ANKEBÛT SÛRESİ - 2. Hafta
أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
وَلَقَدْ فَتَنَّا الَّذِينَ مِنْ قَبْلِهِمْ فَلَيَعْلَمَنَّ اللَّهُ الَّذِينَ صَدَقُوا وَلَيَعْلَمَنَّ الْكَاذِبِينَ (3)
Onlardan öncekileri fitnelemiştik. Allah doğru olanları bilecektir ve yanlış yapanları bilecektir. (3)
Parantez cümlesi | Vâv-u itiraziye |
Ma'tûf | Atıf harfi | Ma'tûfun aleyh |
Ma'tûf | Atıf harfi | Ma'tûfun aleyh | Cevap cümlesi | Yemin cümlesi |
لَيَعْلَمَنَّ الْكَاذِبِينَ | وَ | لَيَعْلَمَنَّ اللَّهُ الَّذِينَ صَدَقُوا | فَ | لَقَدْ فَتَنَّا الَّذِينَ مِنْ قَبْلِهِمْ | | وَ |
وَ
Ve
وَ: Vâv-u i’tiraziyyedir (الواو الإعتراضية) (Parantez vâvı). İ’tirâziyye cümlesinin (Parantez cümlesinin) başına gelir. Parantez cümlesi bir cümlenin öğelerinin arasına veya birbirine atfedilmiş iki cümlenin arasına gelir. Bu ayet parantez cümlelerinden oluşmuştur. İkinci ayetle dördüncü ayet arasına girmiştir. İki adet i’tiraziyye harfi vardır. Biri وَ diğeri فَ dir. Parantez cümlesi bir cümlenin veya atfedilmiş iki cümlenin arasına girerek konuyu muhataba daha açık anlatmak, söylenilen cümle veya cümlelerin söylenme amacını açıkça belirtmek amacıyla gelir.
لَقَدْ فَتَنَّا الَّذِينَ مِنْ قَبْلِهِمْ
Onlardan öncekileri fitnelemiştik.
لَقَدْ: İki harfin birleşimidir.
لَ: Yeminin cevap lâmıdır. Yemin iki cümleden oluşur. İlk cümle üzerine yemin edilendir. İkinci cümle yeminin kendisidir. İlk cümleye yemin cümlesi, ikinci cümleye yeminin cevap cümlesi denir. Bazı durumlarda yeminin cevap cümlesinin başına لَ gelir. Buna cevap lâmı denir.
Cevap cümlesi | Cevap lâmı (لَ) durumu |
Emir, nehiy veya soru cümlesi | Başına cevap lâmı (لَ) gelmez. Örnek: وَالْفَجْرِ وَلَيَالٍ عَشْرٍ وَالشَّفْعِ وَالْوَتْرِ وَاللَّيْلِ إِذَا يَسْرِ هَلْ فِي ذَلِكَ قَسَمٌ لِذِي حِجْرٍ Fecre ve on geceye ve çifte ve teke ve aktığı zaman geceye yemin ederim ki akıl sahibi için yemin onda var mı? |
Olumlu isim cümlesi | Başına cevap lâmı (لَ) gelir. Örnek: يُقْسِمَانِ بِاللَّهِ لَشَهَادَتُنَا أَحَقُّ مِنْ شَهَادَتِهِمَا وَمَا اعْتَدَيْنَا Allah’a ikisi “Şehadetimiz ikisinin şehadetinden daha haktır ve sınırı aşmadık” diye yemin eder. |
Olumsuz isim cümlesi | Başına cevap lâmı (لَ) gelmez. |
İnne ile başlayan cümle | Cevap lâmı (لَ) cümlenin başında değil, içinde gelir. Buna rabıta lâmı denir. (اللام الرابطة للقسم) Örnek: قَاسَمَهُمَا إِنِّي لَكُمَا لَمِنَ النَّاصِحِينَ İkisine “Kesinlikle ben ikinize nasihat edenlerdenim” diye yemin etti. |
Olumlu mazi fiil (nasihler dahil) | لَقَدْ, قَدْ veya cevap lâmı (لَ) ile başlamalıdır. Örnek: قَالُوا تَاللَّهِ لَقَدْ آثَرَكَ اللَّهُ عَلَيْنَا وَإِنْ كُنَّا لَخَاطِئِينَ Allah’a yemin ederiz ki Allah bizim üzerimize seni seçmiştir ve kesinlikle biz hata edenlerdeniz, dediler. |
Olumlu muzari fiil (nasihler dahil) | Te’kîd lamı ve nunu (nun-u müşeddede veya muhaffefe) ile gelmelidir. Eğer öncesindeسَ veya سَوْفَ gibi edatlar varsa bu edatlardan önce cevap lâmı (لَ) gelir. Örnek: وَرَبِّكَ لَنَسْأَلَنَّهُمْ أَجْمَعِينَ عَمَّا كَانُوا يَعْمَلُونَ Rabbine yemin ederiz ki onlara yaptıklarını hep birlikte soracağız. |
Olumsuz mazi veya muzari fiil | Cevap cümlesinin başında olumsuzluk edatlarından biri olur. Cevap lâmı (لَ) olmaz. Örnek: وَالنَّجْمِ إِذَا هَوَى مَا ضَلَّ صَاحِبُكُمْ وَمَا غَوَى وَمَا يَنْطِقُ عَنِ الْهَوَى Havalandığı zaman necme yemin ederim ki arkadaşınız şaşırmadı ve azmadı ve hevadan konuşmadı. |
Mef’ûlü fiile takdim edilmiş cümleler | Cevap cümlesi fiille değil, mef’ûllerden biriyle veya mef’ûlün bih gayri sarihle başlar ve başında cevap lâmı (لَ) gelir. |
Kuran’da çoğunlukla yemin cümlesi hazf edilir (söylenmez).
Cevap cümlesinde öncesinde yemin olduğuna dair delil varsa yemin cümlesi hazf edilebilir (söylenmez). Genellikle لَقَدْ ile başlayan mazi veya muzari fiiller, لَ ile başlayan isim cümleleri, övme ve yerme cümleleri öncesindeki yemin cümlesi hazf edilmiş olarak gelir. Te’kîd lâmı ile başlayan muzari fiil cümlelerinin öncesindeki yemin cümlesi hazf edilmiş olabilir. لَئِنْ ile başlayan şart ve cevap cümlelerinin de öncesinde yemin cümlesi hazf edilmiştir.
Bu ayette de cevap cümlesi لَقَدْ ile başladığından yemin cümlesi hazf edilmiştir.
قَدْ: Harftir. İsim cümlesinden önce gelmez. Her zaman olumlu fiillerden önce gelir, olumsuz fiillerden önce gelmez. Fiil ile arasında başka bir şey bulunmaz.
- Mazi fiilden önce gelince:
- Tahkîk (gerçekleştirme) edatı (حَرْفُ التَّحْقِيقِ) olur. “Muhakkak”, “gerçekten” anlamlarına gelir. Normalde “-di” li geçmiş zaman olan mazi fiil “-miş” li geçmiş zamanın kesinlik ifade eden şekline dönüşür. Bu durumda fiilin sonuna da “-mıştır”, “-miştir”, “-muştur”, “-müştür” eklerinin eklenmesi gerekir. Yeminin cevap lâmından sonra gelirse tahkîk edatı olur.
- Tevakku (beklenti) edatı (حَرْفُ التَّوَقُّعِ) olur. Beklenilen bir haberin cevabında mazi fiilin başına eklenir. Ölümü beklenmeyen bir kimsenin ölüm haberini verirken مَاتَ (öldü) şeklinde haber verilirken, ölmesi beklenen bir hastanın ölüm haberi verilirken قَدْ مَاتَ (ölmüş) şeklinde haber verilir. Bu durumda fiilin sonunda “-mıştır”, “-miştir”, “-muştur”, “-müştür” eklenmesi yeterlidir.
- Takrîb (yaklaştırma) edatı (حَرْفُ التَّقْرِيبِ) olur. Normalde mazi fiil hem uzak hem de yakın geçmiş zamanı ifade eder. Bu edatın başına gelmesi ile yakın geçmiş zamanı ifade ederse takrîb edatı olmuş olur. Bu durumda fiilin sonunda “-dı”, “-di”, “-du”, “-dü” eki kalır. Mişli geçmiş zaman şeklinde söylenmez.
- Muzari fiilden önce gelince: Tahkîk edatı olur. Gerçekleştirme olayını şimdiki zamana alır. “Muhakkak … -yor” anlamına gelir. لَقَدْ şeklinde geldiği durumlarda her zaman tahkîk edatıdır.
Bu ayette yeminin cevap lâmından sonra geldiği için قَدْ tahkik edatıdır. Kesinlik ifade etmek için gelmiştir. Hem yemin gelmesi hem de tahkik edatı gelmesi kesinliği daha da belirgin hale getirmektedir.
فَتَنَّا: “Fitneledik” demektir. Mazi fiildir. Birinci çoğul şahıstır (biz). Kuran’da üslup olarak “biz” şeklinde gelen ifadelerde fiil melekler, diğer insanlar, doğa olayları gibi aracılarla gerçekleşmiştir. Burada “biz fitneledik” dediği için fitnelenme değişik mekanizmalarla olmaktadır. Topluluk içinde bir olay meydana gelmektedir. Deprem olmaktadır, sel olmaktadır, yangın olmaktadır, salgın olmaktadır. Bu sıkıntılı, bunaltıcı olayların gerçekleştiği sırada insanlar fitnelenerek sınanmaktadırlar. Davranışları Allah’ın istediği gibi mi olacak, kendi hevalarına göre mi olacak ya da onları yularlayıp sürükleyen şeytanlarının istediklerini gibi mi olacak? İşte burada “iman ettik” diyenler fitnelenerek sınanmaktadırlar.
2019 yılının sonunda başlayan Covid-19 salgını tüm dünyayı fitnelemiştir. Bu salgın sırasında yapılan uygulamalar Allah’ın istediklerine uygun mudur? Mesela insanların maske takılmaya zorlanması doğru mudur? Maskenin koruduğuna dair herhangi bir delil yoktur. Hatta tüm dünya maske takarken salgının hızında bir değişme olmamıştır. Arkasından aşı gelmiştir. Aşının koruduğuna dair rakamsal veri verilmemektedir. Sadece aşı olanların daha hafif geçirdiği söylenmektedir. Ama bu da bilimsel değildir. Aşı olanların aşı olmasaydı nasıl geçireceğini bilmiyoruz ki. Verilerini açıklayan ülkelerde tam tersi sonuçlar da varken aşıya zorlanmak ne derece doğrudur. Üstelik aşıdan ortaya çıkacak tüm yan etkilerin (yakın ve uzak) tüm sorumluluğu da aşı yapılana yüklenmektedir. GDO (Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar) şeklinde üretilen besinleri yerseniz sizde hemen bir sorun çıkarmaz. Sizde çıkaracağı hastalıklar yıllar içinde ortaya çıkar. Günümüzde salgından daha hızlı yayılan kronik hastalıklar bunun tipik örneğidir. Buna benzer şekilde siz bir aşı üretiyorsunuz. Adı mRNA aşısı. Corona virüsün spike proteininin kodunu taşıyan bu mRNA kas içine enjekte ediliyor ve sizin kas hücreleriniz de bir süre bu proteini üretiyor. Üretilen bu protein vücuda yabancı olduğu için ona karşı antikor geliştirerek virüsten korunuyorsunuz. Evet, büyük oranda akut yan etkiler dışında ilk anda hiçbir sorun olmayacaktır. Ancak uzun vadede ne yapacağı belli değildir. Sizin vücudunuza yabancı bir protein ürettiriyorsunuz. Allah’ın yarattığını değiştiriyorsunuz. Allah bizim hücrelerimize yabancı proteinler ürettirme görevini vermemiştir. Bu nedenle bu aşı tekniği yanlıştır. Eğer ortaya çıkarsa otoimmün hastalıklar geç ortaya çıkacaktır. 2-3 sene sonra bize bu aşıları yaptırma baskısını yapanlar ortaya çıkacak hastalıklar sırasında sadece bir “pardon” diyeceklerdir. Çünkü tüm sorumluluk aşıyı yaptıran vatandaştadır. İmza atmakta ve gönüllü olarak aşısını yaptırmaktadır. Yanlış anlaşılmasın, herkeste bir hastalık yapacak anlamında değildir. Belki de çok nadir yan etkiler olabilecektir ama bunun garantisini hiç kimse veremez. Böyle bir riski de aşıyı üreten firma dahil hiç kimse üstlenmemekte, aşı yapılmak zorunda bırakılan vatandaş ikrah içinde imzasını atmakta, tüm sorumluluğu kendi üstüne almaktadır.
الَّذِينَ: Has ism-i mevsuldür. Eril çoğuldur. Sonrasında sıla cümlesi gelir ve ikisi bir arada cümlede bir öğe haline gelirler. Örneğin فَعَلُوا “yaptılar” demektir. الَّذِينَ فَعَلُوا ise “yapanlar” demektir.
مِنْ: Harf-i cerdir. Değişik amaçlarla kullanılır. Çoğunlukla “-den, -dan” şeklinde Türkçe’ye çevrilmesi uygundur. Ancak bazen zarfların önüne gelir. O durumda zarfiyeti müphemlikten çıkarır muayyen hale getirir.
قَبْلِهِمْ: “Onlardan önce” demektir. Zarf ve zamirden oluşur.
قَبْلِ: “Önce” demektir. Zarftır. İzafe edildiği kelimeden öncesindeki zamanı ifade eder.
هُمْ: “Onlar” demektir. Üçüncü şahıs eril çoğul zamirdir. Zamirler kendisinden önce geçen bir öğenin yerine kullanılırlar. Buna zamirin raci olması denir. Buradaki zamir de ikinci ayetteki iman ettik demekle bırakılacaklarını sanan النَّاسُ ya (insanlara) racidir.
مِنْ قَبْلِهِمْ: “Onlardan öncesinde” demektir. Buradaki مِنْ onlardan öncesini muayyen (belirli) hale getirir. Eğer bu مِنْ olmasaydı قَبْلَهُمْ şeklinde gelerek mübhem (belirsiz) olacaktı. Bu مِنْ nedeniyle onlardan öncesindeki zamanlar belirlidir.
الَّذِينَ مِنْ قَبْلِهِمْ: “Onlardan öncesinde olanlar” demektir. İsm-i mevsul olan الَّذِينَ ve sıla cümlesi olan مِنْ قَبْلِهِمْ den meydana gelmiştir. Ancak مِنْ قَبْلِهِمْ cümle değildir. Tek bir öğeden oluşmaktadır. Bu da cümlede bir öğenin hazf edildiğini gösterir. O da هُمْ zamirdir. Aslında sıla cümlesi هُمْ مِنْ قَبْلِهِمْ şeklindedir. الَّذِينَ sebebiyle cümlede هُمْ olduğu anlaşıldığı için hazf edilmiştir. هُمْ “Onlar” demektir. Üçüncü şahıs eril çoğul zamirdir. İsm-i mevsullerin sıla cümlesi içinde ism-i mevsule uyan bir zamir bulunur. Buna aid zamiri (الضمير العائد) denir. İsm-i mevsuller tek başlarına bir anlam ifade etmezler. Sıla cümlesi ve aid zamiriyle beraber anlamlı olurlar. İsm-i mevsulümüz eril çoğul olan الَّذِينَ olduğu için buna uyan aid zamiri eril çoğul olan هُمْ dur. Bu da hazf olmuştur.
Sıla cümlesi | İsm-i mevsul |
هُمْ مِنْ قَبْلِهِمْ | الَّذِينَ |
Eril çoğul olan aid zamiri | Eril çoğul olan ism-i mevsul |
لَقَدْ فَتَنَّا الَّذِينَ مِنْ قَبْلِهِمْ: “Onlardan öncesinde olanları kesinlikle fitnelemiştik” demektir. Burada iki kere te’kîd vardır. Hem yemin vardır hem de tahkik edatı vardır. Kafalardaki şüpheleri tamamen yok etmek içindir. Burada الَّذِينَ kullanıldığı için organize topluluğu ifade etmektedir. İman ettik diyerek bırakılacağını sanan insanlardan öncesinde fitnelenenler bellidir, örgütlü topluluklardır.
فَلَيَعْلَمَنَّ اللَّهُ الَّذِينَ صَدَقُوا
Allah doğru olanları bilecektir.
فَ: Atıf harfidir. Sonrasındaki cümleyi öncesindeki yemin-cevap cümlesine bağlamaktadır. Bu فَ harfi Fâ-u ta’liliyyedir. Kendisinden önceki cümle ile kendisinden sonraki cümle arasında sebepsel ilişki vardır. Öncekiler fitnelenmişlerdir, bu sebeple insanlar fitnelenecekler ve Allah onlardan sadık olanları ve kâzibleri bilecektir.
لَيَعْلَمَنَّ: “Kesinlikle bilecek” demektir. Burada muzari fiilin başına te’kîd lâmı (لَيَعْلَمَنَّ) ve sonuna da nûn-u müşeddede şeklinde te’kîd nûnu (لَيَعْلَمَنَّ) gelmiştir. Burada bu nedenle üç kere te’kîd vardır. Şüpheleri çok şiddetli bir şekilde gidermektedir. Aslında “kesinlikle ve kesinlikle ve kesinlikle” şeklinde tercüme edilebilir. Her zaman gelecek zamanı gösterir. Geniş zamanı ve şimdiki zamanı göstermez.
اللَّهُ: Alemlerin rabbinin özel ismidir. لَيَعْلَمَنَّ fiilinin fâilidir.
الَّذِينَ: Has ism-i mevsuldür. Eril çoğuldur. Örgütlü topluluğu ifade eder.
صَدَقُوا: “Hedeften sapmadılar, doğru davranışlı, doğru sözlü oldular” demektir. Bir sapma, kayma olmadan doğru bir şekilde hedefe isabet etmek manasındadır. İnsanlar için doğru davranışlı, doğru sözlü olmak anlamında kullanılır. Genel anlamda hedefi tutturmak anlamındadır. الَّذِينَ ismi mevsulünün sıla cümlesidir. Aid zamiri de eril çoğul merfu muttasıl zamir olan cem vâvıdır (صَدَقُوا).
Sıla cümlesi | İsm-i mevsul |
صَدَقُوا | الَّذِينَ |
Eril çoğul olan aid zamiri | Eril çoğul olan ism-i mevsul |
الَّذِينَ صَدَقُوا: “Hedeften sapmayanlar, hedefi tutturanlar, doğru sözlü ve davranışlı olanlar” demektir. Organize olmuş bir topluluktur. Organizasyonları doğruluk üzerinedir. Hedeflerine doğru sapmadan ilerlemektedirler.
لَيَعْلَمَنَّ اللَّهُ الَّذِينَ صَدَقُوا: “Allah hedefi tutturanları, doğru sözlü ve davranışlı olanları kesinlikle bilecektir” demektir.
وَلَيَعْلَمَنَّ الْكَاذِبِينَ (3)
Yanlış yapanları bilecektir.
وَ: “Ve” demektir. Atıf harfidir. لَيَعْلَمَنَّ اللَّهُ الَّذِينَ صَدَقُوا cümlesini لَيَعْلَمَنَّ الْكَاذِبِينَ cümlesine bağlamaktadır.
لَيَعْلَمَنَّ: “Kesinlikle bilecek” demektir. Te’kîd lâmlı ve nûnlu muzari fiildir.
الْكَاذِبِينَ: “Yalan, yanlış söyleyenler” demektir. Bir şeyi onda olmayan bir şeyle vasıflandırmak veya isimlendirmek manasındadır. Kuran’da كذب kökü ikinci bâbdan ve tef’îl bâbından gelir. Sadece mazi ve muzari fiil olarak gelir. Emir veya nehiy fiil olarak gelmez. لَا تَكْذِبْ şeklinde gelmez. Çünkü bu kökün anlamı sadece yalan söylemek değildir. Yalan söylemeyi de kapsayan bir anlamı vardır. Yanlış söylemek de bu fiilin kapsamı içindedir. Kasıtlı olarak yapılırsa yalan, kasıtsız olarak yapılırsa yanlış olur. Bu nedenle Kuran’da لَا تَكْذِبْ şeklinde gelmez. Gelseydi kimse yanlış bir şey söyleyemezdi. Doğruluk nasıl hedefi tutturmak ise yanlışlık hedefi tutturamamak anlamına da gelir.
لَيَعْلَمَنَّ الْكَاذِبِينَ: “Kesinlikle hedefi tutturmayanları bilecektir” demektir. Bu cümlenin fâili gizli özne olan “O” dur ve Allah’a racidir.
Allah fitnelemeler ile insanları ayırmaktadır. İman ettik diyen insanlardan fitnelenmeyi başarıyla geçenler hedefi tutturmuş ve sadıklar olmuşlardır. Sadık olmayı başaranlar organize şekilde başarılı olmuşlardır (الَّذِينَ صَدَقُوا). Doğru işleri yapmışlardır. Fitnelenmeyi başarıyla geçemeyenler ise organize olamamışlar (الَّذِينَ كَذَبُوا denmemiştir), hedefi tutturamamışlar, hedeften sapmışlar ve kâzibler olmuşlardır (الْكَاذِبِينَ). Fitnelenme sırasında doğru işler değil yanlış işler yapmışlardır.
Burada çok önemli bir soru ortaya çıkmaktadır. Allah geleceği bilir mi bilmez mi? Te’kîd lâmı ve nûnu olan muzari fiiller geleceği ifade eder. Allah insanları fitneleyecek ve bu fitneleme sonucunda doğru işleri yapanları ve yanlış işleri yapanları bilecektir. Fitnelemeden önce bilmemektedir. Evet, Allah her şeyi bilmektedir. Gelecek veya geçmiş şey midir? Gelecekte olacak bütün seçenekler bir şeydir. Allah bütün seçenekleri bilmektedir. Ancak hangi seçeneğin gerçekleşeceğini bilmek istememektedir. Dikkat edin, bilememektedir değil, bilmek istememektedir. Eğer bilseydi bizim irademiz olmazdı hatta O’nun bile iradesi olmazdı. Ayette “Bir şeyi irade ettiği zaman onun işi yalnızca ona ol demesidir ki o da olur” (إِنَّمَا أَمْرُهُ إِذَا أَرَادَ شَيْئًا أَنْ يَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ) demektedir (Yasin 82). Eğer önceden neyin gerçekleşeceğini biliyorsa o zaman onun gerçekleşmesini irade etmesi abes olurdu. Eğer gerçekleşecek her olayı önceden biliyorsa insanlar yalnızca kendilerine düşen rolü yapan sinema oyuncuları gibi olurdu ki o durumda imtihan edilme söz konusu olmazdı.
İnsanlar büyük ihtimalle yapay olarak üretilen bir virüsle fitnelenmişlerdir ve doğru yapanlarla yanlış yapanları Allah bilecektir. İman edenler insanlara zorla hiçbir şey yaptırmazlar. Dinde (Düzende) ikrah yoktur demek bu demektir. İnsanlara hoşlanmadıkları halde aşı olmak zorunda bırakmak, ileride çıkabilecek ciddi yan etkiler olabileceği biline biline bunu yapmak hedefi tutturmak mıdır, tutturmamak mıdır, doğru yapmak mıdır, yanlış yapmak mıdır? Aşı yaptırmayanlara ikinci sınıf vatandaş gibi muamele etmek ne derece doğrudur. Çok daha ilginci mantıksız uygulamalardır. Uçağa, otobüse binerken eğer aşın yoksa PCR testi yaptıracaksın demek ne kadar mantıklıdır? Belediye otobüsleri, metrobüsler, metrolar tıka basa adam dolu olacak ve orada bu uygulama yapılmayacak, yolcuların en seyrek oturduğu şehirlerarası otobüslerde ve uçaklarda PCR istenecek. Daha da ilginci genelgeler ile yasakların konulması ve zorlayıcı uygulamaların yapılmasıdır. İç İşleri Bakanlığı genelgeler ile sokağa çıkma yasağı koymakta ve seyahat özgürlüğünü kısıtlayabilmektedir. Son günlerde de Çalışma Bakanlığı bir genelge ile patronlara aşı olmayan işçilerinden haftada bir PCR isteyebilme yetkisi vermiştir. Bu uygulamaların Kuran’a uygunluğunu geçtik bir kere, mevcut anayasa ve yasalara uygun mudur? Bu uygulamalar neredeyse tüm dünyada yapılmaktadır ve açıkça savrulmaktadırlar. Organize olunmamıştır. Her an kararlar değişmekte, o gün akla ve mantığa, bilime uymayan kararlar alınmaktadır. Sürekli yanlış işler yapılmaktadır. Sermaye ne söylerse o yapılmaktadır. Sermaye maskesini satmakta, aşısını satmakta, servetine servet katmaktadır. Eve kapanmalarla Sermaye daha da zengin olmuştur. Aşılardan dolayı ileride çıkabilecek yan etkiler Sermaye’nin yeni ilaçlarına pazar oluşturacaktır. İnsanlar bu fitnelenmeden geçmektedir ama çok az kimse sadıklardan olacaktır. Çok kimse yanlış yapmakta, kâziblerden olmaktadırlar.
Burada dikkat edilmesi gereken bir durum daha vardır. لَيَعْلَمَنَّ اللَّهُ الَّذِينَ صَدَقُوا وَلَيَعْلَمَنَّ الْكَاذِبِينَ şeklinde iki ayrı bilme fiili kullanılmaktadır. Oysa لَيَعْلَمَنَّ اللَّهُ الَّذِينَ صَدَقُوا وَالْكَاذِبِينَ şeklinde tek bilme fiili ile gelebilirdi. İki ayrı fiille gelmesi sadık olanlarla kâzib olanların ayrı yerlerde, ayrı durumlarda, ayrı zamanlarda, ayrı ayrı topluluklar şeklinde olabilmesinden dolayıdır.
Sizin bir topluluğunuz var. Her şey gayet iyi gidiyor. Kuran üzerine birleşmişsiniz. Hedefiniz Allah’ın istediği bir toplumsal model oluşturmak. Gün gelir, topluluğunuzun hoşuna gitmeyen bir şey yaparsınız. Yaptığınız şey Allah’ın dinine (düzenine) uygundur, hiçbir sakıncası yoktur. İşte bu da ciddi bir fitnedir. Topluluğunuzu terk edenler olacaktır, sizden rahatsız olanlar olacaktır. Bu ayete göre bu sizi hiç ilgilendirmemelidir. İnsanların sözleriyle değil, Allah’ın emirleri ve yasakları ile hareket etmelisiniz. İman ettik deyip de yanlış yapanlar ve doğru yapanlar ortaya çıkmış olacaktır. Bu da bu ayete göre geçmişten beri gelen ve gelecekte de gerçekleşecek olan Allah’ın sünnetlerinden biridir.
Yalova, Teşvikiye; 04 Eylül 2021
M. Lütfi Hocaoğlu