ANKEBÛT SÛRESİ - 30. Hafta
أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
قَالَ إِنَّ فِيهَا لُوطًا قَالُوا نَحْنُ أَعْلَمُ بِمَنْ فِيهَا لَنُنَجِّيَنَّهُ وَأَهْلَهُ إِلَّا امْرَأَتَهُ كَانَتْ مِنَ الْغَابِرِينَ (32)
Kesinlikle oradadır Lût, dedi. Onun içinde olanı biz daha iyi bileniz, kesinlikle onu ve kalıntılardan olacak olan karısı dışında ehlini kurtaracağız, dediler. (32)
قَالَ إِنَّ فِيهَا لُوطًا
Kesinlikle oradadır Lût, dedi.
قَالَ: “Dedi” demektir. Faili müstetir zamir olan هُوَ dir. İbrahim’e racidir. Söyleyen İbrahim’dir.
إِنَّ: “Kesinlikle” demektir. Huruf-u müşebbehe bi-l fiildendir. Te’kîd amacıyla getirilir.
فِي: “İçinde” demektir. Harf-i cerdir.
هَا: “O” demektir. Üçüncü şahıs dişil tekil mecrur muttasıl zamirdir. Bir önceki ayetteki هَذِهِ الْقَرْيَةِ (bu kasaba) ye racidir.
فِيهَا: “Onun içinde” demektir. Kasabanın içinde demektir.
لُوطًا: “Lût” demektir. Peygamberin özel ismidir.
إِنَّ فِيهَا لُوطًا: “Kesinlikle oradadır Lût” demektir.
قَالَ إِنَّ فِيهَا لُوطًا: “Kesinlikle oradadır Lût, dedi” demektir. Burada İbrahim Peygamber inne cümlesi kurmuştur. Kasabanın ehlinin helak edileceğini duyduğu anda karşısındaki elçilerin Lût orada değilmiş gibi hareket ettikleri düşüncesiyle paniklemiştir. Elçilere Lût’un orada olduğunun kesin olduğunu söylemektedir. Bu nedenle inne cümlesi kurmuştur. Diğer taraftan فِيهَا yı öne almıştır. Cümle devriktir. إِنَّ لُوطًا فِيهَا (kesinlikle Lût oradadır) şeklinde gelebilirdi. Bunun sebebi önceliğin Lût’ta olmamasıdır. Öncelik Lût’un orada olmasıdır. Çünkü oranın halkı helak edilecektir. Ona göre yeğeni Lût tehlikededir. Elçileri uyarmaktadır.
قَالُوا نَحْنُ أَعْلَمُ بِمَنْ فِيهَا لَنُنَجِّيَنَّهُ وَأَهْلَهُ إِلَّا امْرَأَتَهُ كَانَتْ مِنَ الْغَابِرِينَ
Onun içinde olanı biz daha iyi bileniz, kesinlikle onu ve kalıntılardan olacak olan karısı dışında ehlini kurtaracağız, dediler.
قَالُوا: “Dediler” demektir. Fiilin fâili merfu muttasıl zamir olan ve fiilin içinde geçen vâv harfidir (cem vâvıdır). Onlar demektir. İbrahim’e gelen elçilere racidir. Söyleyenler elçilerdir.
نَحْنُ: “Biz” demektir. Merfu munfasıl zamirdir. Elçiler konuşmakta ve kendilerini İbrahim’e anlatmaktadırlar.
أَعْلَمُ: “Daha iyi bilen” demektir. Tekil, eril, nekre ism-i tafdildir. İsm-i tafdilin belirttiği özellikte diğerine göre üstün olan isme mufaddal, mukayese edilen diğer kelimeye ise mufaddalun aleyh denir. İsm-i tafdille mufaddalun aleyh arasında bir uyum aranmaz. İsm-i tafdille mufaddal arasındaki mutabakat bazı kurallara göredir. Eğer ism-i tafdil harfi tarifsiz ve isim tamlaması dışında gelirse buna nekre geliş denir. Bu durumda mufaddal ister müzekker ister müennes olsun ister müfred ister tesniye isterse cem olsun ism-i tafdil “müfred ve müzekker (tekil ve eril)” gelir. “Daha” anlamındadır. Burada da bu şekildedir. Mufaddal نَحْنُ (biz) dur. Çoğuldur. İsm-i tafdil ise أَعْلَمُ (daha iyi bilen) dur ve tekildir. İsm-i tafdil nekre geldiği için mufaddalla uyum içinde gelmez, tekil, eril gelir ki burada da bu şekildedir.
İsm-i tafdil | Mufaddal |
أَعْلَمُ | نَحْنُ |
Eril, tekil, nekre | Çoğul, marife |
Bu cümlede mufaddal “sen” kelimesidir. Elçiler İbrahim’e hitap etmekte ve senden daha iyi bileniz demektedirler.
بِ: “-i” demektir. Harf-i cerdir. أَعْلَمُ fiilinin mef’ûlünün önüne gelir. Daha iyi bilinen bu harf-i cerden sonra gelir.
مَنْ: “Kimse” demektir. Umumi ism-i mevsuldür. Sıla cümlesi olur ve içinde zahir veya mahzuf aid zamiri olur.
فِي: “İçinde” demektir. Harf-i cerdir.
هَا: “O” demektir. Üçüncü şahıs dişil tekil mecrur muttasıl zamirdir. Bir önceki ayetteki هَذِهِ الْقَرْيَةِ (bu kasaba) ye racidir.
فِيهَا: “Onun içinde” demektir. Kasabanın içinde demektir. İsm-i mevsulün sıla cümlesidir. Öncesinde hazf edilmiş bir هُوَ vardır. Aid zamiridir.
مَنْ فِيهَا: “Onun içinde olan kimse” demektir. Aslında مَنْ هُوَ فِيهَا şeklindedir. Umumi ism-i mevsul ile geldiği için onun içinde olan herkesi ifade etmektedir.
نَحْنُ أَعْلَمُ بِمَنْ فِيهَا: “Onun içinde olanı biz daha iyi bileniz” demektir. Senden daha iyi biliyoruz demektedirler. Elçiler kasabanın içinde olan herkesi tek tek bilmektedirler.
لَنُنَجِّيَنَّ: “Kesinlikle kurtaracağız” demektir. Tef’îl bâbından te’kîd lâmlı ve te’kîd nûnlu muzari fiildir. Muzari fiilin başına te’kîd lâmı (لَنُنَجِّيَنَّ) ve sonuna da nûn-u müşeddede şeklinde te’kîd nûnu (لَنُنَجِّيَـنَّ) gelmiştir. Burada bu nedenle üç kere te’kîd vardır. Şüpheleri çok şiddetli bir şekilde gidermektedir. Aslında “kesinlikle ve kesinlikle ve kesinlikle kurtaracağız” şeklinde tercüme edilebilir. Her zaman gelecek zamanı gösterir. Geniş zamanı ve şimdiki zamanı göstermez. Bu kadar fazla te’kîd ile gelmesinin sebebi İbrahim Peygamberdeki şüpheleri gidermek içindir.
Birinci bâbdan نَجَا - يَنْجُو şeklinde tehlikeli ve zararlı bir durumdan emniyetli bir hale geçmek, kurtulmak manasındadır. Birinci bâb if’âl bâbına (أَنْجَى – يُنْجِي) tadiye etkisi ile gelir. Bâb değişimiyle “kurtulmak” anlamı “kurtarmak” anlamına değişir. Tef’îl bâbına geçince (نَجَّى – يُنَجِّي) tadiyenin yanında teksir ve mübalağa etkisi vardır. Kurtarmada bir çokluk vardır. Tef’îl bâbında çokluk ya fiilde olur ya fâilde olur ya da mef’ûlde olur. Yani ya kurtarma fiili çok sayıda işlenecektir ya kurtarmaya gelenler çok sayıdadır ya da kurtarılacaklar çok sayıdadır.
فَأَنْجَيْنَاهُ وَأَهْلَهُ إِلَّا امْرَأَتَهُ
Onu ve karısı dışında ehlini kurtardık. (Neml 57)
Bu ayette if’âl bâbı ile gelmiştir. Bazı ayetlerde tef’îl bâbı bazı ayetlerde if’âl bâbı gelmesi önemlidir. İf’âl bâbı fiilin bir kerede olduğunu gösterdiğinden kurtarma eylemi bir kerede olmuştur. Buna göre لَنُنَجِّيَنَّ fiilindeki çokluk fiilde değildir. Kurtaranların da çok sayıda olup olmamasının bir önemi yoktur. Buna göre kurtarılanlar çok sayıdadır.
هُ: “O” demektir. Lût’a racidir.
وَ: “Ve” demektir. Atıf harfidir.
أَهْلَ: “Ehil” demektir. ءهل kökünden gelmiştir. İkinci bâbdan mastar olarak birisini sorumluluğu ve himayesi altına almak, uyruğu haline getirmek manasındadır. Bu mastar manasından kendisinden sorumlu olunan, himaye altına alınan topluluk manasında أَهْل “ehil” anlamında camid isimden ism-i cemdir (topluluk ismidir).
هُ: “O” demektir. Mecrur muttasıl zamirdir. Lût’a racidir.
أَهْلَهُ: “Onun ehli” demektir. Lût’un ehlidir. Tef’îl bâbı ile bu ehlin çok sayıda olduğunu anlıyoruz. Buna göre Lût’un ehli demek yalnızca Lût’un ailesi demek değildir. Lût’un sorumluluğundaki kimselerdir. Ailesi de sorumluluğunda olduğu için ehlidir. Ailesi dışında onun çevresinde bir araya gelmiş ve onun uyarılarını anlamış ve kavim içindeki ahlaksızlığı kabul etmeyen bir gruptur. Dünya görüşü olarak Lût’un çevresinde toplanmış onun sorumluluğu altındaki kimselerdir.
هُ وَأَهْلَهُ: “O ve onun ehli” demektir.
إِلَّا: İstisna edatıdır. Kendisinden sonrakini öncesinden istisna eder.
امْرَأَةَ: “Kadın kişi” demektir. مَرْءٌ “kişi” demektir. مرء kökünden gelmiştir. Beşinci bâbdan مُرُوءَةٌ mastarı olgunlaşıp kişilik kazanmak manasındadır. Bu mastar manasından olgunlaşıp kişilik kazanan manasında مَرْءٌ “kişi” anlamında, ism-i fâil manasında camid isimdir. Hem eril hem de dişil olarak kullanılır. Aynı bâbdan farklı mastarda, mastarı مَرَاءَةٌ olarak yiyecekler için kullanılır. Beşinci bâbdan bu mastardan “yutması ve sindirilmesi kolay olmak, lezzetli olmak” manasındadır.
Bu kelime kıyas dışıdır. Eril ve dişil için ortak kullanılırken buna ilaveten erkek kişi ve kadın kişi için ayrı formu vardır.
Erkek kişi için başına hemze-i vasl getirilir. Kıyas dışı olarak i’râbını belirleyen hareke son harf olan hemze ve sondan bir önceki harf olan ر de aynıdır. Merfuda her ikisi de zammedir امْرُؤٌ şeklindedir, mensubda her ikisi de fethadır امْرَأً şeklindedir, mecrurda her ikisi de kesredir امْرِئٍ şeklindedir.
Kadın kişi için başına hemze-i vasl, sonuna kapalı te getirilir. İ’râbı kıyasa uygundur. Merfusu امْرَأَةٌ şeklindedir. Mensubu امْرَأَةً şeklindedir. Mecruru امْرَأَةٍ şeklindedir. İkili امْرَأَتَانِ (merfu) ve امْرَأَتَيْنِ (mensub) şeklindedir.
امْرَأَةٌ (kadın kişi) kelimesi erkek bir varlığa izafe edildiğinde o erkeğin karısı anlamına gelir. Ancak امْرُؤٌ (erkek kişi) kelimesi bir kadına izafe edilmez. İzafe edilerek kocası anlamı oluşturulmaz. بَعْل “koca” demektir. Çoğulu بُعُولَة dir.
Onun karısı | Onun kocası |
امْرَأَتَهُ | بَعْلَهَا |
هُ: “O” demektir. Mecrur muttasıl zamirdir. Lût’a racidir.
امْرَأَتَهُ: “Onun karısı” demektir. Lût’un karısıdır.
Lût’un ehlinden istisna edilmiştir. Lût’un ehline dahil midir ki istisna edilmiştir?
Müstesna minh ile müstesnanın aynı cinsten olup olmamasına göre istisna ikiye ayrılır:
- Muttasıl istisna (الاستثناء المتصل): Müstesna ile müstesna minh aynı cinsten ise veya müstesna müstesna minhin bir cüzü ise muttasıl istisna denir.
- Munkatı istisna (الاستثناء المنقطع): Müstesna ile müstesna minh farklı cinslerden ise veya müstesna müstesna minhin bir cüzü değilse buna munkatı istisna denir.
تَوَلَّيْتُمْ إِلَّا قَلِيلًا مِنْكُمْ
Sizden azı dışında döndünüz. (Bakara 83)
Müstesna minh olan “siz” ile müstesna olan “sizden azı” aynı cinstendir. Buradaki istisna muttasıl istisnadır.
وَإِذْ قُلْنَا لِلْمَلَائِكَةِ اسْجُدُوا لِآدَمَ فَسَجَدُوا إِلَّا إِبْلِيسَ
Meleklere Adem’e secde edin dedik. İblis dışında secde ettiler. (Bakara 34)
Başka ayetlerde İblis’in cin olduğu bilgisi vardır. Bu nedenle müstesna minh olan melekler ile müstesna olan İblis aynı cinsten değildir. Buradaki istisna munkatı istisnadır.
لَا يَعْلَمُونَ الْكِتَابَ إِلَّا أَمَانِيَّ
Kuruntular dışında kitabı bilmezler (Bakara 78)
Müstesna minh olan kitap ile müstesna olan kuruntular aynı cinsten değildir. Buradaki istisna munkatı istisnadır.
Lût’un iki tür ehli vardır. Birisinde, ehli ailesi olarak onun sorumluluğunda olanlardır. Diğerinde ise ailesi olmadıkları halde onunla aynı görüşte olan, ahlaksızlıktan hoşlanmayan ama önlemek için gücü yetmeyen kimseler olarak onun sorumluluğu altına girmiş kimselerdir.
Eğer istisna muttasıl ise karısı Lût’un ailesi olarak ehlindendir. Ama kurtarılmayacaktır. Çünkü zahirde Lût’un ehlindendir, onun ailesindendir ama Lût’un görüşüne katılmamaktadır. Eğer istisna munkatı ise karısı Lût’un ailesi olmayan ehlinden değildir. Günümüzdeki alnı secdedeki bazı insanlar gibi eşcinsellere saygı duyulması gerektiğini düşünmektedir. Belki de Lût’un yanında bulunmakla ama açıkça Lût’a karşı çıkmakta, kavimdekilerle beraber ahlaksız müesseselere destek olmaktadır.
كَانَتْ: Nakıs fiillerdendir. Burada mazi fiil olarak gelmiştir. Bu fiilin mastarının asıl anlamı “olmak” iken nakıs fiil olduğunda kendisinden sonra bir isim ve haber gelir. Asıl anlamıyla kullanıldığında tam fiil, bir isim ve haberden önce kullanıldığında nakıs (eksik) fiil denir. كَانَتْ üçüncü şahıs dişil tekil fiil olduğu için bu nakıs fiilin ismi zamirse cümlede söylenmez. Bunlara müstetir (gizli) zamir denir. Burada kânenin ismi “o” anlamındaki müstetir هِيَ dir. Lût’un karısına racidir.
مِنَ: “-den” demektir. Harf-i cerdir.
الْغَابِرِينَ: “Kalıntılar” demektir. Cem-i müzekker salim (kurallı erkek çoğul) ism-i fâildir. غبر kökünden gelmiştir. Birinci bâbdan غُبُورٌ mastarı hem yerinde kalmak hem de geçip gitmek manasındadır. İki zıt anlamda aynı fiilde vardır. Bu mastar manasından hem yerinde kalan hem de ayrılıp giden, yayılan manasında غَبَرَةٌ ıstılahi olarak bu iki özelliği de taşıyabilen “toz” anlamında isimdir. غَابِر “geriye kalan, kalıntı” anlamındadır. Ama normalde âkil varlıklar için kullanılmaz. Çünkü âkil varlıklar kalıntı olmazlar. Bu nedenle beklenen çoğulu cem-i mükesser (kırık çoğul) olan غُبَّر dur. Oysa burada salim çoğul kullanılmıştır. Buradan anlıyoruz ki buradaki insanlar kalıntı haline geleceklerdir. Tozlaşacaklardır. Önce toz halinde orada kalacaklar, sonra rüzgarlarla uçuşacaklardır.
كَانَتْ مِنَ الْغَابِرِينَ: “Kalıntılardandır” demektir. امْرَأَتَهُ (onun karısı) nun halidir. Mazi kâne ile gelmiştir. Oysa elçiler gelecek zamandan bahsetmektedirler. Gelecek zaman ile ilgili olarak mazi fiil gelmesi mazi fiildeki durumun gelecek zaman içinde gerçekleşeceğini gösterir.
امْرَأَتَهُ كَانَتْ مِنَ الْغَابِرِينَ: “Kalıntılardan olan karısı” demektir. الْغَابِرِينَ erkek çoğul kullanılmıştır. Erkek çoğullar kadınları da kapsadığından karısı da bu kalıntılara dahildir.
هُ وَأَهْلَهُ إِلَّا امْرَأَتَهُ كَانَتْ مِنَ الْغَابِرِينَ: “O ve kalıntılardan olan karısı dışında ehli” demektir.
لَنُنَجِّيَنَّهُ وَأَهْلَهُ إِلَّا امْرَأَتَهُ كَانَتْ مِنَ الْغَابِرِينَ: “Kesinlikle onu ve kalıntılardan olacak olan karısı dışında ehlini kurtaracağız” demektir.
قَالُوا نَحْنُ أَعْلَمُ بِمَنْ فِيهَا لَنُنَجِّيَنَّهُ وَأَهْلَهُ إِلَّا امْرَأَتَهُ كَانَتْ مِنَ الْغَابِرِينَ: “Onun içinde olanı biz daha iyi bileniz, kesinlikle onu ve kalıntılardan olacak olan karısı dışında ehlini kurtaracağız, dediler” demektir. Elçiler kasabada olan herkesi tek tek bilmekte, kimlerin Lût’un ehli olduğunu bilmekte ve kimleri kurtaracaklarını da çok çok iyi bilmektedirler. Burada en önemli olay Lût’un karısıdır. Bize ibret olması gereken de budur. Eşcinsellik bir pandemi gibi yayılmakta ama bir pandemi gibi 2-3 yıl içinde bitmemektedir. Giderek artmakta ve eşcinselliği tercih olarak görmemek gericilik olarak görülmektedir. İşte eşcinselliği bir tercih olarak görenlerin durumu Lût’un karısının durumudur. Bu duruma çok dikkat edilmesi gerekir. Allah’ın haramlarını kanıksamak, helallerini ise uygulanamaz olarak görenlerin durumu da buna benzerdir. Bunu yapanları Allah korumayacaktır. Helak olanlarla beraber helak olacaklardır. Daha da kötüsü kıyamet yevmindeki durumlarıdır.
Yalova, Teşvikiye
26 Mart 2022
M. Lütfi Hocaoğlu