ANKEBÛT SÛRESİ - 12. Hafta
أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
وَلَيَحْمِلُنَّ أَثْقَالَهُمْ وَأَثْقَالًا مَعَ أَثْقَالِهِمْ وَلَيُسْأَلُنَّ يَوْمَ الْقِيَامَةِ عَمَّا كَانُوا يَفْتَرُونَ (13)
Kesinlikle onlar ağır yüklerini ve ağır yükleriyle beraber ağır yükler yüklenecekler ve ortaya çıkarıyor olduklarından kıyamet yevminde onlara kesinlikle sorulacaktır. (13)
وَلَيَحْمِلُنَّ أَثْقَالَهُمْ وَأَثْقَالًا مَعَ أَثْقَالِهِمْ
Kesinlikle onlar ağır yüklerini ve ağır yükleriyle beraber ağır yükler yüklenecekler.
وَ: Vâv-u isti’nâfiyedir. (الْوَاوُ الاِسْتِئْنَافِيَّةُ) Öncesinde mazi fiil cümlesi vardır, sonrasında ise yine fiil cümlesi vardır. Muzari fiil cümlesidir. İkisi de haber cümlesidir. Öncesinde görmezden gelenler güvenliği sağlayanlara kendilerine uymalarını ve kasıtlı yanlışlarını yükleneceklerini söylemekte, bu ayette ise onların ağır yükleri yüklenecekleri söylenmektedir. Ortak nokta görmezden gelenlerin dünya hayatındaki durumu ve kıyamet yevmindeki durumudur. Anlamsal bir ilişki vardır. Bu nedenle buradaki vâv isti’nâfiyedir.
لَيَحْمِلُنَّ: “Kesinlikle yüklenecekler” demektir. Te’kîd lâmlı ve te’kîd nûnlu muzari fiildir. Çoğul üçüncü şahıstır. Sondaki şeddeli nun’dan önceki zamme (لَيَحْمِلُنَّ) cem vâvı hükmündedir ve “onlar” demektir. Eğer bu zamme fetha olsaydı (لَيَحْمِلَنَّ) “o” anlamında olacak “kesinlikle yüklenecek” şeklinde mana verilecekti. Sadece bir hareke ile anlam tekilden çoğula geçmiştir.
أَثْقَالَ: “Ağır yükler, ağırlıklar” demektir. ثقل kökünden gelmiştir. Tekili ثِقْل dir.
هُمْ: “Onlar” demektir. Mecrur muttasıl zamirdir.
أَثْقَالَهُمْ: “Onların ağır yükleri” demektir.
وَ: “Ve” demektir. Atıf harfidir. أَثْقَالًا مَعَ أَثْقَالِهِمْ i أَثْقَالَهُمْ a atfetmiştir.
أَثْقَالًا: “Ağır yükler” demektir.
مَعَ: “Beraber” demektir. Muzaf olduğu kelimeyi kendisinden önceki ile beraber hale getirir.
أَثْقَالِ: “Ağır yükler” demektir.
هِمْ: “Onlar” demektir.
أَثْقَالِهِمْ: “Onların ağır yükleri” demektir.
مَعَ أَثْقَالِهِمْ: “Onların ağır yükleriyle beraber” demektir.
أَثْقَالًا مَعَ أَثْقَالِهِمْ: “Onların ağır yükleriyle beraber ağır yükler” demektir.
أَثْقَالَهُمْ وَأَثْقَالًا مَعَ أَثْقَالِهِمْ: “Ağır yükleri ve ağır yükleriyle beraber ağır yükler” demektir.
لَيَحْمِلُنَّ أَثْقَالَهُمْ وَأَثْقَالًا مَعَ أَثْقَالِهِمْ: “Kesinlikle onlar ağır yüklerini ve ağır yükleriyle beraber ağır yükler yüklenecekler” demektir. Önceki ayette görmezden gelenler güvenliği sağlayanların kasıtlı yanlış işlerini yükleneceklerini söylemekte, bu ayette ise yanlış işler yerine ağır yükleri yüklenecekleri söylenmektedir. Daha da ilginci ağır yükleriyle beraber olan başka ağır yükler yüklenecekler denmektedir. Önceki ayette küfredenler (görmezden gelenler) iman edenlerin kendilerine uymalarını söylemişti. Kendilerine uymalarını söyledikleri kimseler eğer kendilerine uyarlarsa onların yüklerini değil ama onların yüklenmesinden dolayı başka yükler yükleneceklerdir. Onların yüklerini yüklenemezler. Çünkü önceki ayette onların hatielerinden hiçbir şeyi yüklenenler değillerdir demişti. Eğer birisi başka birisini kendi yaptığı kötü işin aynısını yapmaya yönlendirirse onun yaptığı yanlış işi yüklenmez ama onu kötülüğe yönlendirdiği için bir yük yüklenmiş olur. Bu nedenle ayette لَيَحْمِلُنَّ أَثْقَالَهُمْ وَأَثْقَالًا (Kesinlikle yüklerini ve yükler yüklenecekler) şeklinde gelmemiş, أَثْقَالًا مَعَ أَثْقَالِهِمْ (yükleriyle beraber yükler) şeklinde gelmiştir. Yani onlara yüklenen yükler kendi yükleriyle beraber olan yüklerdir. Yani kendilerinin yaptığı ve başkalarını da yapmaya yönlendirdikleri kötülüklerin kendilerini değil, o kötülüklere yol açmanın yükünü yükleneceklerdir. Herkes kendi kötülüğünü yüklenecek, kendi kötülüğünü başkasının da yapmasına sebep olursa diğerinin yaptığı kötülüğü yüklenmeyecek, o kötülüğe sebep olma kötülüğünün yükünü yüklenecektir.
Avrupa Birliği kendi yolunda kendi kötü işlerini yapmaktadır. Bu yaptıklarının kötülüğünü yükleneceklerdir. Kendi aralarına almak için diğerlerinden kendilerine uymalarını istemeleri nedeniyle de kötülük yükleneceklerdir. Kendilerine uyanların kötülüklerini ise onlara uyanlar yükleneceklerdir.
Üç te’kîdle gelmektedir. Te’kîd lâmı ve şeddeli te’kîd nûnu ile gelmiştir. Başkalarını kendi kötü amellerine yönlendirmek örnek olmanın yükünü getirmektedir. Ben ona söyledim, bana uy dedim, o da bana uydu diyerek kurtulamaz kimse. Bu nedenle te’kîd vardır. Kötülüğe teşvik etmek kötülüğe teşvik edene yük getirmektedir. Üç te’kîd yük getirmeyeceği düşüncesini yok etmektedir.
وَلَيُسْأَلُنَّ يَوْمَ الْقِيَامَةِ عَمَّا كَانُوا يَفْتَرُونَ
Ve kıyamet yevminde ortaya çıkarıyor olduklarından onlara kesinlikle sorulacaktır.
وَ: “Ve” demektir. Atıf harfidir. لَيُسْأَلُنَّ يَوْمَ الْقِيَامَةِ عَمَّا كَانُوا يَفْتَرُونَ yi لَيَحْمِلُنَّ أَثْقَالَهُمْ وَأَثْقَالًا مَعَ أَثْقَالِهِمْ e atfetmektedir.
لَيُسْأَلُنَّ: “Kesinlikle onlara sorulacak” demektir. Bu da te’kîd lâmlı ve te’kîd nûnlu muzari fiildir. Meçhul yani edilgendir. Çoğul üçüncü şahıstır. Sondaki şeddeli nun’dan önceki zamme (لَيُسْأَلُنَّ) cem vâvı hükmündedir ve “onlar” demektir. Üçüncü bâbdan سُؤَال mastarı başka birisinden iyilikle, yumuşaklıkla bir şeyi istemek manasındadır. Ancak kendisinden sonra عَنْ harf-i ceri geliyorsa anlam “sormak, sorgulamak” şekline dönüşür. Sorulan, sorgulanan عَنْ harf-i cerinden sonra gelen ifadedir.
Ayetteki geçiş | Anlamı |
لَا أَسْأَلُكُمْ عَلَيْهِ أَجْرًا | Sizden onun üzerine bir ücret istemem. (En’am 90) Burada عَنْ harf-i ceri ile gelmiyor. İstemek anlamındadır. |
لَا أَسْأَلُكُمْ عَلَيْهِ مَالًا | Sizden onun üzerine bir mal istemem. (En’am 90) Burada عَنْ harf-i ceri ile gelmiyor. İstemek anlamındadır. |
مَا أَسْأَلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ أَجْرٍ | Sizden onun üzerine hiçbir ücret istemiyorum. (En’am 90) Burada عَنْ harf-i ceri ile gelmiyor. İstemek anlamındadır. |
أَمْ تَسْأَلـُهُمْ خَرْجًا | Yoksa onlardan bir harç istiyor musun? (Müminun 72) |
لَا تُسْأَلُ عَنْ أَصْحَابِ الْجَحِيمِ | Cehim ashabından sana sorulmayacak. (Bakara 119) Burada عَنْ harf-i ceri ile geliyor. Sorulmak, sorumlu olmak anlamındadır. |
إِنِ اتَّبَعْتَنِي فَلَا تَسْأَلْنِي عَنْ شَيْءٍ حَتَّى أُحْدِثَ لَكَ مِنْهُ ذِكْرًا | Eğer bana uyarsan sana ondan bir zikri anlatmadıkça bana bir şey sorma. (Kehf 70) Burada عَنْ harf-i ceri ile geliyor. Sormak anlamındadır. |
لَا يُسْأَلُ عَمَّا يَفْعَلُ | O’ndan yaptıklarından sorulmaz. (Enbiya 23) |
يَوْمَ: “Dönem” demektir. Değişik şekillerde kullanılır. Birincil anlamı “gündüz”dür. Güneşin doğmasından batmasına kadar olan süredir. 24 saat olan günü ifade etmez.
Lisanu-l A’râb’da يَوْم maddesinde anlamı için şu ifade geçmektedir:
اليَوْمُ: معروفٌ مِقدارُه من طلوع الشمس إِلى غروبها
Yevm: Miktarı güneşin doğmasından batmasına kadar olan süre olarak bilinir. (Lisanu-l A’râb)
Kuran’daki oruç ayetlerini incelersek:
Ayette geçiş | Anlamı |
أَيَّامًا مَعْدُودَاتٍ فَمَنْ كَانَ مِنْكُمْ مَرِيضًا أَوْ عَلَى سَفَرٍ فَعِدَّةٌ مِنْ أَيَّامٍ أُخَرَ | Sayılı yevmler. Sizden kim hasta veya sefer üzerindeyse diğer yevmlerden bir sayı… (Bakara 184) |
كُلُوا وَاشْرَبُوا حَتَّى يَتَبَيَّنَ لَكُمُ الْخَيْطُ الْأَبْيَضُ مِنَ الْخَيْطِ الْأَسْوَدِ مِنَ الْفَجْرِ ثُمَّ أَتِمُّوا الصِّيَامَ إِلَى اللَّيْلِ | Fecrden dolayı beyaz hat siyah hattan sizin için ayrılana kadar yiyin ve için sonra leyle kadar orucu tamamlayın. (Bakara 187) |
مَنْ لَمْ يَجِدْ فَصِيَامُ ثَلَاثَةِ أَيَّامٍ فِي الْحَجِّ وَسَبْعَةٍ إِذَا رَجَعْتُمْ | Kim bulamadıysa hacda üç yevm oruç ve döndüğünüz zaman da yedi (yevm). (Bakara 196) |
Oruç gecelerinden ve oruç yevmlerinden bahsedilir. Oruç ile beraber نَهَار kelimesi geçmez. Orucu نَهَار larda tutma ifadesi yoktur, orucu yevmlerde tutma ifadesi vardır. Yani fecrden güneş batana kadar olan süre olan yevm burada da ifade edilmiş olur. Aslında bu anlamda Türkçede de yevmiye olarak kullanılmaktadır. Yevmiye 24 saat çalışma karşılığı olan ücret değil, gündüz çalışma süresi içinde verilen ücrettir.
لَيْل yani gece ile beraber geçtiği ayetlere bakarsak:
Ayette geçiş | Anlamı |
سِيرُوا فِيهَا لَيَالِيَ وَأَيَّامًا آمِنِينَ | Orada geceler ve gündüzlerde güvenlik içindekiler olarak seyredin. (Sebe 18) |
سَخَّرَهَا عَلَيْهِمْ سَبْعَ لَيَالٍ وَثَمَانِيَةَ أَيَّامٍ حُسُومًا | Onu onların üzerine yedi gece ve sekiz gündüz ardarda olarak boyun eğdirdi. (Hakka 7) |
Bu ayetlerde de يَوْم sözcüğünün “gündüz” anlamında olduğu görülmektedir.
Bu durumda نَهَار ile يَوْم arasındaki farkı açıklamamız gerekir. Makayisu-l Luga’da نَهَار maddesine bakarsak:
النَّهار: انفِتاح الظُّلمة عن الضِّياء ما بين طُلوعِ الفجر إلى غروب الشَّمس
Nehar: fecrin doğmasından güneşin batması arasındaki zamanda ziyadan kaynaklı olarak karanlığın açılmasıdır. (Makayisu-l Luga)
نَهَار kelimesi نهر kökünden gelmiştir. Dördüncü bâbdan mastar olarak suyun veya sıvının akması ve akmasıyla aktığı yeri kazıp kanal oluşturması manasındadır. Nehir manası buradan gelmektedir. Bu mastar manasından ıstılahi olarak güneş doğarken ışığın karanlığın içinden bir kanal açıp akma görüntüsü oluşturmasıyla “ışıklı gündüz” anlamına gelmiştir. Güneş doğduktan batana kadar olan zaman içinde ışığın olduğu zamanları içeren bir isimdir.
Mümin 61’de جَعَلَ لَكُمُ اللَّيْلَ لِتَسْكُنُوا فِيهِ وَالنَّهَارَ مُبْصِرًا denmektedir. Bu şekilde geçtiği başka ayetler de vardır. Geceyi içinde dinlenmeniz için kıldı denirken نَهَار için “gören” denmektedir. Başka yerde نَهَار ın ayeti için “gören” ifadesi kullanılmaktadır. نَهَار ile görme arasında bir ilişki vardır. نَهَار ışıkla ilgilidir. Başka ayetlerde karinelerle doğrudan “ışık” anlamında kullanılmıştır.
Kuran’da 24 saat olan günü ifade eden terim اللَّيْل وَالنَّهَار’dır. Kuran’da geçişlerine bakarsak:
Ayette geçiş | Anlamı |
جَعَلَ لَكُمُ اللَّيْلَ وَالنَّهَارَ لِتَسْكُنُوا فِيهِ | İçinde sükûn olmanız için sizin için günü kıldı. (Kasas 73) Buradaki فِيهِ önemlidir. هُ tekil zamirdir. Leyle mi yoksa nehara mı dönmektedir? Aslında ikisi tek bir kavram olduğu için 24 saatlik güne dönmektedir. 24 saat içinde insanlar sükûn bulabilir. |
يُقَلِّبُ اللَّهُ اللَّيْلَ وَالنَّهَارَ | Allah günü döndürür. (Nur 44) Burada genellikle geceyi gündüze, gündüzü geceye döndürür manası verilmektedir. Ancak يُقَلِّبُ fiili tek mef’ûl alır. Günü döndürmek anlamındadır. Gün “biter, yeniden başlar, biter, yeniden başlar” anlamındadır. |
جَعَلَ اللَّيْلَ وَالنَّهَارَ خِلْفَةً | Günü ardışık kıldı. (Furkan 62) |
إِنَّ فِي خَلْقِ السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضِ وَاخْتِلَافِ اللَّيْلِ وَالنَّهَارِ لَآيَاتٍ لِأُولِي الْأَلْبَابِ | Kesinlikle evrenin yaratılmasında ve günün ardı ardına gelmesinde kritik zekâ sahipleri için ayetler vardır. (Ali İmran 190) |
لَهُ مَا سَكَنَ فِي اللَّيْلِ وَالنَّهَارِ | Gün içinde sakin olanlar O’na aittir. (En’am 13) |
يُسَبِّحُونَ اللَّيْلَ وَالنَّهَارَ لَا يَفْتُرُونَ | Ara vermeden tüm gün tesbih ederler. (Enbiya 20) |
يُنْفِقُونَ أَمْوَالَهُمْ بِاللَّيْلِ وَالنَّهَارِ سِرًّا وَعَلَانِيَةً | Mallarını gün içinde gizli ve açık olarak harcarlar. (Bakara 274) |
مِنْ آيَاتِهِ مَنَامُكُمْ بِاللَّيْلِ وَالنَّهَارِ وَابْتِغَاؤُكُمْ مِنْ فَضْلِهِ | Gün içinde uyumanız ve O’nun fazlından aramanız O’nun ayetlerindendir. (Rum 23) |
Kuran’da hiçbir ayette النَّهَار وَاللَّيْل şeklinde geçmez. Mutlaka اللَّيْل النَّهَار dan önce gelir. Bu da terim anlamı verilmesi için bir delildir. Bazı yerlerde atıfla gelmesine rağmen karine varsa gece ve ışıklı gündüz anlamı verilir.
Eğer يَوْم izafetle (isim tamlamasıyla) gelmişse o zaman “gündüz” anlamında değil “dönem” anlamındadır. İzafetle gelmediği zamanlarda da asıl anlamı “dönem”dir. Eğer “gündüz” anlamına gelmediğine dair karine varsa “dönem” anlamındadır. Eğer başında harf-i tarifle tekil olarak geliyorsa (الْيَوْم) bu durumda “bu dönem” anlamındadır ama Türkçede de bu dönemi ifade eden kelime olan “bugün” şeklinde tercüme edilebilir.
Ayette geçiş | Anlamı |
لَا طَاقَةَ لَنَا الْيَوْمَ بِجَالُوتَ وَجُنُودِهِ | Câlût ve ordusuna karşı bugün hiçbir gücümüz yok. (Bakara 249) Burada harf-i tarifle tekil olarak gelmiştir. “Bugün” anlamındadır. |
لَا غَالِبَ لَكُمُ الْيَوْمَ مِنَ النَّاسِ | Bugün insanlardan size hiçbir galip gelecek yoktur. (Enfal 48) Burada harf-i tarifle tekil olarak gelmiştir. “Bugün” anlamındadır. |
لَنْ أُكَلِّمَ الْيَوْمَ إِنْسِيًّا | Hiçbir insanla bugün konuşmayacağım. (Meryem 26) Burada harf-i tarifle tekil olarak gelmiştir. “Bugün” anlamındadır. |
خَلَقَ الْأَرْضَ فِي يَوْمَيْنِ | Yeri iki dönemde yarattı. (Fussilet 9) Burada “gündüz” olduğuna dair karine yoktur. Dönem anlamındadır. |
خَلَقَ السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضَ فِي سِتَّةِ أَيَّامٍ | Evreni altı dönemde yarattı. (Araf 54) Burada “gündüz” olduğuna dair karine yoktur. Dönem anlamındadır. |
يَوْمَ تَبْيَضُّ وُجُوهٌ وَتَسْوَدُّ وُجُوهٌ | Yüzlerin beyazlaştığı ve yüzlerin karardığı dönem (Ali İmran 106) Burada izafetle gelmiştir. Dönem anlamındadır. |
يَوْمَ الْتَقَى الْجَمْعَانِ | İki topluluğun karşılaştığı dönem (Ali İmran 155) Burada izafetle gelmiştir. Dönem anlamındadır. |
Buna göre anlamları tablo haline getirirsek:
Terim | Anlamı |
يَوْم | Gündüz, dönem, bugün |
لَيْل | Gece |
نَهَار | Işıklı gündüz |
اللَّيْل وَالنَّهَار | Gün (24 saat) |
الْقِيَامَةِ: “Kıyamet” demektir. Özel anlamı vardır. قوم kökünden gelmektedir. قَوْم mastarı kalkıp dik durmak manasındadır. Bu mastarın mübalağalısı قِيَام mastarıdır. Kalkıp dik durmanın mübalağalısıdır. Yani kalkıp bir hedefe yönelerek dik durmak (mübalağa) manasındadır. Bu nedenle “bir amacı gerçekleştirmek için hazırda olmak” anlamındadır. Bu mastarın tahsisli hali قِيَامَةٌ mastarıdır. Dik durma işinin belirli bir mekâna, zamana ve amaca tahsis edilmesidir. Belirli bir mekânda ve zamanda belirli bir amaç için dik durmak manasındadır. Sona gelen ة harfi قِيَام kelimesine özel bir anlam kazandırmıştır. Bu anlam artık terim anlamıdır. Özel bir amacı içeren fiiller topluluğudur.
Kökün vâv harfi kendisinden önce gelen kesre nedeniyle ya harfine dönüşmüştür.
يَوْمَ الْقِيَامَةِ: “Kıyamet dönemi” demektir. Burada izafet (isim tamlaması) vardır ve bu nedenle يَوْم kelimesi “dönem” anlamındadır. Tüm insanların dünya hayatını tamamladıktan sonra gelen dönemi ifade eder. Bu dönem çok kapsamlı bir dönemdir. Hesapların sorulduğu, muhakemelerin yapıldığı, ihtilafların açıklandığı, cezaların belirlendiği ve amellerin karşılıklarının verildiği dönemdir. Özel bir amaç gerçekleşmektedir. Dünya hayatının sonuçları belirlenmekte ve karşılıkları gerçekleşmektedir.
عَنْ: “-den” anlamında harf-i cerdir. سءل kökünden sonra geldiğinde “istemek” manasını “sormak, sorgulamak” manasına dönüştürür.
مَا: Umumi ism-i mevsuldür. Kendisinden sonra sıla cümlesi gelir ve bu sıla cümlesi içinde aid zamiri olan هُوَ veya هُ bulunur.
كَانُوا: Kâne ve benzerlerinden nakıs fiildir. İsm-i ve haberi vardır. İsmi içinde geçen cem vâvıdır (كَانُوا).
يَفْتَرُونَ: “İftira ediyorlar” yani “olmayan bir şeyi ortaya çıkarıyorlar” demektir. Kökü فري dir. İkinci bâbdaki manası bir şeyi parçalara ayırmak ve sonra parçaları değişik şekilde bir araya getirip ondan yeni bir şey ortaya çıkarmak manasından gelmiştir. İfti’âl bâbına gelince mübalağa ve kişisel çaba etkisi ortaya çıkar. Kendi kendine bir çabayla var olan bir şeyden daha önce olmayan yeni bir şeyi ortaya çıkarmak anlamına gelir. Var olan bir şeyi değişik bir şekle sokup yeni bir şey ortaya çıkarmaktır. Kuran’da değişik şekillerde gelir.
Ayette geçiş | Anlamı |
أَمْ يَقُولُونَ افْتَرَاهُ قُلْ فَأْتُوا بِسُورَةٍ مِثْلِهِ | Yoksa onu o ortaya çıkardı mı diyorlar. Onun misli bir sure getirin de. (Yunus 38) |
إِنَّ اللَّهَ لَا يَغْفِرُ أَنْ يُشْرَكَ بِهِ وَيَغْفِرُ مَا دُونَ ذَلِكَ لِمَنْ يَشَاءُ وَمَنْ يُشْرِكْ بِاللَّهِ فَقَدِ افْتَرَى إِثْمًا عَظِيمًا | Allah kendisine ortak edilmesini bağışlamaz ve bunun daha aşağısındakileri dilediği kimse için bağışlar ve kim Allah’a ortak ederse büyük bir kötülük ortaya çıkarmış olur. (Nisa 48) |
مَنْ أَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرَى عَلَى اللَّهِ كَذِبًا أَوْ كَذَّبَ بِآيَاتِهِ | Allah üzerine yalan ortaya çıkaran veya O’nun ayetlerini yalanlayandan daha zalim olan kimdir? (En’am 21) |
وَلَا تَقُولُوا لِمَا تَصِفُ أَلْسِنَتُكُمُ الْكَذِبَ هَذَا حَلَالٌ وَهَذَا حَرَامٌ لِتَفْتَرُوا عَلَى اللَّهِ الْكَذِبَ إِنَّ الَّذِينَ يَفْتَرُونَ عَلَى اللَّهِ الْكَذِبَ لَا يُفْلِحُونَ | Dillerinizin yalanı vasıflandırmasından dolayı Allah adına yalan ortaya çıkarmak için bu helaldir ve bu haramdır demeyin. Kesinlikle Allah adına yalan ortaya çıkaranlar iflah olmazlar. (Nahl 116) |
وَإِنْ كَادُوا لَيَفْتِنُونَكَ عَنِ الَّذِي أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ لِتَفْتَرِيَ عَلَيْنَا غَيْرَهُ وَإِذًا لَاتَّخَذُوكَ خَلِيلًا | Ondan başkasını bizim üzerimize ortaya çıkarman için sana vahyettiğimizden seni uzaklaştırarak neredeyse seni fitneleyeceklerdi. (İsra 73) |
غَرَّهُمْ فِي دِينِهِمْ مَا كَانُوا يَفْتَرُونَ | Ortaya çıkardıkları dinlerinin (düzenlerinin) içinde onları aldattı. (Ali İmran 24) |
ضَلَّ عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَفْتَرُونَ | Ortaya çıkardıkları onlardan uzaklaştı. (Yunus 30) |
مَا كَانَ هَذَا الْقُرْآنُ أَنْ يُفْتَرَى مِنْ دُونِ اللَّه | Bu Kuran Allah’ın aşağısından ortaya çıkarılma değildir. (Yunus 37) |
مَا هَذَا إِلَّا سِحْرٌ مُفْتَرًى | Bu yalnızca ortaya çıkarılmış bir sihirdir. (Kasas 36) |
Kuran’da en çok gelişi Allah’ın üzerine bir yalan ortaya çıkarmak (افْتَرَى عَلَى اللَّهِ كَذِبًا) şeklindedir. Ortaya çıkarılan bazen yalan, bazen suç, bazen de başka şeydir. Ortaya çıkarılan şey var olan bir şeyin parçalarının değişik bir şekilde birleştirilmesi ile olmaktadır. Allah’ın sözlerini alır ve içinden bazılarını seçer, uygun olmayan bir şekilde birleştirip Allah’ın söylemediği bir şeyi ortaya çıkaran Allah adına bir yalan ortaya çıkarmış olur. Peygamberin Kuran’ı iftira ettiğini söylemeleri de eski sözleri değişik şekillerde birleştirip Kuran’ı ortaya çıkardığını iddia etmeleridir.
كَانُوا يَفْتَرُونَ: “Ortaya çıkarıyorlardı” demektir. Umumi ism-i mevsûlün sıla cümlesidir. Aid zamiri mahzûf هُ zamiridir. Anlamı “onu ortaya çıkarıyorlar” şeklindedir. Umumi ism-i mevsûle döndüğü için مَا كَانُوا يَفْتَرُونَهُ “ortaya çıkarıyor oldukları” anlamına gelmektedir.
Sıla cümlesi Mensuh isim cümlesi |
Haberi Fiil cümlesi | İsmi | Kâne |
Mefûlun bih Aid zamiri | Fâil | Fiil |
هُ | و | يَفْتَرُونَ | و | كَانُوا |
مَا كَانُوا يَفْتَرُونَ: “Ortaya çıkarıyor oldukları” demektir. Burada Allah’a yalan iftira ediyorlar ibaresi yoktur. Burada ortaya çıkarılanlar yani iftira edilenler Allah adına değildir. İfade geneldir. Günümüz metodolojisini anlatmaktadır. Allah’ın ayetleri ile hiç ilgilenmeden önceki örneklere, olaylara, diğer yerlerde uygulananlara dayanılarak, bunlar cüzler haline getirilerek yeni parçalar ortaya çıkarıp yeni kurallar, kanunlar ortaya çıkarmaktır.
Kuran’da Kuran için iftira edilmiş değildir (مَا كَانَ هَذَا الْقُرْآنُ أَنْ يُفْتَرَى مِنْ دُونِ اللَّه) demektedir. Yani Kuran başka sözlerin birleştirilmesiyle elde edilmemiştir. İftira edilenler başka sözlerin, bilgilerin birleştirilmesiyle elde edilmişlerdir. Kuran’da dinlerinde yani düzenlerinde ortaya çıkardıkları onları aldattı (غَرَّهُمْ فِي دِينِهِمْ مَا كَانُوا يَفْتَرُونَ) demektedir. Günümüzdeki hukuk sistemleri işte bu ortaya çıkarılanlara dayanır. Eski olaylardan yeni kurallar, kanunlar üretilir. Kurallar, kanunlar önceki olaylara dayanır, Allah’ın ayetlerine dayanılarak kurallar konmaz. Çoğunluk aklının çok ilginç bir özelliği vardır. Hemen en kolay çözümleri düşünür ve olayın mekanizması üzerinde hiç durmaz. Bu nedenle çoğunluk aklı semptomlara dayalı palyatif çözümler bulur. Oysa Allah’ın hidayeti olan kitapları sebeplere dayalı küratif (iyileştirici) çözümler bulur. Çoğunluk aklının palyatif çözümleri bu düzende uydurduklarıdır. Bir dönem haberlere konu olur. Bir kadını eski kocası tehdit ediyordur ve kadın güvenlik birimlerinden yardım istiyordur. Sonunda kadını öldürür. Günlerce, aylarca bu konu gündemde kalır. Bunun üzerine hemen bir kanun ortaya çıkarılır. Kadını koruma kanunu derler ona ve kanundan sonra kadınlar daha çok öldürülmeye başlanır. Bunun sebebi çok açıktır. Allah’ın ayetlerine dayanmayan tüm kurallar, kanunlar geçmiş tecrübelere dayanarak ortaya çıkarılmış palyatif çözümlerdir ve işe yaramazlar. Kadınlara koruma vermeye başlarlar. Gün gelir korumalar öldürülür. Kadınlar gık dese kocaları nezarete düşer. Boşanmalarda erkek ömür boyu nafakalara bağlanır, erkeğin çabasıyla kazandığı mallar kadınlara devredilir. Bu sefer olay tersine döner. Erkekler eşlerine karşı kin besler hale gelirler. Daha da kötüsü erkekler evlenmekten korkar hale gelirler. Nikah yerine birlikte olma kavramı yerleşir. Bu birlikte olmalar genellikle çocuk doğurmalarla sonuçlanmadığı için nüfus yaşlanmaya başlar ve topluluk çöküşe doğru gider.
Ortaya çıkarılan bütün bu palyatif kurallar, kanunlar başarısızlık doğurur. Ortaya çıkarılanlar Allah adına yalan ise o çok daha kötüdür. Günümüzde genellikle Allah devre dışı bırakılarak kanunlar üretilmektedir. Bu nedenle kanunlar Allah’a yalan iftira etme şeklinde değildir. Allah’ın ayetlerini hiç dikkate almadan ortaya çıkarılma şeklindedir. Bu şekilde olanlar da bunları ortaya çıkaranları aldatmaktadır ve sonucu başarısızlıktır.
Allah hakemliği getirmektedir. Biz ne yapıyoruz? Batıda var olduğu için arabuluculuğu ortaya çıkarıyoruz ama hakemle tamamlanmadıkça yeterli çözümler getirmeyecektir. Çünkü Allah’ın istediği şekilde değildir. Mevcut hakimlik sisteminin içine entegre edilmeye çalışıldığı için başarısızlıkla sonuçlanacaktır. Eski bir binayı ne kadar tamir etmeye kalkarsanız kalkın sonunda işe yaramaz hale gelecektir. Bu nedenle yeni bina inşa etmek lazımdır. Hukuk sistemi tamamen değişmeli, hakemlik sistemi gelmelidir.
لَيُسْأَلُنَّ يَوْمَ الْقِيَامَةِ عَمَّا كَانُوا يَفْتَرُونَ: “Ortaya çıkarıyor olduklarından kıyamet yevminde onlara kesinlikle sorulacaktır” demektir.
Günümüzde Allah’ın emretmediği ama Allah emretmiş gibi yapılan uygulamalar vardır. Bunlar da iftira edilenlerdir ve sorulacaktır. Mevlid okunması buna örnektir. Peygambere övgü için yazılan bir şiir ölülerin arkasından okunmaya başlamıştır. Bu ölü arkasından okunmayı çıkaran bunu iftira etmiştir ve ondan da kıyamet yevminde bu sorulacaktır.
İslamiyet’te görevli ruhban sınıfı yoktur. Bu ruhbanlığı ortaya çıkaran da iftira etmiştir ve ondan da bu sorulacaktır. İftira etmenin tarifini hatırlayalım: bir şeyi parçalara ayırmak ve sonra parçaları değişik şekilde bir araya getirip ondan yeni bir şey ortaya çıkarmak. Var olan bir şey imamın yani önderin, liderin namaz kıldırmasıdır. Bu var olan şey parçalara bölünmüştür. Lider namaz kıldırmamaya başlamış, onun yerine ihdas edilen ruhban sınıfı namaz kıldırmaya başlamıştır. Sonra bu namaz kıldıran ruhban sınıfına lider olan, önder olan anlamındaki “imam” adı verilmiş, başka görevler yüklenmiştir. Dini nikah adı altında bir nikâh icat edilmiş, iftira edilmiş olan ruhbanlığa bu görev yüklenmiş hatta bu nikâh olmadan nikâh yok kabul edilmeye başlanmıştır. Bu da iftiradır ve bunun da hesabı sorulacaktır. Ölüleri gömme merasimlerinde görevlendirilmişlerdir. Kuran’ın dirilere en büyük rehber olması gereken ayetleri ölülere şifa (!) olacak diye ölülerin arkasından okunur hale getirilmiştir. Ölü yıkama icat edilmiş, ölüleri yıkamışlardır. Bu ruhban sınıfı aynı zamanda fetva müessesesi haline getirilmiş, sayıları çoğaltılmış, teşkilatlandırılmış, mevkiler verilmiş, özel kıyafetler ihdas edilmiş ve Kuran’ın emirlerinin büyük kısmının hayatın dışına atılmasında büyük rol almışlardır. Bunların hepsinden kıyamet yevminde sorulacaktır.
Tapınma hareketlerine عُكوف denir. En önemli şekli kıyam etmedir. Ayakta durup tapınmanın sembolü olan kıyam etme değiştirilmiş ve yerine saygı duruşu ikame edilmiştir. Var olan bir şey parçalara bölünmüş, Allah’a karşı yapılması gereken kıyam başkaları için yapılmaya başlanmıştır. عُكوف yalnızca Allah’a yapılır. Bu da iftiradır ve bunu ortaya çıkaranlardan da kıyamet yevminde sorulacaktır.
Üç te’kîd vardır. Te’kîd lâmı ve şeddeli te’kîd nûnu ile anlıyoruz ki hesap sorulacağından şüphe edenler olacaktır ve şüpheler giderilmektedir. Ne güzel işte, mevlidler okuyoruz, insanlar bir araya geliyor, neresi kötü? Ne güzel işte, ölülerimizi yıkayanlar var, arkalarından okuyorlar, bize camilerde namaz kıldırıyorlar, fetvalar alıyoruz onlardan, bunun neresi kötü? Ne güzel işte, saygı duruşuyla yad ediyoruz, onları anıyoruz, bunun neresi kötü? Kanunlar çıkarıyoruz, kadınları koruyoruz, bunun neresi kötü? Bunları diyeceklerdir. Hatta iyi şeyler yaptıklarından emindirler. Bu nedenle te’kîdle gelmiştir, hesap sorulacaktır.
Burada zarf olan yani sorulma fiilinin geçtiği zamanı ifade eden يَوْمَ الْقِيَامَةِ cümlenin ortasındadır. Şu şekillerde gelebilir:
Geldiği/gelebileceği şekil | Açıklama |
لَيُسْأَلُنَّ يَوْمَ الْقِيَامَةِ عَمَّا كَانُوا يَفْتَرُونَ | Önem sorgulamadadır. Sorgulanma kıyamet yevminden daha önemlidir. Kıyamet yevmi de iftira edilenlerden daha önemlidir. |
يَوْمَ الْقِيَامَةِ لَيُسْأَلُنَّ عَمَّا كَانُوا يَفْتَرُونَ | Önem kıyamet yevmindedir. Kıyamet yevmi iftira edilenlerin sorgulanmasından daha önemlidir. |
لَيُسْأَلُنَّ عَمَّا كَانُوا يَفْتَرُونَ يَوْمَ الْقِيَامَةِ | Burada anlam karmaşası ortaya çıkabilirdi. Kıyamet yevmi iftira etme fiilinin zarfı olarak anlaşılabilirdi. Kıyamet yevminde kimsenin iftira edemeyeceği karinesiyle bu anlamdan uzaklaşıldığında iftira edilenlerden sorgulanma kıyamet yevminden daha önemli olurdu. |
Kıyamet yevminde sorgulama vardır ve iftira edilenler yani Allah’ın ayetlerine dayanmadan koyulan kurallar, kanunlar ve uygulamalardan sorgulamalar olacaktır. Dünya hayatında zaten bu şekildeki uygulamaların, koyulan kuralların işlemediği, sonuçlarının iyi olmadığı görülecektir. Ancak bunları ortaya çıkaranlar bunları çıkarmalarının hesabını vereceklerdir.
Yalova, Teşvikiye; 13 Kasım 2021
M. Lütfi Hocaoğlu