ANKEBÛT SÛRESİ - 26. Hafta
أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
وَوَهَبْنَا لَهُ إِسْحَاقَ وَيَعْقُوبَ وَجَعَلْنَا فِي ذُرِّيَّتِهِ النُّبُوَّةَ وَالْكِتَابَ وَآتَيْنَاهُ أَجْرَهُ فِي الدُّنْيَا وَإِنَّهُ فِي الْآخِرَةِ لَمِنَ الصَّالِحِينَ (27)
Ve ona İshak ve Yakup’u hibe ettik ve onun zürriyeti içinde nebilik ve kitabı kıldık ve en yakın hayatta ona ücretini verdik ve kesinlikle o ahirette salihlerdendir. (27)
وَوَهَبْنَا لَهُ إِسْحَاقَ وَيَعْقُوبَ
Ve ona İshak ve Yakup’u hibe ettik.
وَ: “Ve” demektir. Atıf harfidir. قَالَ إِنِّي مُهَاجِرٌ إِلَى رَبِّي إِنَّهُ هُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ cümlesine وَهَبْنَا لَهُ إِسْحَاقَ وَيَعْقُوبَ cümlesini atfetmektedir.
وَهَبْنَا: “Görevinde yardımcı kıldık”, “hibe ettik” demektir. Birinci çoğul şahıs mazi fiildir. وهب kökünden üçüncü bâbdandır. Hibe etmenin anlamının sözlüklere bakınca “karşılıksız olarak birisine bir şeyi vermek” olduğunu görürüz. Ancak Kuran’a baktığımızda insanların insanlara hibe edildiğini görüyoruz.
هَبْ لِي مِنْ لَدُنْكَ وَلِيًّا
Bana ledünnünden bir veli hibe et. (Meryem 5)
Zekeriya Peygamber Allah’tan bir veli hibe etmesini istiyor.
قَالَ رَبِّ هَبْ لِي مِنْ لَدُنْكَ ذُرِّيَّةً طَيِّبَةً
Dedi ki “Rabbim bana ledünnünden tayyip bir zürriyet hibe et.” (Ali İmran 38)
Zekeriya Peygamber Allah’tan tayyib bir zürriyet hibe etmesini istiyor.
وَالَّذِينَ يَقُولُونَ رَبَّنَا هَبْ لَنَا مِنْ أَزْوَاجِنَا وَذُرِّيَّاتِنَا قُرَّةَ أَعْيُنٍ وَاجْعَلْنَا لِلْمُتَّقِينَ إِمَامًا
Rabbimiz bize eşlerimiz ve zürriyetlerimizden göz aydınlığı olarak hibe et ve bizi muttakiler için önder kıl diyenler… (Furkan 74)
Eşlerinden ve zürriyetlerinden kendilerine hibe etmesini rablerinden istiyorlar.
رَبِّ هَبْ لِي حُكْمًا
Rabbim bana bir hüküm hibe et. (Şuara 83)
İbrahim Peygamber kendisine hüküm hibe edilmesini istiyor.
رَبِّ هَبْ لِي مِنَ الصَّالِحِينَ (100) فَبَشَّرْنَاهُ بِغُلَامٍ حَلِيمٍ (101)
Rabbim, bana salihlerden hibe et. Onu halim bir gulamla müjdeledik. (Saffat 100-101)
İbrahim Peygamber salihlerden bir hibe istiyor ve bir gulamla müjdeleniyor.
هَبْ لَنَا مِنْ لَدُنْكَ رَحْمَةً
Bize ledünnünden bir rahmet hibe et. (Ali İmran 8)
Ulu-l elbâb rahmet hibe edilmesini istiyor.
قَالَ رَبِّ اغْفِرْ لِي وَهَبْ لِي مُلْكًا لَا يَنْبَغِي لِأَحَدٍ مِنْ بَعْدِي إِنَّكَ أَنْتَ الْوَهَّابُ
Dedi ki “Rabbim, beni bağışla ve bana benden sonra hiç kimsenin ulaşamayacağı bir mülk hibe et. Kesinlikle sen hibe edensin.” (Sad 35)
Süleyman Peygamber kendisinden sonra hiçbir kimsenin ulaşamayacağı bir mülk (yönetim) hibe edilmesini istiyor.
فَفَرَرْتُ مِنْكُمْ لَمَّا خِفْتُكُمْ فَوَهَبَ لِي رَبِّي حُكْمًا وَجَعَلَنِي مِنَ الْمُرْسَلِينَ
Sizden korkunca sizden kaçtım. Rabbim bana bir hüküm hibe etti ve beni mürsellerden kıldı. (Şuara 21)
Musa Peygamber rabbinin kendisine bir hüküm hibe ettiğini söylüyor.
إِنْ وَهَبَتْ نَفْسَهَا لِلنَّبِيِّ
Eğer kendini nebiye hibe ederse… (Ahzab 50)
Kendini nebiye hibe eden kadın.
وَوَهَبْنَا لَهُمْ مِنْ رَحْمَتِنَا
Onlara rahmetimizden hibe ettik. (Meryem 49)
İbrahim, İshak ve Yakup’a rahmetten hibe edilmesi.
وَوَهَبْنَا لَهُ مِنْ رَحْمَتِنَا أَخَاهُ هَارُونَ نَبِيًّا
Ona rahmetimizden kardeşi Harun’u nebi olarak hibe ettik. (Meryem 53)
Musa’ya kardeşi Harun’un nebi olarak hibe edilmesi.
وَوَهَبْنَا لَهُ يَحْيَى
Ona Yahya’yı hibe ettik. (Enbiya 90)
Zekeriya Peygamber’e Yahya’nın hibe edilmesi.
وَوَهَبْنَا لِدَاوُدَ سُلَيْمَانَ
Davud’a Süleyman’ı hibe ettik. (Sad 30)
Davud’a oğlu Süleyman’ın hibe edilmesi.
وَوَهَبْنَا لَهُ أَهْلَهُ وَمِثْلَهُمْ مَعَهُمْ رَحْمَةً مِنَّا وَذِكْرَى لِأُولِي الْأَلْبَابِ
Ona ehlini ve onlarla beraber onların mislini bizden bir rahmet ve ulu-l elbâb için bir zikir olarak hibe ettik. (Sad 43)
Eyüp’e ehlinin ve onların mislinin hibe edilmesi.
قَالَ إِنَّمَا أَنَا رَسُولُ رَبِّكِ لِأَهَبَ لَكِ غُلَامًا زَكِيًّا
Dedi ki “Ben yalnızca sana temiz bir gulam hibe etmem için rabbinin resulüyüm.” (Meryem 19)
Meryem’e İsa’nın hibe edilmesi.
يَهَبُ لِمَنْ يَشَاءُ إِنَاثًا وَيَهَبُ لِمَنْ يَشَاءُ الذُّكُورَ
İstediğine kızlar hibe eder ve istediğine erkekler hibe eder. (Şura 49)
Allah’ın istediğine kızlar, istediğine erkekler hibe etmesi.
Hibe eden | Kendisine hibe edilen | Hibe |
Allah | İbrahim | Hüküm |
Allah | İbrahim | Salihlerden |
Allah | İbrahim | İshak ve Yakup |
Allah | İbrahim | İsmail ve İshak |
Allah | İbrahim, İshak ve Yakup | Rahmet |
Allah | Eyüp | Ehli ve ehlinin misli |
Allah | Musa | Hüküm |
Allah | Musa | Harun |
Allah | Davud | Süleyman |
Allah | Süleyman | Mülk (Yönetim) |
Allah | Zekeriya | Veli |
Allah | Zekeriya | Tayyib zürriyet |
Allah | Zekeriya | Yahya |
Allah | Meryem | İsa |
Allah | Ulu-l elbab | Rahmet |
Allah | Allah’ın istediği | Kızlar |
Allah | Allah’ın istediği | Erkekler |
Allah | | Eşler ve zürriyet |
Kadın | Kendisi | Nebi |
Görüldüğü gibi hibe etmek demek bir hediye vermek demek değildir. Hibe edilenlerin hiçbirisi somut değildir. İnsan hediye olarak verilmez. Birisine bir insanı hibe etmek demek görevinde, işlerinde yardımcı olmak üzere onun yeteneklerini, özelliklerini kullandırmak demektir. Görevinde yardımcı kılmak demektir. Ancak burada dikkat edilmesi gereken hibe edilenlerin kendisine hibe edilenlerin kardeşi, eşleri veya çocukları veya torunları olmasıdır. Herhangi bir insanın bir insana hibe edilmesi durumu yoktur. Hibe edilenler arasında eş olma veya yakın akrabalık ilişkisi vardır.
لِ: “-e” demektir. Harf-i cerdir. وَهَبْنَا fiilinin mef’ûlü bu harf-i cerden sonra gelir. Yani kendisine hibe edilen bu harf-i cerden sonradır.
هُ: “O” demektir. Bir önceki ayetteki Lût’a değil, İbrahim’e racidir.
لَهُ: “Ona” demektir. “İbrahim’e” demektir.
إِسْحَاقَ: “İshak” demektir. İbrahim’in oğludur.
وَ: “Ve” demektir. Atıf harfidir.
يَعْقُوبَ: “Yakup” demektir. İshak’ın oğlu, İbrahim’in torunudur.
إِسْحَاقَ وَيَعْقُوبَ: “İshak ve Yakup” demektir.
وَهَبْنَا لَهُ إِسْحَاقَ وَيَعْقُوبَ: “Ona İshak ve Yakup’u hibe ettik” demektir.
Kuran’da başka ayetlerde de İbrahim’e hibe edilenler geçmektedir.
الْحَمْدُ لِلَّهِ الَّذِي وَهَبَ لِي عَلَى الْكِبَرِ إِسْمَاعِيلَ وَإِسْحَاقَ
Hamd, yaşlılıkta bana İsmail’i ve İshak’ı hibe eden Allah’a aittir. (İbrahim 39)
فَلَمَّا اعْتَزَلَهُمْ وَمَا يَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللَّهِ وَهَبْنَا لَهُ إِسْحَاقَ وَيَعْقُوبَ وَكُلًّا جَعَلْنَا نَبِيًّا
Kendini onlardan ve Allah’ın dununda ibadet ettiklerinden azledince ona İshak ve Yakup’u hibe ettik ve hepsini nebi kıldık. (Meryem 49)
وَوَهَبْنَا لَهُ إِسْحَاقَ وَيَعْقُوبَ كُلًّا هَدَيْنَا
Ona İshak ve Yakup’u hibe ettik. Hepsine yol gösterdik. (Enam 84)
وَوَهَبْنَا لَهُ إِسْحَاقَ وَيَعْقُوبَ نَافِلَةً وَكُلًّا جَعَلْنَا صَالِحِينَ
Ona İshak ve Yakup’u nafile olarak hibe ettik ve hepsini salihler kıldık. (Enbiya 72)
İbrahim Peygambere oğulları olan İsmail ve İshak ve İshak’ın oğlu olan Yakup hibe edilmiştir.
İbrahim Peygamberin üç hanımından 8 çocuğu vardır. Hacer’den İsmail, Sara’dan İshak ve Ketura’dan altı çocuğu vardır. Bunlardan hibe edilenler yalnızca İsmail ve İshak ve İshak’ın iki çocuğundan biri olan Yakup’tur. Üçü de nebidir. Nebi olmayan çocuklar ve torunlar için hibe edilme ifadesi kullanılmamaktadır. Hibe edilme ifadelerinde İsmail ve İshak iki kardeş olarak, İshak ve Yakup da baba oğul olarak birlikte söylenmektedir.
İbrahim Peygambere görevinde yardımcı kılınmak üzere İshak ve onun oğlu Yakup verilmiştir. Hepsi nebidir ve nebilik görevini İbrahim’den alarak devam ettirmiş ve İbrahim’in görevini tamamlamışlardır.
Eğer birisi müminim diyorsa Allah’tan hibe istemelidir. Görevinde eşlerinin, kardeşlerinin, çocuklarının, torunlarının ona yardımcı olmaları demek en büyük rahmettir. İşi en çok kolaylaştıran şey budur.
وَجَعَلْنَا فِي ذُرِّيَّتِهِ النُّبُوَّةَ وَالْكِتَابَ
Ve onun zürriyeti içinde nebilik ve kitabı kıldık.
وَ: “Ve” demektir. Atıf harfidir.
جَعَلْنَا: “Kıldık” demektir. İki mef’ûl alır. Birinde/bir şeyde bir özelliği kılmak anlamına gelir.
فِي: “İçinde” demektir. Harf-i cerdir. Zarfiyet için gelir.
ذُرِّيَّةِ: “Zürriyet” demektir. ذرر kökünden gelmiştir. Birinci bâbdan ذَرّ mastarı bir şeyi küçük parçalar haline getirmek manasındadır. Bu mastar manasından ayrılan küçük parçalar manasında ذُرِّيَّة ıstılahi olarak bir insandan ayrılan küçük parçalar olarak onun soyundan gelenler olarak “zürriyet” anlamında ism-i cemdir. Lafzen dişildir. Çoğulu ذُرِّيَّاتٌ dür. Aslında ذَرٌّ kelimesindeki ذ nin harekesinin fethadan zammeye değişmesiyle (tahrif) ve nisbet ya’sının gelmesiyle ذُرِّيٌّ şeklinde ism-i mensubdur. Sonuna kapalı te gelmesi ile mana daralması olmuş ve ıstılahi olarak insandan saçılan küçük parçalar temsili olarak insanın neslini, soyunu ifade eder hale gelmiş ve ism-i cem olarak camid isim şeklinde kullanılmıştır.
هُ: “O” demektir. İbrahim’e racidir.
ذُرِّيَّتِهِ: “Onun zürriyeti” demektir. İbrahim’in zürriyetidir.
النُّبُوَّةَ: “Nebilik” demektir. نبء kökünden تَنَبُّأٌ mastarının ismidir. نَبْءٌ mastarı saklandığı yerden çıkıp bakanlara görünmek manasındadır. Bu mastar manasından başkalarına görünen manasında نَبَأٌ ıstılahi olarak başkalarının bilmediği bir şeyin onlar için bilinir hale gelmesinden “haber” anlamındadır. نبء kökünün zıttı خبء köküdür. Sadece ilk harf değişmiştir. خَبْءٌ gizli, saklı demektir. Bir şeyi bir mekânın içine sokarak gizlemek, örtmek, gözden kaybettirmek manasından gizlenilen manasında خَبْءٌ “gizli, saklı” anlamında isimdir. Etimolojik olarak ن filizlenen tohumdur ve toprağın altından çıkarak görünür hale gelmeyi ifade eder. خ ise duvar demektir ve arkasında gizlenmeyi ifade eder. Böylece iki zıt mana tek harfin değişimiyle ortaya çıkar.
وَ: “Ve” demektir. Atıf harfidir. الْكِتَابَ ı النُّبُوَّةَ e atfetmektedir.
الْكِتَابَ: “Yazmak” demektir. كتب kökünden birinci bâbdan mastardır. كَتْبٌ mastarı özel semboller ve simgeler kullanarak bir kaydetme aracıyla bilgileri kayıt altına almak manasındadır. كِتَابٌ mastarı yazmak manasındaki فَعْلٌ veznindeki كَتْبٌ mastarının mübalağa vezni olarak فِعَالٌ vezninden gelmiştir ve çok sayıda bilgiyi güvenli bir şekilde kayıt altına almak manasındadır.
النُّبُوَّةَ وَالْكِتَابَ: “Nebilik ve kitap” demektir.
جَعَلْنَا فِي ذُرِّيَّتِهِ النُّبُوَّةَ وَالْكِتَابَ: “Onun zürriyeti içinde nebilik ve kitabı kıldık” demektir. Burada kitap ne anlama gelmektedir? İlk akla gelen Allah tarafından peygamberlere indirilen kitaplar olmasıdır. Bu anlam doğrudur ama her zaman böyle değildir.
وَيُعَلِّمُهُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَالتَّوْرَاةَ وَالْإِنْجِيلَ
Ona kitabı ve hikmeti ve Tevrat’ı ve İncil’i öğretti. (Ali İmran 48)
Bu ayette İsa’ya öğretilen kitap ne Tevrat’tır ne de İncil’dir. Burada kitap farklıdır.
Enam suresi 83-86 arasında İbrahim, İshak, Yakup, Nuh, Davud, Süleyman, Eyüp, Yusuf, Musa, Harun, Zekeriya, Yahya, İsa, İlyas, İsmail, Elyasa, Yunus, Lût anlatılmakta, 89. Ayette şöyle denmektedir:
أُولَئِكَ الَّذِينَ آتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ وَالْحُكْمَ وَالنُّبُوَّةَ
Onlar onlara kitabı ve hükmü ve nebiliği verdiklerimizdir. (Enam 89)
Buna göre kitap kelimesinden Kuran, İncil ve Tevrat gibi indirilen kitapları anlarsak yukarıda adı geçen her peygambere bir kitap indirilmesi lazımdı. Bunun böyle olmadığını bildiğimize göre bu ayette de kitap farklı anlamdadır.
فَأَشَارَتْ إِلَيْهِ قَالُوا كَيْفَ نُكَلِّمُ مَنْ كَانَ فِي الْمَهْدِ صَبِيًّا (29) قَالَ إِنِّي عَبْدُ اللَّهِ آتَانِيَ الْكِتَابَ وَجَعَلَنِي نَبِيًّا (30)
Onu işaret etti. Dediler ki “beşikte sabi olan birisiyle nasıl konuşuruz?” Dedi ki “Kesinlikle ben Allah’ın kuluyum, bana kitabı verdi ve beni nebi kıldı.” (Meryem 29-30)
Burada İsa beşikte iken kendisine kitabın verildiğini ve nebi kılındığını söylüyor.
وَلَقَدْ آتَيْنَا بَنِي إِسْرَائِيلَ الْكِتَابَ وَالْحُكْمَ وَالنُّبُوَّةَ
Yemin olsun, İsrail Oğullarına kitabı ve hükmü ve nebiliği verdik. (Casiye 16)
وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا نُوحًا وَإِبْرَاهِيمَ وَجَعَلْنَا فِي ذُرِّيَّتِهِمَا النُّبُوَّةَ وَالْكِتَابَ
Yemin olsun, Nuh’u ve İbrahim’i gönderdik ve ikisinin zürriyeti içinde nebilik ve kitabı kıldık. (Hadid 26)
Nebilik ve kitap beraber gelmektedir. Buralarda geçen kitap kelimeleri indirilen kitap değildir. Kitap kodlamaya yani yazıya dayanan kurallar demektir. Kitap kurallar içinde hareket etmektir. Kuralların dışına çıkmamadır. Kuran’da geçen ehl-i kitap ifadesi de kurallar içinde hareket eden, kuralları olan ve bu kurallara uyan toplulukları ifade eder. Eğer bir topluluk kurallar koyuyor ve keyfi olarak bu kurallara uymayan uygulamalar yapıyorsa ehl-i kitap değildir. Yasaları koyuyor ve sonra o anda yasa işine gelmediği için yasaya uymayan uygulamalar yapıyorsa ehl-i kitap değildir.
İbrahim Peygamberin zürriyeti içinde nebilik ve kitap kılınmıştır. İsmail, İshak, Yakup (İsrail) ve İsrail Oğulları nebileri, Muhammed hep onun zürriyetindendir. Hepsi nebidir, insanlara bilmedikleri gerçekleri haber vermektedirler, hepsi kitabı bilmektedir yani kural koymayı, kurallara uymayı bilmektedirler. Hepsinde nebilik vardır. Hepsi insanlara bilmediklerini haber vermekte ve bunlara dayanarak kuralları oluşturmaktadırlar ve bu kurallara da uymaktadırlar. Bu kurallara dayanarak da hükümler vermektedirler.
وَآتَيْنَاهُ أَجْرَهُ فِي الدُّنْيَا
Ve en yakın hayatta ona ücretini verdik.
وَ: “Ve” demektir. Atıf harfidir. آتَيْنَاهُ أَجْرَهُ فِي الدُّنْيَا cümlesini جَعَلْنَا فِي ذُرِّيَّتِهِ النُّبُوَّةَ وَالْكِتَابَ cümlesine atfetmektedir.
آتَيْنَا: “Verdik” demektir. İf’âl bâbından mazi malum birinci çoğul şahıs fiildir. İkinci babdan أَتَى - يَأْتِي şeklinde birisine veya bir şeye gelmek, ona ulaşmak ve onun yakınında olup onunla muamele, etkileşim içinde olmak manasındadır. Müteaddi fiildir. İkinci bab if’âl bâbına (آتَى – يُؤْتِي) ziyadetü-t tadiye etkisi ile gelir. Verdi anlamına gelir. Gelen, getiren ve veren haline gelir. Buradaki verme normal bir verme değildir. Gelip mef’ûlün bihle etkileşime giren, mef’ûlün bihle getirdiğini etkileşime sokar. جَاءَ fiilinde ise gelme vardır ama etkileşim yoktur. Bu nedenle جَاءَ fiili lafzen müteaddi olsa bile manen lazım olan bir fiildir.
هُ: “O” demektir. Mensub muttasıl zamirdir. İbrahim’e racidir.
أَجْرَ: “Ücret” demektir. ءجر kökünden gelmiştir. Birinci bâbdan mastar olarak ameli ile bir kazancı hak etmek manasındadır. Bu mastar manasından hak edilen kazanç manasında أَجْرٌ “ücret” anlamında, ism-i mef’ûl manasında camid isimdir. Erildir. Çoğulu أُجُورٌ dur.
هُ: “O” demektir. Mecrur muttasıl zamirdir. İbrahim’e racidir.
أَجْرَهُ: “Onun ücreti” demektir.
فِي: “İçinde” demektir. Harf-i cerdir.
الدُّنْيَا: “En yakın” demektir. Dişil ism-i tafdildir. Erili الْأَدْنَى dır. الْحَيَاةِ ın sıfatı olduğu için ve الْحَيَاةِ da dişil olduğu için bu da dişil (müennes) gelmiştir. Fiil olarak birinci bâbdan دَنَا - يَدْنُو şeklinde “yaklaşmak” manasındadır. Vâv harfi ya harfine burada kural dışı olarak ibdal edilir. دُنْوَى olması gerekirken دُنْيَا şeklinde gelir.
فِي الدُّنْيَا: “En yakında” demektir. Kuran’da الْآخِرَةِ ile beraber kullanıldığında الْحَيَاةِ الدُّنْيَا daki الْحَيَاةِ anlaşılabildiğinden dolayı hazf edilebilir. Burada da hazf edilmiştir. Aslında buradaki mana “en yakın hayatta” şeklindedir.
Dünya kelimesi hayatın sıfatı olmadan tek başına geçiyorsa mutlaka ya ahiret de geçer ya da kıyamet yevmi gibi ahireti fehm ettiren bir ifade vardır.
Dünya kelimesi hayat kelimesine sıfat olarak beraber geçiyorsa ahiret geçebilir de geçmeyebilir de.
Ahiret veya ahireti fehm ettiren bir kelime geçiyorsa dünya kelimesi hayatın sıfatı olarak geçer.
Ahiret geçmeden dünya kelimesi هَذِهِ ile beraber geçebilir. Bazen hayatın sıfatı olarak هَذِهِ ile gelir, bazen hayat olmadan هَذِهِ ile gelir. هَذِهِ gelmesi de dünyanın hazf edilmiş hayatın sıfatı olduğunu gösterir.
Dünya kelimesi başka bir kelimenin sıfatı olarak “yakın” anlamında kullanıldığında ahiret kelimesi ile beraber gelmez.
Dünya “en yakın, daha yakın” anlamında sıfat olarak, “en uzak, daha uzak” anlamındaki قُصْوَى (kusva) ile de beraber kullanılır. Dünya mesafesel yakınlık, قُصْوَى (kusva) mesafesel uzaklıktır. Ahiretle kullanınca dünya zamansal yakınlık, ahiret zamansal uzaklık olur.
Dünya kelimesi “yakın” anlamında kullanıldığında ahiretle de gelmez, hayatla da gelmez.
Ahiret | Dünya | Hayat | Kuranda geçiş |
| | | Geçer, hayat anlamında değil, yakın anlamındadır |
| | | Geçer |
| | | Geçer |
| | | Geçmez |
| | | Geçer |
| | | Geçer |
مَتَاعُ الدُّنْيَا قَلِيلٌ وَالْآخِرَةُ خَيْرٌ لِمَنِ اتَّقَى
Dünyanın metaı azdır ve ahiret ittika eden için daha hayırlıdır. (Nisa 77)
مَنْ كَانَ يُرِيدُ حَرْثَ الْآخِرَةِ نَزِدْ لَهُ فِي حَرْثِهِ وَمَنْ كَانَ يُرِيدُ حَرْثَ الدُّنْيَا نُؤْتِهِ مِنْهَا وَمَا لَهُ فِي الْآخِرَةِ مِنْ نَصِيبٍ
Kim ahiret ekinini irade ederse ona ekininin içinde artırırız ve kim en yakının ekinini irade ederse ona ondan veririz ve onun için ahirette hiçbir nasip yoktur. (Şura 20)
Bu iki ayette dünya kelimesi hayatın sıfatı olarak gelmemiştir ancak cümlede ahiret kelimesi geçtiğinden “en yakın hayat” anlamındadır.
نَحْنُ أَوْلِيَاؤُكُمْ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَفِي الْآخِرَةِ
Biz en yakın hayatta ve ahirette sizin velileriniziz. (Fussilet 31)
Burada dünya kelimesi hayatın sıfatı olarak gelmiştir ve aynı cümlede de ahiret geçmektedir.
لَا تَغُرَّنَّكُمُ الْحَيَاةُ الدُّنْيَا
En yakın hayat sizi aldatmasın. (Lokman 33)
Burada ahiret kelimesi geçmemekte ve dünya kelimesi de hayatın sıfatı olarak geçmiştir.
صَاحِبْهُمَا فِي الدُّنْيَا مَعْرُوفًا وَاتَّبِعْ سَبِيلَ مَنْ أَنَابَ إِلَيَّ ثُمَّ إِلَيَّ مَرْجِعُكُمْ فَأُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ
En yakın hayatta ikisinin yakınında bulun ve bana inabe edenin yoluna uy sonra banadır dönüşünüz, amel ediyor olduklarınızı size haber vereceğim. (Lokman 15)
Burada cümlenin devamından ahiret fehmedilmektedir ve dünya kelimesi hazf edilmiş hayatın sıfatı anlamındadır.
إِنَّا زَيَّنَّا السَّمَاءَ الدُّنْيَا بِزِينَةٍ الْكَوَاكِبِ
Yakın semayı süsle, kevkeblerle süsledik. (Saffat 6)
Burada dünya mesafesel yakınlığı ifade eden bir sıfattır.
إِذْ أَنْتُمْ بِالْعُدْوَةِ الدُّنْيَا وَهُمْ بِالْعُدْوَةِ الْقُصْوَى
Siz en yakın vadideydiniz ve onlar en uzak vadideydiler. (Enfal 42)
Burada da dünya mesafesel yakınlıkken zıttı olan kusva da mesafesel uzaklıktır.
آتَيْنَاهُ أَجْرَهُ فِي الدُّنْيَا: “En yakın hayatta ona ücretini verdik” demektir. İbrahim Peygamber hayatında amellerinin karşılığını almıştır. Yaşlılığında çocukları olmuş, torunları olmuştur. Amelleri boşa gitmemiştir.
وَإِنَّهُ فِي الْآخِرَةِ لَمِنَ الصَّالِحِينَ
Ve kesinlikle o ahirette salihlerdendir.
وَ: “Ve” demektir. Atıf harfidir. إِنَّهُ فِي الْآخِرَةِ لَمِنَ الصَّالِحِينَ cümlesini آتَيْنَاهُ أَجْرَهُ فِي الدُّنْيَا cümlesine atfetmektedir.
إِنَّ: “Kesinlikle” demektir. Huruf-u müşebbehe bi-l fiildendir.
هُ: “O” demektir. Mensub muttasıl zamirdir. İbrahim’e racidir.
فِي: “İçinde” demektir.
الْآخِرَةِ: “Ahiret” demektir. İki şekilde kullanılan bir kelimedir. Sonundaki ة dişillik için gelirse sonra anlamında ism-i fâil sıygasından الْآخِر in müennesi olur. Ancak الدُّنْيَا ile beraber kullanıldığında özel bir mana ifade eder ve sonundaki ة de bu özel manayı kazandırmak içindir. Özel bir dönemi ifade eder. Bu da yaşadığımız en yakın hayattan sonraki dönemdir.
فِي الْآخِرَةِ: “Ahirette” demektir.
لَ: Başlama lâmıdır. İsim cümlesinde mübtedanın başına gelen fethalı te’kid lâmı (başlama lâmı=lâmu-l ibtidaiyye) inne cümlesinin hem isminin hem de haberinin başına gelebilir. Burada da innenin haberinin başına gelmiştir. Te’kîd amacıyla gelir.
مِنَ: “-den” demektir. Harf-i cerdir.
الصَّالِحِينَ: “Salihler” demektir. Kurallı eril çoğuldur (Cem-i müzekker salim). صلح kökünün zıttı birisinin veya bir şeyin veya bir işin yapısının bozulması anlamını ifade eden فسد köküdür. صَالِح’in zıttı فَاسِد’dir.
Salih vasfı hem amellerin hem insanların vasfıdır.
- Salih amel: Uyumlu amel demektir. Diğer amellerle uyum içindedir. Tek başına salih şeklinde gelirken, ameller olduğunda الصَّالِحَاتِ şeklinde gelir. Ameller birbiri ile uyumludur. Birinin çıktısı diğerinin girdisidir. Ameller bir sistem içinde uyumludurlar. Salih olmayan ameller gayr-i salih amellerdir. Gayr-i salih ameller içinde seyyie ameller vardır.
- Salih insan: İkiye ayrılır.
- Sosyolojik olarak salih insan: Kuran’da salihlerden olma şeklinde ifade edilir. Topluluk içinde uyumludur. Topluluğa zarar vermediği gibi topluluğun uyumunu bozmayan, uyumu sürdüren davranışlar sergiler. Kurallara uyar. Topluluğun gerçek uyumunu sağlayan da yalnızca Allah’ın kuralları olduğu için sosyolojik olarak salih insan ancak Allah’ın kuralları içinde yaşayarak salih insan kalabilir. Sosyolojik olarak salih insan için Kuran’da “o salihtir” şeklinde bir ifade yoktur. “Salihlerdendir” şeklinde ifade vardır ve salihler için tekil ism-i işaret kullanılması tek başına sosyolojik olarak salih olunmayacağını, ancak topluluk içinde salih olunacağını göstermektedir. Çünkü salih olma uyumluluk gerektirir ve uyumluluk ancak topluluk içinde gerçekleşecek bir durumdur. Sosyolojik olarak salih olmayan insan toplulukları için دُونَ ذَلِكَ “onun aşağısında olanlar” ifadesi kullanılmıştır. İnsanın kendisi değil de topluluğu salih olmanın daha aşağı seviyesindedir.
- Biyolojik olarak salih insan: Biyolojik olarak sistemleri, organları, hücreleri kendi aralarında ve dış çevre ile uyumludur. Herhangi bir kronik hastalığı yoktur, genetik hastalığı yoktur. Dışarıdan gelen toksinleri, zararlı maddeleri temizleme potansiyeline sahiptir. Biyolojik olarak salih insan olabilmek için dış çevrenin de temiz olması gereklidir. Besinlerin de salihliği sağlaması gerekir. Havanın da salihliği sağlaması gerekir.
مِنَ الصَّالِحِينَ: “Salihlerden” demektir.
إِنَّهُ فِي الْآخِرَةِ لَمِنَ الصَّالِحِينَ: “Kesinlikle o ahirette salihlerdendir” demektir. Kuran’da sadece İbrahim Peygamber için ahirette salihlerdendir diyor. Diğer peygamberler için dememektedir. Bu durumda mefhum-u muhalefetle düşünmediğimizden onlar da ahirette salihlerdendir ama İbrahim Peygamber için özellikle bunun söylenmesinin bir nedeni vardır.
وَلَقَدِ اصْطَفَيْنَاهُ فِي الدُّنْيَا وَإِنَّهُ فِي الْآخِرَةِ لَمِنَ الصَّالِحِينَ
Yemin olsun onu dünyada seçtik ve kesinlikle o ahirette salihlerdendir. (Bakara 130)
وَآتَيْنَاهُ فِي الدُّنْيَا حَسَنَةً وَإِنَّهُ فِي الْآخِرَةِ لَمِنَ الصَّالِحِينَ
Ona dünyada bir iyilik verdik ve kesinlikle o ahirette salihlerdendir. (Nahl 122)
Biri bu ayette geçmek üzere üç kere İbrahim’in ahirette salihlerden olduğu söylenmektedir. Üçünde de İbrahim için dünyadaki durumu ifade edilmektedir. Bu ayette ecrini verdik, Bakara suresinde onu seçtik, Nahl suresinde iyilik verdik denmektedir. Dünyadaki durumunu ifade ettiğinden ahiretteki durumu anlatılmaktadır. Yani sadece İbrahim’e özel bir durum değildir.
Bu ayette bizim için önemli noktalar vardır:
- Hibe kavramı: Eşler, kardeşler, çocuklar ve torunların hibe edilmesi çok önemlidir. Allah rızası için yaşayan insanlar eşlerini, kardeşlerini, çocuklarını, torunlarını Allah’tan hibe isteyebilirler. Çünkü insan kendisine en yakın olanlarla işlerinde daha başarılı olabilir. Hibe edilenler bunu ücret karşılığında yapmaz. Onlar da aynı amaca Allah rızası için hizmet eder. Menfaat ve ücret onları ilgilendirmez. Ancak bu durumda hibe edilmiş olurlar.
- Nübüvvet ve kitap kavramı: Yanlışları haber verip doğruları söylemek ve uygulanmasını istemek nübüvvettir. Bu doğruları uygulanır hale sokmak da kitap kavramıdır. Ehl-i kitap olmak demek kuralları koymak ve bu kurallara da uymak demektir. Kendi koyduğun kurallara uymamayı günümüzde çok yaygın olarak görmekteyiz. Ehl-i kitap olmak çok önemlidir. Ehl-i kitap olan bir topluluğa katıldığınızda bilirsiniz ki oradaki kurallara uyarsanız bir sorun yaşamazsınız. Kurallar herkes için geçerlidir. Ama ehl-i kitap olmayan bir toplulukta güvensizlik vardır. Kanunlar, kurallar göstermeliktir. Kurallara uysanız da uymasanız da güvende değilsinizdir. Aynı fiili işleyen birisi ödüllendirilebilirken diğeri hapislerde ömrünü geçirebilmektedir. Ehl-i kitapta güç elinde olanın sözü geçmez, kuralların sözü geçer. Ehl-i kitap olmayan topluluklarda kurallar kime istenirse ona uygulanır ya da kural dışı uygulamalar güç elinde olanın istediği kimseye uygulanır.
- Dünyada ücret kavramı: Amellerinizin karşılığını yalnızca ahirette değil, bu dünyada da alacaksınız demektir. Allah’ın kitabını kitabınız yani kurallarınız haline getirdiğinizde bu dünyada da karşılığını alacaksınız demektir. Adil Düzeni uyguladığınızda ücretinizi alacaksınız demektir. Huzur içinde yaşayacaksınız, gelecekten korkmayacaksınız, geçim sıkıntısı yaşamayacaksınız demektir. Allah’ın kitabını kitabınız haline getiren Adil Düzen bunu sağlayacaktır.
- Ahirette salihlerden olma kavramı: Bu dünyada Allah’ın kitabını kitabı haline getirenler ahirette salihlerden olacaklardır. Hem orada uyum içinde yaşayacaklardır hem de bedenleri sağlıklı olacaktır. Yani sadece ücret bu dünyada değildir, ahirette de ücret vardır, sağlıklı yaşam vardır, salihler topluluğu içinde olma vardır.
Yalova, Teşvikiye
26 Şubat 2022
M. Lütfi Hocaoğlu