ANKEBÛT SÛRESİ - 35. Hafta
أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
فَكَذَّبُوهُ فَأَخَذَتْهُمُ الرَّجْفَةُ فَأَصْبَحُوا فِي دَارِهِمْ جَاثِمِينَ (37)
Onu yalanladılar da onları sarsıntı aldı da yurtlarında çökenler oldular. (37)
فَكَذَّبُوهُ
Onu yalanladılar.
فَ: Atıf harfidir. Bir önceki ayetteki قَالَ يَاقَوْمِ اعْبُدُوا اللَّهَ وَارْجُوا الْيَوْمَ الْآخِرَ وَلَا تَعْثَوْا فِي الْأَرْضِ مُفْسِدِينَ cümlesine كَذَّبُوهُ cümlesini atfetmiştir.
كَذَّبُوا: “Yalanladılar, yanlışladılar” demektir. Tef’îl bâbından mazi üçüncü şahıs çoğul fiildir. Sülasi ikinci bâbdan fiili (كَذَبَ - يَكْذِبُ) “yalan, yanlış söylemek” demektir. Bir şeyi onda olmayan bir şeyle vasıflandırmak veya isimlendirmek manasındadır. Tef’îl bâbına gelince birisinin, birilerinin sözlerinin yalan veya yanlış olduğunu, yaptığı işlerin yanlış olduğunu iddia etmektir. Kasıtlı olarak yapılırsa yalan, kasıtsız olarak yapılırsa yanlış olur. Arapçada ikisi de aynı fiille ifade edilir. Burada fiilin fâili merfu muttasıl zamir olan و dır. Onlar demektir. Şuayb’ın kavmine racidir.
هُ: “O” demektir. Mensub muttasıl zamirdir. Fiilin mef’ûlüdür, yalanlanılandır. Bir önceki ayetteki Şuayb’a racidir.
كَذَّبُوهُ: “Onu yalanladılar” demektir. Şuayb’ı yalanlamışlardır. Yalanlayanlar Şuayb’ın kavmidir.
فَأَخَذَتْهُمُ الرَّجْفَةُ
Onları sarsıntı aldı.
فَ: Atıf harfidir. أَخَذَتْهُمُ الرَّجْفَةُ cümlesini كَذَّبُوهُ cümlesine atfetmektedir.
أَخَذَتْ: “Aldı” demektir. ءخذ kökünden gelmektedir. Bu kök sülasi olarak bir şeyi, birisini tutup almak manasındadır.
هُمْ: “Onlar” demektir. Mensub muttasıl zamirdir. Fiilin mef’ûlüdür. Alınandır. Şuayb’ın kavmine racidir.
الرَّجْفَةُ: “Sarsıntı, titreşim” demektir. رجف kökünden birinci bâbdan gelmiştir. Birisinin, bir şeyin mekânından veya konumundan az bir miktar uzaklaşması sonra aynı yere dönmesi ve bunun tekrar etmesi ile bir yerde sabit duramaması manasındadır.
أَخَذَتْهُمُ الرَّجْفَةُ: “Onları sarsıntı aldı” demektir.
فَأَصْبَحُوا فِي دَارِهِمْ جَاثِمِينَ
Yurtlarında çökenler oldular.
فَ: Atıf harfidir. أَصْبَحُوا فِي دَارِهِمْ جَاثِمِينَ cümlesini أَخَذَتْهُمُ الرَّجْفَةُ cümlesine atfetmektedir.
أَصْبَحُوا: “Oldular” demektir. Hâl değişimini bildiren fiildir. Bunlara sâre ve benzerleri denir.
صَارَ ve benzerleri |
صَارَ |
أَصْبَحَ |
أَضْحَى |
أَمْسَى |
ظَلَّ |
بَاتَ |
صَارَ ve benzerleri kâne ve benzerlerinin alt grubudur. Oldu, olur, oluyor anlamlarındadır. Tam fiil olarak kullanılabilirler. Kuran’da أَصْبَحَ ve ظَلَّ geçmektedir. أَصْبَحَ sabahladı demektir. Tam fiil olarak kullanıldığında bu anlamda kullanılır.
أَصْبَحَ nın isminin haberi olan kelimenin haline girdiğini, isminin bu hale dönüştüğünü gösterir. İsmi cem vâvıdır ve Şuayb’ın kavmine racidir.
فِي: “İçinde” demektir. Harf-i cerdir.
دَارِ: “Yurt” demektir. دور kökünden gelmiştir. Birinci bâbdan دَوْرٌ mastarı bir şeyin çevresinde bir noktadan başlayarak ve sonunda başladığı noktaya gelerek dönmek manasındadır. Bu mastar manasından dönülen mekân manasında دَارٌ ıstılahi olarak “yurt” anlamında isimdir. Çoğulu دِيَارٌ dur.
هِمْ: “Onlar” demektir. Mecrur muttasıl zamirdir. Şuayb’ın kavmine racidir.
دَارِهِمْ: “Onların yurdu” demektir.
فِي دَارِهِمْ: “Onların yurdunda” demektir.
جَاثِمِينَ: “Çökenler” demektir. Cem-i müzekker salim (kurallı erkek çoğul) ism-i fâildir. Bir mekâna yapışıp kalmak ve hareket etmemek manasındaki fiilden gelmiştir.
أَصْبَحُوا فِي دَارِهِمْ جَاثِمِينَ: “Yurtlarında çökenler oldular” demektir.
فَأَخَذَتْهُمُ الرَّجْفَةُ فَأَصْبَحُوا فِي دَارِهِمْ جَاثِمِينَ şeklinde Araf sûresi 78. ayette Semud için, yine aynı şekilde Araf sûresi 91. ayette Medyen halkı için gelmektedir.
كَذَّبَ أَصْحَابُ الْأَيْكَةِ الْمُرْسَلِينَ (176) إِذْ قَالَ لَهُمْ شُعَيْبٌ أَلَا تَتَّقُونَ (177) إِنِّي لَكُمْ رَسُولٌ أَمِينٌ (178) فَاتَّقُوا اللَّهَ وَأَطِيعُونِ (179) وَمَا أَسْأَلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ أَجْرٍ إِنْ أَجْرِيَ إِلَّا عَلَى رَبِّ الْعَالَمِينَ (180) أَوْفُوا الْكَيْلَ وَلَا تَكُونُوا مِنَ الْمُخْسِرِينَ (181) وَزِنُوا بِالْقِسْطَاسِ الْمُسْتَقِيمِ (182) وَلَا تَبْخَسُوا النَّاسَ أَشْيَاءَهُمْ وَلَا تَعْثَوْا فِي الْأَرْضِ مُفْسِدِينَ (183) وَاتَّقُوا الَّذِي خَلَقَكُمْ وَالْجِبِلَّةَ الْأَوَّلِينَ (184) قَالُوا إِنَّمَا أَنْتَ مِنَ الْمُسَحَّرِينَ (185) وَمَا أَنْتَ إِلَّا بَشَرٌ مِثْلُنَا وَإِنْ نَظُنُّكَ لَمِنَ الْكَاذِبِينَ (186) فَأَسْقِطْ عَلَيْنَا كِسَفًا مِنَ السَّمَاءِ إِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِقِينَ (187) قَالَ رَبِّي أَعْلَمُ بِمَا تَعْمَلُونَ (188) فَكَذَّبُوهُ فَأَخَذَهُمْ عَذَابُ يَوْمِ الظُّلَّةِ إِنَّهُ كَانَ عَذَابَ يَوْمٍ عَظِيمٍ (189)
Eshabı Eyke mürselleri yalanladı. Şuayb onlara “İttika etmez misiniz? Kesinlikle ben sizin için emin bir elçiyim. Öyleyse Allah’a ittika edin ve bana itaat edin. Onun üzerine sizden hiçbir ecir istemiyorum, benim ecrim ancak alemlerin rabbinin üzerinedir. Ölçeğe vefa gösterin ve zarara sokanlardan olmayın ve doğru ölçütle ölçeklendirin. İnsanların eşyasının değerini eksiltmeyin ve yerde bozucular halinde işleyişi bozmayın ve sizi ve önceki cibilleti yaratana ittika edin.” demişti. “Sen yalnızca sihirlenenlerdensin ve sen yalnızca bizim mislimiz bir beşersin ve biz seni yalancılardan/yanlış yapanlardan zannediyoruz. Öyleyse üzerimize gökten parçalar düşür doğru söyleyenlerden isen” dediler. “Rabbim sizin amel ettiklerinizi daha iyi bilendir” dedi. Sonunda onu yalanladılar da o gölgelik gününün azâbı onları aldı. Kesinlikle o büyük bir günün azabıydı. (Şuara 176-189)
وَإِلَى مَدْيَنَ أَخَاهُمْ شُعَيْبًا قَالَ يَاقَوْمِ اعْبُدُوا اللَّهَ مَا لَكُمْ مِنْ إِلَهٍ غَيْرُهُ قَدْ جَاءَتْكُمْ بَيِّنَةٌ مِنْ رَبِّكُمْ فَأَوْفُوا الْكَيْلَ وَالْمِيزَانَ وَلَا تَبْخَسُوا النَّاسَ أَشْيَاءَهُمْ وَلَا تُفْسِدُوا فِي الْأَرْضِ بَعْدَ إِصْلَاحِهَا ذَلِكُمْ خَيْرٌ لَكُمْ إِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِنِينَ (85) وَلَا تَقْعُدُوا بِكُلِّ صِرَاطٍ تُوعِدُونَ وَتَصُدُّونَ عَنْ سَبِيلِ اللَّهِ مَنْ آمَنَ بِهِ وَتَبْغُونَهَا عِوَجًا وَاذْكُرُوا إِذْ كُنْتُمْ قَلِيلًا فَكَثَّرَكُمْ وَانْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُفْسِدِينَ (86) وَإِنْ كَانَ طَائِفَةٌ مِنْكُمْ آمَنُوا بِالَّذِي أُرْسِلْتُ بِهِ وَطَائِفَةٌ لَمْ يُؤْمِنُوا فَاصْبِرُوا حَتَّى يَحْكُمَ اللَّهُ بَيْنَنَا وَهُوَ خَيْرُ الْحَاكِمِينَ (87) قَالَ الْمَلَأُ الَّذِينَ اسْتَكْبَرُوا مِنْ قَوْمِهِ لَنُخْرِجَنَّكَ يَاشُعَيْبُ وَالَّذِينَ آمَنُوا مَعَكَ مِنْ قَرْيَتِنَا أَوْ لَتَعُودُنَّ فِي مِلَّتِنَا قَالَ أَوَلَوْ كُنَّا كَارِهِينَ (88) قَدِ افْتَرَيْنَا عَلَى اللَّهِ كَذِبًا إِنْ عُدْنَا فِي مِلَّتِكُمْ بَعْدَ إِذْ نَجَّانَا اللَّهُ مِنْهَا وَمَا يَكُونُ لَنَا أَنْ نَعُودَ فِيهَا إِلَّا أَنْ يَشَاءَ اللَّهُ رَبُّنَا وَسِعَ رَبُّنَا كُلَّ شَيْءٍ عِلْمًا عَلَى اللَّهِ تَوَكَّلْنَا رَبَّنَا افْتَحْ بَيْنَنَا وَبَيْنَ قَوْمِنَا بِالْحَقِّ وَأَنْتَ خَيْرُ الْفَاتِحِينَ (89) وَقَالَ الْمَلَأُ الَّذِينَ كَفَرُوا مِنْ قَوْمِهِ لَئِنِ اتَّبَعْتُمْ شُعَيْبًا إِنَّكُمْ إِذًا لَخَاسِرُونَ (90) فَأَخَذَتْهُمُ الرَّجْفَةُ فَأَصْبَحُوا فِي دَارِهِمْ جَاثِمِينَ (91) الَّذِينَ كَذَّبُوا شُعَيْبًا كَأَنْ لَمْ يَغْنَوْا فِيهَا الَّذِينَ كَذَّبُوا شُعَيْبًا كَانُوا هُمُ الْخَاسِرِينَ (92) فَتَوَلَّى عَنْهُمْ وَقَالَ يَاقَوْمِ لَقَدْ أَبْلَغْتُكُمْ رِسَالَاتِ رَبِّي وَنَصَحْتُ لَكُمْ فَكَيْفَ آسَى عَلَى قَوْمٍ كَافِرِينَ (93)
Medyen’e kardeşleri Şuayb’ı. “Ey kavmim, O’nun dışında sizin için hiçbir ilahın olmadığı Allah’a ibadet edin. Rabbinizden size bir kanıt gelmiştir. Öyleyse ölçüye ve ölçeklere vefa gösterin. İnsanların eşyasının değerini eksiltmeyin ve ıslahından sonra yerde fesat çıkarmayın. Bu sizin için daha hayırlıdır, eğer müminlerseniz ve tehdit ederek ve O’na iman edeni Allah’ın yolundan alıkoyarak ve onda eğriliği arayarak her yola oturmayın ve hatırlayın ki siz azdınız da sizi çoğalttı ve bakın fesatçıların akıbeti nasıldır ve eğer sizden bir taife bana gönderilene iman etti ve bir taife de iman etmediyse hüküm verenlerin en hayırlısı olan Allah aramızda hüküm verene kadar sabredin.” dedi. Kavminden kibirlenen ileri gelenler “kesinlikle seni ve seninle beraber iman edenleri kasabamızdan çıkaracağız veya milletimizin içine döneceksiniz” dediler. “Hoşlanmasak bile mi? Allah’a yalan uydurmuş oluruz, Allah bizi ondan kurtardıktan sonra milletinizin içine dönersek. Onun içine dönmemiz bizim için yalnızca rabbimiz Allah’ın dilemesiyle olur. Rabbimiz her şeyi ilim olarak kuşatmıştır. Allah’ı vekil kıldık. Rabbimiz, bizimle kavmimizin arasını hak olarak aç. Sen açanların en hayırlısısın.” dedi. Kavminden küfreden ileri gelenler “Eğer Şuayb’a uyarsanız kesinlikle siz o zaman zarar edenlersiniz” dediler. Bunun üzerine onları sarsıntı aldı da yurtlarında çökenler oldular. Şuayb’ı yalanlayanlar orada hiç gani olmamış gibiydiler. Şuayb’ı yalanlayanlar, onlar, zararda olanlar oldular. Bunun üzerine onlara “Ey kavmim, size rabbimin mesajlarını ulaştırdım ve size öğüt verdim, öyleyse kâfirler kavmine nasıl acırım” diyerek onlara arkasını döndü. (Araf 85-93)
وَإِلَى مَدْيَنَ أَخَاهُمْ شُعَيْبًا قَالَ يَاقَوْمِ اعْبُدُوا اللَّهَ مَا لَكُمْ مِنْ إِلَهٍ غَيْرُهُ وَلَا تَنْقُصُوا الْمِكْيَالَ وَالْمِيزَانَ إِنِّي أَرَاكُمْ بِخَيْرٍ وَإِنِّي أَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ مُحِيطٍ (84) وَيَاقَوْمِ أَوْفُوا الْمِكْيَالَ وَالْمِيزَانَ بِالْقِسْطِ وَلَا تَبْخَسُوا النَّاسَ أَشْيَاءَهُمْ وَلَا تَعْثَوْا فِي الْأَرْضِ مُفْسِدِينَ (85) بَقِيَّةُ اللَّهِ خَيْرٌ لَكُمْ إِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِنِينَ وَمَا أَنَا عَلَيْكُمْ بِحَفِيظٍ (86) قَالُوا يَاشُعَيْبُ أَصَلَاتُكَ تَأْمُرُكَ أَنْ نَتْرُكَ مَا يَعْبُدُ آبَاؤُنَا أَوْ أَنْ نَفْعَلَ فِي أَمْوَالِنَا مَا نَشَاءُ إِنَّكَ لَأَنْتَ الْحَلِيمُ الرَّشِيدُ (87) قَالَ يَاقَوْمِ أَرَأَيْتُمْ إِنْ كُنْتُ عَلَى بَيِّنَةٍ مِنْ رَبِّي وَرَزَقَنِي مِنْهُ رِزْقًا حَسَنًا وَمَا أُرِيدُ أَنْ أُخَالِفَكُمْ إِلَى مَا أَنْهَاكُمْ عَنْهُ إِنْ أُرِيدُ إِلَّا الْإِصْلَاحَ مَا اسْتَطَعْتُ وَمَا تَوْفِيقِي إِلَّا بِاللَّهِ عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ وَإِلَيْهِ أُنِيبُ (88) وَيَاقَوْمِ لَا يَجْرِمَنَّكُمْ شِقَاقِي أَنْ يُصِيبَكُمْ مِثْلُ مَا أَصَابَ قَوْمَ نُوحٍ أَوْ قَوْمَ هُودٍ أَوْ قَوْمَ صَالِحٍ وَمَا قَوْمُ لُوطٍ مِنْكُمْ بِبَعِيدٍ (89) وَاسْتَغْفِرُوا رَبَّكُمْ ثُمَّ تُوبُوا إِلَيْهِ إِنَّ رَبِّي رَحِيمٌ وَدُودٌ (90) قَالُوا يَاشُعَيْبُ مَا نَفْقَهُ كَثِيرًا مِمَّا تَقُولُ وَإِنَّا لَنَرَاكَ فِينَا ضَعِيفًا وَلَوْلَا رَهْطُكَ لَرَجَمْنَاكَ وَمَا أَنْتَ عَلَيْنَا بِعَزِيزٍ (91) قَالَ يَاقَوْمِ أَرَهْطِي أَعَزُّ عَلَيْكُمْ مِنَ اللَّهِ وَاتَّخَذْتُمُوهُ وَرَاءَكُمْ ظِهْرِيًّا إِنَّ رَبِّي بِمَا تَعْمَلُونَ مُحِيطٌ (92) وَيَاقَوْمِ اعْمَلُوا عَلَى مَكَانَتِكُمْ إِنِّي عَامِلٌ سَوْفَ تَعْلَمُونَ مَنْ يَأْتِيهِ عَذَابٌ يُخْزِيهِ وَمَنْ هُوَ كَاذِبٌ وَارْتَقِبُوا إِنِّي مَعَكُمْ رَقِيبٌ (93) وَلَمَّا جَاءَ أَمْرُنَا نَجَّيْنَا شُعَيْبًا وَالَّذِينَ آمَنُوا مَعَهُ بِرَحْمَةٍ مِنَّا وَأَخَذَتِ الَّذِينَ ظَلَمُوا الصَّيْحَةُ فَأَصْبَحُوا فِي دِيَارِهِمْ جَاثِمِينَ (94) كَأَنْ لَمْ يَغْنَوْا فِيهَا أَلَا بُعْدًا لِمَدْيَنَ كَمَا بَعِدَتْ ثَمُودُ (95)
Medyen’e kardeşleri Şu’ayb’ı. “Ey kavmim, sizin O’ndan başka ilahınız olmayan Allah’a ibadet edin ve ölçüyü ve ölçeği eksiltmeyin. Kesinlikle ben sizi hayırla görüyorum ve kesinlikle ben sizin üzerinize kuşatan bir günün azabından korkuyorum ve ey kavmim ölçüye ve ölçeğe ölçütle vefa gösterin ve insanların eşyasının değerini eksiltmeyin ve yerde bozucular halinde işleyişi bozmayın. Allah’ın bakiyyesi sizin için daha hayırlıdır eğer müminler iseniz ve ben sizin üzerinize koruyucu değilim.” dedi. “Ey Şuayb, atalarımızın ibadet ettiklerini terk etmemizi veya mallarımızda dilediğimizi yapmamızı sana salatın mı emrediyor? Kesinlikle sen yumuşak huylu ve olgunsun.” dediler. “Ey kavmim, gördünüz mü, eğer ben rabbimden kanıt üzerinde isem ve beni O’ndan iyi bir rızık ile rızıklandırdıysa? Ben size yasakladığıma doğru yönelerek size muhalefet etmek istemiyorum. Ben yalnızca gücümün yettiği kadar ıslahı irade ediyorum. Benim başarım yalnızca Allah’ladır. O’nu vekil kıldım ve ona yönelirim. Ey kavmim, benimle ayrılığınız size Nuh kavmi veya Hud kavmi veya Salih kavmine isabet edenin mislinin size isabet edecek olmasına cürm etmesin ve Lût kavmi sizden uzak değildir ve rabbinizden mağfiret isteyin sonra O’na tevbe edin. Kesinlikle rabbim rahimdir, sevendir. “Ey Şuayb, söylediklerinden çok şeyi anlamlandıramıyoruz ve kesinlikle seni içimizde zayıf olarak görüyoruz ve eğer korumaların olmasaydı seni taşlardık ve sen bize aziz değilsin.” dediler. “Ey kavmim, benim korumalarım mı size Allah’tan daha aziz? O’nu sırtınızın görünmeyen tarafında edindiniz. Kesinlikle rabbim amel ettiklerinizi kuşatandır. Ey kavmim, imkânlarınız üzerine amel edin. Kesinlikle ben amel edenim. Küçük düşüren azabın kime geleceğini ve kimin yalancı/yanlış olduğunu ileride bileceksiniz ve bekleyin. Kesinlikle ben sizinle beraber bekleyenim.” dedi. Emrimiz gelince Şuayb’ı ve onunla beraber iman edenleri bizden bir rahmetle kurtardık ve zulmedenleri bir çığlık aldı da yurtlarında çökenler oldular. Sanki orada hiç gani olmadılar. Dikkat edin, Medyen’in uzaklaşması Semud’un uzaklaşması gibidir. (Hud 84-95)
Bu ayetlerden Medyen bölgesinin bir depremle ve depremle beraber olan bir sesle azaba uğradıklarını anlıyoruz. Semud halkı ile aynı şekilde azaba uğradıkları da anlaşılmaktadır. Onlar depremin oluşturduğu titreşim ve yıkım ile mal varlıklarını kaybetmişlerdir. Hepsi ölmemiştir, muhtemelen çoğu ölmemiştir. Çünkü azab sonrası Şuayb onlarla konuşmuştur. Azab sırasında ve sonrasında o kadar kötü duruma düşmüşlerdir ki yerlerinden kıpırdayamaz hale gelmişlerdir. Bu durum ekonomik güçlerinin artık olmaması nedeniyle olabileceği gibi artçıl sarsıntılar nedeniyle Medyen içinde bir bölgede toplanıp oradan kıpırdayamamaları sebebiyle olabilir.
Medyen halkıyla ve Şuayb’la ilgili bilgileri özetlersek:
- Şuayb resuldür. Ona iman eden ve onun liderliğinde hareket eden organize bir topluluğun başkanıdır. Korumaları vardır. Medyen halkı onun korumalarından çekinmektedirler.
- Medyen halkında ticari hileler rutin hale gelmiştir. Ödenen miktarda, teslim edilen malda azaltmalar yapmak doğru olarak görülmektedir. Şuayb ve topluluğu ise bu hileleri yapmadan ticaret yapıyorlardı. Bunu da iyi bir rızıkla rızıklandırıldığını ifade etmesinden anlıyoruz. Kavmi ise onun yanlış olduğunu söylerken Şuayb da kavminin yanlış olduğunu söylemektedir. Şuayb’ın salatı toplantılarıdır. Toplantılarda alınan kararlar ticari hileleri yapmayı yasaklamakta ve Şuayb’a gönderilene iman edenler bu yasaklara uymaktadırlar. Ayetlerde Şuayb onların amelleri ile kendi amelini ayırarak onların hilelerini yapmadığını ifade etmektedir.
- Kavmi Şuayb’ın milletleri içine dönmesini istemektedir. Millet demek bugünkü ulus demek değildir. Birinci bâbdan مَلٌّ mastarı yazılı olarak kaydetmesi için sözü birisine nakletmek, kitaptan onun okuması veya hatırlatması için hazırlamak, başkasına işittirmek için yüksek sesle söylemek, sözü açık ve net bir şekilde iletip kitaba yazılmasını sağlamak manasındadır. Bu mastar manasından iletilen söz manasında مِلَّةٌ ıstılahi olarak murad edilen bir iş için dikte edilen yazılı kelam, şeriat ve kurallar ve kuralların uygulanış şekli ve öncekilerden miras kalan düzen manasında “inanç ve kurallar” anlamında isimdir. Kavmin istediği şey Şuayb’ın geçmişten beri uyguladıkları kurallara uyması, onun da ticari hileleri yapmasıdır. Şuayb ise kavim içinde çok yaygın olan bu durumu önleyememekte, kendisinin gücü yettiğince ıslah etmeye çalıştığını söylemektedir.
- Kavmin ileri gelenleri halka seslenmekte, Şuayb’a uyarsa zarar edeceklerini söylemektedirler. Ticari hilelerle kârlarına kâr kattıklarını düşünmekte, Şuayb’ın dürüst ticaretinin zarara neden olacağını söylemektedirler. Sonuçta deprem ile mal varlıklarını kaybetmiş ve zarara uğrayanlar olmuşlardır. Sanki orada hiç zengin olmamış gibi olmuşlardır.
- Allah’ın bakiyyesi kavramı önemlidir. Dürüst ticaretle elde edilen kâr bu şekilde isimlendirilmiştir. Şuayb ve ona uyanlar Allah’ın bakiyyesi ile ticaret yapmaktadırlar ve bununla rızıklanmaktadırlar.
- Kavmi Şuayb’ı kişilik olarak takdir etmektedir. Olgun ve yumuşak huylu olduğunu söylemektedirler. Ancak bu vasfının onlara etki etmediğini söylemiş olmaktadırlar. Despot ve güç sahibi birisi olsaydı onun korkusuyla dediklerini yapacaklardı. Şuayb’ı zayıf olarak görmektedirler. Bugünkü durumu da çok güzel ifade etmektedir. Akevler hep zayıf görülmektedir. Arkasında güçlü oy potansiyeli olmadığı ve çoğunluk demokrasisini benimseyip buna ibadet etmediği için Akevler ciddiye alınmamaktadır. Akevler’deki kişilerin iyi huylu insanlar olmalarına rağmen nasıl böyle akılsızca işler yaptığını söylemektedirler. Mevcut cari sistem içinde başarıları başarı olarak görmekte, Akevler’in akılsızca, saçma sapan işlerle uğraştığını söylemektedirler. Oysa mevcut sistem çökmektedir ve bu sistem içinde başarılı olduklarını düşünenler, malları biriktirenler zararlara uğrayacaklardır.
Yalova, Teşvikiye
30 Nisan 2022
M. Lütfi Hocaoğlu