırsak anlatalım batılın peşinden koşmaktan kimseyi vazgeçiremiyoruz. Herkes Allah’ın indirdiğine küfrediyor (görmezden geliyor) ve kendisine gerekçeler üretiyor. Peygamberler gerekçeler üretmezler. Onlar Allah’ın indirdiğinden sapmazlar. Kuran’da Allah bizden de bunu beklediğini belirtiyor. Allah’ın indirdiğine uymamak için üretilen her gerekçe Allah’ın indirdiğine küfretmektir.
Vesenlerin tipik özelliklerinden biri katı hiyerarşidir. Aklınıza yatan hayırlı bir işi yapmak için bile izin almak zorundasınızdır. Vesenlerin en tepesindekilerin de başka hesapları olduğu için liderlerini istedikleri gibi yönlendirerek bu işlere engel olurlar. Herhangi bir yerde söyleyeceğiniz bir söz bile vesenlerin genel politikasının dışında olmamalıdır. Bireysel görüşünüz olamaz. Vesenin görüşü tektir. Kolaysa yanlış de. Hatta daha kötüsü bugünkü görüşü yarın değişince yarın eski görüşü savun kolaysa. Vesen vesendir. Sistemleri ve yapıları değişmez. İyisi kötüsü olmaz. Vesenlerden hayır gelmesinin bir imkânı yoktur. Sonunda her vesen çoğunluğun peşinden koşmak zorundadır. Aksi halde varlık sebebi ortadan kalkar. Vesenlerin peşinde koşmak Allah’ın indirdiğini görmezden gelmeyi gerektirir. Vesenler Allah’ın indirdiğiyle ilgilenmezler. Onlar için varsa yoksa çoğunluk vardır. Çoğunluğun da sizi nereye götüreceği Kuran’da açık seçik yazılmıştır.
Burada hüzünlendirmesi nehyedilen onların küfrüdür. Burada bir söz sanatı vardır. Küfrü seni hüzünlendirmesin demek sen onların küfrüne hüzünlenme demektir. Yapacak bir şey yok, ne yapsak insanlar değişmiyor. Tüm dünya vesen de vesen diyor. Büyük Sermaye ne istiyorsa onu yapıyorlar. Projeler üreteceklerine, örnek uygulamalar yapacaklarına modern tıbbın iyileştirmeyen ama idare eden tedavileri gibi palyatif çözümler üreten sloganların peşinde koşuyorlar. Delilleri Allah’ın indirdiği değil, atalarını üzerinde bulduklarıdır. Onların yaptıklarını yapıyorlar, inandıklarına inanıyorlar.
Ayette “sen” denilen öncelikle Kuran’ın ilk muhatabı olan peygamber, sonra da Kuran’ı kıraat eden herkestir. Tilavet edenler değildir. Tilavet eden anlamıyla ilgilenmeden aktarırken kıraat eden incelemektedir. Kuran’ı inceleyen birisi vesenlerle, çoğunluk demokrasisi ile ilgilenmez, onların eğlencelerine, şenliklerine, alkışlı ıslıklı toplantılarına, sandık şölenlerine dahil olmaz. İşte burada Allah Kuran’ı kıraat edene (inceleyene) onların Allah’ın indirdiğini görmezden gelmeleri seni hüzünlendirmesin diyor. Hem de her kim bunu yaparsa yapsın diye çok geniş bir kesimi dahil ediyor. Biz de ne yapıyoruz, üzülmüyoruz, hüzünlenmiyoruz. Onların verecekleri hesap Allah’adır. Biz uyarıyoruz, yazıyoruz. İsteyen dinler, isteyen küfründe devam eder.
إِلَيْنَا مَرْجِعُهُمْ
Bize doğrudur dönüşleri/döndürülüşleri.
İsim cümlesi |
Mübteda | Haber |
Fâil Muzâfun ileyh | Şibh-i fiil Muzâf | Mecrur | Cârr |
هُمْ | مَرْجِعُ | نَا | إِلَى |
إِلَى: “-e” demektir. Harf-i cerdir.
نَا: “Biz” demektir. Mecrur muttasıl zamirdir.
إِلَيْنَا: “Bize” demektir.
مَرْجِعُ: “Dönüş/döndürülüş” demektir. رجع kökünden ikinci bâbdan gelmektedir. Bu kökün bir özelliği vardır. Hem lazım (geçişsiz) hem de müteaddidir (geçişli). Lazım fiiller mef’ûl almazlar yani fiilden etkilenen fiili yapanın kendisidir, etkilenen başka birisi yoktur. Müteaddi fiillerde ise fâilin yaptığı fiilin etkilediği bir mef’ûl vardır. Bu kök aynı bâbdan geldiği halde hem lazım hem de müteaddi olabilmektedir. Fark mastardadır.
| Mastar | Muzari | Mazi |
Lazım | رُجُوع | يَرْجِعُ | رَجَعَ |
Müteaddi | رَجْع | يَرْجِعُ | رَجَعَ |
Ayetlerde lazım ve müteaddi geçişlere örnek verecek olursak:
| Ayette geçiş | Anlam |
Lazım | لَمَّا رَجَعُوا إِلَى أَبِيهِمْ قَالُوا يَاأَبَانَا مُنِعَ مِنَّا الْكَيْلُ | Babalarına döndüklerinde dediler ki “Ey babamız, keyl bizden men edildi”. (Yusuf 63) Burada fiil lazımdır. Mef’ûlü yoktur. Kendileri dönmüşlerdir. |
Müteaddi | رَجَعْنَاكَ إِلَى أُمِّكَ كَيْ تَقَرَّ عَيْنُهَا وَلَا تَحْزَنَ | Gözü aydın olsun ve hüzünlenmesin diye seni annene döndürdük. (Taha 40) Burada fiil müteaddidir. Mef’ûlü كَ (sen) zamiridir, döndürülendir. |
مَرْجِعُ mimli mastardır. Mastarların genel özelliği belirli bir zaman dilimi içinde kısıtlanmamalarıdır. Sonsuz zamanı ifade ederler. Yapmak, yürümek, koşmak gibi mastarlar belli bir zamanı ifade etmezler. “Yürümek sağlıklıdır” dediğiniz zaman yürümek mastarı belirli bir zamanı ifade etmez. Tüm zamanları kapsar. İngilizcede de mastara bu nedenle “infinity” denmektedir. Etimolojik olarak sonsuzluk, sınırsızlık manasından gelmiştir. Buna ilaveten bir mekân içinde gerçekleşen bir fiili de ifade etmezler. Aynı zamanda mastarlar çoğul hale de gelmezler. Ancak mastarı belirli bir zamana kısıtlamak, belirli bir mekân içinde gerçekleşen fiili ifade etmek veya çoğul hale getirmek ihtiyacı vardır. Bu durumda başka bir mastar türü kullanılır. Türkçede bunu ifade etmek için “-mak, -mek” yerine “-ma, -me” kullanılır. “Yürümem iyi oldu” derseniz yürümeyi kendinize izafe etmiş olursunuz ve belli bir zamana kısıtlamış olursunuz ve belirli bir mekân içinde gerçekleşmiş olan fiili ifade etmiş olursunuz. “Yürümelerim sağlığım için faydalı oldu” derseniz mastarı hem belirli zaman dilimlerine kısıtlamış hem belirli mekânlar içinde gerçekleşmiş fiilleri ifade etmiş olursunuz hem de çoğullaştırmış olursunuz. İngilizcede normal mastar “to” ile başlarken sayılabilen ve belirli bir zamana kısıtlanan mastarlar için “-ing” eki kullanılır. Arapçada bu tür mastarlara her zaman mim harfi ile başladığı için mimli mastar denilir ve bunun için sülasi fiillerde iki kalıp kullanılır. Bu kalıplar مَفْعَل ve مَفْعِل kalıplarıdır. Muzari çekimin orta harfinin harekesi fetha ise مَفْعَل kalıbı, kesre ise مَفْعِل kalıbı, zamme ise bazı köklerde مَفْعَل kalıbı, bazı köklerde مَفْعِل kalıbı kullanılır. رجع kökü ikinci bâbdan geldiği için muzari çekiminin orta harfi kesrelidir (يَرْجِعُ). Bu nedenle مَفْعِل kalıbı kullanılır ve رجع kökünün mimli mastarı مَرْجِع olur. Arapçada mimli mastarlar aynı zamanda ism-i zaman ve ism-i mekândır. Yani fiilin gerçekleştiği zamanı da bu kalıp gösterir, fiilin gerçekleştiği mekânı da bu kalıp gösterir. Yani bu kalıbı gördüğünüz zaman üç durumdan biri olacaktır: mimli mastar, ism-i zaman, ism-i mekân. Hangisinin olduğu cümlede geçişinden mütevellit karinelerle anlaşılacaktır.
Mimli mastarlar da dahil tüm mastarların diğer bir özelliği hem malum (etken) hem de meçhul (edilgen) anlamda olmalarıdır. Arapçada yapmak ve yapılmak aynı mastarla ifade edilir.
Diğer taraftan رجع kökünün özelliğinden dolayı مَرْجِع’nun hem lazım hem de müteaddi olabilmesi nedeniyle manası şu şekillerde olur:
| Mimli mastar | İsm-i zaman | İsm-i mekân |
Müteaddi Malum | Döndürüş/döndürme | Döndürme zamanı | Döndürme yeri |
Müteaddi Meçhul | Döndürülüş/döndürülme | Döndürülme zamanı | Döndürülme yeri |
Lazım Malum | Dönüş/dönme | Dönme zamanı | Dönme yeri |
Lazım Meçhul | Lazım ve meçhul bir arada olmaz |
Diğer bir özellik mimli mastarların ikil ve çoğul olabilmesidir. Buna göre مَرْجِع’nun çekimi şu şekildedir:
Nekre | |
Çoğul | İkil | Tekil |
مَرَاجِعُ | مَرْجِعَانِ | مَرْجِعٌ | Merfu |
مَرَاجِعَ | مَرْجِعَيْنِ | مَرْجِعًا | Mensub |
مَرَاجِعَ | مَرْجِعَيْنِ | مَرْجِعٍ | Mecrur |
Marife | |
Çoğul | İkil | Tekil |
الْمَرَاجِعُ | الْمَرْجِعَانِ | الْمَرْجِعُ | Merfu |
الْمَرَاجِعَ | الْمَرْجِعَيْنِ | الْمَرْجِعَ | Mensub |
الْمَرَاجِعِ | الْمَرْجِعَيْنِ | الْمَرْجِعِ | Mecrur |
Bu ayette tekil çekimle gelmiştir. Bir kere “dönüş” ifade edilmektedir.
هُمْ: “Onlar” demektir. Mecrur muttasıl zamirdir.
مَرْجِعُهُمْ: Mimli mastar, ism-i zaman ya da ism-i mekân oluşuna göre müteaddi malum olmaz, ya müteaddi meçhul ya da lazım malum olacağından “Dönüşleri, döndürülüşleri”, “dönüş yerleri, döndürülüş yerleri” ya da “dönüş zamanları, döndürülüş zamanları” demektir.
إِلَيْنَا مَرْجِعُهُمْ: “Bize doğrudur dönüşleri/döndürülüşleri” demektir. إِلَيْنَا (bize) ifadesinden مَرْجِعُ’nun mimli mastar olduğu anlaşılmaktadır. Dönüş/döndürülüş zamanları/mekânları bize doğrudur ifadesi uygunsuz olduğundan ism-i zaman ve ism-i mekân olmadığı, mimli mastar olduğu anlaşılmaktadır.
Mimli mastar burada tekil olduğu için çok kişinin bir dönüşü ifade edilmektedir. Belirli bir zamana kısıtlanmıştır. Bu zaman ölümden sonraki dönüş zamanıdır. Herkesin tek bir dönüşü ifade edilmektedir. Eğer bireysel dönüşler olsaydı إِلَيْنَا مَرَاجِعُهُمْ (dönüşleri bizedir) şeklinde gelirdi. Ölecekler, sonra diriltilecekler ve bize dönecekler, döndürülecekler denmektedir. Kuran’da 15 kere bu şekilde geçmekte ve hepsinde dönenler çoğul, dönüş tekildir.
Ayette geçiş | Anlamı | Sayı |
إِلَيَّ مَرْجِعُكُمْ | Banadır dönüşünüz | 3 |
إِلَى اللَّهِ مَرْجِعُكُمْ | Allah’adır dönüşünüz | 3 |
إِلَيْهِ مَرْجِعُكُمْ | O’nadır dönüşünüz | 2 |
إِلَى رَبِّكُمْ مَرْجِعُكُمْ | Rabbinizedir dönüşünüz | 2 |
إِلَيْنَا مَرْجِعُكُمْ | Bizedir dönüşünüz | 1 |
إِلَى رَبِّهِمْ مَرْجِعُهُمْ | Rablerinedir dönüşleri | 1 |
إِلَيْنَا مَرْجِعُهُمْ | Bizedir dönüşleri | 3 |
Hepsinde مَرْجِعُ sona alınmıştır. مَرْجِعُكُمْ إِلَيَّ (dönüşünüz banadır) veya مَرْجِعُهُمْ إِلَيَّ (dönüşleri banadır) veya مَرْجِعُكُمْ إِلَيْنَا (dönüşünüz bizedir) veya مَرْجِعُهُمْ إِلَيْنَا (dönüşleri bizedir) denmemiştir. Burada takdim-tehir yapılmıştır. Cümle devrik hale getirilmiştir. Mübteda haber yer değiştirmiş, haber mübtedanın önüne geçirilmiştir. Bu da te’kîd için veya tahsis için olur. Yani kafalardaki şüpheleri gidermek için gelir ya da “dönüşleri yalnızca bizedir” anlamında tahsis için olur.
Kuran’da sadece bir yerde takdim tehir yapılmamıştır. Orada da dönülen yer Cehîm’dir. Saffat 68’de ثُمَّ إِنَّ مَرْجِعَهُمْ لَإِلَى الْجَحِيمِ (Sonra onların dönüşü Cehîm’edir) denmektedir. Burada öncesinde pek çok cezadan bahsedilmekte ve sonra Cehîm’e dönecekler demektedir. Buna göre Cehîm’den gelip bazı cezalar görüp sonra Cehîm’e döndükleri anlaşılmaktadır. Te’kîd ve tahsis yoktur.
Herkesin varlığının başlangıcının sebebi kendisinden ruh üfleyen Allah’tır. Bu nedenle herkes ortak bir dönüşle O’na dönecektir.
Burada bu cümle niçin gelmiştir? Allah’ın indirdiğini görmezden gelip atalarını üzerinde buldukları düzende devam etmektedirler. Çoğunluk sisteminden vazgeçmemekte, vesenlerini bırakmamaktadırlar. Onların yaptıklarına üzülme, onlar bize dönecek demektedir. Hesap vereceklerdir.
Öncesinde umumi ism-i mevsul olan مَنْ in zamiri eril tekil (مَنْ كَفَرَ فَلَا يَحْزُنْكَ كُفْرُهُ) iken burada eril çoğul (إِلَيْنَا مَرْجِعُهُمْ) olmuştur. Çünkü suç bireyseldir. Her biri ayrı ayrı küfretmektedirler. Dönüşleri ise birliktedir.
فَنُنَبِّئُهُمْ بِمَا عَمِلُوا
Amel ettiklerini onlara haber vereceğiz.
Fiil cümlesi | Fâ-u isti’nâfiye |
Mefûlün bih GS | Fâil | Mefûlun bih | Fiil |
Mecrur | Cârr |
Sıla cümlesi Fiil cümlesi | İsm-i mevsûl |
Mefûlun bih | Fâil | Fiil |
هُ | و | عَمِلُوا | مَا | بِ | نَحْنُ | هُمْ | نُنَبِّئُ | فَ |
فَ: Fâ-u isti’nafiyyedir. Önceki cümle ile sonraki cümle arasında sebep sonuç ilişkisi vardır.
نُنَبِّئُ: “Haber veririz” demektir. نَبْءٌ mastarı saklandığı yerden çıkıp bakanlara görünmek manasındadır. Bu mastar manasından başkalarına görünen manasında نَبَأٌ ıstılahi olarak başkalarının bilmediği bir şeyin onlar için bilinir hale gelmesinden “haber” anlamındadır. نبء kökünün zıttı خبء köküdür. Sadece ilk harf değişmiştir. خَبْءٌ gizli, saklı demektir. Bir şeyi bir mekânın içine sokarak gizlemek, örtmek, gözden kaybettirmek manasından gizlenilen manasında خَبْءٌ “gizli, saklı” anlamında isimdir. Etimolojik olarak ن filizlenen tohumdur ve toprağın altından çıkarak görünür hale gelmeyi ifade eder. خ ise duvar demektir ve arkasında gizlenmeyi ifade eder. Böylece iki zıt mana tek harfin değişimiyle ortaya çıkar.
هُمْ: “Onlar” demektir. Mensub muttasıl zamirdir. نُنَبِّئُ fiilinin mef’ûlüdür.
بِ: “-i, -ı” demektir. Harf-i cerdir. نُنَبِّئُ fiili iki mef’ûl alır. Birisi haber verilen kimse, diğeri verilen haberdir. Verilen haber bu harf-i cerden sonra gelir.
مَا: Umumi ism-i mevsuldür.
عَمِلُوا: “Amel ettiler” demektir. عمل kökünden üçüncü şahıs eril çoğul mazi malum fiildir. Amel hukuki sonuç doğuran fiildir. Her amel bir fiildir ama her fiil amel değildir. Hukuki sonuç doğurmayan fiiller amel değildir.
مَا عَمِلُوا: “Amel ettikleri” demektir.
بِمَا عَمِلُوا: “Amel ettiklerini” demektir.
نُنَبِّئُهُمْ بِمَا عَمِلُوا: “Amel ettiklerini onlara haber veririz” demektir.
فَنُنَبِّئُهُمْ بِمَا عَمِلُوا: “Amel ettiklerini onlara haber vereceğiz” demektir. Burada muzari fiil gelecek zamanı ifade eder. فَ ile dönüş/döndürülüşe bağlanmıştır. Toplu döndürülme ile bu haber verme gerçekleşecektir. Gelecek zamandadır, kıyamet yevmindedir.
Allah onlara amel ettiklerini haber vereceğini söylüyor, onlar amel ettiklerini bilmiyorlar mı da onlara haber veriyor. Verdiği haber salih amel yaptığını sananların aslında seyyie amel yaptıklarıdır. Önce döndürülecekler sonra amelleri haber verilecek.
İnsanlar iyi bir şey yaptıklarını sanırken nasıl da küfrettiklerini öğrenecekler. Allah yolunda cihad ettiğini sanırken Allah’ın indirdiğini nasıl da görmezden geldiklerini onlara haber verecek. Allah’ın indirdiği ile amel etmeyip değişik gerekçelerle atalarını üzerinde buldukları çoğunluk sistemi içinde çareler arayanlara, çoban arayanlara, koyun arayanlara amel ettikleri bildirilecek.
يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تَقُولُوا رَاعِنَا وَقُولُوا انْظُرْنَا
Ey iman edenler “bizi güt” demeyin, “bize bak” deyin. (Bakara 104)
Bu ayet çoban olmayı da koyun olmayı da reddediyor. Vesenlerde ise çoban-koyun kültürü vardır. Çoban gütsün, koyunlar sandık müşahidi olsunlar, bayrak assınlar, çobanın sloganlarını tekrar etsinler, kendi başlarına hiçbir fikir üretmesinler, vesen içinde asla ve asla ikinci bir görüş olmasın. Sekülerlerin kutsadıkları, diğerlerinin de Allah yolunda cihad sandıkları bu ameller onlara haber verilecek. Tamamen zıt iki tarafın nasıl da aynı şekilde mücadele ettikleri onlara haber verilecek. Böylece Allah’ın indirdiğini nasıl görmezden geldikleri kendilerine haber verilmiş olacak.
إِنَّ اللَّهَ عَلِيمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ
Kesinlikle Allah başlara sahip olanları bilicidir.
Mensuh isim cümlesi |
Haberi | İsmi | İnne |
Mefûlün bih GS | Şibh-i fiil |
Mecrur | Cârr |
Muzâfun ileyh | Muzâf |
الصُّدُورِ | ذَاتِ | بِ | عَلِيمٌ | اللَّهَ | إِنَّ |
إِنَّ: “Kesinlikle” demektir. Huruf-u müşebbehe bi-l fiildendir.
اللَّهَ: “Allah” demektir. Alemlerin rabbinin özel ismidir.
عَلِيمٌ: “Bilici” demektir. Mübalağalı ism-i fâildir. Bilmenin mübalağalı olduğunu gösterir. Mübalağasız olsaydı عَالِم (bilen) şeklinde ism-i fâil olurdu.
بِ: “-ı” demektir. Harf-i cerdir. عَلِيمٌ mübalağalı ism-i fâilinin mef’ûlü bu harf-i cerden sonra gelir.
ذَاتِ: “Sahibi” demektir. Dişil tekil mecrur çekimdir. Her zaman muzaf olarak kullanılır. Muzafun ileyhinin sahibi olmayı ifade eder. Arapçada beş isim (esma-i hamse) vardır. Bunların i’râblanması özeldir. Diğer isimlere benzemezler. ذَا da beş isimdendir. Bunlar أَب (baba), أَخ (kardeş), حَم (kayınpeder), فَم (ağız), ذُو (sahibi) kelimeleridir.
Bu kelimenin çekimi aşağıdaki şekildedir:
Çoğul | Çoğul | İkil | Tekil | |
أُولُو | ذَوُو | ذَوَا | ذُو | Eril | Merfu |
أُولَاتُ | ذَوَاتُ | ذَوَاتَا | ذَاتُ | Dişil |
أُولِي | ذَوِي | ذَوَيْ | ذَا | Eril | Mensub |
أُولَاتِ | ذَوَاتِ | ذَوَاتَيْ | ذَاتَ | Dişil |
أُولِي | ذَوِي | ذَوَيْ | ذِي | Eril | Mecrur |
أُولَاتِ | ذَوَاتِ | ذَوَاتَيْ | ذَاتِ | Dişil |
Kuran’da sahip (صَاحِب) kelimesi de vardır. Bu kelimenin anlamı Türkçedeki sahip kelimesinden farklıdır. صَاحِب eşlik eden demektir. Türkçedeki sahip daha çok ذُو ya benzer ama tam olarak o değildir. Türkçedeki sahip daha çok Arapçadaki malik anlamındadır.
ذُو zamire ve sıfata izafe edilmez. Yalnızca sıfat olmayan zahir isimlere izafe edilir. صَاحِب ise zamire de zahir isimlere de sıfata da izafe edilir.
ذُو sıradan bir sahip olma değildir. Bir etkileşim vardır. Sahip olan sahip olunanla etkileşim halindedir. Onu etkilemekte, yönetmekte, kontrol etmektedir.
الصُّدُورِ: “Başlar” demektir. Tekili صَدْر’ dır. صدر kökünden gelmiştir. Birinci bâbdan mastar olarak bir mekândan başka bir mekânda geçici olarak kalmak üzere ayrılmak için hareket etmek manasındadır. Bu mastardan ayrılma hareketini başlatmada kullanılan araç veya başlangıç yeri veya zamanı yani başlangıç noktası manasında “baş” anlamında ism-i alet veya ism-i mekân veya ism-i zaman manasında isimdir. Her şeyin baş kısmına, ilk kısmına صَدْر denir. Sadr kelimesinde yapılan en yaygın hata göğüs anlamında kullanılmasıdır. Oysa Lisanu’l Arab’da daha en başta “الصَّدْر: أَعلى مقدَّم كل شيء وأَوَّله، حتى إِنهم ليقولون: صَدْر النهار والليل، وصَدْر الشتاء والصيف” “Sadr: Her şeyin ön tarafının en üstü ve başlangıcıdır. Hatta onlar derler ki: gündüzün ve gecenin başlangıcı ve kışın ve yazın başlangıcı” şeklinde tanım yapılmaktadır. جَوْف kelimesi “göğüs” anlamındadır. Türkçede de sadrazam (büyüklerin başı), sadaratü-l kelam (sözün başı), masdar (başlangıç) şeklinde doğru anlamda kullanılışı mevcuttur.
ذَاتِ الصُّدُورِ: “Başlara sahip olan” demektir. Başları etkileyen, onları kontrol edendir.
بِذَاتِ الصُّدُورِ: “Başlara sahip olanı” demektir.
عَلِيمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ: “Başlara sahip olanı bilicidir” demektir.
إِنَّ اللَّهَ عَلِيمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ: “Kesinlikle Allah başlara sahip olanı bilicidir” demektir.
Burada ilginç bir durum vardır. ذَاتِ الصُّدُورِ “başlara sahip olan” mı “başların sahip oldukları” mı anlamındadır? Başlara sahip olan demektir. Burada başlar (الصُّدُورِ) çoğul, sahip (ذَاتِ) tekildir. Çok başa tek sahip olan mı vardır? Değildir. Burada dikkat edilmesi gereken ذَاتِ nin dişil tekil olduğudur. Dişil tekiller gayr-i akil varlıklar için çoğulu ifade eder.
أُولَاتِ الصُّدُورِ | أُولَاتِ çoğul | Başlar ve sahipleri az |
ذَاتِ الصُّدُورِ | ذَاتِ tekil | Başlar ve sahipleri çok |
Buna göre Allah’ın bildiği başlar ve sahipleri çok sayıdadır. Bu nedenle “Kesinlikle Allah başlara sahip olanları bilicidir” şeklinde Türkçeye çevirmek daha doğrudur.
Geçiş Şekli | Geçtiği ayetler |
إِنَّ اللَّهَ عَلِيمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ | Ali İmran 119, Maide 7, Hud 5, Lokman 23 |
وَاللَّهُ عَلِيمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ | Ali İmran 154, Tegabun 4 |
إِنَّهُ عَلِيمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ | Enfal 43, Fatır 38, Zümer 7, Şura 24, Mülk 13 |
وَهُوَ عَلِيمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ | Hadid 6 |
Kuran’da bu cümle 12 yerde 4 farklı şekilde geçmektedir.
Bu ayetlerin hepsinde başlara sahip olanlar nelerdir de dişil tekil gelerek çok sayıda başı ve bu başlara çok sayıda sahip olanı ifade etmektedir? Düşünceler, fikirler, akıldan geçenlerdir. Bu nedenle ذَاتِ şeklinde dişil tekil gelmiştir.
Allah başları kontrol eden düşünceleri, fikirleri, beyinlerdeki tüm elektriksel aktiviteleri bilmektedir. Nasıl bilmektedir? Kuran’da 12 ayrı geçişin hepsinde عَلِيمٌ şeklinde nekre gelmiştir. إِنَّ اللَّهَ هُوَ الْعَلِيمُ بِذَاتِ الصُّدُورِ şeklinde marife de gelebilirdi. Nekre gelmesinin sebebi bizim Allah’ın nasıl bildiğini anlayamayacak, tespit edemeyecek olmamızdandır.
Allah herkesin düşüncelerini bizim anlayamayacağımız bir şekilde bilmektedir. Allah’a düşünerek bile dua edebilirsiniz. O sizin ne düşündüğünüzü bilir. Atalarını üzerinde bulduklarına uyanların düşüncelerini bilir. Allah’ın indirdiğine uymayıp atalarını üzerinde buldukları çoğunluk demokrasisini benimseyenlerin ürettiği gerekçeleri de bilir. Çoğunluk demokrasisine sadece kendilerini siyasi olarak tanımlayanlar değil, tüm dünya uymaktadır. Sıradan insanlar da kendilerini anlı şanlı ilim adamı olarak tanımlayanlar da sekülerler de inançlılar da çoğunluk demokrasisini kutsallaştırmışlardır. Öyle bir dönemdeyiz ki kutsallaştırılan çoğunluk demokrasisine şehitler bile üretmişizdir. Günümüzün en önemli sorunu budur. Herhangi bir şahıs için bunları yazmıyorum. Kimse üstüne alınmasın, birkaç kişi hariç herkes üstüne alınsın. Cahiliye döneminin özelliğidir. Kutsallaştırılan kimseler ve değerler vardır. Onlara kimse dokunamaz. Günümüz putuna da kimse dokunamıyor. Alınları secdeden kalkmayan insanlar bile bu kutsala ibadet etmektedirler (onun için çalışmaktadırlar). 4-5 yılda bir o kutsalın kutsal sandığına gidip mührü basmaktadırlar. Kuran ne derse desin, kimse vazgeçmemektedir. Allah’ın indirdiğine kimse uymamakta, Allah’ın indirdiğini görmezden gelmektedirler. Bu böyle devam ederse maalesef Allah’ın büyük gazabı gelecektir.
فَإِنْ أَعْرَضُوا فَقُلْ أَنْذَرْتُكُمْ صَاعِقَةً مِثْلَ صَاعِقَةِ عَادٍ وَثَمُودَ
Eğer ilgilenmezlerse “sizi Âd ve Semud’un yıldırımının misli bir yıldırımla uyarıyorum” de. (Fussilet 13)
Allah’ın gazabı yıldırımla gelecektir. İnsanlar atalarını üzerinde buldukları bu batıl çoğunluk demokrasisinde çabalamaya (cihad etmeye), Allah yolunda çabalamamaya (cihad etmemeye) devam ettikçe bu yıldırım gelecektir. İsteyen Akad İmparatorluğunun (Ad kavminin) nasıl yıldırımla yok edildiğini incelesin de görsün başımıza gelecekleri.
Teşvikiye, Yalova
03 Ağustos 2024
M. Lütfi Hocaoğlu