ANKEBÛT SÛRESİ - 7. Hafta
أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
وَوَصَّيْنَا الْإِنْسَانَ بِوَالِدَيْهِ حُسْنًا وَإِنْ جَاهَدَاكَ لِتُشْرِكَ بِي مَا لَيْسَ لَكَ بِهِ عِلْمٌ فَلَا تُطِعْهُمَا إِلَيَّ مَرْجِعُكُمْ فَأُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ (8)
İnsana anne-babasına iyi olma sorumluluğunu yükledik ve eğer ikisi seninle sana ait hiçbir kesin bilginin olmadığını bana ortak etmen için seninle cihad ederse ikisine itaat etme. Banadır dönüşünüz/döndürülüşünüz, amel ediyor olduğunuzu size haber veririm. (8)
وَوَصَّيْنَا الْإِنْسَانَ بِوَالِدَيْهِ حُسْنًا
İnsana anne-babasına iyi olma sorumluluğunu yükledik.
وَ: Vâv-u isti’nâfiyedir. (الْوَاوُ الاِسْتِئْنَافِيَّةُ) Öncesinde isim cümlesi vardır, sonrasında fiil cümlesi vardır. İkisi de haber cümlesidir. Ancak aralarında anlamsal ilişki uzaktır. Öncesinde iman eden ve salih amel edenlerin seyyielerinin görmezden gelinmesi ve alacakları karşılık anlatılmakta burada ise anne babaya iyilikten bahsetmektedir. Bu şekilde ilk anda anlaşılmayan, düşününce arada bağın kurulduğu bir anlamsal ilişki vardır. Bu nedenle buradaki vâv isti’nâfiyedir.
وَصَّيْنَا: “Tavsiye ettik” yani “sorumluluğu yükledik” demektir. Tavsiye birisine sorumluluğu ve sözü ona riayet etme zorunluluğu ile yüklemek manasındadır. وَصِيَّةٌ “vasiyet” ise yüklenilen sorumluluktur. Türkçede “tavsiye etmek” “önermek” anlamında yanlış olarak kullanılmakta iken vasiyet doğru anlamda kullanılmaktadır.
الْإِنْسَانَ: “İnsan” demektir. الْإِنْسَانَ kelimesinin kökü ءنس‘dir. Kök aslen bir şeyin ortaya çıkması manasındadır. Okun sivri tarafına وَحْش, okçuya yakın tarafına إِنْس denir. Buradan hareketle her nesnede insana yakın tarafa إِنْسِيّ denmektedir.
Kur’an’da ءنس kökü ile geçen ve ‘insan’ olarak çevrilen kelimelerin aralarında farklar vardır.
Arapçada “ism-i cem-i cins” denen bir isim çeşidi vardır. Kelime hem topluluğu hem de cinsi bildirir. Eğer bu kelime ile ilgili zamir, işaret ismi ya da fiil müzekker ise cinsi, müennes ise topluluğu bildirir. Bu kelimenin sonuna يّ veya ة getirilirse kelimenin müfredi (tekili) elde edilir. Bu tekil kelime tekrar çoğullaştırılabilir.
Öncelikle إِنْس kelimesini incelersek:
وَأَنَّا ظَنَنَّا أَنْ لَنْ تَقُولَ الْإِنْسُ وَالْجِنُّ عَلَى اللَّهِ كَذِبًا
“İnsan ve cin topluluğunun Allah’a yalan söylemeyeceğini zannettik.” (Cin, 72/5)
الْإِنْسُ وَالْجِنُّ fâilken cümlenin fiili تَقُولَ şeklinde müennes (dişil) gelmiştir. Bu ayette bu nedenle insan ve cin cinsini değil, topluluklarını ifade etmektedir.
قَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلِهِمْ مِنَ الْجِنِّ وَالْإِنْسِ إِنَّـهُمْ كَانُوا خَاسِرِينَ
“Onlardan önce cin ve insan topluluğundan geçenler oldu. Onlar kaybedenler oldular.” (Fussilet, 41/25)
Bu ayette de fiil خَلَتْ şeklinde müennes gelmiş ve cins değil, topluluk olduğunu göstermiştir. Buna ilaveten sonrasında إِنَّـهُمْ şeklinde gelen هُمْ ise bu kuralın topluluğu gösterdiğinin delilidir.
لَمْ يَطْمِثْهُنَّ إِنْسٌ قَبْلَهُمْ وَلَا جَانٌّ
“Onlardan önce onlara (kadınlara) ne bir insan ne de cin türü temas etmiştir.” (Rahman, 55/74)
Bu ayette ise يَطْمِثْ müzekker fiili getirilerek bunların topluluk değil tür olduğunu göstermiştir.
Bu şekliyle bu kelimenin ism-i cem-i cins olduğu anlaşılmaktadır.
Bu kelime sonuna يّ gelerek müfredleşir. Bu şekliyle إِنْسِيّ ins cinsinden bir varlığın adı olur ve nekre çoğulu da أُنَاس dır. Marife çoğulu aslında الْأُنَاس dır ancak çok kullanılınca hemze düşmüş ve النَّاس şekline dönüşmüştür.
| Camid isim müfred | Camid isim cem | İsm-i cem-i cins | İsm-i cem-i cinsten müfred | İsm-i cem-i cins müfredden cem |
Nekre | إِنْسَان | أَنَاسِيّ | إِنْس | إِنْسِيّ | أُنَاس |
Marife | الْإِنْسَان | - | الْإِنْس | - | النَّاس |
إِنْس kelimesi وَحْش kelimesinin zıttı olarak kullanılır. Okun okçuya yakın olan ucuna إِنْس, sivri ucuna ise وَحْش denir. إِنْس insana yakınlıkla ilişkilendirildiği için sosyal insanı ifade eder.
إِنْسَان kelimesi ise insanın türsel özellikleri, yaradılışsal özellikleriyle ilgilidir. Biyolojik insanı ifade eder. Eğer kastedilen Homo Sapiens ise الْإِنْسَان şeklinde gelir. Eğer kastedilen başka bir insan türü ise nekre olarak إِنْسَان şeklinde gelir. Nekre gelişin çoğulu olan أَنَاسِيّ ise biyolojik insan türlerini ifade eder.
İnsan türünün davranışları türsel özelliği, yaradılışı gereği ise Kuran’da الْإِنْسَان şeklinde gelir.
بِ: Harf-i cerdir. وَصَّيْنَا fiilinden sonra kullanılan bu harf-i cerden sonra gelen mef’ûl kime sorumluluk yüklendiğini gösterir.
وَالِدَيْ: “Anne-baba” demektir. Aslı وَالِدَيْنِ dir. Eril ikil ve kurallı eril çoğul kelimeler isim tamlamasında muzaf olduklarında sonlarındaki nûn harfi düşer. Burada da هُ zamirine muzaf olduğu için sonundaki nûn düşmüştür. İkinci babdan وِلَادَة mastarı çocuğu olmak (kadın için anne olmak, erkek için baba olmak) manasındadır. وَالِد babayı وَالِدَة ise anneyi ifade eder. Anne-babayı ifade etmek için وَالِدَيْنِ yani “iki baba” kelimesi kullanılır. وَالِد + وَالِدَة = وَالِدَيْنِ’dir. Arapçada tağlib denen bir kural vardır. Bu kurala göre ikil veya çoğul kelimeler kullanılırken bunlardan galip olan ikil veya çoğul getirilir. Erkek ve kadınlar bir arada ise erkek çoğul kullanılır, dişil çoğul kullanılmaz. Baba ve anne bir arada iken “iki anne” değil “iki baba” şeklinde söylenir.
Türkçede de kullandığımız أَبَوَيْنِ kelimesi vardır. Bu kelimede de tağlib vardır. Bu kelime de “iki baba” demektir. أَب + أُم = أَبَوَيْنِ’dir. وَالِد kelimesi sadece babayı ifade ederken أَب kelimesi sadece baba değil, babanın babası, babanın babasının babası gibi yukarı soyları da ifade eden bir kelimedir. Yusuf suresi 6. ayette Yakup Peygamber oğlu Yusuf’un rüyasını te’vîl ederken يُتِمُّ نِعْمَتَهُ عَلَيْكَ وَعَلَى آلِ يَعْقُوبَ كَمَا أَتَمَّهَا عَلَى أَبَوَيْكَ مِنْ قَبْلُ إِبْرَاهِيمَ وَإِسْحَاقَ (Sana ve Yakup ailesine önceden iki babana, İbrahim ve İshak’a tamamladığı gibi nimetini tamamlayacaktır) demektedir. Burada أَبَوَيْكَ kelimesi anne-baban değil iki baban demektir. Babalardan biri Yusuf’un dedesinin babası olan İbrahim, diğeri de dedesi olan İshak’tır. Araf 27. ayette de يَابَنِي آدَمَ لَا يَفْتِنَنَّكُمُ الشَّيْطَانُ كَمَا أَخْرَجَ أَبَوَيْكُمْ مِنَ الْجَنَّةِ de “Ey Adem Oğulları anne-babanızı cennetten çıkardığı gibi şeytan sizi fitnelemesin” denmektedir. Burada أَبَوَيْكُمْ (anne-babanız) kelimesi Adem ve Havva’yı ifade etmektedir.
أَبَوَيْنِ anne-baba anlamında iken genellikle وَالِدَيْنِ ile eş anlamlı olarak kullanılır ama eş anlamlı değildir. Ebeveyn kelimesi sosyal yönle ilgili, valideyn kelimesi biyolojik yönle ilişkili durumlarda kullanılır. Valideyn anne-babayı direk ifade ederken ebeveyn daha üst nesilleri de ifade eder.
Ayette geçiş | Anlamı |
إِنْ لَمْ يَكُنْ لَهُ وَلَدٌ وَوَرِثَهُ أَبَوَاهُ فَلِأُمِّهِ الثُّلُثُ | Ona ait bir çocuk yoksa ve anne-babası ona varis olmuşsa annesi için üçte birdir. (Nisa 11) |
أَمَّا الْغُلَامُ فَكَانَ أَبَوَاهُ مُؤْمِنَيْنِ | Gulama gelince anne-babası iki mümindi. (Kehf 80) |
فَلَمَّا دَخَلُوا عَلَى يُوسُفَ آوَى إِلَيْهِ أَبَوَيْهِ | Yusuf’un yanına girdiklerinde anne-babasını barındırdı. (Yusuf 99) |
لِأَبَوَيْهِ لِكُلِّ وَاحِدٍ مِنْهُمَا السُّدُسُ مِمَّا تَرَكَ | Anne-babası için, ikisinden her biri için terekeden altıda bir vardır. (Nisa 11) |
İsra 23 ayetinde وَقَضَى رَبُّكَ أَلَّا تَعْبُدُوا إِلَّا إِيَّاهُ وَبِالْوَالِدَيْنِ إِحْسَانًا إِمَّا يَبْلُغَنَّ عِنْدَكَ الْكِبَرَ أَحَدُهُمَا أَوْ كِلَاهُمَا فَلَا تَقُلْ لَهُمَا أُفٍّ وَلَا تَنْهَرْهُمَا وَقُلْ لَهُمَا قَوْلًا كَرِيمًا anne-babaya ihsan emredilmekte ve onlardan biri veya ikisi senin indinde yaşlılığa ulaşırsa ikisine üf deme denmektedir.
Miras ayetlerinde ebeveyn kullanılmakta, anne-babaya davranış, bakımla ilgili ayetlerde valideyn kullanılmaktadır.
هِ: “O” demektir. Aslı هُ dur. وَالِدَيْ ي ile bittiği için okuma kolaylığı nedeniyle هِ şekline dönüşmüştür. الْإِنْسَانَ ye (insana) racidir.
وَالِدَيْهِ: “Onun anne-babası” yani “insanın anne babası” demektir.
بِوَالِدَيْهِ: “Onun anne-babasına” demektir.
حُسْنًا: İyi olmak demektir. حسنkökünden beşinci babdan mastardır. Mazisi فَعُلَ vezninde olan lazım fiildir, mastarı فُعْل kalıbındandır.
Beşinci babdan حَسُنَ - يَحْسُنُ şeklinde iyi olmak manasındadır.
وَصَّيْنَا الْإِنْسَانَ بِوَالِدَيْهِ حُسْنًا: “İnsana anne-babasına iyi olma sorumluluğunu yükledik” demektir.
Fiil cümlesi |
Mefûlun bih | Mefûlün bih GS | Mefûlun bih | Fiil + Fâil |
Mecrur | Cârr |
حُسْنًا | وَالِدَيْهِ | بِ | الْإِنْسَانَ | وَصَّيْنَا |
İyi olmak | Anne babası | -a | İnsan | Sorumluluk yükledik |
Yüklenilen sorumluluk | Kendisi için sorumluluk yüklenilen | | Sorumluluk yüklenilen kimse | |
Burada وَصَّيْنَا kullanılmıştır. Biz tavsiye ettik demektedir. “Biz” kullanılması melekler, ruhlar, insanlar, doğal ve sosyal kanunlar içinde gerçekleşen durumları ifade eder. Arkasından الْإِنْسَانَ şeklinde türsel özelliği ifade eden kelime gelmesi ve buradaki “biz” ifadesi yaratılışı gereği bu sorumluluk hissi verildiğini gösterir. Verilen sorumluluk hissi iyi olmaktır. Yani insan tür olarak yaratılışı gereği anne-babasına karşı iyi olma sorumluluk hissini taşır. Başka ayetlerde buradaki حُسْنًا yerine إِحْسَانًا de (وَصَّيْنَا الْإِنْسَانَ بِوَالِدَيْهِ إِحْسَانًا) kullanılmıştır. Bu ayette yüklenilen sorumluluk iyi olmak iken diğerlerinde iyi yapmak yani onlar için iyi işler yapmak, iyi davranmaktır.
Ayette insan denmektedir. Müslimlere, müminlere, kitap ehline değil, insana sorumluluk yüklenmiştir. Çünkü bu bir ayetle, indirilen kitapla gelmiş bir durum değildir. Bu türsel bir özelliktir. İnsanın genlerinde vardır ve zigot halinde iken yüklenmiştir. Hayvanlara baktığımız zaman bu yüklenmeyi görmeyiz. Hayvanlarda tek taraflıdır. Anne-babaya yüklenmiş, yavruya bu özellik yüklenmemiştir.
Ayette وَالِدَيْهِ kullanılmıştır. Bu da direk anne-babayı ifade etmekte, daha üst nesilleri ifade etmemektedir ve biyolojik yönle ilişkilidir. Genetik özelliklerle anne-babaya iyilik hissi verilmiştir.
Diğer önemli bir nokta burada وَصَّيْنَا şeklinde tef’îl bâbından gelmesidir. Kuran’da وصي kökü if’âl bâbından da gelmiştir. Nisa 11’de يُوصِيكُمُ اللَّهُ فِي أَوْلَادِكُمْ لِلذَّكَرِ مِثْلُ حَظِّ الْأُنْثَيَيْنِ “Allah çocuklarınız hakkında sizi sorumlu tutmaktadır, erkek için iki kız payının misli vardır” denmektedir. Burada if’âl bâbından gelmesiyle sorumlu tutma fiili bir kere gerçekleşmiştir. Bundan sonra sorumluluk bizim üzerimizdedir. Erkeğe kızların iki katı verilmesi gerekmektedir. Ayette tef’îl bâbıyla gelmektedir. Tef’îl bâbı teksir yani çokluk ifade etmektedir. Çokluk fiilde, fâilde veya mef’ûlde olabilir. Her doğan insana anne-babaya sorumluluk hissi verilmektedir. Çokluk fiilde ve mef’ûldedir. Bu nedenle tef’îl bâbı kullanılmıştır.
وَإِنْ جَاهَدَاكَ لِتُشْرِكَ بِي مَا لَيْسَ لَكَ بِهِ عِلْمٌ فَلَا تُطِعْهُمَا
Eğer ikisi seninle sana ait hiçbir kesin bilginin olmadığını bana ortak etmen için cihad ederse ikisine itaat etme.
وَ: Vâv-u isti’nâfiyedir. (الْوَاوُ الاِسْتِئْنَافِيَّةُ) Öncesinde fiil cümlesi vardır, sonrasında şart-cevap cümlesi vardır. İlki haber cümlesi, ikincisi inşa cümlesidir. Ancak aralarında anlamsal ilişki vardır. Öncesinde insana anne-babasına iyi olma sorumluluğunu yükledik denmekte, sonrasında anne-babanın çocuğunun şirki için cihad etmesi durumunda onlara itaat etmeme emri verilmiştir. Bu şekilde haber ve inşa cümleleri arasında anlamsal bir ilişki vardır. Bu nedenle buradaki vâv isti’nâfiyedir.
إِنْ: “-se” demektir. Şart edatıdır. Bu edatı takiben şart cümlesi ve sonrasında cevap cümlesi gelir.
جَاهَدَا: “İkisi cihad etti” demektir. Bu fiilin fâili “o ikisi” anlamındaki fiilin içinde geçen ا dir. Buna tesniye elifi denir. جَهْد “çabalamak” demektir. Bir şey için, bir iş için çaba sarfetmek, gayret göstermek, yorulmak manasındadır. جَاهَدَ ise müfâele bâbındadır.
جَهَدَ | جَاهَدَ |
Sülasi 3. bab | Müfâele bâbı |
Burada müfâele bâbının etkisi mutabaattır (المتابعة). Bir işin sürekli ve kesintisiz olarak devam etmesidir. Elif ortaya gelerek fiilin lafzen daha uzun söylenmesine sebep olur ve bu da anlamsal olarak fiilin daha uzun süre gerçekleşmesini ifade eder. Böylece mutabaat etkisi bir işteki sürekliliğe ve sebata işaret eder. Burada da mutabaat etkisi söz konusudur. Çabalamadaki süreklilik ve istikrarı ifade eder.
كَ: “Sen” demektir. Fiile bitişik olarak gelen zamirdir. Böyle zamirlere mensub muttasıl zamir denir.
جَاهَدَاكَ: “İkisi seninle cihad etti” demektir.
لِ: “İçin” demektir. Harf-i cerdir. Sonrasında gelen muzari fiille arasında gizli bir أَنْ var kabul edilir. Çünkü muzari fiil mensub hale gelmiştir.
تُشْرِكَ: “Ortak edeceksin” demektir. Mensub muzaridir. Merfu hali تُشْرِكُ dur. Öncesindeki لِ harf-i ceri nedeniyle تُشْرِكَ şeklinde mensub hale gelmiştir. Mensub muzari her zaman gelecek zamanı gösterir.
لِتُشْرِكَ: “Ortak etmen için” demektir.
بِ: “-e” demektir. تُشْرِكَ fiiliyle ilişkilidir. Kendisine ortak edilen bu harf-i cerden sonra gelir.
ي: “Ben” demektir. Harf-i cerden sonra gelen bu tür zamirlere mecrur muttasıl zamir denmektedir.
بِي: “Bana” demektir.
لِتُشْرِكَ بِي: “Bana ortak etmen için” demektir.
مَا: İsm-i mevsuldür. Sonrasında sıla cümlesi gelir. İçinde bu ism-i mevsule ait bir هُوَ veya هُ zamiri vardır.
لَيْسَ: “Değildir” demektir. Olumsuzluk bildirir. Değil(dir), yok(tur), olmaz gibi manalara gelir. Câmid fiildir, sadece mazi çekimi vardır. Muzari çekimi yoktur. Kâne tam fiil olabilirken لَيْسَ tam fiil olarak kullanılmaz, her zaman nakıs fiildir. Bazen haberinin başına anlamı kuvvetlendirmek için (te’kîd için) zaid بِ harf-i ceri gelir. Merfu muttasıl zamirler kâne çekimlerinde kânenin ismi olduğu gibi leyse çekimlerinde de leysenin ismidir.
Çoğul | İkil | Tekil | |
لَيْسُوا | لَيْسَا | لَيْسَ | Eril | 3. Şahıs |
لَسْنَ | لَيْسَتَا | لَيْسَتْ | Dişil |
لَسْتُمْ | لَسْتُمَا | لَسْتَ | Eril | 2. Şahıs |
لَسْتُنَّ | لَسْتُمَا | لَسْتِ | Dişil |
لَسْنَا | لَسْنَا | لَسْتُ | 1. Şahıs |
Leysenin ismi isim cümlesindeki mübteda, haberi de isim cümlesindeki haber kurallarına uyar.
لِ: “İçin” demektir. Harf-i cerdir.
كَ: “Sen” demektir. Mecrur muttasıl zamirdir.
لَكَ: “Senin için, sana ait” demektir. Aslı لِكَ dir. لِ harf-i cerinden sonra zamir gelirse yani mecruru zamir olursa (mecrur muttasıl zamir) ve bu zamir mütekellim ya’sı (ben) dışında ise لَ şeklinde yazılır. Sadece mütekellim ya’sı ile yazılırsa لِ şeklinde gelir. Burada da لَكَ şekline dönüşmüştür.
Çoğul | İkil | Tekil | |
لِ+هُمْ لَهُمْ | لِ+هُمَا لَهُمَا | لِ+هُ لَهُ | Eril | 3. Şahıs |
لِ+هُنَّ لَهُنَّ | لِ+هُمَا لَهُمَا | لِ+هَا لَهَا | Dişil |
لِ+كُمْ لَكُمْ | لِ+كُمَا لَكُمَا | لِ+كَ لَكَ | Eril | 2. Şahıs |
لِ+كُنَّ لَكُنَّ | لِ+كُمَا لَكُمَا | لِ+كِ لَكِ | Dişil |
لِ+نَا لَنَا | لِ+نَا لَنَا | لِ+ي لِيَ | 1. Şahıs |
بِ: “-e” demektir.
هِ: “O” demektir. Aslı هُ dur. بِ harf-i ceri kesre ile bittiği için هِ şekline dönüşmüştür.
بِهِ: “Ona” demektir.
عِلْمٌ: “Bilgi” demektir. Kesin bilgiyi ifade eder.
لَيْسَ لَكَ بِهِ عِلْمٌ: “Sana ait ona hiçbir kesin bilgi yoktur” demektir. Olumsuzluk edatından sonra gelen nekre ifadeler “hiçbir” anlamını doğurur. Burada لَيْسَ olumsuz edatından sonra عِلْمٌ nekre gelmiştir. Bu sebeple “sana ait ona hiçbir kesin bilgi yoktur” anlamına gelmektedir.
مَا لَيْسَ لَكَ بِهِ عِلْمٌ: “Sana ait hiçbir kesin bilginin olmadığı” demektir. Burada بِهِ deki zamir ism-i mevsule aittir ve senin onun hakkında hiçbir kesin bilginin olmadığı şeyi ifade etmektedir.
إِنْ جَاهَدَاكَ لِتُشْرِكَ بِي مَا لَيْسَ لَكَ بِهِ عِلْمٌ: “Eğer ikisi seninle sana ait hiçbir kesin bilginin olmadığını bana ortak etmen için cihad ederse” demektir. Burada cihad kelimesine her zaman olumlu mana vermenin yanlışlığı görülmektedir. Burada anne-baba çocuklarını şirke sokmak için çaba göstermektedirler.
فَ: Cevap fâ’sıdır. Şart cümlesinden sonra cevap cümlesinin başına gelir. Bu fâ’ya fâ-ı cevabiyye denir. Cevap fiili emir, nehiy, istifham gibi talep bildirirse cevâp cümlesinin başına fâ-ı cevabiyye (فَ) gelir. Burada cevap cümlesi nehiy cümlesi olduğu için başına fâ-ı cevabiyye gelmiştir.
لَا: Nehiy harfidir. Kendisinden sonra meczum muzari fiil gelir ve nehiy fiili olur. “Yapma” şeklinde emirdir.
تُطِعْ: “İtaat edersin” demektir. Meczum muzaridir. Merfu hali تُطِيعُ dur. Öncesindeki nehiy لَا sı nedeniyle cezm olmuş ve تُطِعْ şekline dönüşmüştür.
لَا تُطِعْ: “İtaat etme” demektir.
هُمَا: “İkisi” demektir. Zamirdir. وَالِدَيْهِ (anne-babası) ye racidir.
لَا تُطِعْهُمَا: “İkisine itaat etme” demektir.
إِنْ جَاهَدَاكَ لِتُشْرِكَ بِي مَا لَيْسَ لَكَ بِهِ عِلْمٌ فَلَا تُطِعْهُمَا: “Eğer ikisi seninle sana ait hiçbir kesin bilginin olmadığını bana ortak etmen için cihad ederse ikisine itaat etme” demektir.
Anne-baba insanı niçin şirke zorlasın? Ya da soruyu daha değişik bir şekilde sorarsak burada niçin anne-baba örneği verilmiş. Öncesinde anne-babaya karşı iyilik hissinin insana verildiği söylenerek insana en yakın olan bile kendisini şirke zorlarsa zorlasın kabul etmemesi gerektiği söylenmektedir. Delaletin delaleti vardır. Anne-baban bile olsa onlara itaat etme denmektedir. Diğerlerine zaten hiç itaat etme manasındadır. Yani anne-baba insanı şirke zorlayacaktır anlamında değildir, onlar bile olsa onlara uyma denmektedir.
Buradaki كَ (sen) kimdir? Yani Kuran burada kime hitap ediyor? Öncesinde insanı sorumlu tutmuştu. Sonra “sen” hitabıyla geldi. Meallerde genellikle Kuran’da “sen” hitaplarında “Ey Muhammed” şeklinde tercüme görürsünüz. Bunun altında yatan bilinçaltındaki sorumluluktan kaçmadır. “Kuran Muhammed’e inmiştir, o yapacaktır, biz de ona salavat getireceğiz, o da bize şefaat edecek, biz de kurtulacağız” düşüncesidir. Bu ayet bu düşünceyi geçersiz kılmaktadır. Muhammed Peygamberin anne-babası yoktur ve onunla şirk için cihad etme imkânı yoktur. Kuran’da “sen” diye gelen emirler öncelikle Kuran’ı okuyana gelmektedir. Çok nadiren belirli karinelerle “sen” emirleri sadece Muhammed Peygambere aittir.
Burada bir başka soru akla gelmektedir. Hiçbir kesin bilgimiz olmayan şeyi Allah’a ortak etmeyeceğiz de kesin bilgimiz olan bir şeyi ortak edebilir miyiz? Mefhumu muhalefetle hareket edersek bu önerme doğrudur ancak mefhumu muhalefetle hareket etmenin uygun olduğu çok özel durumlar vardır. Burada hareket edilmez. Burada verilmek istenen mesaj başkadır. Kesin bilgin olan bir şeyi zaten Allah’a ortak edemezsin. Burada şirkin tavsifi (vasıflandırması) yapılmıştır. Kesin bilgi doğrudur, doğru bilgi de Allah’a ortak ettirmez.
Allah’a şirk ne demektir? Çok basit bir şekilde şirke manalar verilmiştir. Putlara tapmanın şirk olduğu düşüncesi çok yaygındır. Allah’tan başkasına ibadet etmenin şirk olduğu düşüncesi de çok yaygındır. Bunların hiç birisi Allah’a şirk değildir. Allah’a şirk “Allah’ın doğal ve sosyal kanunlarına aykırı kurallar, kanunlar koymaktır”. Siz bu kanunu koyduğunuz anda insanları Allah’ın koyduğu kanunlara aykırı hareket etmeye zorlamaktasınız. Kendi iradesi dışında Allah’ın istemediğini yapmaya zorluyorsunuz demektir. Bu kanun illaki de mecliste oluşturulmuş bir kanun olmak zorunda değildir. Toplumsal kurallar, töreler, geleneklerin zorlamaları da buna dahildir. Kesin bilgi doğru bilgidir ve kesin bilgiye sahiplik şirkten uzak tutar.
Allah’ın yarattığını değiştirmek günahtır. Allah’ın yarattığını değiştirmeyi kural haline getirmek şirktir. Allah’ın helal ettiğine haramdır demek veya haram ettiğine helaldir demek günahtır. Allah’ın haram ettiğini yapmak günahtır. Allah’ın helal ettiğini haram eden kanunlar koymak, haram ettiğini insanlara yaptırmaya zorlayan kurallar, kanunlar koymak şirktir.
mRNA aşısı Allah’ın yarattığını değiştirmektir. Bizim hücrelerimize bize ait olmayan bir proteini ürettirmektedir. Bunu ancak ölüm tehlikesi halinde uygularsınız. Domuz etini yemek haramken ölüm tehlikesi varsa domuz etini yemeniz gerekir. Bu aşının yapılması için kişinin ölüm tehlikesine karar vermeniz gerekir. Milyonda bir kişinin öldüğü yaş grubunda bir kişinin ölmemesi için milyon kişiye bu aşıyı uygulamak kesin bilgin olmayan bir durumdur. Daha da kötüsü bu aşıyı uygulamayı zorunlu hale getirmektir ki Allah’ın yarattığını değiştirmeyi zorunlu hale getirmektir. Kural koyucu olan Allah’ın kurallarına ters kurallar koymak şirktir.
مَا لَيْسَ لَكَ بِهِ عِلْمٌ Kuran’da değişik yerlerde geçmektedir.
Ayetlerde geçişi | Anlamı |
لِمَ تُحَاجُّونَ فِيمَا لَيْسَ لَكُمْ بِهِ عِلْمٌ | Size ait hiçbir kesin bilginin olmadığı şey hakkında niçin tartışıyorsunuz? (Ali İmran 66) |
قَالَ يَانُوحُ إِنَّهُ لَيْسَ مِنْ أَهْلِكَ إِنَّهُ عَمَلٌ غَيْرُ صَالِحٍ فَلَا تَسْأَلْنِ مَا لَيْسَ لَكَ بِهِ عِلْمٌ إِنِّي أَعِظُكَ أَنْ تَكُونَ مِنَ الْجَاهِلِينَ | “Ey Nuh, o senin ehlinden değildir. O salih olmayan ameldir. Sana ait hiçbir kesin bilginin olmadığı şeyi benden isteme. Sana cahillerden olmamayı öğütlerim” dedi. (Hud 46) |
لَا تَقْفُ مَا لَيْسَ لَكَ بِهِ عِلْمٌ | Sana ait hiçbir kesin bilginin olmadığı şeyin arkasına düşme. (İsra 36) |
تَقُولُونَ بِأَفْوَاهِكُمْ مَا لَيْسَ لَكُمْ بِهِ عِلْمٌ | Size ait hiçbir kesin bilginin olmadığı şeyi ağızlarınızla söylüyorsunuz. (Nur 15) |
إِنْ جَاهَدَاكَ عَلَى أَنْ تُشْرِكَ بِي مَا لَيْسَ لَكَ بِهِ عِلْمٌ فَلَا تُطِعْهُمَا وَصَاحِبْهُمَا فِي الدُّنْيَا مَعْرُوفًا | Eğer ikisi seninle sana ait hiçbir kesin bilginin olmadığını bana ortak etme üzerine seninle cihad ederse ikisine itaat etme ve ikisinin dünyada marufla yanlarında ol. (Lokman 15) |
Covid19 aşıları hakkında kesin bir bilgi yoktur. Hastalıktan koruduğuna veya hafif geçirmesine sebep olduğuna dair kesin bir bilgi yoktur. Daha da kötüsü güvenli olduğuna dair kesin bir bilgi yoktur. Yukarıdaki ayetler ne güzel anlatıyor. Kesin bir bilgileri olmadan aşının faydalarını tartışmaktadırlar (Ali İmran 66). Aşıları savunmaktadırlar. Kesin bilgileri olmayan şeyleri istemektedirler (Hud 46). Aşıları vurulmamızı istemektedirler. Kesin bir bilgileri olmayan şeylerin arkasına düşmektedirler (İsra 36). Aşıların peşindedirler, elde etme çabasındadırlar. Kesin bilgileri olmayan aşının faydalarını ağızlarıyla söylüyorlar (Nur 15). Hastalığı hafif geçirmenizi sağlıyor, ölümleri azaltıyor demektedirler. Kesin bilgileri olmayan aşıları insanların yaptırmaları için zorlayıcı kurallar üretiyorlar (Lokman 15).
إِلَيَّ مَرْجِعُكُمْ
Banadır dönüşünüz/döndürülüşünüz.
إِلَى: “-e” demektir. Harf-i cerdir.
ي: “Ben” anlamında mecrur muttasıl zamirdir.
إِلَيَّ: “Bana” demektir.
مَرْجِعُ: “Dönüş/döndürülüş” demektir. رجع kökünden ikinci bâbdan gelmektedir. Bu kökün bir özelliği vardır. Hem lazım (geçişsiz) hem de müteaddidir (geçişli). Lazım fiiller mef’ûl almazlar yani fiilden etkilenen fiili yapanın kendisidir, etkilenen başka birisi yoktur. Müteaddi fiillerde ise fâilin yaptığı fiilin etkilediği bir mef’ûl vardır. Bu kök aynı bâbdan geldiği halde hem lazım hem de müteaddi olabilmektedir. Fark mastardadır.
| Mastar | Muzari | Mazi |
Lazım | رُجُوع | يَرْجِعُ | رَجَعَ |
Müteaddi | رَجْع | يَرْجِعُ | رَجَعَ |
Ayetlerde lazım ve müteaddi geçişlere örnek verecek olursak:
| Ayette geçiş | Anlam |
Lazım | لَمَّا رَجَعُوا إِلَى أَبِيهِمْ قَالُوا يَاأَبَانَا مُنِعَ مِنَّا الْكَيْلُ | Babalarına döndüklerinde dediler ki “Ey babamız, keyl bizden men edildi”. (Yusuf 63) Burada fiil lazımdır. Mef’ûlü yoktur. Kendileri dönmüşlerdir. |
Müteaddi | رَجَعْنَاكَ إِلَى أُمِّكَ كَيْ تَقَرَّ عَيْنُهَا وَلَا تَحْزَنَ | Gözü aydın olsun ve hüzünlenmesin diye seni annene döndürdük. (Taha 40) Burada fiil müteaddidir. Mef’ûlü كَ (sen) zamiridir, döndürülendir. |
مَرْجِعُ mimli mastardır. Mastarların genel özelliği belirli bir zaman dilimi içinde kısıtlanmamalarıdır. Sonsuz zamanı ifade ederler. Yapmak, yürümek, koşmak gibi mastarlar belli bir zamanı ifade etmezler. “Yürümek sağlıklıdır” dediğiniz zaman yürümek mastarı belirli bir zamanı ifade etmez. Tüm zamanları kapsar. İngilizcede de mastara bu nedenle “infinity” denmektedir. Etimolojik olarak sonsuzluk, sınırsızlık manasından gelmiştir. Buna ilaveten bir mekân içinde gerçekleşen bir fiili de ifade etmezler. Aynı zamanda mastarlar çoğul hale de gelmezler. Ancak mastarı belirli bir zamana kısıtlamak, belirli bir mekân içinde gerçekleşen fiili ifade etmek veya çoğul hale getirmek ihtiyacı vardır. Bu durumda başka bir mastar türü kullanılır. Türkçede bunu ifade etmek için “-mak, -mek” yerine “-ma, -me” kullanılır. “Yürümem iyi oldu” derseniz yürümeyi kendinize izafe etmiş olursunuz ve belli bir zamana kısıtlamış olursunuz ve belirli bir mekân içinde gerçekleşmiş olan fiili ifade etmiş olursunuz. “Yürümelerim sağlığım için faydalı oldu” derseniz mastarı hem belirli zaman dilimlerine kısıtlamış hem belirli mekânlar içinde gerçekleşmiş fiilleri ifade etmiş olursunuz hem de çoğullaştırmış olursunuz. İngilizcede normal mastar “to” ile başlarken sayılabilen ve belirli bir zamana kısıtlanan mastarlar için “-ing” eki kullanılır. Arapçada bu tür mastarlara her zaman mim harfi ile başladığı için mimli mastar denilir ve bunun için sülasi fiillerde iki kalıp kullanılır. Bu kalıplar مَفْعَل ve مَفْعِل kalıplarıdır. Muzari çekimin orta harfinin harekesi fetha ise مَفْعَل kalıbı, kesre ise مَفْعِل kalıbı, zamme ise bazı köklerde مَفْعَل kalıbı, bazı köklerde مَفْعِل kalıbı kullanılır. رجع kökü ikinci bâbdan geldiği için muzari çekiminin orta harfi kesrelidir (يَرْجِعُ). Bu nedenle مَفْعِل kalıbı kullanılır ve رجع kökünün mimli mastarı مَرْجِع olur. Arapçada mimli mastarlar aynı zamanda ism-i zaman ve ism-i mekândır. Yani fiilin gerçekleştiği zamanı da bu kalıp gösterir, fiilin gerçekleştiği mekânı da bu kalıp gösterir. Yani bu kalıbı gördüğünüz zaman üç durumdan biri olacaktır: mimli mastar, ism-i zaman, ism-i mekân. Hangisinin olduğu cümlede geçişinden mütevellit karinelerle anlaşılacaktır.
Mimli mastarlar da dahil tüm mastarların diğer bir özelliği hem malum (etken) hem de meçhul (edilgen) anlamda olmalarıdır. Arapça da yapmak ve yapılmak aynı mastarla ifade edilir.
Diğer taraftan رجع kökünün özelliğinden dolayı مَرْجِع’nun hem lazım hem de müteaddi olabilmesi nedeniyle manası şu şekillerde olur:
| Mimli mastar | İsm-i zaman | İsm-i mekân |
Müteaddi Malum | Döndürüş/döndürme | Döndürme zamanı | Döndürme yeri |
Müteaddi Meçhul | Döndürülüş/döndürülme | Döndürülme zamanı | Döndürülme yeri |
Lazım Malum | Dönüş/dönme | Dönme zamanı | Dönme yeri |
Lazım Meçhul | Lazım ve meçhul bir arada olmaz |
Diğer bir özellik mimli mastarların ikil ve çoğul olabilmesidir. Buna göre مَرْجِع’nun çekimi şu şekildedir:
Nekre | |
Çoğul | İkil | Tekil |
مَرَاجِعُ | مَرْجِعَانِ | مَرْجِعٌ | Merfu |
مَرَاجِعَ | مَرْجِعَيْنِ | مَرْجِعًا | Mensub |
مَرَاجِعَ | مَرْجِعَيْنِ | مَرْجِعٍ | Mecrur |
Marife | |
Çoğul | İkil | Tekil |
الْمَرَاجِعُ | الْمَرْجِعَانِ | الْمَرْجِعُ | Merfu |
الْمَرَاجِعَ | الْمَرْجِعَيْنِ | الْمَرْجِعَ | Mensub |
الْمَرَاجِعِ | الْمَرْجِعَيْنِ | الْمَرْجِعِ | Mecrur |
Bu ayette tekil çekimle gelmiştir. Bir kere “dönüş” ifade edilmektedir.
كُمْ: “Siz” demektir. Mecrur muttasıl zamirdir.
مَرْجِعُكُمْ: Mimli mastar, ism-i zaman ya da ism-i mekân oluşuna göre müteaddi malum olmaz, ya müteaddi meçhul ya da lazım malum olacağından “Dönüşünüz, döndürülüşünüz”, “dönüş yeriniz, döndürülüş yeriniz” ya da “dönüş zamanınız, döndürülüş zamanınız” demektir.
إِلَيَّ مَرْجِعُكُمْ: “Bana doğrudur dönüşünüz/döndürülüşünüz” demektir. إِلَيَّ (bana) ifadesinden مَرْجِعُ’nun mimli mastar olduğu anlaşılmaktadır. Dönüş/döndürülüş zamanınız/mekânınız bana doğrudur ifadesi uygunsuz olduğundan ism-i zaman ve ism-i mekân olmadığı, mimli mastar olduğu anlaşılmaktadır.
Mimli mastar burada tekil olduğu için çok kişinin bir dönüşü ifade edilmektedir. Belirli bir zamana kısıtlanmıştır. Bu zaman ölümden sonraki dönüş zamanıdır. Herkesin tek bir dönüşü ifade edilmektedir. Eğer bireysel dönüşler olsaydı إِلَيَّ مَرَاجِعُكُمْ (dönüşleriniz banadır) şeklinde gelirdi. Öleceksiniz, sonra diriltilecek ve bana döneceksiniz, döndürüleceksiniz denmektedir. Kuran’da 15 kere bu şekilde geçmekte ve hepsinde dönenler çoğul, dönüş tekildir.
Ayette geçiş | Anlamı | Sayı |
إِلَيَّ مَرْجِعُكُمْ | Banadır dönüşünüz | 3 |
إِلَى اللَّهِ مَرْجِعُكُمْ | Allah’adır dönüşünüz | 3 |
إِلَيْهِ مَرْجِعُكُمْ | O’nadır dönüşünüz | 2 |
إِلَى رَبِّكُمْ مَرْجِعُكُمْ | Rabbinizedir dönüşünüz | 2 |
إِلَيْنَا مَرْجِعُكُمْ | Bizedir dönüşünüz | 1 |
إِلَى رَبِّهِمْ مَرْجِعُهُمْ | Rablerinedir dönüşleri | 1 |
إِلَيْنَا مَرْجِعُهُمْ | Bizedir dönüşleri | 3 |
Hepsinde مَرْجِعُ sona alınmıştır. مَرْجِعُكُمْ إِلَيَّ yani “dönüşünüz banadır” denmemiştir. Burada takdim-tehir yapılmıştır. Cümle devrik hale getirilmiştir. Mübteda haber yer değiştirmiş, haber mübtedanın önüne geçirilmiştir. Bu da te’kîd için veya tahsis için olur. Yani kafalardaki şüpheleri gidermek için gelir ya da “dönüşünüz yalnızca banadır” anlamında tahsis için olur.
Kuran’da sadece bir yerde takdim tehir yapılmamıştır. Orada da dönülen yer Cehîm’dir. Saffat 68’de ثُمَّ إِنَّ مَرْجِعَهُمْ لَإِلَى الْجَحِيمِ (Sonra onların dönüşü Cehîm’edir) denmektedir. Burada öncesinde pek çok cezadan bahsedilmekte ve sonra Cehîm’e dönecekler demektedir. Buna göre Cehîm’den gelip bazı cezalar görüp sonra Cehîm’e döndükleri anlaşılmaktadır. Te’kîd ve tahsis yoktur.
Herkesin varlığının başlangıcının sebebi kendisinden ruh üfleyen Allah’tır. Bu nedenle herkes ortak bir dönüşle O’na dönecektir.
فَأُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ
Amel ediyor olduğunuzu size haber veririm.
فَ: Atıf harfidir. أُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ cümlesini إِلَيَّ مَرْجِعُكُمْ cümlesine atfetmektedir. Önceki cümle ile sonraki cümle arasında sebep sonuç ilişkisi vardır.
أُنَبِّئُ: “Haber veririm” demektir. نَبْءٌ mastarı saklandığı yerden çıkıp bakanlara görünmek manasındadır. Bu mastar manasından başkalarına görünen manasında نَبَأٌ ıstılahi olarak başkalarının bilmediği bir şeyin onlar için bilinir hale gelmesinden “haber” anlamındadır. نبء kökünün zıttı خبء köküdür. Sadece ilk harf değişmiştir. خَبْءٌ gizli, saklı demektir. Bir şeyi bir mekânın içine sokarak gizlemek, örtmek, gözden kaybettirmek manasından gizlenilen manasında خَبْءٌ “gizli, saklı” anlamında isimdir. Etimolojik olarak ن filizlenen tohumdur ve toprağın altından çıkarak görünür hale gelmeyi ifade eder. خ ise duvar demektir ve arkasında gizlenmeyi ifade eder. Böylece iki zıt mana tek harfin değişimiyle ortaya çıkar.
كُمْ: “Siz” demektir. أُنَبِّئُ fiilinin mef’ûlüdür. Fiile bitişik olarak gelen ve fiilin mef’ûlü olan zamirlere mensub muttasıl zamir denir.
بِ: Harf-i cerdir. أُنَبِّئُ fiili iki mef’ûl alır. Birisi haber verilen kimse, diğeri verilen haberdir. Verilen haber bu harf-i cerden sonra gelir. Buna göre “-i, -ı” şeklinde tercüme edilmelidir.
مَا: Umumi ism-i mevsuldür. Kendisinden sonra sıla cümlesi gelir ve içinde bu ism-i mevsule ait olan هُوَ veya هُ aid zamiri olur.
كُنْتُمْ: Nakıs fiildir. Burada mazi fiil olarak gelmiştir. Bu fiilin mastarının asıl anlamı “olmak” iken nakıs fiil olduğunda kendisinden sonra bir isim ve haber gelir. Asıl anlamıyla kullanıldığında tam fiil, bir isim ve haberden önce kullanıldığında nakıs (eksik) fiil denir. Burada kânenin ismi “siz” anlamındaki تُمْ dür.
تَعْمَلُونَ: “Amel ediyorsunuz” demektir.
كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ: “Amel ediyordunuz” demektir. مَا umumi ism-i mevsulünün sıla cümlesidir. Aid zamiri تَعْمَلُونَ fiilinin mef’ûlü olan هُ dur. Hazf edilmiştir. Aslı كُنْتُمْ تَعْمَلُونَهُ şeklindedir. Mazi kâneden sonra muzari fiil geliyorsa şimdiki zamanın hikâyesi olur. Geçmişte bir süre devam edip tamamlanmış ya da halen devam eden durumlar için kullanılır. -yordu ekiyle ifade edilir.
مَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ: “Amel ediyor olduğunuz” demektir.
أُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ: “Amel ediyor olduğunuzu size haber veririm” demektir.
Burada sorulması gereken bir soru vardır. Allah bize amel ettiklerimizi haber vereceğini söylüyor, biz amel ettiğimizi bilmiyor muyuz da bize haber veriyor.
Amellerin iki çeşit olduğunu biliyoruz: salih amel ya da seyyie amel. Burada Allah’ın bize haber verdiği amellerimizin salih mi seyyie mi olduğudur. Amel ederken farkında olmadan salih amel yaptığımızı sanarak seyyie amel de yapabiliriz. Bu nedenle bize bildirilecektir. Ne zaman bildirilecektir? Dönüşten sonra bildirilecektir. İnsanlar salih amel yaptıklarını iddia edecekler, diğer insanlar onların seyyie amel yaptıklarını iddia edeceklerdir. Dönüş sonrası açığa çıkacaktır.
Covid19 aşılarının salih amel olduğunu sananlar vardır. Hatta daha kötüsü bunların insanlara zorunlu olarak yapılmasının da salih amel olduğunu iddia etmektedirler. Allah ileride haber verecektir. Peki dönüş olmadan haber vermeyecek midir? Yani biz sadece dönüş sonrası mı bileceğiz? Buradaki فَ atıf harfi sebep sonuç bildirdiğine göre, zaman bildirmediğine göre dönüş olması sebebiyle dönüşten sonra bildireceği anlamına gelmez. Ancak eğer dönüş öncesi haber verilecek olsaydı أُنَبِّئُكُمْ (ben size haber vereceğim) değil de نُنَبِّئُكُمْ (biz size haber vereceğiz) şeklinde gelirdi. Buradan anlıyoruz ki amellerin kesin durumu dönüş sonrası olacaktır. Bu dünyada ne kadar delil açığa çıkarsa çıksın salih mi seyyie mi olduğuna dair tartışmalar devam edecektir demektir.
Başlangıç Ameller Dönüş Amellerin durumu
Yalova, Teşvikiye; 9 Ekim 2021
M. Lütfi Hocaoğlu