ANKEBÛT SÛRESİ - 34. Hafta
أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
وَإِلَى مَدْيَنَ أَخَاهُمْ شُعَيْبًا فَقَالَ يَاقَوْمِ اعْبُدُوا اللَّهَ وَارْجُوا الْيَوْمَ الْآخِرَ وَلَا تَعْثَوْا فِي الْأَرْضِ مُفْسِدِينَ (36)
Ve Medyen’e kardeşlerini, Şuayb’ı. Ey kavmim, Allah’a ibadet edin ve sonraki dönemi umun ve yerde bozucular halinde işleyişi bozmayın, dedi. (36)
وَإِلَى مَدْيَنَ أَخَاهُمْ شُعَيْبًا
Ve Medyen’e kardeşlerini, Şuayb’ı.
وَ: “Ve” demektir. Atıf harfidir. 14. ayetteki لَقَدْ أَرْسَلْنَا نُوحًا إِلَى قَوْمِهِ “Nuh’u kavmine göndermiştik” cümlesindeki Nuh’a 16. ayette İbrahim’i atfetmekte, 28. ayetteki Lût’u 16. ayetteki İbrahim’e atfetmekte ve burada Şuayb’ı 28. ayetteki Lût’a atfetmektedir. Diğerlerinde kavmine ifadesi kullanılırken burada doğrudan Medyen’e denmiştir. Mana olarak لَقَدْ أَرْسَلْنَا نُوحًا إِلَى قَوْمِهِ وَإِبْرَاهِيمَ وَلُوطًا وَإِلَى مَدْيَنَ أَخَاهُمْ شُعَيْبًا Nuh’u kavmine göndermiştik ve İbrahim’i (kavmine) ve Lût’u (kavmine) ve kardeşleri Şuayb’ı da Medyen’e şeklindedir.
إِلَى: “-e” demektir. Harf-i cerdir.
مَدْيَنَ: “Medyen” demektir. Antik bir yerin adıdır. مَ ile başlaması sebebiyle دين kökünden مَفْعَل kalıbından ism-i mekân olmaya uygundur. دَيْن “borç” demektir. دين kökünden gelmiştir. İkinci bâbdan mastar olarak bir şeyi değerini belirlenmiş bir süre içinde ödemek üzere satın almak manasındadır. Bu mastar manasından ödenecek değer manasında دَيْنٌ “borç” anlamında isimdir. Bu kökten ikinci bâbdan Arapça ism-i mekân kalıbının مَفْعِل şeklinde مَدِين olması gerekir. Ancak Medyen İbranicede Midyan olarak geçmektedir ve İbraniceden dönüşmelerde Arapça kuralları tam olarak geçerli değildir. Benzerliğin dikkate alınması gerekir. Bu nedenle “borç yeri” anlamında ism-i mekândan dönüşüp artık özel isim haline gelmiş bir kelimedir. Ticari faaliyetlerin yaygın olduğu, malların borç olarak alınabildiği bir yerin adı olmaya uygundur.
Şuayb’dan çok sonra Musa Peygamberin de gittiği yer olarak ifade edilmesi de yer adı olduğunu gösterir. Buna ilaveten Şuayb Peygamberin resul olduğu topluluk için أَصْحَابُ الْأَيْكَةِ ifadesi de geçmektedir. Kuran’da أَصْحَابِ مَدْيَنَ şeklinde de geçmesi Medyen’in yer adı, أَصْحَابِ ın ise bu yerde aynı zamanda yaşayan topluluk olduğunu göstermektedir. Aynı şekilde أَهْلِ مَدْيَنَ (Medyen ehli), مَاءَ مَدْيَنَ (Medyen suyu) şeklinde kullanımlar da Medyen’in yer adı olduğunun işaretleridir. Medyen yer adıdır, أَصْحَابُ الْأَيْكَةِ de topluluğun adıdır. الْأَيْكَةِ suyun toplanıp çok sayıda, iç içe geçmiş ağaçların yetiştiği bol ağaçlıklı yer demektir.
إِلَى مَدْيَنَ: “Medyen’e” demektir.
أَخَا: “Kardeş” demektir. Arapça’da i’rablanması özel olan beş isim vardır. Bunlara esma-i hamse (beş isim) denilir. Bu isimler hem harfle hem harekeyle i’rablanırlar.
İsim | Anlamı |
أَبٌ | Baba |
أَخٌ | Kardeş |
حَمٌ | Kayınpeder |
فَمٌ | Ağız |
ذُو | …Sahibi |
Bu isimler mütekellim ya’sı dışında bir zamire veya isme muzaf olduklarında harfle i’rablanırlar. Muzaf olarak gelmedikleri zaman harekeyle i’rablanırlar.
Çoğul | İkil | Tekil | |
Çokluk çoğulu | Azlık çoğulu | Harfle | Harekeyle |
إِخْوَانٌ | إِخْوَةٌ | أَخَوَانِ | أَخُوهُ | أَخٌ | Merfu |
إِخْوَانًا | إِخْوَةً | أَخَوَيْنِ | أَخَاهُ | أَخًا | Mensub |
إِخْوَانٍ | إِخْوَةٍ | أَخَوَيْنِ | أَخِيهِ | أَخٍ | Mecrur |
Burada هُمْ zamirine muzaf olduğundan dolayı harfle i’rablanmıştır ve mensub olduğu için sonuna elif gelmiştir.
هُمْ: “Onlar” demektir. Mecrur muttasıl zamirdir. Medyen topluluğunu ifade etmektedir. Mekân adı söylenip içindeki topluluk kastedilmiştir. Bu durum mecaz-i mürseldir ve zikr-i mahal irade-i hâl olarak adlandırılır.
أَخَاهُمْ: “Kardeşleri” demektir. Buradaki kardeş genetik kardeşlik değildir. Vatandaşlık anlamındadır. “Vatandaşları” demektir.
شُعَيْبًا: “Şuayb” demektir. Bir peygamberin özel ismidir. Tevrat’ta adı geçmemektedir. Pek çok kaynakta Şuayb’ın Musa’nın kayınpederi olduğu yazılıdır ancak Kuran’da buna ait bir işaret yoktur. Sadece Şuayb Medyen’dedir, Musa da Medyen’e gitmiştir. Yer ortaklığı nedeniyle bu şekilde düşünülmüştür. Tevrat’ta Musa’nın kayınpederinin ismi “Yithro” olarak geçmektedir. Şuayb isminin Arapça kalıbı فُعَيْلٌ dur. Bu kalıp ism-i tasgir yani küçültme ismi kalıbıdır. Ancak o yıllarda o yerde Kuran Arapçası kuralları tamamen aynı olmadığı için kesin olarak ism-i tasgirdir (küçültme ismidir) denemez. Kuran’a geçen bu kelimeler Kuran Arapça kalıplarına uyan ya da onlara en yakın şekillerde dönüşüme uğramışlardır. Kökün شعب (dal) olması uygunken anlamın ism-i tasgir (küçültme ismi) olarak “dalcık, küçük dal” şeklinde olması uygun olabilir de olmayabilir de. Şuayb’ın topluluğunun adı Ashab-ı Eyke’dir ki Eyke ağaçların iç içe ve bol olarak bulunduğu yer anlamındadır. Bu nedenle ağaçlarla ilgili isimleri çocuklarına koyabileceklerinden doğduğunda boyunun kısa olması ve zayıflığı veya buna benzer bir sebeple ism-i tasgir olarak Şuayb (dalcık) ismi konulmuş olabilir.
أَخَاهُمْ شُعَيْبًا: “Kardeşleri, Şuayb” demektir. Burada mübdelün minh-bedel ilişkisi vardır. Eğer شُعَيْبًا أَخَاهُمْ şeklinde tersi gelseydi mevsuf-sıfat ilişkisi olurdu, anlam da “kardeşleri olan Şuayb” şeklinde olurdu. Mevsuf-sıfat yerine mübdelün minh-bedel getirilmesinin sebebi önemli kelimenin önce söylenmesindendir. Burada vurgulanan Şuayb değil, Şuayb’ın onların kardeşleri yani vatandaşları olmasıdır. Şuayb’ın onlara gönderilmesindeki ana unsur, Şuayb’ın vatandaşları olmasıdır. Bundan dolayı önce kardeşleri denmiş, sonra kardeşlerinin kim olduğuna açıklık getirilmiş, Şuayb ismi söylenmiştir.
إِلَى مَدْيَنَ أَخَاهُمْ شُعَيْبًا: “Medyen’e kardeşlerini, Şuayb’ı” demektir. Cümle burada fiilsizdir. Bu cümlenin fiili 14. Ayetteki (لَقَدْ أَرْسَلْنَا نُوحًا إِلَى قَوْمِهِ) irsal (gönderme) fiildir. Yani “Medyen’e kardeşlerini, Şuayb’ı gönderdik” anlamındadır.
Burada üzerinde çok tartışılan “Medyen nerededir?” sorusu önemlidir.
وَإِنَّهَا لَبِسَبِيلٍ مُقِيمٍ (76) إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَةً لِلْمُؤْمِنِينَ (77) وَإِنْ كَانَ أَصْحَابُ الْأَيْكَةِ لَظَالِمِينَ (78) فَانْتَقَمْنَا مِنْهُمْ وَإِنَّهُمَا لَبِإِمَامٍ مُبِينٍ (79)
Kesinlikle o bir mukim sebildedir. Kesinlikle bunda müminler için bir ayet vardır. Kesinlikle Eyke ashabı zalimlerdi. Bundan dolayı onlardan intikam aldık ve kesinlikle ikisi bir mübin imamdadır. (Hicr 76-79)
Bu ayetlerde önce Lût kavminden söz etmekte. Yeri söylenmekte ve sonrasında Eyke ashabının zalim olduğu ifade edilmektedir. En sonunda ikisi mübin bir imamdadır denmektedir. İmam kelimesi önemlidir. Hemen aklımıza önder kelimesi gelmektedir. Aslında doğrudur ama şuurlu bir varlık için değil, yer için bu kelime kullanılmıştır.
والإِمامُ: الطريقُ. وقوله عز وجل: وإِنَّهما لَبِإِمامٍ مُبينٍ، أَي لَبِطريق يُؤَمُّ أَي يُقْصَد فَيُتَمَيَّز، يعني قومَ لوط وأَصحابَ الأَيكةِ. والإِمامُ: الصُّقْعُ من الطريق والأَرض. وقال الفراء: وإِنهما لَبِإِمامٍ مُبين، يقول: في طَريق لهم يَمُرُّون عليها في أَسْفارِهم فَجعل الطَّريقَ إِماماً لأَنه يُؤم ويُتَّبَع.
İmam: Yoldur. Allah’ın sözü: Ve kesinlikle o ikisi bir mübin imamdadır, yani önde kılınmış yoldadır yani amaçlanıyor, ayırt ediliyor, yani Lût kavmi ve Eyke ashabı. İmam yol ve yerden bölgedir. Ferra dedi ki kesinlikle ikisi bir mübin imamdadır, denilir ki: onlara ait yoldadır, seferlerinde onun üzerinde gidip gelirler. Böylece yolu imam kıldı çünkü o öncü kılınır ve takip edilir. (Lisanu-l Arab)
Buna göre mübin imam anayol demektir. Üzerinde çok fazla seferin yapıldığı, çok fazla kullanılan anayoldur. Lût kavminin yerini bilmekteyiz. Buna göre Lût kavmi ile Eyke ashabı aynı yol üzerindedir. Eyke ashabı Medyen bölgesi içindedir. Medyen’den dolayı ticari bir yol olmalıdır. Bu yol “Kral Yolu” olarak adlandırılan yoldur.
Kral yolu (King’s Highway) ayetteki إِمَامٍ مُبِينٍ dir. Hem Medyen hem de Lût Kavmi aynı ticaret yolu üzerindedir.
فَقَالَ يَاقَوْمِ اعْبُدُوا اللَّهَ وَارْجُوا الْيَوْمَ الْآخِرَ وَلَا تَعْثَوْا فِي الْأَرْضِ مُفْسِدِينَ
Ey kavmim, Allah’a ibadet edin ve sonraki dönemi umun ve yerde bozucular halinde işleyişi bozmayın, dedi.
فَ: Atıf harfidir. إِلَى مَدْيَنَ أَخَاهُمْ شُعَيْبًا cümlesine kendisinden sonra gelen قَالَ يَاقَوْمِ اعْبُدُوا اللَّهَ وَارْجُوا الْيَوْمَ الْآخِرَ وَلَا تَعْثَوْا فِي الْأَرْضِ مُفْسِدِينَ cümlesini atfetmektedir. Sebep sonuç ilişkisi için gelmiştir. Şuayb’ın Medyen’e gönderilmesi bu atıf harfinden sonraki söylemesinin sebebidir. “Bundan dolayı, bu sebeple” şeklinde tercüme edilebilir.
قَالَ: “Dedi” demektir. Faili müstetir هُوَ dir (Gizli özne olan o’dur). Şuayb’a racidir. Söyleyen Şuayb’dır.
يَا: “Ey” demektir. Nida edatıdır. Münâdânın önüne getirilen harflere nidâ harfleri (أَحْرُفُ النِّدَاءِ) denir. Arapçada kullanılan çok sayıda nida harfi olmasına rağmen Kuran’daki tek nida harfi يَا dır. Bir konuşmaya başlamadan önce nidâ harfleri kullanılarak konuşulmak istenen kimseye nida edilen anlamında münâdâ (الْمُنَادَى) denir.
قَوْمِ: “Kavmim” demektir. Münadadır (nida edilendir). Aslında isim tamlamasıdır. Sonunda hazf edilmiş bir ي harfi vardır. Bu “ben” anlamında mütekellim ya’sı denilen zamirdir. Gramatik olarak sonda olmaması gereken kesre kendisinden sonra hazf edilmiş bu ي harfi olduğuna delalet eder.
قَوْمَ + ي قَوْمِي قَوْمِ
“Kavim” ortak bir hedefe yönelmiş insan topluluğu manasında ism-i cemdir (topluluk ismidir). Şuayb kavmim demektedir. Bu kavimle Şuayb’ın ortak hedefi birlikte yaşamak ve var olmaktır. Kavminin yaptığı zulümler Şuayb’ın hedefi değildir.
يَاقَوْمِ: “Ey kavmim” demektir.
اعْبُدُوا: “İbadet edin” demektir. Emir fiil, ikinci şahıs, çoğul çekimdir. عِبَادَة ise kulluk demektir. Varlığını ve gücünü kabul edip onun için çalışmak manasındadır. عبد kökünden birinci bâbdan mastardır. عَبْد ise kul demektir.
اللَّهَ: “Allah” demektir. Alemlerin rabbinin özel ismidir.
اعْبُدُوا اللَّهَ: “Allah’a ibadet edin” demektir. Allah’ın dini yani düzeni için çalışın demektir. Allah’ın kurallarının geçerli kurallar olması için çalışın demektir.
مَا تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِهِ إِلَّا أَسْمَاءً سَمَّيْتُمُوهَا أَنْتُمْ وَآبَاؤُكُمْ مَا أَنْزَلَ اللَّهُ بِهَا مِنْ سُلْطَانٍ إِنِ الْحُكْمُ إِلَّا لِلَّهِ أَمَرَ أَلَّا تَعْبُدُوا إِلَّا إِيَّاهُ ذَلِكَ الدِّينُ الْقَيِّمُ وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ
O’nun aşağısında ibadet ettikleriniz yalnızca sizin ve atalarınızın onları isimlendirdiği isimlerdir. Allah onlara hiçbir güç indirmemiştir. Hüküm yalnızca Allah’a aittir. Yalnızca kendisine ibadet edilmesini emretti. Bu doğru dindir. Ancak insanların çoğunluğu bilmezler. (Yusuf 40)
Bu ayette Yusuf Peygamber zindan arkadaşlarıyla konuşurken ibadeti tanımlamaktadır. Önce isimlere ibadetten bahsetmektedir. Sonra hükmün yalnızca ibadet edilmesi gereken Allah’a ait olduğunu söylemektedir. Yani ibadet edilen hükümleri uygulanandır. Allah yalnızca kendisinin hükümlerinin uygulanmasını istemektedir. İşte Allah’ın hükümlerini uygulamak doğru dindir. Doğru olmayan dinler Allah’ın hükümlerinin uygulanmadığı dinlerdir. Ancak insanların çoğu bunu bilmezler. Bazı isimler uydururlar ve o isimlere ibadet ederler. O isimler adlar demek değildir. İsim ad anlamını da kapsar ama burada kurallar demektir. İsim bir varlığın veya bir kavramın o olduğunu gösteren şeylerdir. Allah’ın ismiyle (bismillah) demek Allah’ın kurallarıyla demektir. Kapitalizm bir isimdir. Kuralları vardır ve uygulanmaktadır. Komünizm de bir isimdir. Ekseriyet demokrasisi de bir isimdir, insanlar bunu isimlendirmişlerdir ve buna ibadet etmektedirler. Onun için çalışmakta, onun kurallarını uygulamakta, onun kuralları ile yönetime gelmekte ve onun kuralları ile yönetmektedirler. İsterse alınları secdeden kalkmasın ekseriyet demokrasisi ismi için ibadet etmektedirler. Oysa Allah yalnızca kendisine ibadet edilmesini istemektedir. Yani Allah’ın kuralları için çalışmalı ve Allah’ın dinini yani düzenini getirmek ve uygulamak için çaba göstermeliyiz. İşte o durumda Allah’a ibadet etmiş oluruz.
Kuran’da o kadar çok yerde geçmektedir ki “Allah’tan başkasına ibadet etmeyin” ifadesi. İnsanların en çok yaptığı şeydir Allah’tan başkasına ibadet etmek. Herkes putların karşısında tapınmayı Allah’tan başkasına ibadet etmek sanmaktadır. Putlara ibadet etmek o putlar adına uydurulmuş kurallar koymak ve bu kuralları uygulamak için çalışmak demektir.
وَمَا أُمِرُوا إِلَّا لِيَعْبُدُوا اللَّهَ مُخْلِصِينَ لَهُ الدِّينَ حُنَفَاءَ وَيُقِيمُوا الصَّلَاةَ وَيُؤْتُوا الزَّكَاةَ وَذَلِكَ دِينُ الْقَيِّمَةِ
Yalnızca Allah’a O’nun için uyumlular olarak dini saflaştırarak ibadet etmekle ve salatı ikame etmekle ve zekâtı vermekle emrolundular ve bu kayyımenin dinidir. (Beyyine 5)
İbadetin nasıl olacağı bu ayette açıklanmaktadır: Allah için dini yani düzeni saflaştırmak. Düzen içinde Allah’ın kuralları dışında hiçbir kural kalmayacak şekilde çalışmaktır. Bu ayette namaz kılmanın da zekât vermenin de ibadet olmadığı gayet açıktır. Günümüzde ibadet denilince insanlar namaz, oruç, hac, zekâttan ibaret sanmaktadırlar. İbadet Allah’ın düzeni için çalışmak demektir. Dinin kayyım olması da Allah’ın kuralları dışında kuralların kalmamasına bağlıdır.
يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا ارْكَعُوا وَاسْجُدُوا وَاعْبُدُوا رَبَّكُمْ وَافْعَلُوا الْخَيْرَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ
Ey iman edenler, rükû edin ve secde edin ve rabbinize ibadet edin ve hayr yapın. Umulur ki iflah olursunuz. (Hac 77)
Bu ayette de rükû, secde ve hayır yapmanın ibadetten farklı olduğu görülmektedir.
قُلْ يَاأَيُّهَا الْكَافِرُونَ (1) لَا أَعْبُدُ مَا تَعْبُدُونَ (2) وَلَا أَنْتُمْ عَابِدُونَ مَا أَعْبُدُ (3) وَلَا أَنَا عَابِدٌ مَا عَبَدْتُمْ (4) وَلَا أَنْتُمْ عَابِدُونَ مَا أَعْبُدُ (5) لَكُمْ دِينُكُمْ وَلِيَ دِينِ (6)
De ki “Ey kâfirler, sizin ibadet ettiğinize ben ibadet etmem ve siz benim ibadet ettiğime ibadet edenler değilsiniz ve ben sizin ibadet ettiğinize ibadet eden değilim ve siz benim ibadet ettiğime ibadet edenler değilsiniz. Size aittir sizin düzeniniz ve bana aittir benim düzenim.” (Kâfirun 1-6)
En son ayet ibadeti özetlemektedir. Benim düzenim banadır, benim düzenim Allah’ın istediği şekildedir, O’nun kuralları geçerlidir. Sizin düzeniniz sizedir. Siz Allah’ı görmezden gelenlersiniz ve düzeniniz Allah’tan başkalarına ibadeti yani onların kurallarını uygulamayı gerektirmektedir. Allah’ın düzeni için çalışmak, O’nun kurallarını geçerli hale getirmek Allah’a ibadet etmektir. Şirk ise Allah’ın kurallarına aykırı kuralları kurallar haline getirmektir.
يَاأَبَتِ لَا تَعْبُدِ الشَّيْطَانَ إِنَّ الشَّيْطَانَ كَانَ لِلرَّحْمَنِ عَصِيًّا
Ey babacığım, şeytana ibadet etme. Kesinlikle şeytan Rahman’a asidir. (Meryem 44)
Burada İbrahim Peygamber babasına “şeytana ibadet etme” demektedir. Buna göre babası şeytana ibadet etmektedir. Şeytanın kurallarını geçerli kurallar haline getirmişlerdir. Şeytana ibadet etmek şeytanın istediği düzenin gelmesi ve sürdürülmesi için çalışmaktır.
أَلَمْ أَعْهَدْ إِلَيْكُمْ يَابَنِي آدَمَ أَنْ لَا تَعْبُدُوا الشَّيْطَانَ إِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُبِينٌ
Size “şeytana ibadet etmeyin, kesinlikle o sizin için açık bir düşmandır” diye ahdetmedim mi ey Âdem oğulları. (Yasin 60)
Allah bu ayette Âdem oğullarına şeytana ibadet etmemelerini söylemektedir. Şeytanın istedikleri kuralların gerçekleşmesi için çalışmayın demektir. Düzenimiz içinde Allah’ın istediği değil, şeytanın istediği kuralları koyar ve uygularsak şeytana ibadet etmiş oluruz.
Allah’a ibadet etmek Allah’ın kurallarını koymak, korumak ve uygulamaktır. Allah’ın kuralları dışında kuralları getirmek, o kuralları uygulamak, o kuralları korumak, o kuralların iyi olduğunu iddia etmek Allah’tan başkasına ibadet etmektir. Bu kuralları koyan insan ise o insana ibadet etmiş olursunuz. İsterse yaşamış ve ölmüş olsun, o insana ibadet etmiş olursunuz. Haşr gününde o insan “bana ibadet ettiklerinden gafildim” diyecektir. Koyulan ve uygulanan kurallar bir insanı referans göstermiyor olabilir. İsimlendirilmiş özel bir isim olabilir. Kapitalizm, komünizm, ekseriyet demokrasisi gibi isimler olabilir. Bu durumda onlara ibadet etmiş olursunuz. Allah Kuran’da çok fazla olarak bundan kaçınmamız gerektiğini, yalnızca O’na ibadet etmemiz gerektiğini yani yalnızca O’nun kurallarını geçerli kurallar haline getirmemiz ve o kurallar için çalışmamız gerektiğini söylemektedir.
Medyen halkının Allah’ın kurallarını geçerli kurallar haline getirmeyen bir topluluk olduğunu anlıyoruz. Şuayb Peygamber onları buna davet etmektedir.
وَ: “Ve” demektir. Atıf harfidir. اعْبُدُوا اللَّهَ cümlesine ارْجُوا الْيَوْمَ الْآخِرَ cümlesini atfetmektedir.
ارْجُوا: “Umun, ümit edin” demektir. Emir fiil, ikinci şahıs, çoğul çekimdir. “Bir işin, fiilin gerçekleşmesini beklemek, ummak, ümit etmek” manasındadır. يءس kökünün (ümitsizlik) zıttıdır.
الْيَوْمَ: “Dönem” demektir. Değişik şekillerde kullanılır. Birincil anlamı “gündüz”dür. Güneşin doğmasından batmasına kadar olan süredir. 24 saat olan günü ifade etmez. Eğer يَوْم izafetle (isim tamlamasıyla) gelmişse o zaman “gündüz” anlamında değil “dönem” anlamındadır. İzafetle gelmediği zamanlarda da asıl anlamı “dönem”dir. Eğer “gündüz” anlamına gelmediğine dair karine varsa “dönem” anlamındadır. Eğer başında harf-i tarifle tekil olarak geliyorsa (الْيَوْم) bu durumda “bu dönem” anlamındadır ama Türkçede de bu dönemi ifade eden kelime olan “bugün” şeklinde tercüme edilebilir. Aynı zamanda ahd için harf-i tarifle gelir. Belirli bir günü ifade eder.
الْآخِرَ: “Sonra” demektir. Müzekker (eril) üçüncü şahıs marife ism-i fâildir. ءخر kökündendir. Müennesi (dişili) الْآخِرَةَ dir.
Nekre | |
Düzensiz çoğul | Çoğul | İkil | Tekil |
أُخَّارٌ أُخَّرٌ أَخَرَةٌ | آخِرُونَ | آخِرَانِ | آخِرٌ | Eril | Merfu |
أَوَاخِرُ | آخِرَاتٌ | آخِرَتَانِ | آخِرَةٌ | Dişil |
أُخَّارًا أُخَّرًا أَخَرَةً | آخِرِينَ | آخِرَيْنِ | آخِرًا | Eril | Mensub |
أَوَاخِرَ | آخِرَاتٍ | آخِرَتَيْنِ | آخِرَةً | Dişil |
أُخَّارٍ أُخَّرٍ أَخَرَةٍ | آخِرِينَ | آخِرَيْنِ | آخِرٍ | Eril | Mecrur |
أَوَاخِرَ | آخِرَاتٍ | آخِرَتَيْنِ | آخِرَةٍ | Dişil |
Marife | |
Düzensiz çoğul | Çoğul | İkil | Tekil |
الْأُخَّارُ الْأُخَّرُ الْأَخَرَةُ | الْآخِرُونَ | الْآخِرَانِ | الْآخِرُ | Eril | Merfu |
الْأَوَاخِرُ | الْآخِرَاتُ | الْآخِرَتَانِ | الْآخِرَةُ | Dişil |
الْأُخَّارَ الْأُخَّرَ الْأَخَرَةَ | الْآخِرِينَ | الْآخِرَيْنِ | الْآخِرَ | Eril | Mensub |
الْأَوَاخِرَ | الْآخِرَاتِ | الْآخِرَتَيْنِ | الْآخِرَةَ | Dişil |
الْأُخَّارِ الْأُخَّرِ الْأَخَرَةِ | الْآخِرِينَ | الْآخِرَيْنِ | الْآخِرِ | Eril | Mecrur |
الْأَوَاخِرِ | الْآخِرَاتِ | الْآخِرَتَيْنِ | الْآخِرَةِ | Dişil |
الْيَوْمَ الْآخِرَ: “Sonraki dönem” demektir.
Kuran’da geçen zaman ifade eden kelimeleri karşılaştırırsak:
Evvel ve ula (الْأَوَّل وَالْأُولَى): İlk başlangıcı belli olup şimdiden önce belli olmayan bir zamanda sonlanmıştır.
Edna ve dünya (الْأَدْنَى وَالدُّنْيَا): Başlangıcı şimdi olup belli olan ve yakın bir zamanda belli olmayan bir noktada sonlanacak olandır.
Ahiret (الْآخِرَة): Başlangıcı yakın bir zaman olup belli olmayan ve sonu da belli olmayandır. Sondaki ة dişillik için değildir. Ona özel bir mana kazandırmak içindir.
Aksa ve kusva (الْأَقْصَى وَالْقُصْوَى): Ahiretten sonra uzak bir zamanda başlayan ve başlangıcı belli olmayıp sonu da belli olmayandır.
Ahir ve ahiret (الْآخِر وَالْآخِرَة): Başlangıcı çok uzak olup belli olmayan, sonu belli olandır.
أُخْرَى ve آخَرُ zaman zarfı olarak kullanılmazlar. “Diğer” demektir.
ارْجُوا الْيَوْمَ الْآخِرَ: “Sonraki dönemi umun” demektir. Öldükten sonraki hayat için beklentileriniz olsun demektir. Yalnızca bu dünya hayatının beklentilerine girmeyin, ahir yevm için de amel edin demektir. Buradan anlıyoruz ki Medyen halkı hiç ölmeyecekmiş gibi dünya kazancının peşinde koşmaktadır. Hiç hesap vermeyeceklerini düşünmektedirler.
وَ: “Ve” demektir. Atıf harfidir. لَا تَعْثَوْا فِي الْأَرْضِ مُفْسِدِينَ cümlesini ارْجُوا الْيَوْمَ الْآخِرَ cümlesine atfetmektedir.
لَا: Nehiy edatıdır. Kendisinden sonra muzari fiil meczum olarak gelir. Böylece emrin tersi olan nehiy fiil elde edilmiş olur.
تَعْثَوْا: “İşleyişi bozarsınız” demektir. عثي kökünden dördüncü bâbdan ikinci şahıs çoğul meczum muzari fiildir. Bir şeyin içine girip birbiriyle irtibatlı ve uyum içindeki bileşenlerinin aralarındaki bağlantıları, uyumu ve yapısını bozmak demektir.
لَا تَعْثَوْا: “İşleyişi bozmayın” demektir. Nehiy fiildir.
فِي: “İçinde” demektir. Harf-i cerdir.
الْأَرْضِ: “Yer” demektir. ءرض kökünden gelmiştir. Dördüncü bâbdan أَرَضٌ mastarı bir mekânın bereketli, verimli olması, hayrının çok olması ve yerleşme ve ikamet için uygun olması manasındadır. Bu mastar manasından yerleşme için uygun olan manasında أَرْضٌ “yer” anlamındadır. “Yeryüzü” manasına da gelir.
فِي الْأَرْضِ: “Yerin içinde” demektir.
مُفْسِدِينَ: “Bozucular” demektir. İf’âl bâbından eril çoğul ism-i fâildir. İkinci bâbdan فَسَدَ - يَفْسِدُ şeklinde bir işin veya bir şeyin yapısının bozulup daha kötü bir hale gelmesi manasındadır. Lazım fiildir. İkinci bâb if’âl bâbına (أَفْسَدَ – يُفْسِدُ) tadiye etkisi ile gelir. Bir işin veya bir şeyin yapısını bozup daha kötü bir hale getirmek anlamına gelir. لَا تَعْثَوْا nehiy fiilindeki cem vâvının (لَا تَعْثَوْا) hâlidir. “Bozucular halinde” demektir.
لَا تَعْثَوْا فِي الْأَرْضِ مُفْسِدِينَ: “Yerde bozucular halinde işleyişi bozmayın” demektir. Kuran’da bu cümle aynen bu şekliyle beş kere geçmektedir. Bunlardan üçü Medyen halkı için, birisi Musa Peygamberle beraber Mısır’dan çıkan İsrail Oğulları için birisi de Salih Peygamberin gönderildiği Semud için kullanılmaktadır. Yerde işleyişi bozmak demek topluluk içinde veya topluluklar arasındaki irtibatı ve uyumu bozmak demektir. Şuayb Peygamber Medyen’dekilere bunu bozucular olarak yapmamalarını söylemektedir. Bozucu olmadan da bu yapılabilir mi? Eğer topluluklar bozuksa, aralarındaki irtibat kötülükler yapmak içinse bu durumda düzeltmek için topluluklar arasındaki irtibatı bozarak bozukluğu gidermiş oluruz. Kötü toplulukların işleyişini bozmak iyidir, iyi toplulukların işleyişini bozmak kötüdür. Buradan anladığımız Medyen halkının iyi toplulukların işleyişini bozduğudur. Bir topluluğun diğer toplulukların yanına giderek bu vasfı kazanması zordur. Burası ticari bir anayol üzerinde olduğundan değişik topluluklardan insanlar buraya gelmekteydiler. Buradan anlıyoruz ki Medyen halkı bu topluluklar arasına fesat sokarak aralarındaki uyumu ve işleyişlerini bozmaktalar.
قَالَ يَاقَوْمِ اعْبُدُوا اللَّهَ وَارْجُوا الْيَوْمَ الْآخِرَ وَلَا تَعْثَوْا فِي الْأَرْضِ مُفْسِدِينَ: “Ey kavmim, Allah’a ibadet edin ve sonraki dönemi umun ve yerde bozucular halinde işleyişi bozmayın, dedi” demektir.
Yalova, Teşvikiye
23 Nisan 2022
M. Lütfi Hocaoğlu