ANKEBÛT SÛRESİ - 45. Hafta
أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
وَكَذَلِكَ أَنْزَلْنَا إِلَيْكَ الْكِتَابَ فَالَّذِينَ آتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يُؤْمِنُونَ بِهِ وَمِنْ هَؤُلَاءِ مَنْ يُؤْمِنُ بِهِ وَمَا يَجْحَدُ بِآيَاتِنَا إِلَّا الْكَافِرُونَ (47)
Böylece sana kitabı indirdik. Kitap verdiklerimiz ona iman ederler ve bunlardan ona iman eden vardır ve kâfirlerden başkası ayetlerimizi önemsizleştirmez. (47)
وَكَذَلِكَ أَنْزَلْنَا إِلَيْكَ الْكِتَابَ
Böylece sana kitabı indirdik.
وَ: İsti’nafiyye edatıdır.
كَ: “Gibi” demektir. Harf-i cerdir.
ذَلِكَ: “Sana söylüyorum, o” demektir. Uzak ism-i işarettir. Asıl ism-i işaret olan ذَا ve uzaklık lâmı olan لِ ve kâfu-l hitbe olan كَ den meydana gelmiştir. Muhatap كَ yani “sen”dir. İşaret edilen “o”dur. Burada uzak ism-i işaretle işaret edilen önceki ayetteki indirilmelerdir. Muhatap olan كَ (sen) ise Muhammed Peygamberdir. Normalde Kuran’da geçen “sen” ifadelerinde öncelikle Kuran’ı okuyan kendisini anlamalıdır. Kendisine gelmesine engel olan bir karine varsa başkanı anlamalıdır. Ona da gelmesine engel olan bir karine varsa Muhammed Peygamber anlaşılmalıdır. Bu da ancak sadece ona gittiğine dair bir karine varsa mümkündür. Kuran’da bunun örnekleri vardır. Burada niçin Muhammed Peygambere gittiğini düşünmekteyiz? Bu ayette geçen هَؤُلَاءِ (bunlar) ifadesi ve sonraki ayette geçen وَمَا كُنْتَ تَتْلُو مِنْ قَبْلِهِ مِنْ كِتَابٍ وَلَا تَخُطُّهُ بِيَمِينِكَ (Sen ondan önce ne bir kitaptan tilavet ediyordun ne de onu sağ elinle yazıyordun) ifadesidir.
كَذَلِكَ: “Onun gibi” demektir. “Böylece” manasındadır. Nâib-i mef’ûlü mutlaktır. Arapçada mef’ûlü mutlak vardır. Fiilin mastarı cümlenin içinde tekrar söylenir. Bunun değişik amaçları vardır. Te’kîd için gelir, fiilin işleniş şeklini belirtmek için gelir veya fiilin işleniş sayısını belirtmek için gelir. Bu şekilde كَذَلِكَ şeklinde geldiğinde fiilin işleniş biçimini bildirmek için gelir. Bu durumda fiilin mastarı öncesine ve sonrasına takdir edilir. İçinde geçtiği cümlenin fiili أَنْزَلْنَا olduğuna göre mastarı takdir edilir. إِنْزَالًا كَذَلِكَ الْإِنْزَالِ (o indirilme gibi bir indirilme) şeklindedir. Buradaki ذَلِكَ الْإِنْزَالِ hangi indirilmeyi işaret etmektedir? Bir önceki ayette geçen قُولُوا آمَنَّا بِالَّذِي أُنْزِلَ إِلَيْنَا وَأُنْزِلَ إِلَيْكُمْ (“Bize ve size indirilene iman ettik” deyin) cümlesindeki indirilmelere işaret etmektedir.
أَنْزَلْنَا: “İndirdik” demektir. Birinci şahıs çoğul mazi malum fiildir. Bir şeye etki edip onu hareketli kılıp yönlendirmek sonra birisi veya bir yerle birleştirmek manasındadır. Yüksek bir yerden daha alçak bir yere inme şeklinde fiziksel bir iniş olabileceği gibi soyut olarak yüksek bir kimseden daha düşük seviyedeki bir kimseye iniş de olabilir.
إِلَى: “-e” demektir. Harf-i cerdir.
كَ: “Sen” demektir. Mecrur muttasıl zamirdir. Muhammed Peygambere söylenmektedir.
إِلَيْكَ: “Sana” demektir.
الْكِتَابَ: “Kitap” demektir. كتب kökündendir. كَتْب mastarı özel semboller ve simgeler kullanarak bir kaydetme aracıyla bilgileri kayıt altına almak manasındadır. كِتَاب mastarı yazmak manasındaki فَعْل veznindeki كَتْب mastarının mübalağa vezni olarak فِعَال vezninden gelmiştir ve çok sayıda bilgiyi güvenli bir şekilde kayıt altına almak manasındadır. Bu mastar manasından كِتَاب kayıt altına alınan olarak “kitap” anlamında camid isimdir. Çoğulu كُتُب dür. Elimize aldığımız basılı kitap demek değildir. Onun adı Kuran’da سِفْر dir. O da bir kitaptır ama kitap çok geniş manalıdır. Bilgisayar programı da bir kitaptır, basılı kitap da bir kitaptır, DNA da bir kitaptır. Kodlarla kayıt altına alınmış bilgidir. Bu kod harflerden oluşabileceği gibi, sembollerden oluşabilir veya DNA’daki gibi bazlardan oluşabilir.
Başındaki harf-i tarifin üç anlamı vardır:
- Cins: Kitap cinsi demektir.
- Ahd:
- Ahd-i zikri: Daha önceden sözü geçmiş bir kitap demektir.
- Ahd-i zihni: Daha önceden sözü geçmediği halde muhatabın zihninde oluşan kitaptır.
- İstiğrak: Tüm kitaplar demektir.
كَذَلِكَ أَنْزَلْنَا إِلَيْكَ الْكِتَابَ: “Böylece sana kitabı indirdik” demektir. Buradaki “sen” Muhammed Peygamber olduğu için buradaki Kitap Kuran-ı Kerimdir. Harf-i tarif ahd içindir.
فَالَّذِينَ آتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يُؤْمِنُونَ بِهِ
Kitap verdiklerimiz ona iman ederler.
فَ: Atıf harfidir. كَذَلِكَ أَنْزَلْنَا إِلَيْكَ الْكِتَابَ cümlesine الَّذِينَ آتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يُؤْمِنُونَ بِهِ cümlesini atfetmektedir. “Bununla bağlantılı olarak” şeklinde tercüme edilebilir.
الَّذِينَ: “Kimseler” demektir. Eril çoğul has ism-i mevsuldür. Ardından sıla cümlesi gelir. Sıla cümlesinde bu ism-i mevsule dönen eril çoğul (هُمْ) aid zamiri olur.
آتَيْنَا: “Verdik” demektir. İf’âl bâbından mazi malum birinci çoğul şahıs fiildir. İkinci bâbdan أَتَى - يَأْتِي şeklinde birisine veya bir şeye gelmek, ona ulaşmak ve onun yakınında olup onunla muamele, etkileşim içinde olmak manasındadır. Müteaddi fiildir. İkinci bâb if’âl bâbına (آتَى – يُؤْتِي) ziyadetü-t tadiye etkisi ile gelir. “Verdi” anlamına gelir. “Gelen”, “getiren ve veren” haline gelir. Buradaki verme normal bir verme değildir. Gelip mef’ûlün bihle etkileşime giren, mef’ûlün bihle getirdiğini etkileşime sokar. جَاءَ fiilinde ise gelme vardır ama etkileşim yoktur. Bu nedenle جَاءَ fiili lafzen müteaddi olsa bile manen lazım olan bir fiildir.
هُمْ: “Onlar” demektir. Mensub muttasıl zamirdir. Aid zamiridir.
الْكِتَابَ: “Kitap” demektir. Burada da harf-i tarif vardır. Ahd bildirmez, çünkü kendilerine kitap verilenleri muşahhaslaştıramıyoruz. İstiğrak da bildirmez. Çünkü الَّذِينَ has ism-i mevsuldür. Umumi değildir. Cins bildirmektedir. Kitap cinsi demektir.
الَّذِينَ آتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ: “Kitap verdiklerimiz” demektir.
يُؤْمِنُونَ: “İman ederler” demektir. ءمن kökünden if’âl bâbından üçüncü şahıs eril çoğul muzari fiildir. “Güvenirler” demektir. İman günümüzde “inanmak” anlamında kullanılmaktadır. Bu anlam gayet yaygınlaşmıştır. Aslında gerçek anlamı olan “güven” ile yakın ilişkisi olduğu için bu anlam yerleşmiştir. Güven inanmayı da kapsar. İnanmadığına güvenemezsin.
بِ: “-e” demektir. Harf-i cerdir.
هِ: “O” demektir. Mecrur muttasıl zamirdir. Kitaba racidir. Hangi kitaba racidir? Kendilerine verilen kitaba mı racidir? Muhammed Peygambere indirilen kitaba mı racidir? İki durum da olabilir. Kuran’a iman etmektedirler manası da çıkar, kitap cinsine iman etmektedirler manası da çıkar. Kitap cinsine iman etmeleri yani güvenmeleri daha uygundur. Yani kendilerine verilen kitap cinsine güvenirler ve o kurallı hareket etmenin güven sağladığını bilirler. Yahudiler Tevrat’a, Hıristiyanlar İncil’e ve Tevrat’a iman ederler.
يُؤْمِنُونَ بِهِ: “Ona iman ederler” demektir.
الَّذِينَ آتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يُؤْمِنُونَ بِهِ: “Kitap verdiklerimiz ona iman ederler” demektir.
وَمِنْ هَؤُلَاءِ مَنْ يُؤْمِنُ بِهِ
Ve bunlardan ona iman eden vardır.
وَ: “Ve” demektir. Atıf harfidir. الَّذِينَ آتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يُؤْمِنُونَ بِهِ cümlesine مِنْ هَؤُلَاءِ مَنْ يُؤْمِنُ بِهِ cümlesini atfetmektedir.
مِنْ: “-den” demektir. Harf-i cerdir.
هَؤُلَاءِ: “Bunlar” demektir. Eril çoğul yakın ism-i işarettir. Hitap Muhammed Peygambere olduğu için هَؤُلَاءِ yani “bunlar” Peygamberin yakın çevresinde bulunan kimseleri ifade etmektedir.
مِنْ هَؤُلَاءِ: “Bunlardan” demektir.
مَنْ: “Kimse” demektir. Umumi ism-i mevsuldür. Arkasından sıla cümlesi gelir. Sıla cümlesi içinde eril tekil veya eril çoğul aid zamiri vardır.
يُؤْمِنُ: “İman eder” demektir. ءمن kökünden if’âl bâbından üçüncü şahıs eril tekil muzari fiildir. Fiilin fâili müstetir هُوَ dir ve aid zamiridir.
بِ: “-e” demektir. Harf-i cerdir.
هِ: “O” demektir. Mecrur muttasıl zamirdir. Kitaba racidir. Hangi kitaba racidir? Burada iki durumu da düşünebiliriz. İlk kitaba raci ise bunlardan yani Peygamberin çevresindeki Araplardan Kuran’a iman edenler vardır anlamı çıkar. İkinci kitaba raci ise Araplardan İncil’e ve Tevrat’a iman edenler vardır anlamı çıkar. Her iki durumda da kitap cinsine iman edenler anlamına gelmektedir.
يُؤْمِنُ بِهِ: “Ona iman eder” demektir. Umumi ism-i mevsulün sıla cümlesidir.
مَنْ يُؤْمِنُ بِهِ: “Ona iman eden” demektir.
مِنْ هَؤُلَاءِ مَنْ يُؤْمِنُ بِهِ: “Bunlardan ona iman eden vardır” demektir. Peygamberin yakın çevresindeki Arapların bir kısmının Tevrat ehli, bir kısmının İncil ehli, bir kısmının Kuran ehli olduğunu anlıyoruz.
وَمَا يَجْحَدُ بِآيَاتِنَا إِلَّا الْكَافِرُونَ
Ve kâfirlerden başkası ayetlerimizi önemsizleştirmez.
وَ: “Ve” demektir. Atıf harfidir. مِنْ هَؤُلَاءِ مَنْ يُؤْمِنُ بِهِ cümlesine مَا يَجْحَدُ بِآيَاتِنَا إِلَّا الْكَافِرُونَ cümlesini atfetmektedir.
مَا: “Değil” demektir. Olumsuzluk edatıdır.
يَجْحَدُ: “Önemsizleştirir” demektir. Üçüncü şahıs eril tekil muzari fiildir. جayak demektir. Suya giderken insanların ve hayvanların üzerinde gittikleri hattı ifade eder. د harfi ise kapı manasındadır ve kapının ileri ve geri hareketinden dolayı bu yolun iki yönlü kullanılmasını ifade eder. İkisi bir arada (جد) her şeyin içindeki çizgileri ve kenarını ifade eder. Hat çekmek, sınır çizmek, yol kesmek anlamındadır. ح sınırlı hareket demektir. جحد hat çizerek yeni (جَدِيد) bir parça ayırarak, eski parçayı (جَدّ) azaltmak manasındadır. Somut olarak bir şeyin olması gereken miktarını azaltmaya çabalamak anlamındadır. Soyut olarak doğruluğu kesin olan kavramların doğruluğunu azaltmaya çabalama, önemini azaltmaya çabalama, önemsizleştirme anlamına gelmektedir.
بِ: “-i” demektir. Harf-i cerdir. يَجْحَدُ fiili mef’ûlünü bu fiille alır. Bu fiilden sonra gelen önemsizleştirilendir.
آيَاتِ: “Ayetler” demektir. Tekili آيَة dir. Ayet “gösterge” demektir. ءيي kökünden gelmiştir. Dördüncü bâbdan mastar olarak bir kimse ya da bir şey hakkında onun bilinmesini sağlayacak bir işaret koymak manasındadır. Bu mastar manasından konulan işaret manasında آيَةٌ “gösterge” anlamında isimdir.
نَا: “Biz” demektir. Mecrur muttasıl zamirdir.
آيَاتِنَا: “Ayetlerimiz” demektir.
إِلَّا: İstisna edatıdır.
الْكَافِرُونَ: “Kâfirler, görmezden gelenler” demektir. الْكَافِرُونَ ile الَّذِينَ كَفَرُوا arasında fark vardır. الْكَافِرُونَ marife kurallı eril çoğuldur. Küfredenler yani görmezden gelenler marife yani tanınan kimselerdir. الَّذِينَ كَفَرُوا da ise küfredenler de marifedir, tanınmaktadırlar, küfretme şekilleri de belirlidir, tanınmaktadır. Görmezden gelmenin çeşitli yöntemleri vardır. Bunlardan hangisini kullandıkları bellidir. Tüm topluluk da aynı has ism-i mevsul içine alındığı için الَّذِينَ كَفَرُوا da görmezden gelmenin organize bir biçimde yapıldığı anlaşılmaktadır.
مَا يَجْحَدُ بِآيَاتِنَا إِلَّا الْكَافِرُونَ: “Kâfirlerden başkası ayetlerimizi önemsizleştirmez” demektir.
Burada istisna vardır. İstisnanın üç öğesi vardır:
- Müstesna minh (المستثنى منه): Kendisinden istisna edilen öğedir. Kendisinden bir kısım istisna edileceğinden ya çoğul olmalı ya da parçaları bulunan tekil olmalıdır (sayfaları olan kitap gibi) ya da genel anlamlı (kimse gibi) olmalıdır.
- Müstesna (المستثنى): İstisna edilen öğedir.
- İstisna edatı (أداة الاستثناء): Müstesnanın oluşumu için gerekli olan edattır.
Müstesna minhin zikredilip hazf edilmesine göre istisna ikiye ayrılır:
- Tam istisna (الاستثناء التامة): Cümlede müstesna minh varsa yani hazf edilmemişse tam istisna denir. Müstesna minh hazf edilip de sıfatı veya hâli zikredilse de tam istisnadır.
- Müferrağ istisna (الاستثناء المفرغ): Cümlede müstesna minh hazf edilmişse “boş” anlamında müferrağ istisna ya da nakıs istisna (الاستثناء الناقصة) denir.
İstisna müferrağ ise müstesna hazf edilen yani söylenmeyen müstesna minhin irabından gelir. Burada da müstesna olan الْكَافِرُونَ merfu gelmiştir (Mensub olsaydı الْكَافِرِينَ olurdu). Merfu geliş fâil olduğunu göstermekte ve fâilden istisna edildiği anlaşılmaktadır. Bu ayette müstesna minh zikredilmemiştir. Bu nedenle müferrağ istisna vardır. أَحَدٌ (kimse, birisi) kelimesini takdir ediyoruz. مَا يَجْحَدُ بِآيَاتِنَا أَحَدٌ إِلَّا الْكَافِرُونَ şeklinde bir takdirdir. أَحَدٌ إِلَّا الْكَافِرُونَ “kafirlerden başka kimse” demektir.
Bu durumda sadece kâfirler mi ayetleri önemsizleştirmektedir? Sadece iki ayet sonrasına baktığımızda bunun böyle olmadığını görmekteyiz.
مَا يَجْحَدُ بِآيَاتِنَا إِلَّا الظَّالِمُونَ
Ayetlerimizi zalimlerden başkası önemsizleştirmez. (Ankebut 49)
Bu nedenle Kuran’dan içtihat yapmak için gramer kurallarının ve meani ilminin iyi bilinmesi gerekmektedir.
İstisna edatları ile kasr yapılmaktadır. Kasr bir şeyi başka bir şeye özel bir yolla tahsis etmektir.
Kasrın öğeleri: Her kasrın olması gerekli olan iki öğesi vardır:
Maksur (الْمَقْصُورُ): Tahsis edilen öğedir.
Maksurun aleyh (الْمَقْصُورُ عَلَيْهِ): Kendisine tahsisin yapıldığı öğedir.
Kasr temelde إِلَّا, إِنَّمَا gibi istisna edatları ile yapılır. Gerçeklik açısından kasr iki şekilde olur:
- Hakiki kasr (الْقَصْرُ الْحَقِيقِي): Bu kasrda gerçekte maksur sadece maksurun aleyhe aittir. Başka kimseye ait olma durumu yoktur. Örneğin: “İlah yalnızca Allah’tır.” cümlesinde maksur ilah lafzı, maksurun aleyh Allah lafzıdır. İlahlık sıfatı gerçekte yalnızca Allah’a aittir ve böylece kasr hakiki olmuştur.
- İzafi kasr (الْقَصْرُ الإِضَافِي): Mecazi ya da gayri hakiki kasr da denir. Bu tür kasrda maksurun aleyhe kendi dışındaki varlıklara değil de sadece tek bir şeye nispetle herhangi bir vasfın tahsis edilmesi durumu vardır. Örneğin: “Hasan yalnızca doktordur.” cümlesinde maksur Hasan, maksurun aleyh doktorluktur. Hasan burada sadece doktorluğa tahsis edilmiş değildir. Başka özellikleri ve sıfatları vardır. Burada kastedilen başka şeylere nispetle doktorluğa tahsis edilmesidir.
İşte bu ayette maksurun aleyh olan “önemsizleştirme” maksur olan kâfirlere izafi kasr ile kasr edilmiştir. İki ayet sonrasında da zalimler için söylenilen kasr da bu şekilde izafi kasrdır.
Buradaki kasr “kitap verdiklerimiz ve bunlardan kitaba iman edenler”e nispetle yapılan kasrdır. Yani “kitap verilenler, bunlardan kitaba iman edenler ve kafirler” içinden yalnızca kâfirler ayetlerimizi önemsizleştirmektedirler. Bu kasr ile kitap verilenlerin ve bunlardan kitaba iman edenlerin ayetleri önemsizleştirmediğini anlamaktayız.
Peki, önemsizleştirmek ne demektir? Allah’ın ayetlerini görmektedirler ama önem vermemekte daha da kötüsü önemsiz hale getirmektedirler. Günümüzde bunu vesenlerde görmekteyiz. Çoğunluğu ele geçirmek için Allah’ın ayetlerini önemsizleştirmek gerekmektedir. Eğer Allah’ın ayetlerini ön plana getirirseniz çoğunluğu kendinize çekemezsiniz.
وَإِنْ تُطِعْ أَكْثَرَ مَنْ فِي الْأَرْضِ يُضِلُّوكَ عَنْ سَبِيلِ اللَّهِ إِنْ يَتَّبِعُونَ إِلَّا الظَّنَّ وَإِنْ هُمْ إِلَّا يَخْرُصُونَ
Eğer yerdeki insanların çoğunluğuna uyarsan seni Allah’ın yolunda saptırırlar. Onlar yalnızca zanna uyarlar. Onlar yalnızca kafadan atarlar. (Enam 116)
Çoğunluk sistemi ve bu sistem içinde iktidar olmaya çalışmak Allah’ın ayetlerini önemsizleştirmeyi gerektirir. Allah’ın ayetlerini ön plana aldığınız anda topluluğun hoşuna gitmeyen şeyleri söylemeniz gerekir. Aslında söyledikleriniz topluluğun lehinedir ancak topluluk geçmişten beri gelen alışkanlıklarından vazgeçmek istemez. Geleneklerden, kültürel etkiden, alıştıkları sistemden kopamaz. Ancak onlara doğrusunu söylemek gerekir. Allah’ın ayetlerini önemsizleştirmek çok tehlikelidir. Gelenekleri, kültürel etkileri, geçmişten gelen sistemi önemli kılıp Allah’ın ayetlerini ikinci plana attığınızda bu ayetin muhatabı olmuş olursunuz. “Ayet böyle diyor ama günümüzde…” şeklinde başlayan bütün cümleler Allah’ın ayetlerini önemsizleştirmektir. “Hele bir iktidarı ele geçirelim sonra gerekeni yaparız” demek de Allah’ın ayetlerini önemsizleştirmektir. İlk andan itibaren şartlar ne olursa olsun programlarını açıklamaları, programlarının, projelerinin Allah’ın ayetlerine dayandığını söylemeleri ve göstermeleri gerekir.
Burada olumsuzluk edatı مَا olup fiil de muzaridir (يَجْحَدُ). Bu durum şimdiki zamanın olumsuzluğudur. Ayetin bu cümlesi şimdiki zamanı anlatmaktadır. Muhammed Peygamber ve çevresindekiler okuduğu zaman onların zamanını, biz okuduğumuz zaman bizim zamanımızı ilgilendirir.
Burada dikkat edilmesi gereken diğer bir nokta da cuhud yapanların (önemsizleştirenlerin) kâfirler şeklinde kurallı eril çoğul gelmesidir. Cuhud yapanlar Kuran’da toplam 12 ayette geçmektedir. Yukarıda zalimler için cuhud geçmişti.
الَّذِينَ اتَّخَذُوا دِينَهُمْ لَهْوًا وَلَعِبًا وَغَرَّتْهُمُ الْحَيَاةُ الدُّنْيَا فَالْيَوْمَ نَنْسَاهُمْ كَمَا نَسُوا لِقَاءَ يَوْمِهِمْ هَذَا وَمَا كَانُوا بِآيَاتِنَا يَجْحَدُونَ
Dinlerini eğlence ve oyun edinen ve dünya hayatının onları aldattığı kimseler, o gün biz onları onların bu günüyle karşılaşmayı unutmaları ve ayetlerimizi önemsizleştiriyor olmaları gibi unutacağız. (Araf 51)
Önemsizleştirme bu ayette unutmaya benzetilmiştir. Önemsizleştirme aslında unutmama ama unutmuş gibi olmadır. Allah’ın ayetlerini bilmektedirler. Dinlerini yani düzenlerini de oyun ve eğlenceye çevirmişlerdir. Bu ayette dinleri denmektedir. Allah’ın dini denmemektedir. Bu topluluk öyle bir düzen kurmuştur ki oyun ve eğlence haline gelmiştir ve dünya hayatını bitmiyor zannetmektedirler. Bugün bakın düzene, iktidar olma oyunu oynanmaktadır. İktidar olmak için adeta oyunlar oynanmakta düzen bir nevi oyun ve eğlence haline gelmektedir.
فَأَمَّا عَادٌ فَاسْتَكْبَرُوا فِي الْأَرْضِ بِغَيْرِ الْحَقِّ وَقَالُوا مَنْ أَشَدُّ مِنَّا قُوَّةً أَوَلَمْ يَرَوْا أَنَّ اللَّهَ الَّذِي خَلَقَهُمْ هُوَ أَشَدُّ مِنْهُمْ قُوَّةً وَكَانُوا بِآيَاتِنَا يَجْحَدُونَ
Âd’a gelince, yerde haksız yere kibirlendiler ve “kim bizden daha kuvvetlidir?” dediler. Onları yaratan Allah’ın onlardan daha kuvvetli olduğunu görmediler mi? Onlar ayetlerimizi önemsizleştiriyorlardı. (Fussilet 15)
Kuvvetlenen toplulukların bu hastalığı vardır. Kerameti kendilerinde zannederler. Allah’ın ayetlerini önemsiz hale getirirler. Günümüz batı dünyasının hali budur. Onlar için Allah’ın ayetleri son derece önemsizdir. Bütün kanunlarını Şeytan’ın istediği şekilde çıkarmaktadırlar. Lût kavmini bile geçmişlerdir. Âd kavmi Akad imparatorluğudur. Dünyanın ilk imparatorluğudur. Artık o kadar güçlenmişlerdir ki Allah’ın ayetlerini önemsizleştirmişler, Hûd Peygamberin uyardığı azapla dalga geçmişlerdir. Sonunda tüm Mezopotamya’yı kaplayan, çağının en şaşalı, İrem gibi müthiş bir şehrin sahibi, güçlü, yenilmez Akadlar üstlerine gönderilen bulutu görünce yağmur sanıp sevinmişlerdir. Üzerlerine toz yağmış, yıldırım fırtınaları ile tüm imparatorluk yerle bir olmuştur. 300 yıl o bölgede kuraklık nedeniyle kimse yaşayamamıştır. Günümüz Batı dünyası Âd kavmi gibidir, Lût kavmi gibidir. Tıpkı o kavimler gibi kibirlenmektedirler. Eğer düzelmezlerse ki pek görünmüyor, sonları da çok kötü olacaktır. Allah’ın ayetlerini önemsizleştirmek çok tehlikelidir.
فَلَمَّا جَاءَتْهُمْ آيَاتُنَا مُبْصِرَةً قَالُوا هَذَا سِحْرٌ مُبِينٌ وَجَحَدُوا بِهَا وَاسْتَيْقَنَتْهَا أَنْفُسُهُمْ ظُلْمًا وَعُلُوًّا
Gösteren ayetlerimiz onlara gelince “bu açık bir sihirdir” dediler ve onlara kendileri kesin inandıkları halde zulüm ve üstünlükle onları önemsizleştirdiler. (Neml 13-14)
Firavun ve kavmine dokuz ayet gelmiştir. Bu ayetlere kani oldukları halde önemsizleştirmişlerdir. Günümüzde de durum budur. Ayetleri söylersiniz, bu ayetlere göre amel et dersiniz ama kimse ayetlere önem vermez. Onlar geleneklere, kültüre, bulundukları topluluğun genel kabullerine bakarlar. Herkes çoğunluk sistemine alışmış ve kabul etmiştir. Ancak Kuran bunun yanlış olduğunu ayetlerle göstermektedir. Alışkanlıklar ve genel kabul nedeniyle insanlar başarının çoğunluk sistemiyle iktidarı ele geçirmekle olacağını düşünüp ayetleri önemsiz kılmaktadırlar. Yapılması gereken “ama şartlar böyle” demek değil, sadece ve sadece hakkı tebliğ etmektir. Bozuk düzenlerin yönetimine talip olmak sonu iyi olmayacak bir maceradan öte değildir. Cihad ve cuhudun kökü arasında sadece bir harf farklıdır. Cihad’ın kökü جهد iken cuhudun kökü جحد dir. Sonunda cihad yapacağım derken cuhud yapmış olursunuz. Mücahid (مُجَاهِد) olacağım derken cahıd (جَاحِد) olursunuz.
Yalova, Teşvikiye
23 Temmuz 2022
M. Lütfi Hocaoğlu