RÛM SÛRESİ - 33. Hafta
أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
مَنْ كَفَرَ فَعَلَيْهِ كُفْرُهُ وَمَنْ عَمِلَ صَالِحًا فَلِأَنْفُسِهِمْ يَمْهَدُونَ (44) لِيَجْزِيَ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ مِنْ فَضْلِهِ إِنَّهُ لَا يُحِبُّ الْكَافِرِينَ (45)
Kim küfrederse onun üzerinedir küfrü ve kim salih amel ederse iman edip salihatı amel edenlere fazlından karşılık vermesi için mekân döşerler kendilerine. Kesinlikle O kâfirleri sevmez. (44-45)
مَنْ كَفَرَ فَعَلَيْهِ كُفْرُهُ
Kim küfrederse onun üzerinedir küfrü.
Cevap cümlesi İsim cümlesi | Şart cümlesi İsim cümlesi |
Mübteda | Haber | Fâ-u cevabiyye | Haber Fiil cümlesi | Mübteda Şart edatı |
Fâil Muzâfun ileyh | Şibh-i fiil Muzâf | Mecrur | Cârr | Fâil | Fiil |
هُ | كُفْرُ | هُ | عَلَى | فَ | هُوَ | كَفَرَ | مَنْ |
مَنْ: “Her kim” demektir. Şart edatıdır. Akıllı varlıklar için kullanılır. Kendisinden sonra şart cümlesi gelir ve sonrasında cevap cümlesi gelir. Kendisinden sonra muzari fiil gelirse onu cezm eder. Mazi fiil gelirse mazi fiiller mebni olduğu için değişmez. Burada kendisinden sonra gelen mazi fiil olan كَفَرَ olduğu için bir değişiklik olmamıştır.
كَفَرَ: “Küfretti, görmezden geldi” demektir. كفر kökünden üçüncü şahıs eril tekil mazi malum fiildir.
مَنْ كَفَرَ: “Kim küfrederse, kim görmezden gelirse” demektir.
فَ: Cevap fâ’sıdır. Şart cümlesinden sonra cevap cümlesinin başına gelir. Bu fâ’ya fâ-ı cevabiyye denir.
عَلَى: “Üzerine” demektir. Harf-i cerdir.
هِ: “O” demektir. Mecrur muttasıl zamirdir. مَنْ e racidir.
عَلَيْهِ: “Onun üzerine” demektir.
كُفْرُ: “Küfür” demektir. Bir şeyin üstünü kapatıp onu görmezden gelmek manasındadır. كفر kökünden birinci bâbdan mastardır.
هُ: “O” demektir. Mecrur muttasıl zamirdir. مَنْ e racidir.
كُفْرُهُ: “Onun küfrü” demektir.
عَلَيْهِ كُفْرُهُ: “Onun üzerinedir küfrü” demektir.
مَنْ كَفَرَ فَعَلَيْهِ كُفْرُهُ: “Kim küfrederse onun üzerinedir küfrü” demektir.
Bu ayette küfredenin neyi küfrettiği yani neyi görmezden geldiği söylenmemektedir. Küfürde görmezden gelinen بِ harf-i cerinden sonra gelir. Bu cümlede görmezden gelinen söylenmemiştir.
Şu soruya Kuran’dan cevap verelim: Küfretmek kötü bir şey midir?
Cevap: Küfredilen yani görmezden gelinene göre küfür iyi de olabilir, kötü de olabilir.
Bunun için ayetlere bakalım:
فَمَنْ يَكْفُرْ بِالطَّاغُوتِ وَيُؤْمِنْ بِاللَّهِ فَقَدِ اسْتَمْسَكَ بِالْعُرْوَةِ الْوُثْقَى لَا انْفِصَامَ لَهَا
Kim Tağut’a küfreder ve Allah’a iman ederse onda hiçbir kopma olmayan sağlam bir kulpa tutunmuştur. (Bakara 256)
Bu ayette Tağut’a küfretme ve beraberinde Allah’a iman etme vardır. Tâğut’a küfretme yani onu görmezden gelme yapılması istenen bir ameldir. Tağut azgınlığı, taşkınlığı teşvik edendir. Onun emirlerini, önerilerini görmezden gelmek gerekir.
Ancak özel olarak belirtilmediyse küfür kötüdür. Çok nadiren bu ayetteki durumlar gibi durumlarda iyi olabilir. İman için de geçerlidir. Kuran’da Tağut’a iman da vardır. O iman kötü olandır ama iman varsayılan olarak iyidir. Bu nedenle ayette kime, neye küfredildiği belirtilmiyorsa küfür kötüdür.
Ayette مَنْ كَفَرَ فَعَلَيْهِ كُفْرُهُ şeklinde fiil mazi fiil olarak gelmiştir. مَنْ يَكْفُرْ فَعَلَيْهِ كُفْرُهُ şeklinde fiil muzari olarak da gelebilirdi.
مَنْ şart edatından sonra mazi veya muzari fiil gelmesi şart filinin geçmişte veya gelecekte olacağını ifade etmek için değildir. Her halükârda fiil gelecekte gerçekleşecektir. Mazi fiil geldiğinde fiil gelecekte gerçekleştikten sonraki zamanı ifade eder. Muzari fiil geldiğinde ise fiilin o anda gerçekleşiyor olduğunu ve devam ettiğini veya tekrarlanır şekilde gerçekleştirildiğini gösterir. Eğer geçmişteki bir durum ifade edilirse o zaman مَنْ şart edatı değil مَنْ ism-i mevsulü geçmiş zaman cümlesi içinde kullanılır.
تِلْكَ الرُّسُلُ فَضَّلْنَا بَعْضَهُمْ عَلَى بَعْضٍ مِنْهُمْ مَنْ كَلَّمَ اللَّهُ
O resuller, bazısını bazısına tafdil ettik. Onlardan Allah’ın konuştuğu vardır. (Bakara 253)
Bu ayette مَنْ ism-i mevsulünün sıla cümlesi mazi fiildir ve geçmişi ifade etmektedir. Geçmişte Allah’ın konuştuğu resuller anlatılmaktadır.
Rûm suresindeki bu ayette ise مَنْ şart edatından sonra mazi fiil gelmiştir. Küfür fiili gelecekte gerçekleşip bitmiştir ve ondan sonrası ifade edilmektedir.
الَّذِينَ آتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يَتْلُونَهُ حَقَّ تِلَاوَتِهِ أُولَئِكَ يُؤْمِنُونَ بِهِ وَمَنْ يَكْفُرْ بِهِ فَأُولَئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ
Kitap verilenler onu tilavetinin hakkı ile tilavet ederler. Onlar ona iman ederler. Kim ona (kitaba) küfrederse onlar, onlar hasarda olanlardır. (Bakara 121)
Bu ayette مَنْ şart edatından sonra meczum muzari fiil gelmiştir. Burada kitabı görmezden gelen kimsenin görmezden gelmesi gelecek zamandadır ve devam etmektedir.
وَمَنْ يَكْفُرْ بِآيَاتِ اللَّهِ فَإِنَّ اللَّهَ سَرِيعُ الْحِسَابِ
Kim Allah’ın ayetlerine küfrederse kesinlikle Allah hesabı seri olandır. (Ali İmran 19)
Bu ayette Allah’ın ayetlerini görmezden gelme durumu vardır. Bu durum olup bitmiş değildir. Gelecekte olacaktır ve olduğu sırada gerçekleşecek durum ifade edilmektedir.
وَلَقَدْ آتَيْنَا لُقْمَانَ الْحِكْمَةَ أَنِ اشْكُرْ لِلَّهِ وَمَنْ يَشْكُرْ فَإِنَّمَا يَشْكُرُ لِنَفْسِهِ وَمَنْ كَفَرَ فَإِنَّ اللَّهَ غَنِيٌّ حَمِيدٌ
Yemin olsun Allah’a şükret diye Lokman’a hikmeti vermiştik. Kim şükrederse yalnızca kendisi için şükreder ve kim küfrederse kesinlikle Allah ganidir, hamîddir. (Lokman 12)
Önce مَنْ şart edatından sonra meczum muzari ile şükür fiili geliyor. Şükür fiili gelecekte gerçekleşecek ve gerçekleştiği sıradaki durum ifade edilmektedir. Sonra مَنْ şart edatından sonra mazi ile küfür fiili geliyor. Küfür fiili gelecek zamanda gerçekleşip bittikten sonrası ifade edilmiştir.
مَنْ şart edatının bir özelliği daha vardır. Cevap cümlesinde bu şart edatına zamir dönerken ya eril tekil zamir olarak هُوَ veya هُ döner ya da eril çoğul zamir olarak هُمْ veya cem vâvı döner. Eril tekil zamir döndüğünde cevap cümlesindeki hüküm şart fiilini gerçekleştirenlerin her birini tek başına ilgilendirmektedir. Eril çoğul zamir döndüğünde ise cevap cümlesindeki hüküm şart cümlesini gerçekleştirenleri topluluklar halinde ayrı ayrı ilgilendirmektedir.
وَمَنْ يَكْفُرْ بِالْإِيمَانِ فَقَدْ حَبِطَ عَمَلُهُ
Kim imana küfrederse ameli boşa gitmiştir. (Maide 5)
Bu ayette imanı görmezden gelen kimseye cevap cümlesinde eril tekil zamir olan هُ dönmüştür (عَمَلُهُ). İmana küfredenlerin her birinin ayrı ayrı ameli boşa gitmiştir.
Bu ayette küfreden kimseye cevap cümlesinde eril çoğul zamir olan هُمْ dönmüştür (فَأُولَئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ). Küfredenlerin topluluklar halinde fasıklar oldukları anlaşılmaktadır.
وَمَنْ كَفَرَ فَلَا يَحْزُنْكَ كُفْرُهُ إِلَيْنَا مَرْجِعُهُمْ فَنُنَبِّئُهُمْ بِمَا عَمِلُوا
Kim küfrederse küfrü seni hüzünlendirmesin. Bizedir onların dönüşü de onlara amellerini haber vereceğiz. (Lokman 23)
Bu ayette küfreden kimseye cevap cümlesinde hem eril tekil olan هُ zamiri (كُفْرُهُ) hem de eril çoğul zamir olan هُمْ ve cem vâvı (إِلَيْنَا مَرْجِعُهُمْ فَنُنَبِّئُهُمْ بِمَا عَمِلُوا) dönmüştür. Hiçbir bireyin küfrü ayrı ayrı tek başına seni hüzünlendirmesin denmektedir. Sonrasında onların dönüşlerinin topluluklar halinde olacağı, amellerinin haber verilmesinin de topluluklar halinde olacağı anlatılmış olmaktadır.
Rûm suresinin bu ayetindeki bu cümlede (مَنْ كَفَرَ فَعَلَيْهِ كُفْرُهُ) cevap cümlesinde eril tekil هُ zamiri dönmüştür. Cevap cümlesindeki hüküm olan küfrünün onun aleyhine olması şart fiilini gerçekleştirenlerin her birini, her küfredeni ayrı ayrı ilgilendirmektedir.
Bu ayette küfredilen yani görmezden gelinen nedir? Bu hazf edilmiştir yani söylenmemiştir. Her neye küfrediyorlarsa kendi aleyhlerinedir. Allah’a, ahir yevme, ahirete, Allah’ın kitabına, Allah’ın ayetlerine, hangisine küfrederlerse küfretsinler kendi aleyhlerinedir. Ancak bu cümlenin burada geçmesi önemlidir. Bu nedenle bu ayetin öncesine bakıp öncesi ile bir bağ kurmak gereklidir. Öncesinde şirkten bahsettikten sonra vechini Allah’ın doğru dinine ikame etme emredilmiştir. İşte bağ bununla ve öncesi ile ilgilidir. Allah şirke girmememiz için öncesinde ne yapmamız gerektiğini söylemiştir. Şimdi genel bir ifade kullanmakta ama öncesi ile bağ kurarak bunu görmezden gelmekten bahsedilmektedir. Allah bize böyle emretmektedir ama biz günün şartlarında çoğunluk demokrasisi içinde çözümler bulalım, orta yollara gidelim, Allah’ın izin vermediği sahte paralarla denk bütçeler yapalım, faizleri düşürelim dediğiniz anda öncesindeki ayeti görmezden geliyorsunuz yani küfrediyorsunuz demektir. Ayette de belirtildiği gibi bu durum sizin aleyhinizedir. Size zarar verecektir. Hem dünyada hem de ahirette hüsranla sonuçlanacaktır.
وَمَنْ عَمِلَ صَالِحًا فَلِأَنْفُسِهِمْ يَمْهَدُونَ لِيَجْزِيَ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ مِنْ فَضْلِهِ
Ve kim salih amel ederse iman edip salihatı amel edenlere fazlından karşılık vermesi için mekân döşerler kendilerine.
Cevap cümlesi Fiil cümlesi | Şart cümlesi İsim cümlesi | Atıf Harfi |
Mefûlun lieclih | Fâil | Fiil | Mefûlun bih GS | Fâ-u cevabiyye | Haber Fiil cümlesi | Mübteda Şart edatı |
Mefûlun bih | Fâil | Fiil |
لِيَجْزِيَ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ مِنْ فَضْلِهِ | و | يَمْهَدُونَ | لِأَنْفُسِهِمْ | فَ | صَالِحًا | هُوَ | عَمِلَ | مَنْ | وَ |
وَ: “Ve” demektir. Atıf harfidir. مَنْ كَفَرَ فَعَلَيْهِ كُفْرُهُ cümlesine مَنْ عَمِلَ صَالِحًا فَلِأَنْفُسِهِمْ يَمْهَدُونَ لِيَجْزِيَ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ مِنْ فَضْلِهِ cümlesini atfetmiştir.
مَنْ: “Her kim” demektir. Akıllı varlıklar için kullanılan şart edatıdır.
عَمِلَ: “Amel etti” demektir. عمل kökünden üçüncü şahıs eril tekil mazi malum fiildir. Amel hukuki sonuç doğuran fiildir.
صَالِحًا: “Uyumlu” demektir. Birinci bâbdan صَلَحَ - يَصْلُحُ şeklinde amellerinin yaratılışına, yapısına uyumlu olması manasındadır.
عَمِلَ صَالِحًا: “Salih amel etti” demektir.
مَنْ عَمِلَ صَالِحًا: “Kim salih amel ederse” demektir.
فَ: Cevap fâ’sıdır. Şart cümlesinden sonra, cevap cümlesinden önce gelir.
لِ: “İçin” demektir. Harf-i cerdir.
أَنْفُسِ: “Canlar” demektir. نفس kökünden gelmiştir. Tekili نَفْس dir. İkinci bâbdan mastar olarak birisinin bir başkasından ayrılarak ayrıldığı varlıktaki özellikleri ve sıfatları taşıyarak yeni bir varlık olması manasındadır. Bu mastar manasından ayrılan yeni varlık olarak “can” anlamında camid isimdir. Diğer çoğulu نُفُوس dur.
هِمْ: Onlar demektir. Mecrur muttasıl zamirdir. مَنْ e racidir.
أَنْفُسِهِمْ: “Kendileri” demektir. نَفْس kelimesi tekillik-ikillik-çoğullukta kendisine uyan bir zamire muzaf olursa “kendisi-kendileri” anlamına gelir (onun canı=kendisi).
لِأَنْفُسِهِمْ: “Kendileri için” demektir.
يَمْهَدُونَ: “Mekân döşerler” demektir. مهد kökünden üçüncü bâbdan üçüncü şahıs eril çoğul merfu muzari malum fiildir. Birisinin rahat etmesi, oturması, dinlenmesi, uyuması için bir mekânı hazırlamak, döşemek manasındadır. Bu kökten مَهْد “beşik” anlamında, مِهَاد ise “döşek” anlamındadır.
لِ: “İçin” demektir. Harf-i cerdir.
يَجْزِيَ: “Karşılık verir” demektir. جزي kökünden ikinci bâbdan üçüncü şahıs eril tekil mensub muzari fiildir. جَزَاء “karşılık” demektir. Mastar olarak birisinin bir fiilinden dolayı hakettiği fayda veya zararı ona karşılık olarak vermek manasındadır. Bu mastar manasından جَزَاء “verilen karşılık” manasındadır. Türkçede sadece kötü karşılık anlamında kullanılmakta iken kelime aslında hem iyi karşılık hem de kötü karşılık anlamındadır.
الَّذِينَ: “Kimseler” demektir. Has ism-i mevsuldür. Arkasından sıla cümlesi gelir ve sıla cümlesinde şahıs ve çoğulluk açısından has ism-i mevsulle uyumlu bir zamir bulunur. Buna aid zamiri denir. الَّذِينَ ile uyumlu olan هُمْ (onlar) veya و (onlar) zamiridir. Has ism-i mevsullerde aid zamirinin raci olduğu fâil ya da mef’ûl de marifedir, fiilin işleniş şekli de bilinmektedir. Bu nedenle organize işler has ism-i mevsullerle ifade edilirler.
آمَنُوا: “İman ettiler” demektir. ءمن kökünden if’âl bâbından üçüncü şahıs eril çoğul mazi malum fiildir. İf’âl bâbından harf-i cersiz gelmiştir. “Güven verdiler” demektir. Salt “inanma” anlamında değildir. Güven inanmayı gerektirir. İnanmadan güven olmaz.
وَ: Atıf harfidir. عَمِلُوا الصَّالِحَاتِ cümlesini آمَنُوا cümlesine atfeder.
عَمِلُوا: “Amel ettiler” demektir. عمل kökünden üçüncü şahıs eril çoğul mazi malum fiildir.
الصَّالِحَاتِ: “Uyumlular” demektir. Birinci bâbdan صَلَحَ - يَصْلُحُ şeklinde amellerinin yaratılışına, yapısına uyumlu olması manasındadır.
عَمِلُوا الصَّالِحَاتِ: “Salihatı amel ettiler” yani “uyumlu ameller yaptılar” demektir. Salihatı amel etmek proje içinde hareket etmek demektir. Kur’an’da عَمِلَ fiilinin صَالِح kelimesi ile geçişlerine baktığımızda; عَمِلَ صَالِحًا, عَمِلَ الصَّالِحَاتِ, صَالِحًا اعْمَلُوا ve عَمِلُوا الصَّالِحَاتِ olduğu halde عَمِلَ صَالِحَاتٍ veya صَالِحَاتٍ عَمِلُوا şeklinde salihatın nekre çoğul geçişinin olmadığını görüyoruz. Salihat, proje içinde hareket etmek demektir. Bu nedenle fâilin çoğul geldiği ayetlerde الصَّالِحَ şeklinde tekil değil, الصَّالِحَاتِ şeklinde çoğul olarak gelmiştir.
Bu ayette amel الصَّالِحَاتِ ile beraber kullanılmıştır. Kuran’da amel etme ya سَيِّئَة ile ya da صَالِح ile beraber kullanılır. Oysa سَيِّئَة’nin zıttı حَسَنَة, صَالِح’in zıttı فَاسِد’dir. حَسَنَة amel ve فَاسِد amel Kuran’da geçmez.
Olumlu | Olumsuz |
صَالِح | فَاسِد |
حَسَنَة | سَيِّئَة |
فَاسِد bozuk, uyumsuz demektir. Ameller bozuk olmazlar. Bozuk olursa amel olmaz, gerçekleşmez. Ameller kötü olabilirler.
حَسَنَة iyi demektir. Ameller uyumlu olurlar, iyi olmazlar. Fiiller iyi olurlar.
Eskiden beri gelmiş olan yanlış bir inanış vardır. Salih amel dendiği zaman herkesin aklına namaz kılmak, zekât vermek gibi ameller gelmektedir. Oysa namaz kılmak da zekât vermek de salih amel değildir.
إِنَّ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَأَقَامُوا الصَّلَاةَ وَآتَوُا الزَّكَاةَ لَهُمْ أَجْرُهُمْ عِنْدَ رَبِّهِمْ
“İman eden, salihatı amel eden, salatı ikame eden ve zekâtı verenlere rablerinin indinde ecirleri vardır.” (Bakara 277)
Bu ayetle salatı ikame etmenin, zekât vermenin ve iman etmenin salih amelden farklı olduğu anlaşılmaktadır çünkü hepsi ayrı ayrı zikredilmiş ve atıf harfi (وَ) ile bağlanmıştır.
Salih amel hem erkek hem de kadınlar için bireysel olarak katılınması gereken faaliyettir.
وَمَنْ يَعْمَلْ مِنَ الصَّالِحَاتِ مِنْ ذَكَرٍ أَوْ أُنْثَى وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَأُولَئِكَ يَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ
“Erkek veya kadından kim mümin olarak salihattan amel ederse onlar cennete girecekler.” (Nisa 124)
ذَكَرٍ أَوْ أُنْثَى ve salihattan önce مِنْ harfi ceri getirerek salihat sisteminde bireysel olarak bir görev almayı ifade eder. Salihattan amel etme cennete girme için tek başına yetmemektedir. Mümin olarak bunu yapmaları gerekir.
Yüksek derecelere sahip olmanın şartı salt mümin olmaktan öte salihatı amel etmiş bir mümin olmaktır.
Ayetleri bütün olarak düşündüğümüzde görüyoruz ki الصَّالِحَاتِ sistemli uyumluluğu ifade ediyor. Proje içinde hareket etmek demektir. Bu nedenle fâilin çoğul geldiği ayetlerde الصَّالِحَ şeklinde tekil değil, الصَّالِحَاتِ şeklinde çoğul olarak gelmiştir.
آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ: “İman ettiler ve salihatı amel ettiler” demektir.
الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ: “İman edip salihatı amel edenler” demektir.
الَّذِينَ ile geldiği için iki şart da organizasyon şeklinde gerçekleşmelidir. Tek الَّذِينَ ile geldiği için iki şart da aynı organizasyon içinde olmalıdır, birbirinden bağımsız olmamalıdır.
1.Şart: İmandır yani güvenliğin sağlanmasıdır. (آمَنُوا)
2.Şart: Projeli ortak üretim veya iş yapmaktır. (عَمِلُوا الصَّالِحَاتِ)
Bu nedenle الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ organize bir şekilde güvenliği sağlayıp projeli ortak üretim ve iş yapanlardır.
مِنْ: “-den” demektir. Harf-i cerdir.
فَضْلِ: “Fazl, fazlalık” demektir. فضل kökünden gelmiştir. Birinci bâbdan mastar olarak iyi olan bir şeyin miktarını (boyca veya hacimce veya ağırlıkça veya iyilikçe veya yükseklikçe) artırmak manasındadır. Bu mastar manasından artırılan miktar manasında فَضْل “fazlalık” anlamında isimdir. نقص kökünün (noksanlık, eksiklik) zıttıdır.
هِ: “O” demektir. Mecrur muttasıl zamirdir. 43. ayetteki Allah’a racidir.
فَضْلِهِ: “O’nun fazlı” demektir.
مِنْ فَضْلِهِ: “O’nun fazlından” demektir.
يَجْزِيَ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ مِنْ فَضْلِهِ: “İman edip salihatı amel edenlere fazlından karşılık verir” demektir.
لِيَجْزِيَ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ مِنْ فَضْلِهِ: “İman edip salihatı amel edenlere fazlından karşılık vermesi için” demektir.
لِأَنْفُسِهِمْ يَمْهَدُونَ لِيَجْزِيَ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ مِنْ فَضْلِهِ: “İman edip salihatı amel edenlere fazlından karşılık vermesi için mekân döşerler kendilerine” demektir.
مَنْ عَمِلَ صَالِحًا فَلِأَنْفُسِهِمْ يَمْهَدُونَ لِيَجْزِيَ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ مِنْ فَضْلِهِ: “Kim salih amel ederse iman edip salihatı amel edenlere fazlından karşılık vermesi için mekân döşerler kendilerine” demektir.
إِنَّ الَّذِينَ آمَنُوا وَالَّذِينَ هَادُوا وَالنَّصَارَى وَالصَّابِئِينَ مَنْ آمَنَ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ وَعَمِلَ صَالِحًا فَلَهُمْ أَجْرُهُمْ عِنْدَ رَبِّهِمْ وَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ
İman edenler ve Yahudiler ve Hıristiyanlar ve diğerleri, kim Allah’a ve sonraki yevme iman eder ve salih amel ederse onlar için ecirleri rablerinin indindedir ve onlara bir korku yoktur ve onlar hüzünlenmeyecektir. (Bakara 62)
Bu ayette de şart edatının fiili mazi fiildir ve gelecek zaman ifade edilmektedir. Fiilin gerçekleşip tamamlanmasından sonraki durumu ifade etmektedir. İman edenler, Yahudiler, Hıristiyanlar ve diğerlerinden Allah’a ve ahir yevme iman edecek ve salih amel edecek olanlara ecir olduğu söylenmektedir. Burada da dönen zamirler çoğuldur. Topluluk olarak yaptıkları iman ve salih ameller ifade edilmektedir.
Bu ayetle ilgili en çok yapılan tartışma Yahudi ve Hıristiyanları cehenneme sokma derdinde olanların buradaki şart edatının geçmişi ilgilendirdiğini söylemeleridir. Kuran’dan önceki Yahudi ve Hıristiyanların ifade edildiğini iddia etmeleridir. Eğer öyle olsaydı buradaki مَنْ şart edatı yerine مَنْ ism-i mevsulü kullanılırdı. Bunun da ism-i mevsul olduğu da فَلَهُمْ un başındaki cevap fâ’sının gelmemesi ile anlaşılırdı ve onların iddiaları doğru olurdu. Sadece tek bir harfle مَنْ ism-i mevsul yerine şart edatı olmakta, anlam herkesi cehenneme sokma derdinde olanların istediği gibi olmamaktadır. Bu Kuran’ın dilinin müthiş bir özelliğidir.
وَمَنْ يَعْمَلْ سُوءًا أَوْ يَظْلِمْ نَفْسَهُ ثُمَّ يَسْتَغْفِرِ اللَّهَ يَجِدِ اللَّهَ غَفُورًا رَحِيمًا
Kim kötüyü amel eder veya kendine zulmeder sonra Allah’tan bağışlanma isterse Allah’ı bağışlayıcı ve rahmetli olarak bulur. (Nisa 110)
Burada amel muzari fiille gelmiştir ve şart fiilin devam ettiğini veya tekrarlar ifade ettiğini göstermektedir. Cevap cümlesinde dönen zamir eril tekildir ve buradaki amelleri yapanların bireysel olarak yaptığını ifade etmektedir.
مَنْ عَمِلَ صَالِحًا مِنْ ذَكَرٍ أَوْ أُنْثَى وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَلَنُحْيِيَنَّهُ حَيَاةً طَيِّبَةً وَلَنَجْزِيَنَّهُمْ أَجْرَهُمْ بِأَحْسَنِ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
Erkek veya dişiden kim mümin olarak salih bir amel ederse ona hoş bir hayat vereceğiz ve onlara amel ediyor olduklarının en iyisiyle karşılık vereceğiz. (Nahl 97)
Bu ayette مَنْ şart edatına önce eril tekil zamir olan هُ (لَنُحْيِيَنَّهُ) dönüyor. Devamında bu cümleye atıf olarak gelen cümlede eril çoğul zamir olan هُمْ ve cem vâvı dönüyor (لَنَجْزِيَنَّهُمْ أَجْرَهُمْ بِأَحْسَنِ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ). Amel edenler bireysel de topluluksal olarak da amel ediyorlar. Tayyib hayat verilmesi bireysel, amel ediyor olduklarının karşılığının verilmesi ise topluluksaldır.
Rûm suresinin bu ayetinde de şart edatının fiili mazi fiildir. Gelecekte gerçekleşecek ameldir ve amelin tamamlanmasından sonrasını ifade eder. Cevap cümlesinde مَنْ şart edatına eril çoğul zamir olan هُمْ (لِأَنْفُسِهِمْ) ve cem vâvı (يَمْهَدُونَ) dönmüştür. Ameli yapanlar topluluk halinde yapmışlardır.
“Kendileri için mekân döşemek” ne demektir? لِأَنْفُسِهِمْ يَمْهَدُونَ “Kendilerinin rahat etmesi, oturması, dinlenmesi, uyuması için bir mekânı hazırlarlar, döşerler” manasındadır. Kendileri için hazırladıkları bu mekân ifadesindeki mekân cennet olup hazırlama mecazi olabilir veya buradaki hazırlanan mekân dünya hayatında olabilir. Arkasından bu mekânı kendileri için hazırladıkları ama bunun Allah’ın karşılık vermesi olduğu söylenmektedir. Bu durumda bu döşenen mekân cennet midir? Yoksa cennet gibi bir dünya mekânı mıdır? Ayetin devamından Allah’ın fazlından denmesi ve الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ şeklinde iman ve salih amelde organize olmuş topluluğa karşılık olarak verilmesi nedeniyle bunun dünya hayatında olduğunu ifade etmektedir.
Organize bir şekilde güvenliği sağlayıp projeli ortak üretim ve iş yapanlar Allah’ın fazlından karşılık olarak kendileri için rahat mekân hazırlarlar. Dünyada yaşamın rahat olduğu, gerilimin olmadığı, gelecek korkusunun olmadığı, insanların çocuklarıma ileride ne olacak diye kaygılanmadığı bir yer hazırlarlar. İnsanlar rahat eder. Huzur bulurlar. İşte bu Adil Düzendir. Bunun için önce مَنْ gelmiştir. Her kim salih amel ederse denmiştir. Arkasından bu amelin organize bir şekilde topluluk olarak yapıldığı anlaşılmaktadır.
Şirk sisteminden uzak durup vechini Allah’ın dinine ikame edip de organize şekilde salih amel edenler öyle bir ortam hazırlarlar ki bu ortam huzur ve refah ortamıdır. Kendilerini salih amel ediyor sananların amelleri bu ortamı sağlamıyorsa yaptıkları organize salih amel değildir.
Salih amel yapanları küfredenlere karşılık olarak getirmiştir. Küfürle salih amel birbirine zıt şekilde kullanılmıştır. Ayetin devamından iman etme ile beraber salih amel gelmiştir. Buradan şart edatı ile gelen salih amelin iman etme ile beraber olduğunu anlıyoruz. Küfredenler bundan önceki şirki anlatan ayetlere küfretmektedirler. Şirki görmezden gelmekte ve şirk sistemi içinde çabalarına devam etmektedirler. İmanla beraber olan salih amel Allah’ın kurallarına aykırı bir kurala dayanmaz. Allah’ın izin verdiği şeriata uygundur. Allah’ın izin vermediği, müşriklerin seçtiği şeriklerin koyduğu şeriata uygun olan ameller salih amel değil, seyyie ameldir. Salih ameli gerçekleştirmek şirk sistemi içinde çok zordur. Şirk sistemini kabullenip Allah’ın ayetlerini görmezden gelenler için salih amel etmek çok zordur. Şirk sistemi içinde hiç yoktan iyidir diye Allah’ın dinine vechini ikame etmeden yapılan Allah’ın izin vermediği şeriata dayanan ameller salih amel değildir. Onlar da seyyiedir.
إِنَّهُ لَا يُحِبُّ الْكَافِرِينَ
Kesinlikle O kâfirleri sevmez.
Mensuh isim cümlesi |
Haberi Fiil cümlesi | İsmi | İnne |
Mefûlun bih | Fâil | Fiil | Olumsuzluk edatı |
الْكَافِرِينَ | هُوَ | يُحِبُّ | لَا | هُ | إِنَّ |
إِنَّ: Huruf-u müşebbehe bi-l fiildendir. Te’kîd için gelir.
هُ: “O” demektir. Mensub muttasıl zamirdir. 43. ayetteki Allah’a racidir.
لَا: “Değil” demektir. Olumsuzluk edatıdır.
يُحِبُّ: “Sever” demektir. حبب kökünden ikinci bâbdan üçüncü şahıs eril tekil merfu muzari malum fiildir. Bir kimseyi, bir şeyi, bir fiili sevmek manasındadır. Fâili müstetir هُوَ dir. 43. ayetteki Allah’a racidir.
الْكَافِرِينَ: “Kâfirler, görmezden gelenler” demektir. كفر kökünden marife düzenli eril çoğul ism-i fâildir. الْكَافِرِينَ ile الَّذِينَ كَفَرُوا arasında fark vardır. الْكَافِرِينَ marife kurallı eril çoğuldur. Küfredenler yani görmezden gelenler marife yani tanınan kimselerdir. الَّذِينَ كَفَرُوا da ise küfredenler de marifedir, tanınmaktadırlar, küfretme şekilleri de belirlidir, tanınmaktadır. Görmezden gelmenin çeşitli yöntemleri vardır. Bunlardan hangisini kullandıkları bellidir. Tüm topluluk da aynı has ism-i mevsul içine alındığı için الَّذِينَ كَفَرُوا da görmezden gelmenin organize bir biçimde yapıldığı anlaşılmaktadır. الْكَافِرِينَ kullanıldığı için hangi yöntemle küfür yaptıkları belirli değildir.
لَا يُحِبُّ الْكَافِرِينَ: “Kafirleri sevmez” demektir. İnnenin cümle olarak haberidir.
إِنَّهُ لَا يُحِبُّ الْكَافِرِينَ: “Kesinlikle O kâfirleri sevmez” demektir. Buradaki kâfirler kimlerdir? Genel olarak kâfirlerdir. Allah’ın bir kâfir grubunu sevip başka kâfir grubunu sevmemesi olmayacağından genel olarak kâfirleri sevmez demektir. Ancak burada gelmesinin bir sebebi vardır. İki önceki cümlede “kim küfrederse küfrü onun aleyhinedir” denmiştir. Buna istinaden söylenmiştir. Burada da önceki ayetlerde şirkten bahsedip bu ayetlerde küfre geçiş yapılmıştır. Küfür ve şirk birbiriyle bağlı kavramlardır. Şirk Allah’ın kurallarına aykırı kural koymaktır. Küfür ise Allah’ı, ayetlerini, emirlerini, nehiylerini görmezden gelmektir. Eğer Allah’a inanıyorsanız küfretmeden şirk yapamazsınız. Çünkü Allah’ın ayetlerini görmezden gelmedikçe Allah’ın kurallarına aykırı kural koyamazsınız. Ankebut 65-66 ve Rûm 33-34 ayetlerinde de bunun tersi vardır. Küfretmek için şirk yaptıkları söylenmektedir. Allah’a inanıyorlar, zorda kalınca sıkıntıdan kurtulmak için Allah’a dua ediyorlar ama sıkıntı geçer geçmez Allah’ın onlara verdiğine küfretmek, onu görmezden gelmek için şirk yapıyorlar. Öyle kurallar koyuyorlar ki Allah’ın istediklerini bu kurallar nedeniyle yapamıyoruz diyorlar. Şirki küfür için yapıyorlar. Hem şirk hem de küfrü birlikte yapanlar Allah’a inananlardır. Allah’a inanmıyorsanız zaten Allah’ın ayetleri sizi ilgilendirmiyor, görmek bile istemiyorsunuzdur. Bu durumda doğrudan şirk yapabilirsiniz. Kâfir olmak için Allah’a inanmanız lazımdır. Şirki ise Allah’a inanan da yapar inanmayan da yapar. Bu noktada inanma ile iman karıştırılmamalıdır. İman inanmayı gerektirir ama yeterli değildir. İman güvenme, güven verme, güven demektir. Kimse Allah’a inanıyorum, namazımı da kılıyorum, hacca da gittim, oruç da tutuyorum diyerek kendisinin kâfir, müşrik veya şerik olmadığını sanmasın. Allah’ın kurallarını bile bile o kurallara aykırı şirk sistemini benimsemiş olmak çok risklidir. Kendine şerikler seçip o şeriklerin de Allah’ın kurallarına aykırı kurallar koyması da çok risklidir. Çoğunluk sistemi içinde çabalamak ve sonrasında konjonktür gerektirdiği için Allah’ın kurallarına aykırı kuralları koymak Allah’ın kurallarını görmezden gelerek yani küfrederek şerik olmak demektir.
Allah kâfirleri sevmez. Kendine inandıkları halde sevmez. Namaz, oruç, haccı aksatmadan yapsalar da O’nu görmezden gelenleri Allah sevmez. Allah’ın ayetlerini, emirlerini, nehiylerini görmezden gelmek çok tehlikelidir. Allah’ın sevmediği insan olmak ne kadar da kötüdür. Allah kimseyi o duruma düşürmesin.
Teşvikiye, Yalova
02 Eylül 2023
M. Lütfi Hocaoğlu