LOKMAN SÛRESİ - 5. Hafta
أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
خَلَقَ السَّمَوَاتِ بِغَيْرِ عَمَدٍ تَرَوْنَهَا وَأَلْقَى فِي الْأَرْضِ رَوَاسِيَ أَنْ تَمِيدَ بِكُمْ وَبَثَّ فِيهَا مِنْ كُلِّ دَابَّةٍ وَأَنْزَلْنَا مِنَ السَّمَاءِ مَاءً فَأَنْبَتْنَا فِيهَا مِنْ كُلِّ زَوْجٍ كَرِيمٍ (10)
Gökleri gördüğünüz direklerin gayrısıyla yarattı ve sizi sallaması sebebiyle yerin içine sıradağları koydu ve onun içine her dabbeden yaydı ve gökten bir su indirdik de onun içinde her kerîm eşten bitirdik. (10)
خَلَقَ السَّمَوَاتِ بِغَيْرِ عَمَدٍ تَرَوْنَهَا
Gökleri gördüğünüz direklerin gayrısıyla yarattı.
Fiil cümlesi |
Mefûlun bih | Fâil | Fiil |
Hâl | Sahibul hâl |
Mecrur | Cârr |
Muzâfun ileyh | Muzâf |
Sıfat Fiil cümlesi | Mevsûf |
Mefûlun bih | Fâil | Fiil |
هَا | و | تَرَوْنَ | عَمَدٍ | غَيْرِ | بِ | السَّمَوَاتِ | هُوَ | خَلَقَ |
خَلَقَ: “Yarattı” demektir. خلق kökünden üçüncü şahıs eril tekil mazi malum fiildir. Fâili müstetir هُوَ dir. 9. ayetteki Allah’a racidir. Var olan başka bir şeyden yeni bir şey üretmek manasındadır.
السَّمَوَاتِ: “Gökler” demektir. سمو kökünden gelmiştir. Birinci bâbdan سُمُوٌّ mastarı bütün seviyelerin üstüne çıkmak, en üst seviyeye yükselmek manasındadır. Bu mastar manasından bütün seviyelerin üstüne çıkan manasında سَمَاءٌ her şeyin en üstü olarak “gök” anlamında camid isimdir. İsm-i cem-i cinstir. Yani hem cinsi ifade eder hem de topluluğu ifade eder. Yani gök cinsi veya gök topluluğu demektir. Cins ifade ettiği zaman eril, cem ifade ettiği zaman dişildir. İsm-i cemi cinsler sonuna ة alarak müfredleşirler. Yani tekili سَمَاوَةٌ veya سَمَاءَةٌ dür. İsm-i cemi cins bu şekilde ة alarak müfredleştikten sonra çoğulu سَمَوَاتٌ dür. Ancak Kuran’da سَمَاوَةٌ veya سَمَاءَةٌ şeklinde kullanımı yoktur. Kuran tekil olarak da yine سَمَاء yı kullanmaktadır.
بِ: “İle” demektir. Harf-i cerdir.
غَيْرِ: “Dışında” demektir. Matematikteki “değil” anlamına gelmektedir.
عَمَدٍ: “Direkler, kolonlar, sütunlar” demektir. Çoğul isimdir. Tekili عَمُود dur. İkinci bâbdan عَمْدٌ mastarı birisine, bir şeye doğruca, dümdüz olacak şekilde en kısa yoldan yönelmek ya da bir şeyi doğrultmak, dikleştirmek manasındadır. Bu mastar manasından doğrultulan, dikleştirilen ve onunla başka şeylerin dikleştirildiği anlamında عَمُود ıstılahi olarak “direk, kolon, sütun” anlamında isimdir. عِمَاد ise yüksek, dik yapı demektir. عِمَاد ıstılahi olarak doğrultulan, dik olarak inşa edilen yapı olarak “yüksek, dik yapı” anlamında ism-i cem-i cinstir. Fertleştirilmiş hali عِمَادَة dir.
تَرَوْنَ: “Görürsünüz” demektir. Suretin şekil, renk ve hareketini gözle veya beyinle idrak etmek ve bilmek demektir (يدرك ويعلم شكل ولون وحركة الصورة بعينه التي في رأسه أو بعين قلبه وفؤاده التي في نفسه). رءي kökünden üçüncü bâbdan ikinci çoğul şahıs merfu muzari malum fiildir. Reyde gözle görmek şart değildir. Bu nedenle görüş anlamına da gelmektedir. Bunun göstergesi olarak göz kapalıyken uykuda görülen رُؤْيَا (rüya) kelimesi de bu kökten gelmiştir. Görme duyusunu ifade eden kelime ise بَصَر dır. Bir varlığın kendisini değil o varlığın şeklini kâğıda çizsen, özelliklerini orada ifade etsen o varlığı rey etmiş olursun. Bizzat o varlığı görmen gerekmez. Biz bugün dinozorları basar etmiyoruz ama dinozorları rey ediyoruz.
هَا: “O, onlar” demektir. Mensub muttasıl zamirdir. Dişil tekil zamirdir ve gramatik olarak gayr-i akil cemlerden السَّمَوَاتِ ye veya عَمَدٍ e racidir.
تَرَوْنَهَا: “Onları görürsünüz” demektir. “Direkleri görürsünüz” demektir.
عَمَدٍ تَرَوْنَهَا: “Gördüğünüz direkler” demektir.
غَيْرِ عَمَدٍ تَرَوْنَهَا: “Gördüğünüz direklerin dışında” demektir.
خَلَقَ السَّمَوَاتِ بِغَيْرِ عَمَدٍ تَرَوْنَهَا: “Gökleri gördüğünüz direklerin gayrısıyla yarattı” demektir.
Burada bazı sorular sorulabilir. تَرَوْنَهَا daki هَا zamiri عَمَدٍ e (direklere) mi yoksa السَّمَوَاتِ ye (göklere) mi racidir. Eğer göklere raci olursa i’râb şu şekilde olur:
Fiil cümlesi |
Mefûlun bih | Fâil | Fiil |
Hâl Fiil cümlesi | Hâl | Sahibul hâl |
Mefûlun bih | Fâil | Fiil | Mecrur | Cârr |
Muzâfun ileyh | Muzâf |
هَا | و | تَرَوْنَ | عَمَدٍ | غَيْرِ | بِ | السَّمَوَاتِ | هُوَ | خَلَقَ |
Göklere raci olunca تَرَوْنَهَا cümle olduğu için gökler de marife olduğu için hâl olur. Direklere raci olursa تَرَوْنَهَا cümle olduğu için direkler de nekre olduğu için sıfat olur. Göklere raci olduğu zaman anlam “gördüğünüz gökleri direklersiz yarattı” şeklinde olur ki bu durumda görmediğimiz göklerin varlığını düşünmemiz gerekir. Diğer taraftan hâl olduğu için yarattığı sırada bizim görmemiz gerekir ki bu da olmayacağından göklere raci olması durumu yoktur. Eğer gördüğünüz gökler anlamı verilmek istenseydi cümle خَلَقَ السَّمَوَاتِ تَرَوْنَهَا بِغَيْرِ عَمَدٍ şeklinde gelirdi. Bu durumda direklerin sıfatı olma ihtimali yok edilmiş olurdu. Bu nedenle direklerin sıfatı olmaya uygundur.
Gördüğümüz direklerin gayrısıyla yaratmak ne demektir? Görmediğimiz direklerle mi yaratmış yoksa direkler olmadan mı yaratmış?
Eğer direkler olmadan yarattı denseydi cümle خَلَقَ السَّمَوَاتِ بِغَيْرِ عَمَدٍ şeklinde olurdu. تَرَوْنَهَا ya gerek kalmazdı.
Eğer görmediğiniz direklerle yarattı deseydi cümle خَلَقَ السَّمَوَاتِ بِغَيْرِ عَمَدٍ لَمْ تَرَوْهَا şeklinde olurdu.
Oysa cümle gördüğünüz direklerin gayrısıyla yarattı şeklinde gelmiştir. Bu durumda ikisi de geçerlidir. Hem direkler olmadan hem de görmediğiniz direklerle yarattı denmiştir. Bunu matematiksel olarak gösterebiliriz:
Niçin iki durum da geçerlidir? Çünkü gökler çoğuldur. Göklerin bir kısmı direksiz, bir kısmı görmediğimiz direklerle yaratılmıştır.
Peki bu görmediğimiz direkler nedir? Bu astronominin konusudur. Üzerinde derinlemesine çalışılmalıdır.
وَأَلْقَى فِي الْأَرْضِ رَوَاسِيَ أَنْ تَمِيدَ بِكُمْ
Ve sizi sallaması sebebiyle yerin içine sıradağları koydu.
Fiil cümlesi | Atıf harfi |
Mefûlun lieclih | Mefûlun bih | Mefûlun fih | Fâil | Fiil |
Sıla cümlesi Fiil cümlesi | Harf-i mevsûl | Mecrur | Cârr |
Mefûlün bih GS | Fâil | Fiil |
Mecrur | Cârr |
كُمْ | بِ | هِيَ | تَمِيدَ | أَنْ | رَوَاسِيَ | الْأَرْضِ | فِي | هُوَ | أَلْقَى | وَ |
وَ: “Ve” demektir. Atıf harfidir. خَلَقَ السَّمَوَاتِ بِغَيْرِ عَمَدٍ تَرَوْنَهَا cümlesine أَلْقَى فِي الْأَرْضِ رَوَاسِيَ أَنْ تَمِيدَ بِكُمْ cümlesini atfetmektedir.
أَلْقَى: “Koydu, bıraktı” demektir. لقي kökünden if’âl bâbından üçüncü şahıs eril tekil mazi malum fiildir. Fâili müstetir هُوَ dir. 9. ayetteki Allah’a racidir. Dördüncü bâbdan لَقِيَ - يَلْقَى - لِقَاء şeklinde birisiyle, bir kimseyle, bir şeyle karşılaşmak, buluşmak manasındadır. Dördüncü bâb if’âl bâbına (أَلْقَى - يُلْقِي - إِلْقَاء) ziyadetü-t tadiye etkisi ile gelir. Birisini birisiyle, bir kimseyle, bir şeyle karşılaştırmak, buluşturmak anlamına gelir. Eğer karşılaştırılan, buluşturulan cümlede geçmezse bu “yer” anlamında olarak koymak, bırakmak anlamına gelir. Buluşan, karşılaşan, buluşturulan, karşılaştırılan haline gelir. Fâil mef’ûlün bih haline gelir. Cümleye yeni fâil eklenmiş olur.
فِي: “İçinde” demektir. Harf-i cerdir.
الْأَرْضِ: “Yer” demektir. ءرض kökünden gelmiştir. Dördüncü bâbdan أَرَضٌ mastarı bir mekânın bereketli, verimli olması, hayrının çok olması ve yerleşme ve ikamet için uygun olması manasındadır. Bu mastar manasından yerleşme için uygun olan manasında أَرْضٌ “yer” anlamındadır. “Yeryüzü” manasına da gelir. Yerleşme için uygun olan her yer arzdır. Ay’a yerleşirseniz, orası arz olur. Mars’a yerleşirseniz, orası arz olur. Uzay istasyonuna yerleşirseniz, orası arz olur. Arzı yerküre olarak sınırlandırmak yanlıştır. Yerküre içindeki herhangi bir alan da arzdır. Türkçeye geçen arsa ve arazi kelimeleri, İngilizcedeki earth kelimesi buradan gelmektedir.
فِي الْأَرْضِ: “Yerin içi” demektir.
رَوَاسِيَ: “Sıradağlar” demektir. Çoğuldur. Tekili رَاسِيَة dir. رسو kökünden birinci bâbdan رُسُوّ mastarı hareketini sonlandırarak bir yerde sabit bir şekilde durmak manasındadır. Bu mastar manasından hareketsiz olarak bir yerde duran anlamında رَاسِيَة ıstılahi olarak hareketsiz duran “sıradağ” anlamında isimdir.
أَنْ: “-mek, -mak” demektir. Harf-i mevsuldür. Mastar harfidir. Sonrasında gelen sıla cümlesi ile beraber mastar olur.
تَمِيدَ: “Sallanır” demektir. ميد kökünden ikinci bâbdan üçüncü şahıs dişil tekil mensub muzari malum fiildir. Öncesindeki أَنْ ile mensub olmuştur (تَمِيدَ). Fâili müstetir هِيَ dir. Gramatik olarak الْأَرْضِ veya رَوَاسِيَ ye racidir. İkinci bâbdan مَيْد mastarı bir mekânda sabit duramamak, hareket halinde olmak manasındadır. Bu kökten gelen مَائِدَة de üzerinde yemeklerin hareket ettiği mekân olarak ıstılahi olarak “sofra” anlamında isimdir. Üzerinde insanların sürekli hareket halinde olmasından dolayı meydan kelimesi de buradan gelir.
بِ: “-ı, -i” demektir. Harf-i cerdir. تَمِيدَ ile müteallaktır. Anlamını “sallar” şekline dönüştürür.
كُمْ: “Siz” demektir. Mecrur muttasıl zamirdir.
تَمِيدَ بِكُمْ: “Sizi sallar” demektir.
أَنْ تَمِيدَ بِكُمْ: “Sizi sallaması” demektir. Cümlenin mef’ûlün lieclihidir. Sıradağların yere konulmasının sebebidir.
أَلْقَى فِي الْأَرْضِ رَوَاسِيَ أَنْ تَمِيدَ بِكُمْ: “Sizi sallaması sebebiyle yerin içine sıradağları koydu” demektir.
Burada çok tartışılan bir durum vardır. Sıradağların depremleri engellediğini iddia ederek ayetin mealinin de “sizi sallaması” değil de “sizi sallamaması” şeklinde yapılması nedeniyle Kuran’ın yanlış bilgi verdiğini, ilahi bir söz olamayacağını söylemektedirler. Kuran’ı yorumlamak için gramer bilmek gerekir. Kuran’ın müteşabihat kısmını yorumlamak için hem grameri iyi bilmek hem de o konuda derin bilgi sahibi olmak şarttır.
أَنْ harf-i mevsulü mastar harfidir ve arkasından gelen muzari fiili mensub hale getirir. Kural olarak içinde bulunduğu fiil cümlesinin fiilinin zamanına göre gelecekte gerçekleşecektir. Yani sallama olayı yerin içine sıradağlar konulmasından sonra gerçekleşecektir. Aynı zamanda أَنْ harf-i mevsulünün iki manayı birden barındırma özelliği vardır. Türkçede de aslında buna benzer bir kullanım vardır. “Düşmen sebebiyle camın önünden çekil” dediğinizde düşecek olma riskinden dolayı demek “düşmemen için” anlamındadır. Bu ayette de sallamasından dolayı demek sallamaması için anlamına da gelir. Burada dikkat edilmesi gereken تَمِيدَ nin fâilinin yer veya sıradağlar olmasına göre iki ayrı anlamın da geçerli olacağıdır.
تَمِيدَ nin fâili sıradağlar (رَوَاسِيَ) olunca anlam “sıradağların sizi sallaması için yere sıradağları koydu” şeklinde olur ki bu durumda sıradağlar bizi sallasın diye yere konulmuştur. تَمِيدَ nin fâili yer (الْأَرْضِ) olunca anlam “yerin sizi sallayacak olması sebebiyle yere sıradağları koydu” şeklinde olur ki bu durumda yer bizi sallayacaktır, sıradağlar ise buna karşı bizi koruyacaktır. İki durum da geçerlidir. Yeryüzünde öyle yerler vardır ki sıradağlar sallanmaya sebep olur, öyle yerler de vardır ki sallanmaya karşı korur. İşte Kuran’ın bu şekilde müthiş bir grameri vardır. Gramatik analiz yapmadan Kuran’daki müteşabihat yorumlanamaz.
وَبَثَّ فِيهَا مِنْ كُلِّ دَابَّةٍ
Ve onun içine her dabbeden yaydı.
Fiil cümlesi | Atıf harfi |
Mefûlün bih GS | Mefûlun fih | Fâil | Fiil |
Mecrur | Cârr | Mecrur | Cârr |
Muzâfun ileyh | Muzâf |
دَابَّةٍ | كُلِّ | مِنْ | هَا | فِي | هُوَ | بَثَّ | وَ |
وَ: “Ve” demektir. Atıf harfidir. أَلْقَى فِي الْأَرْضِ رَوَاسِيَ أَنْ تَمِيدَ بِكُمْ cümlesine بَثَّ فِيهَا مِنْ كُلِّ دَابَّةٍ cümlesini atfetmektedir.
بَثَّ: “Yaydı, dağıttı” demektir. بثث kökünden birinci bâbdan üçüncü şahıs eril tekil mazi malum fiildir. Fâili müstetir هُوَ dir. 9. ayetteki Allah’a racidir. Birinci bâbdan بَثّ mastarı “bir şeyi, şeyleri, birisini, birilerini dağıtıp yaymak” manasındadır.
فِي: “İçinde” demektir. Harf-i cerdir.
هَا: “O” demektir. Dişil tekil mecrur muttasıl zamirdir. الْأَرْضِ ye racidir.
فِيهَا: “Onun içinde” demektir. “Yerin içinde” demektir.
مِنْ: “-den” demektir. Harf-i cerdir.
كُلِّ: “Her” demektir. Mutlaka izafetle gelir ve her zaman muzaf olur. Muzafun ileyhi nekre gelirse muzafun ileyhinden olan her şeyi kapsar, marife gelirse muzafun ileyhinin tamamı anlamına gelir. كُلُّ كِتَابٍ derseniz “her kitap” anlamına gelir. كُلُّ الْكِتَابِ derseniz “kitabın tamamı” anlamına gelir. كُلُّ nün muzafun ileyhi hazf edilirse yani cümlede söylenmezse كُلٌّ, كُلًّا, كُلٍّ şeklinde tenvinle gelir. Böyle tenvinlere ivaz tenvini denir. Bu tenvinin yerine hazf edilen kelimenin takdir edilmesi gerekir.
دَابَّةٍ: “Dabbe” demektir. دبب kökünden gelmiştir. İkinci bâbdan دَبّ mastarı yer üzerinde kolaylıkla yürümek, ilerlemek manasındadır. Bu mastar manasından yer üzerinde ilerleyen anlamında دَابَّة ıstılahi olarak yer üzerinde hareket eden hayvan olarak “dabbe” anlamında isimdir. Sonundaki ة harfi nedeniyle lafzen dişildir. Çoğulu دَوَابَّ dir.
كُلِّ دَابَّةٍ: “Her dabbe” demektir.
مِنْ كُلِّ دَابَّةٍ: “Her dabbeden” demektir.
بَثَّ فِيهَا مِنْ كُلِّ دَابَّةٍ: “Onun içine her dabbeden yaydı” demektir. Dabbeler için yaratıldı denmeyip yaydı denmiştir. İnsanlar için de Nisa suresi ilk ayetinde bu şekilde bir ifade kullanılmıştır.
يَاأَيُّهَا النَّاسُ اتَّقُوا رَبَّكُمُ الَّذِي خَلَقَكُمْ مِنْ نَفْسٍ وَاحِدَةٍ وَخَلَقَ مِنْهَا زَوْجَهَا وَبَثَّ مِنْهُمَا رِجَالًا كَثِيرًا وَنِسَاءً
Ey insanlar sizi bir nefisten ve ondan zevcini yaratan ve ikisinden çok sayıda erkek ve kadın yayan rabbinize ittika edin. (Nisa 1)
İnsanlar Afrika’da bir noktada yaratılan bir erkek ve bir kadından yayılmışlardır. Buna göre dabbeler de tek bir noktada yaratılan dabbeden yayılmışlardır. Dabbelerin türleri ilk türden Allah’ın planladığı evrim içinde geliştirilmiştir. Eğer bu şekilde olmasaydı cümle خَلَقَ فِيهَا مِنْ كُلِّ دَابَّةٍ (Onun içine her dabbeden yarattı) şeklinde gelirdi. Evrime körleme karşı çıkanlarla tesadüfi olarak, bir yaratıcı olmadan evrimi savunanlar iki uç noktada hata içindedirler.
وَأَنْزَلْنَا مِنَ السَّمَاءِ مَاءً
Ve gökten bir su indirdik.
Fiil cümlesi | Atıf harfi |
Mefûlun bih | Mefûlün bih GS | Fâil | Fiil |
Mecrur | Cârr |
مَاءً | السَّمَاءِ | مِنْ | نَا | أَنْزَلْنَا | وَ |
وَ: “Ve” demektir. Atıf harfidir. بَثَّ فِيهَا مِنْ كُلِّ دَابَّةٍ cümlesine أَنْزَلْنَا مِنَ السَّمَاءِ مَاءً cümlesini atfetmektedir.
أَنْزَلْنَا: “İndirdik” demektir. Birinci şahıs çoğul mazi malum fiildir. Bir şeye etki edip onu hareketli kılıp yönlendirmek sonra birisi veya bir yerle birleştirmek manasındadır. Yüksek bir yerden daha alçak bir yere inme şeklinde fiziksel bir iniş olabileceği gibi soyut olarak yüksek bir kimseden daha düşük seviyedeki bir kimseye iniş de olabilir.
مِنَ: “-den” demektir. Harf-i cerdir.
السَّمَاءِ: “Gök” demektir.
مِنَ السَّمَاءِ: “Gökten” demektir.
مَاءً: “Su” demektir. موه kökünden isimdir.
أَنْزَلْنَا مِنَ السَّمَاءِ مَاءً: “Gökten bir su indirdik” demektir.
Kuran’da suyu indirme ifadesi bazı yerlerde burada geçtiği gibi if’âl bâbıyla, bazı yerlerde tef’îl bâbıyla gelir. İf’âl bâbıyla gelince su bir kerede imiştir, tef’îl bâbıyla geldiğinde çok kerede inmiştir. Tef’îl bâbıyla gelen ayetlerde suyun yağmur gibi tekrarlayan şekillerde indirilmesi anlaşılabilir. İf’âl bâbında ise bir kere iniş anlatılmaktadır. Bu ayette de bu durum anlatılmaktadır. Bu da suyun ilk inişidir.
Burada su (مَاءً) nekre gelmiştir. Oysa su cins isimdir ve harf-i tarifle marife gelerek cins bildirmesi beklenir. Eğer cins anlatılıyorsa مَاءً kelimesine terminolojik anlam veremiz gerekir. Eğer cins anlatılmıyorsa bu kelime “bir su”, “herhangi bir su” veya “bir tür su” anlamına gelmektedir.
Su 4.5 milyar yıl önce dünya oluştuktan yüz milyonlarca yıl sonra yabancı bir madde olarak, donmuş parçalar halinde dünyaya uzaydan gelmiştir. Bu nedenle su (مَاءً) nekredir. Akışkan olmayan sudur. Buz veya başka bir formdaki sudur. أَنْزَلَ ile ifade edilen bir kerelik iniş bu iniştir. 500 Milyon yıl önce atmosfer dengelenmiş ve su artık buharlaşıp uzaya kaçmamaya başlamış ve binlerce yıl yağmur olarak yağmıştır. Kuran’da نَزَّلَ ile ifade edilen çok sayıda inişler de bu iniştir.
فَأَنْبَتْنَا فِيهَا مِنْ كُلِّ زَوْجٍ كَرِيمٍ
Onun içinde her kerîm eşten bitirdik.
Fiil cümlesi | Fâ-u isti’nâfiye |
Mefûlün bih GS | Mefûlun fih | Fâil | Fiil |
Mecrur | Cârr | Mecrur | Cârr |
Muzâfun ileyh | Muzâf |
Sıfat | Mevsûf |
كَرِيمٍ | زَوْجٍ | كُلِّ | مِنْ | هَا | فِي | نَا | أَنْبَتْنَا | فَ |
فَ: Fâ-u isti’nâfiyyedir. Ta’lil fâsıdır. أَنْزَلْنَا مِنَ السَّمَاءِ مَاءً in sonucu olarak أَنْبَتْنَا فِيهَا مِنْ كُلِّ زَوْجٍ كَرِيمٍ gerçekleşmiştir.
أَنْبَتْنَا: “(Bitkiyi) bitirdik” demektir. نبت kökünden if’âl bâbından birinci çoğul şahıs mazi malum fiildir. Birinci bâbdan نَبَتَ - يَنْبُتُ şeklinde bir kimse veya bir şeyin doğması veya ekilmesi sonrasında büyümesi, gelişmesi, boyunun ve cüssesini artması, yetişmesi manasındadır. Lazım fiildir. Birinci bâb if’âl bâbına (أَنْبَتَ – يُنْبِتُ) tadiye etkisi ile gelir. Bitki için bitkiyi bitirdi, insan için insanı büyütüp yetiştirdi anlamına gelir. Büyüyüp yetişen, büyütülüp yetiştirilen haline gelir.
فِي: “İçinde” demektir. Harf-i cerdir.
هَا: “O” demektir. Dişil tekil mecrur muttasıl zamirdir. الْأَرْضِ ye racidir.
فِيهَا: “Onun içinde” demektir. “Yerin içinde” anlamındadır.
مِنْ: “-den” demektir. Harf-i cerdir.
كُلِّ: “Her” demektir.
زَوْجٍ: “Eş” demektir. زوج kökünden gelmiştir. Birisine benzeyen ve onu tamamlayarak ona yakın olan manasında زَوْج “eş” anlamında isimdir. Hem eril hem de dişildir. Eril varlık için eşi dişil, dişil varlık için eşi eril olur. Çoğulu أَزْوَاج dır.
كَرِيمٍ: “Kerîm” demektir. Sıfat-ı müşebbehedir. Kökü كرم dir. Beşinci bâbdan gelmektedir. Lazım fiildir. Sübut ve devam özelliği olan bir sıfattır. Dişili كَرِيمَة dir. Eril çoğulu كِرَام dır. Dişil çoğulu كَرَائِم dir. كَرِيمٍ ifadesi, diğerlerine göre yüksek bir konuma, güce ve yeteneğe sahip olmayı ifade eder, bu nedenle kerîm olan maddi veya manevi yardıma ihtiyaç duymaz ve isteklerine karşı başkalarının kontrolü ve otoritesi altında olmaz. Kerîm olan yüksek statüye, güce, yeteneğe ve bağımsızlığa sahip olandır.
زَوْجٍ كَرِيمٍ: “Kerîm eş” demektir.
كُلِّ زَوْجٍ كَرِيمٍ: “Her kerîm eş” demektir.
مِنْ كُلِّ زَوْجٍ كَرِيمٍ: “Her kerîm eşten” demektir.
أَنْبَتْنَا فِيهَا مِنْ كُلِّ زَوْجٍ كَرِيمٍ: “Onun içinde her kerîm eşten bitirdik” demektir. Burada yerde bitkilerin bitirilmesi anlatılmaktadır. Bitkiler için nebat yerine kerim zevc ifadesi kullanılmıştır. Çünkü bitkilerde de dişillik ve erillik vardır. Kerîm ifadesinin bitkiler için kullanılması çok önemlidir. Bitkiler hareket etmezler ama başka canlılara ihtiyaçları yoktur. Güneş ışığı, su ve toprak onlar için yeterlidir. Hayvanlar ise bitkileri veya başka hayvanları yiyerek yaşarlar. Bu nedenle hayvanlar kerîm olmazlar. Bitkiler hayvanlardan bu bakımdan çok üstündür. Beton zeminden bile fışkırarak bitki çıkabilir. Bir şehri insanlar terk etsin, aradan yıllar geçince tüm binaların bitkilerle kaplandığını görürsünüz. Bir araba park ettiği yerden uzun süre hareket etmesin, birkaç ay içinde altından otların çıktığını görürsünüz. Oysa hayvanlar besinsiz kaldıklarında kısa bir süre içinde ölmeye mahkumdurlar.
Kuran’da kerîm sıfatı rızık (رِزْقٌ كَرِيمٌ), melek (مَلَكٌ كَرِيمٌ), kitap (كِتَابٌ كَرِيمٌ), Kuran (قُرْآنٌ كَرِيمٌ), resul (رَسُولٌ كَرِيمٌ), ecir (أَجْرٌ كَرِيمٌ), zevc (زَوْجٍ كَرِيمٍ), makam (مَقَامٍ كَرِيمٍ), girdiriliş yeri (مُدْخَلًا كَرِيمًا), söz (قَوْلًا كَرِيمًا), arş (الْعَرْشِ الْكَرِيمِ), rab (رَبِّكَ الْكَرِيمِ) için kullanılmaktadır.
Bitkilerin bitmesi suyun indirilmesi sebebiyle olmuştur. Zaten yerde toprak vardır, Güneş de ışığını vermektedir. Geriye bir tek su kalmıştır ve su da gökten indirilmiş ve eksik tamamlanarak bitkiler çiftler halinde bitmişlerdir.
Teşvikiye, Yalova
16 Mart 2024
M. Lütfi Hocaoğlu