ANKEBÛT SÛRESİ - 11. Hafta
أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
وَقَالَ الَّذِينَ كَفَرُوا لِلَّذِينَ آمَنُوا اتَّبِعُوا سَبِيلَنَا وَلْنَحْمِلْ خَطَايَاكُمْ وَمَا هُمْ بِحَامِلِينَ مِنْ خَطَايَاهُمْ مِنْ شَيْءٍ إِنَّهُمْ لَكَاذِبُونَ (12)
Görmezden gelenler güvenliği sağlayanlara onlar onların kasıtlı yapılan yanlış işlerinden hiçbir şeyi yüklenenler olmadıkları, kesinlikle onlar yalan söyleyenler oldukları halde “bizim yolumuza kendiliğinizden uyun ve sizin kasti yanlış işlerinizi yüklenelim” dediler. (12)
وَ: Vâv-u isti’nâfiyedir. (الْوَاوُ الاِسْتِئْنَافِيَّةُ) Öncesinde fiil cümlesi vardır, sonrasında ise yine fiil cümlesi vardır. İkisi de haber cümlesidir. Öncesinde Allah’ın iman edenleri ve münafıkları bileceği söylenmekte, sonrasında küfredenlerin iman edenlere sözü söylenmektedir. İlk anda doğrudan anlaşılmayan bir anlamsal ilişki vardır. İman edenler ve münafıklardan sonra küfredenlerle iman edenler arasındaki duruma geçiş yapılmaktadır. Bu nedenle buradaki vâv isti’nâfiyedir.
Fiil cümlesi |
Fâil Hâl | Fâil Hâl | Mefûlun bih | Mefûlün bih gayri sarih | Fâil | Fiil |
إِنَّهُمْ لَكَاذِبُونَ | وَمَا هُمْ بِحَامِلِينَ مِنْ خَطَايَاهُمْ مِنْ شَيْءٍ | اتَّبِعُوا سَبِيلَنَا وَلْنَحْمِلْ خَطَايَاكُمْ | لِلَّذِينَ آمَنُوا | الَّذِينَ كَفَرُوا | قَالَ |
Kesinlikle onlar yalan söyleyenler oldukları halde | Onlar onların kasıtlı yapılan yanlış işlerinden hiçbir şeyi yüklenenler olmadıkları halde | Bizim yolumuza kendiliğinizden uyun ve sizin kasti yanlış işlerinizi yüklenelim | Güvenliği sağlayanlara | Görmezden gelenler | Dedi |
Görmezden gelenler güvenliği sağlayanlara onlar onların kasıtlı yapılan yanlış işlerinden hiçbir şeyi yüklenenler olmadıkları, kesinlikle onlar yalan söyleyenler oldukları halde “bizim yolumuza kendiliğinizden uyun ve sizin kasti yanlış işlerinizi yüklenelim” dediler. |
قَالَ الَّذِينَ كَفَرُوا لِلَّذِينَ آمَنُوا
Görmezden gelenler güvenliği sağlayanlara … dediler
قَالَ: “Söyledi” demektir.
الَّذِينَ: Has ism-i mevsuldür. Üçüncü şahıs erkek çoğuldur. Sıla cümlesindeki aid zamiri de bununla uyumlu olarak هُمْ veya و olur.
كَفَرُوا: “Görmezden geldiler” demektir. Has ism-i mevsulün sıla cümlesidir. Fâil olan و (كَفَرُوا) aid zamiridir.
الَّذِينَ كَفَرُوا: “Görmezden gelenler” demektir. الْكَافِرُونَ ile الَّذِينَ كَفَرُوا arasında fark vardır. Genelde eş anlamlı olarak değerlendirilmektedirler. الْكَافِرُونَ marife kurallı eril çoğuldur. Küfredenler yani görmezden gelenler marife yani tanınan kimselerdir. الَّذِينَ كَفَرُوا da ise küfredenler de marifedir, tanınmaktadırlar, küfretme şekilleri de belirlidir, tanınmaktadır. Görmezden gelmenin çeşitli yöntemleri vardır. Bunlardan hangisini kullandıkları bellidir. Tüm topluluk da aynı has ism-i mevsul içine alındığı için görmezden gelmenin organize bir biçimde yapıldığı anlaşılmaktadır.
لِ: Harf-i cerdir. قَالَ fiilinin mef’ûlü yani kendisine söylenilen kimse bu harf-i cerin mecruru olarak arkasından gelir.
الَّذِينَ: Eril çoğul has ism-i mevsuldür.
آمَنُوا: “İman ettiler” demektir. ءمن kökünden if’âl bâbından harf-i cersiz geldiği için güvenliği sağlamak anlamındadır. الَّذِينَ ismi mevsûlünün sıla cümlesidir. Aid zamiri de eril çoğul merfu muttasıl zamir olan cem vâvıdır (آمَنُوا).
الَّذِينَ آمَنُوا: “İman edenler” yani “güvenliği sağlayanlar” demektir. Güvenliği sağlayanlar da tanınmakta, güvenliği sağlama yöntemleri de tanınmaktadır. Organize olmuş bir topluluktur.
لِلَّذِينَ آمَنُوا: “İman edenlere” demektir. İman edenler küfredenlerin sözü söyledikleri kimselerdir.
اتَّبِعُوا سَبِيلَنَا
Bizim yolumuza kendiliğinizden uyun.
اتَّبِعُوا: “Kendiliğinizden uyun” demektir. İkinci şahıs eril çoğul emir fiildir. İftiâl bâbından gelmiştir. Dördüncü babdan تَبِعَ - يَتْبَعُ şeklinde birine, bir şeye veya bir işe tabi olmak, ona uyarak onu izlemek manasındadır. Dördüncü bâb iftiâl bâbına gelinceاتَّبَعَ -يَتَّبِعُ şeklinde birine, bir şeye veya bir işe kendi isteğiyle, kendi çabasıyla tabi olmak, ona uyarak onu izlemek anlamındadır. Sülasi fiil olarak geldiğinden uymanın her şeklini manası içine almaktadır. Kendi çabasıyla uymak veya kanunların, yasakların zoruyla uymak تَبِعَ - يَتْبَعُ nun kapsamı içindedir. İftiâl bâbına gelince ise اتَّبَعَ - يَتَّبِعُ nun kapsamı sadece kendi isteği, kendi çabasıyla uymaktır. Avrupa Birliği müktesebatına uymak tabi olmak değil ittiba etmektir. Yani kendi çabasıyla, kendi isteğiyle uymaktır. Bu uyum yasaları çıktığında siz vatandaş olarak bu yasalardan hoşlanmadığınız halde uyduğunuzda tabi olmuş olursunuz, ittiba etmiş olmazsınız.
سَبِيلَ: “Yol” demektir. Bir kimseyi ya da kendisini başka bir kimseye veya bir mekâna veya bir işe, bir hedefe, bir amaca ulaştırmak manasındaki fiilden gelmiştir. Bir amaca ulaşmak için gidilen yöntemleri ifade eder. Fiziksel olarak yolu da ifade eder. Avrupa Birliği uyum yasaları bir sebildir. AB’ye girme hedefine ulaşmak için izlenen yoldur.
نَا: “Biz” demektir. Mecrur muttasıl zamirdir.
سَبِيلَنَا: “Bizim yolumuz” demektir. Bizim yöntemlerimiz, bize göre olan kanunlar, kurallarımız, örflerimiz, geleneklerimiz demektir.
اتَّبِعُوا سَبِيلَنَا: “Bizim yolumuza kendiliğinizden uyun” demektir. Bizim kanunlarımızı uygulayın, bizim örflerimizi, geleneklerimizi örfleriniz haline getirin demektir. Kısacası bizim gibi yaşayın demektir. Hem de bunu kendi çabanızla yapın, kendiniz isteyerek yapın. Kanunlar çıkarın, kültürünüzü değiştirin, yaşamınızı değiştirin, hayatınızdan Allah’ı çıkarın, O’nu görmezden gelin, Batılılar gibi olun demektir. Batılılar nasıl Allah’ın emirlerini kilise içine hapsettiyse siz de camiler içine hapsedin. Allah’ın emirlerinin yaşamı değiştirmeyecek kısımları sadece orada uygulansın, hayatın dışına atılsın. Yani siz de Allah’ı görmezden gelin, bize uyun demektedirler.
وَلْنَحْمِلْ خَطَايَاكُمْ
Ve sizin kasti yanlış işlerinizi yüklenelim.
وَ: “Ve” demektir. Atıf harfidir. Bu cümle ile önceki cümleyi birbirine bağlamaktadır. İkisi de emir cümlesidir.
لِنَحْمِلْ: “Yüklenelim” demektir. Çok nadir kullanılan birinci şahıs emir sıygasıdır. Yani kendi kendine emir verme, kendini zorunlu kılmadır (iltizam). Aslında لِنَحْمِلْ iken başına gelen وَ nedeniyle وَلْنَحْمِلْ şekline dönüşmüştür. Sebebi sadece okuma kolaylığıdır. Soyut veya somut yüklenmeyi ifade eder. Türkçeye geçmiş olan hamal kelimesi bu kökten gelmektedir.
خَطَايَا: “Kasıtlı yapılan yanlış işler” demektir. Çoğuldur. Tekili خَطِيئَة dir. خطء kökünden gelmiştir. Dördüncü babdan خِطْءٌ mastarı irade edilen sonuca, hedefe kasti olarak ulaşmamak demektir. صوب kökünün zıttıdır. Çoğulu خَطِيئَاتٌ ve خَطَايَا dır.
خَطَايَا nın aslı فَعَائِلُ kalıbından خَطَائِئُ dur.
İkinci hemze ya harfine dönüşmüştür.
Sonra dilde ağrılıktan dolayı hemzenin harekesi fethaya, ya harfi de elife dönüşmüştür.
Sonra da ilk hemze ya harfine dönüşmüştür.
خِطْءٌ “kasıtlı olarak yanlış yapmak” iken خَطَأٌ “kasıtsız olarak yanlış yapmak” demektir. İrade edilen sonuca, hedefe sehven veya bilgisizlik veya yetersizlik sebebiyle ulaşamamak manasındaki إِخْطَاءٌ mastarının ismidir. İf’âl bâbında (أَخْطَأَ – يُخْطِئُ) sayruret etkisi ile gelir. Hata sahibi olmak demektir. Sülasi geçişinde (خَطِئَ – يَخْطَأُ) anlam irade edilen sonuca, hedefe kasti olarak ulaşmamak manasındadır. İf’âl bâbında hedefe ulaşmak istenirken ulaşılamamıştır, kasıt yoktur. Sülasi bâbda ise hedefe ulaşmak istenmemekte, kasti olarak yanlış yapılmaktadır.
خِطْءٌ Kasıtlı olarak yanlış yapmak (Sülasi 4. bâb) | خَطَأٌ Kasıtsız olarak yanlış yapmak (İf’âl bâbı) |
وَلَا تَقْتُلُوا أَوْلَادَكُمْ خَشْيَةَ إِمْلَاقٍ نَحْنُ نَرْزُقُهُمْ وَإِيَّاكُمْ إِنَّ قَتْلَهُمْ كَانَ خِطْئًا كَبِيرًا Veletlerinizi geçim sıkıntısı haşyetiyle öldürmeyin. Onları ve sizi biz rızıklandırırız. Kesinlikle onları öldürmeniz büyük bir kasti yanlıştır. (İsra 31) | وَمَا كَانَ لِمُؤْمِنٍ أَنْ يَقْتُلَ مُؤْمِنًا إِلَّا خَطَأً Bir mümin için bir mümini yalnızca hatayla öldürmek olur. (Nisa 92) |
إِنَّا آمَنَّا بِرَبِّنَا لِيَغْفِرَ لَنَا خَطَايَانَا وَمَا أَكْرَهْتَنَا عَلَيْهِ مِنَ السِّحْرِ Kesinlikle biz kasti yanlış işlerimizi ve sihirden bizi zorladığını bağışlaması için rabbimize iman ettik. (Taha 73) | رَبَّنَا لَا تُؤَاخِذْنَا إِنْ نَسِينَا أَوْ أَخْطَأْنَا Rabbimiz, eğer unutursak veya hata edersek bizi sorumlu tutma. (Bakara 286) |
مِمَّا خَطِيئَاتِهِمْ أُغْرِقُوا فَأُدْخِلُوا نَارًا Kasti yanlış işler yapmaları sebebiyle boğuldular, ateşe girdirildiler. (Nuh 25) | لَيْسَ عَلَيْكُمْ جُنَاحٌ فِيمَا أَخْطَأْتُمْ بِهِ وَلَكِنْ مَا تَعَمَّدَتْ قُلُوبُكُمْ Hata etmelerinizde size bir cünah yoktur ancak kalplerinizin kasıtlı yaptığında (vardır). (Ahzab 5) |
مَنْ كَسَبَ سَيِّئَةً وَأَحَاطَتْ بِهِ خَطِيئَتُهُ فَأُولَئِكَ أَصْحَابُ النَّارِ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ Kim kötü (ameli) kazanır ve kasti yanlış işi onu kuşatırsa onlar ateş ashabıdırlar, onlar orada kalıcılardır. (Bakara 81) | |
قَالُوا يَاأَبَانَا اسْتَغْفِرْ لَنَا ذُنُوبَنَا إِنَّا كُنَّا خَاطِئِينَ “Ey babamız bizim suçlarımız için bağışlanma iste, kesinlikle biz kasti yanlış iş yapanlarız” dediler. (Yusuf 97) | |
كُمْ: “Siz” demektir. Mecrur muttasıl zamirdir.
خَطَايَاكُمْ: “Sizin kasti yanlış işleriniz” demektir.
لِنَحْمِلْ خَطَايَاكُمْ: “Sizin kasti yanlış işlerinizi yüklenelim” demektir. Siz sizin doğrularınızdan uzaklaşın, kendi iman eden topluluğunuzun hedeflerinden uzaklaşın, bu uzaklaşmanın sorumluluğunu biz yüklenelim demektedirler.
وَمَا هُمْ بِحَامِلِينَ مِنْ خَطَايَاهُمْ مِنْ شَيْءٍ
Onlar onların kasıtlı yapılan yanlış işlerinden hiçbir şeyi yüklenenler olmadıkları halde
وَ: Hâl vâvıdır. Hâl, cümle içinde geçen bir öğenin cümlenin geçtiği zaman içinde olan durumunu ifade eden kelime veya cümledir. Durumu açıklanan öğeye sâhibu-l hâl denir. Hâl vâvı sâhibu-l hâl ile hâl cümlesini birbirine bağlayan öğedir.
مَا: “Değildir” demektir. Olumsuzluk için gelir. Bu harfe Leyseye benzeyen Mâ denir.
هُمْ: “Onlar” demektir. Merfu munfasıl zamirdir. Leyseye benzeyen Mâ’nın ismidir.
بِ: Harf-i cerdir. Leyseye benzeyen Mâ’nın haberinin başına geldiği zaman te’kîd için gelir. Anlamı değiştirmez, sadece kuvvetlendirir.
حَامِلِينَ: “Yüklenenler” demektir. Öncesindeki بِ harf-i ceri nedeniyle mecrurdur. Leyseye benzeyen Mâ’nın haberidir.
بِحَامِلِينَ: “Kesinlikle yüklenenler” demektir. بِ harf-i ceri nedeniyle te’kîdlidir.
مِنْ: “-den” demektir. Harf-i cerdir.
خَطَايَا: “Kasıtlı yapılan yanlış işler” demektir.
هُمْ: “Onlar” demektir. Mecrur muttasıl zamirdir. الَّذِينَ آمَنُوا ya (iman edenlere) racidir.
خَطَايَاهُمْ: “Onların kasıtlı yapılan yanlış işleri” demektir. İman edenlerin kasıtlı yaptıkları yanlış işlerini ifade etmektedir.
مِنْ خَطَايَاهُمْ: “Onların kasıtlı yapılan yanlış işlerinden” demektir.
مِنْ: Harf-i cerdir.
شَيْءٍ: “Şey” demektir. شيء kökünden gelmiştir. Üçüncü bâbdan mastar olarak bir durumu, bir varlığı, bir işi dilemek, istemek manasındadır. Bu mastar manasından istenilen, dilenen manasında شَيْءٌ “şey” anlamında isimdir. Çoğulu أَشْيَاءُ dur.
مِنْ شَيْءٍ: “Hiçbir şey” demektir. مِنْ harf-i ceri nefy (olumsuzluk), nehy (yasaklama) veya istifham (soru) cümlelerinde nekre bir kelimeden önce gelirse “zâid olarak geldi” denir ve cinsi te’kîd için gelir. Bu durumda “-den” anlamına gelmez, “hiçbir” anlamına gelir. Burada da cümle nefy (olumsuzluk) cümlesidir ve bu مِنْ den sonra nekre bir kelime olan شَيْءٍ gelmiştir. Bu nedenle “hiçbir” anlamındadır.
مِنْ خَطَايَاهُمْ مِنْ شَيْءٍ: “Onların kasıtlı yapılan yanlış işlerinden hiçbir şey” demektir.
حَامِلِينَ مِنْ خَطَايَاهُمْ مِنْ شَيْءٍ: “Onların kasıtlı yapılan yanlış işlerinden hiçbir şeyi yüklenenler” demektir.
مَا هُمْ بِحَامِلِينَ مِنْ خَطَايَاهُمْ مِنْ شَيْءٍ: “Onlar onların kasıtlı yapılan yanlış işlerinden hiçbir şeyi yüklenenler değildir” demektir.
وَمَا هُمْ بِحَامِلِينَ مِنْ خَطَايَاهُمْ مِنْ شَيْءٍ: “Onlar onların kasıtlı yapılan yanlış işlerinden hiçbir şeyi yüklenenler olmadıkları halde” demektir. Burada başa gelen وَ hâl vâvıdır. Bu cümleyi hâl cümlesi yapmış ve sâhibu-l hâli olan الَّذِينَ كَفَرُوا ya bağlamıştır. Bu halde olan الَّذِينَ كَفَرُوا dur.
Hâlin çeşitleri
Hâl sâhibu-l hâlin veya sâhibu-l hâlle ilgili başka bir varlığın durumunu açıklar. Buna göre hâl şu şekilde sınıflandırılabilir:
- Hâkikiyye (الْحَقِيقِيَّةُ): Doğrudan sâhibu-l hâlin durumunu açıklar.
- Mübeyyine (الْمُبَيِّنَةُ): Sâhibu-l hâlin cümlesinin zamanı içinde hâlin bildirdiği durum sâhibu-l hâlde bulunur. İkiye ayrılır:
- Müntekile (الْمُنْتَقِلَةُ): Aslolan hâlin müntekil olmasıdır. Yani sahibi için sabit bir şekle delalet etmez. Sabit şekle delalet eden sıfattır. Müntekil hâl sâhibu-l hâlin cümlesi ya da şibh-i fiilinin zamanı içindeki durumunu bildirir.
- Müekkide (الْمُئَكِّدَةُ): Hâlin bildirdiği durum aslında sâhibu-l hâlde geçici olan değil, sabit olan bir durumdur. Yani sahibi var oldukça hemen hemen ondan hiç ayrılmayan hâldir. Ancak sâhibu-l hâlin cümlesi ya da şibh-i fiilinin hükmü ile ilgili bir durumu ifade etmek için sanki sadece cümle ya da şibh-i fiilin zamanı ile ilgiliymiş gibi hâl olarak gelmiştir. Te’kîd içindir.
- Mukaddere (الْمُقَدَّرَةُ): Sâhibu-l hâlin cümlesinin zamanı içinde hâlin bildirdiği durum sâhibu-l hâlde bulunmaz.
- Sebebiyye (السَّبَبِيَّةُ): Sâhibu-l hâlin durumunu açıklamaz. Sâhibu-l hâlle ve cümlenin hükmüyle ilgili başka bir varlığın durumunu açıklar.
Hâl müfred olduğu gibi cümle de olur. مَا هُمْ بِحَامِلِينَ مِنْ خَطَايَاهُمْ مِنْ شَيْءٍ hâl cümlesidir. Sâhibu-l hâli de الَّذِينَ كَفَرُوا dur. İman edenlere bize uyun ve kasti yanlış işlerinizi yüklenelim dedikleri sıradaki hallerini ifade etmektedir. Bu şekliyle mübeyyine hâldir.
Cümleler anlamına göre ikiye ayrılır:
Haber cümlesi: Sözü söyleyenin bu konuda bilgi sahibi olduğunu ortaya koyan cümledir. Olumlu ve olumsuz fiil ve isim cümleleri haber cümleleridir.
İnşa cümlesi: İçeriği söylendikten sonra gerçekleşen cümledir. Emir, nehiy, soru, temenni, dua, taaccüp cümleleri inşa cümleleridir.
Hâl cümlesi haber cümlelerinden olur, inşa cümlelerinden olmaz.
Hâl Cümlesinin Sâhibu-l Hâle Bağlanması
- Rabıt zamiri: Hâl cümlesini sâhibu-l hâle bağlayan zamirdir.
- Vâv-ı hâliyye: Cümle olan hâli sâhibu-l hâle bağlayan vâv harfidir.
Hâl cümlesi sâhibu-l hâl’e şu şekillerden biri ile bağlanır
- Sadece vâv-ı hâliyye ile
- Sadece rabıt zamiriyle
- Hem vâv-ı hâliyye hem de rabıt zamiriyle
İsim cümlesi ve harf olan nasihlerle olan mensuh isim cümlelerinin sâhibu-l hâle bağlanması: İsim cümlesinin bağımsızlığı çok güçlüdür. Bu nedenle onu sâhibu-l hâle bağlayan rabıtanın da güçlü olması lazımdır. Bu nedenle vâv-ı hâliyye ve rabıt zamiri veya sadece vâv-ı hâliyye ile bağlanır. Bu durum hâl müekkide olmayan hâl ise geçerlidir. Eğer hâl müekkide ise müekkid ile müekkedin bağının zaten güçlü olması nedeniyle araya bir vâv girmez ve hâl olan isim cümlesi vâv-ı hâliyye olmadan gelir.
مَا هُمْ بِحَامِلِينَ مِنْ خَطَايَاهُمْ مِنْ شَيْءٍ isim cümlesidir ve bağımsızlığı çok güçlü olduğu için vâv-ı hâliyye ile gelen hâl cümlesidir. Aynı zamanda sâhibu-l hâli olan الَّذِينَ كَفَرُوا ya hâl cümlesini bağlayan هُمْ rabıt zamirine de sahiptir. Bu haliyle mübeyyine hâldir. Hâl vâvına ihtiyaç duyduğundan da mübeyyine hâllerden müntekile hâldir. Yani الَّذِينَ كَفَرُوا nun söyledikleri sıradaki hâlidir.
إِنَّهُمْ لَكَاذِبُونَ
Kesinlikle onlar yalan söyleyenlerdir.
إِنَّ: İnne ve benzerlerindendir. Te’kid yani pekiştirme harfidir. İsim cümlesinin anlamını te’kid eder.
هُمْ: “Onlar” demektir. الَّذِينَ كَفَرُوا ya racidir.
لَ: Muzahlaka lâmdır (اللام المزحلقة). İsim cümlelerinde mübtedadan önce te’kîd (pekiştirme) amacıyla fethalı bir lâm (لَ) getirilir. Buna ibtida lâmı (başlama lâmı) veya lâmu-l ibtidaiyye denir. İnne cümlelerinde isim cümlesindeki mübtedanın yerine geçen innenin ismi yerine innenin haberinin başına kaydırılır. Bu nedenle buna muzahlaka (kaydırılmış) lâm denir. Te’kîdlerin ardarda gelmemesi için bu şekilde yapılır.
كَاذِبُونَ: “Yalan söyleyenler” demektir. Bir şeyi onda olmayan bir şeyle vasıflandırmak veya isimlendirmek manasındadır. Hem kasti olan yalan söylemek hem de kasti olmayan yanlış söylemek anlamı vardır. Önceki olumsuzluk cümlesi nedeniyle yalan söyleyenler anlamında olduğu anlaşılmaktadır.
إِنَّهُمْ لَكَاذِبُونَ: “Kesinlikle onlar yalan söyleyenlerdir” demektir. “Onlar onların kasıtlı yapılan yanlış işlerinden hiçbir şeyi yüklenenler olmadıkları halde” ifadesiyle yanlış değil yalan söyledikleri belirlidir. إِنَّهُمْ لَكَاذِبُونَ cümlesi de hâl cümlesidir. Ancak bu cümle de isim cümlesidir ve bağımsızlığı çok güçlüdür. Bu nedenle sâhibu-l hâle bağlanması için hâl vâvına ihtiyaç vardır. Sadece müekkide hâl olması durumunda hâl vâvı olmadan da isim cümlesi hâl olabilir. Hâlin bildirdiği durum sâhibu-l hâlde geçici olan değil, sabit olan bir durumdur. Yani sahibi var oldukça hemen hemen ondan hiç ayrılmayan hâldir. Sanki söylenme zamanı ile ilgiliymiş gibi hâl olarak gelmiştir. Te’kîd içindir. Yani الَّذِينَ كَفَرُوا nun yalan söyleyenler olması onlarda sabit bir durumdur. Yalan söyleyenler olmaları onların vasfıdır. Sadece “hatalarınızı yüklenelim” dedikleri sırada yalan söylememekteler, zaten her zaman yalan söyleyenlerdir. Buna bağlı olarak hâl vâvı olmadan sadece rabıt zamiri olan هُمْ ile sâhibu-l hâle bağlanmıştır.
Bu cümlede üç adet te’kîd vardır. Müşedded inneden dolayı iki adet, muzahlaka lâmından dolayı bir adet olmak üzere üç te’kîd vardır. Muhatabın onların doğru söylediğine inanma ihtimalini yok etmek için gelmiştir.
وَقَالَ الَّذِينَ كَفَرُوا لِلَّذِينَ آمَنُوا اتَّبِعُوا سَبِيلَنَا وَلْنَحْمِلْ خَطَايَاكُمْ وَمَا هُمْ بِحَامِلِينَ مِنْ خَطَايَاهُمْ مِنْ شَيْءٍ إِنَّهُمْ لَكَاذِبُونَ
Görmezden gelenler güvenliği sağlayanlara onlar onların kasıtlı yapılan yanlış işlerinden hiçbir şeyi yüklenenler olmadıkları, kesinlikle onlar yalan söyleyenler oldukları halde “bizim yolumuza kendiliğinizden uyun ve sizin kasti yanlış işlerinizi yüklenelim” dediler.
Görmezden gelmede organize olmuş bir topluluk söylüyor. Bu topluluk neyi görmezden gelmiş? Allah’ı görmezden gelmiş. Allah’ın helallerini ve haramlarını görmezden gelmiş. Kendi başına görmezden gelmişlerse bırakalım kendi başına yaşasınlar. Ancak onlar duramıyorlar yerlerinde. Güvenlikte örgütlenenlere bir teklifte bulunuyorlar. Güvenlikte örgütlenme ne demektir? Güvenlikte örgütlenme demek o topluluktaki herkesin kendini güvende hissetmesidir. Açlık korkusu yoktur, barınma korkusu yoktur, hastalanınca kendisine bakılmayacağı korkusu yoktur. İşsiz kalırsa aç kalacağı korkusu yoktur. Kimse onu öldürmeye cesaret edemez. Can güvenliği vardır. Hırsızlık yoktur, mal güvenliği vardır. Malı çalınsa bile tazmin edilir. Biri onu zarara uğratırsa zararı giderilir. Yargıya güvenmektedir. Haksız yargılama olursa haksızlığın giderileceğini bilir. Her konuda kendini güvende hissetmektedir. Görmezden gelmede organize olanların topluluğunda ise denge yoktur. Aşırı zenginler vardır, aşırı fakirler vardır. Zenginler azdır, fakirler çoktur. Zenginler faizlerle oturdukları yerde daha da zenginleşirken fakirler ne kadar uğraşırlarsa uğraşsınlar karınlarını tam doyuramamaktadırlar. İşsiz kalma korkuları vardır. İşten atıldıklarında zenginler anında yerlerine başka işçileri yalvarttıra yalvarttıra işe almaktadırlar.
Avrupa Birliği görmezden gelmede son derece iyi organize olmuş bir topluluktur. Biz ise güvenlikte örgütlenmemiş bir topluluğuz. Kendilerine İslam ülkesi diyen ülkelerin hiçbirisi imanda yani güvenlikte örgütlenmemiştir. Avrupa Birliği bu sözü kime söyleyecektir? Adil Düzen gelecek ve Adil Düzenle yaşayan imanda örgütlenmiş topluluğa söyleyeceklerdir.
Peki, şu anda ne olmaktadır? Onlar bize bunu söylemeden biz onlara söylemekteyiz. Onlar “bizim yolumuza kendiliğinizden uyun” dememekte, biz onlara “biz sizin yolunuza kendiliğimizden uyalım da bizi aranıza alın” demekteyiz. Küfür düzenine dahil olmak için bir çırpınış içindeyiz. Biz onlara yalvardıkça onlar bize Avrupa Birliği müktesebatını dayatmakta, biz de onların küfür düzenine kendi isteğimizle uymaya çalışmaktayız.
Batı medeniyeti görmezden gelme medeniyetidir. Allah’ın hiçbir emrini ilke edinmedikleri gibi hep tam tersini yaşamaktadırlar. Faiz yerleşiktir, faizsiz bir ekonomi düşünülemez. Bireysellik esastır, topluluğun birbirine destek olması yani velayet diye bir şey düşünülemez, onun yerine primli sigortacılık vardır. Aç kalan, sokakta yaşayan eziktir ve kendi hatasıdır, başkalarını sömürmeyi becerememiştir. Aile yaşamı bozuktur. Evliliklerin yerini zina almıştır. Zina zaten rutindir. Homoseksüellik cinsel tercih olarak görülmektedir. Kendi toplumumuza baktığımızda onlara kendiliğimizden uyma gayretimizi görmekteyiz. Faiz bizde de yerleşiktir. Adına faiz dememek için kâr payı demiş ve sorunu çözmüşüzdür. İslami finans adı altında faizciliği sürdürmeyi başarmışızdır. Henüz bizde sokakta yaşayanlar çok azdır. Aile kültürü pek çok yerde korunmaktadır ama zina yaygınlaşmıştır. Daha da ilginci zina hoş görülmekte, çok eşlilik tepki çekmektedir. Daha da beteri artık bizde de homoseksüellik cinsel tercih olarak görülmeli söylemi alnı secdede olanlar arasında yaygınlaşmaktadır. Adım adım görmezden gelenlerin yolunda ilerlemekteyiz. Eğer onlara uyma gayreti içinde olursak onlar bizi birliklerine alacaklar yani yanlış işlerimizin oluşturduğu yükleri yükleneceklerini söylemektedirler. Ancak onlar yalancılardır. Böyle bir yükü yüklenmeyeceklerdir ve bizi aralarına almayacaklardır da. Onlara dahil olacağız diye büyük bir gayret içinde kanunlar çıkarmakta, sözleşmeler imzalamakta, onlarla uyumlu olacağız diye çaba içinde olmaktayız ama onlar yalan söyleyenlerdir, bizi asla aralarına almayacaklardır. Onların yalan söyledikleri üç kere te’kîdle getirilmiştir.
Henüz الَّذِينَ آمَنُوا yani imanda (güvenlikte) örgütlenmiş bir topluluk değiliz ve maalesef yeryüzünde de şu anda böyle bir topluluk yok. Bu nedenle bu ayetin şu anda bir örneğini göremiyoruz. Bir gün Allah’ın dini yani düzeni gelince o zaman görmezden gelmede örgütlenenler güvenlikte örgütlenmiş toplulukların bozulmasını isteyeceklerdir. Onlara çeşitli tekliflerde bulunacaklar, pek çok vaatlerde bulunacaklardır. Ama onların vaatlerine güvenlikte örgütlenenler uymayacaklardır.
Yalova, Teşvikiye; 06 Kasım 2021
M. Lütfi Hocaoğlu