ANKEBÛT SÛRESİ - 20. Hafta
أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
يُعَذِّبُ مَنْ يَشَاءُ وَيَرْحَمُ مَنْ يَشَاءُ وَإِلَيْهِ تُقْلَبُونَ (21)
İstediği kimseye azab eder ve istediği kimseye merhamet eder ve O’na doğru yönünüz değiştirilecektir. (21)
Ma'tûf Fiil cümlesi | Atıf harfi | Ma'tûf Fiil cümlesi | Atıf harfi | Ma'tûfun aleyh Fiil cümlesi |
إِلَيْهِ تُقْلَبُونَ | وَ | يَرْحَمُ مَنْ يَشَاءُ | وَ | يُعَذِّبُ مَنْ يَشَاءُ |
Birbirine atfedilmiş bu üç cümle önceki ayetin başındaki قُلْ (söyle) emrine dahil olabilir.
يُعَذِّبُ مَنْ يَشَاءُ
İstediği kimseye azab eder
يُعَذِّبُ: “Azab eder” demektir. Fâili müstetir هُوَ dir. Önceki ayetteki Allah’a racidir. Azab eden Allah’tır.
عَذَاب ise “azab” demektir. Bu kök iki ayrı bâbdan gelmektedir. Beşinci bâbdan geldiğinde عَذْب tatlı demektir. Sıfat-ı müşebbehedir. Su için kullanılır. Suyun tadının hoş olması manasından gelmiştir. İkinci bâbdan geldiğinde عَذَاب bir fiili yapmasını önlemek, o fiilden caydırmak, uzak tutmak, fiili işlemesini sonlandırmak için darbetmek, engellemek, kahretmek anlamlarındadır.
عَذَب الحمار يَعْذِب عَذْباً وعُذوباً فهو عاذبٌ [و] عَذُوب: لا يَأكل من شدّة العطش.
Eşek azb oldu, azb olur, azb ve uzûb, o âzibdir. Azûb: Susuzluğun şiddetinden yemez. (Makayisu-l Luga)
ويقال للفرس وغيرِه عَذوبٌ، إذا بات لا يأكل شيئاً ولا يشرب، لأنّه ممتنع من ذلك.
At ve gayrısı için azûb denilir, hiçbir şey yemeden içmeden geceyi geçirdikleri zaman, çünkü o bundan engellenmiştir. (Makayisu-l Luga)
العَذُوب: الذي ليس بينه وبين السّماء سِتر، وكذلك العاذب.
Azûb: Onunla gök arasında bir örtünün olmadığı kimsedir ve böylece âzibdir. (Makayisu-l Luga)
فممكن أن يكونَ أراد: ليس بيننا وبين السَّماء سِتر، وممكنٌ أن يكون من الأول إذا باتُوا لا يأكلون ولا يَشرَبون.
“Bizimle gök arasında bir örtü yok”tan irade ediliyor olanın yemeden ve içmeden geceyi geçirdikleri zaman öncekinden olması mümkündür. (Makayisu-l Luga)
وحكى الخليل: عذَّبتُه تعذيباً، أي فَطَمتُه. وهذا من باب الامتناع مِن المأكل والمَشرَب.
Halil anlattı: Ona azab ettim yani onu sütten kestim. Ve bu yeme ve içmeden engellenme bâbındandır. (Makayisu-l Luga)
Bu tanımlardan azabın birisinin yemesinin, içmesinin ve barınmasının engellenmesi olduğu anlaşılmaktadır. Gökle arasında bir örtünün olmaması barınağının olmadığını, geceyi yemeden içmeden geçirmenin de yiyecek ve içeceğinin olmadığını göstermektedir. Buna göre azab etmek birisinin temel yaşamsal ihtiyaçlarını karşılamasını engelleyen her türlü fiildir. Yemesini veya içmesini veya barınmasını engellemek demek ona azab etmek demektir.
Azab belirli bir fiil değildir. Azab her tür fiille gerçekleşebilir. Hatta bir fiil olmadan bir durum da azab olur. Temel ihtiyaçlara engel olan her fiil, her durum, her olay azabdır. Ekonomik kriz bir azabdır. İnsanların temel ihtiyaçlarına karşı engel oluşturur. Kıtlık bir azabdır. Sel bir azabdır, yangın bir azabdır. Cehennem bir azabdır. Hastalık bir azabdır.
Çeşitleri vardır. Mevsuf-sıfat olarak geldiğinde:
Azab türü | Anlam |
عَذَابٌ عَظِيمٌ | Büyük azab |
عَذَابٌ أَلِيمٌ | Acıtıcı azab |
عَذَابٌ مُهِينٌ | Basitleştirici azab |
عَذَابٌ شَدِيدٌ | Şiddetli azab |
عَذَابٌ مُقِيمٌ | İkame azab |
عَذَابٌ يُخْزِيهِ | Küçültücü azab |
عَذَابٌ قَرِيبٌ | Yakın azab |
عَذَابٌ غَيْرُ مَرْدُودٍ | Döndürülmeyen azab |
عَذَابٌ غَلِيظٌ | Sert azab |
عَذَابٌ وَاصِبٌ | Ayrılmaz azab |
عَذَابٌ مُسْتَقِرٌّ | İstikrarlı azab |
عَذَابٍ بَئِيسٍ | Zor azab |
عَذَابٍ وَاقِعٍ | Vuku bulan azab |
عَذَابًا نُكْرًا | Tanınmayan azab |
İsim tamlaması olarak geldiğinde:
Azab türü | Anlam |
عَذَابَ النَّارِ | Ateşin azabı |
عَذَابَ الْحَرِيقِ | Yanıcının azabı |
عَذَابَ يَوْمٍ عَظِيمٍ | Azim yevmin azabı |
عَذَابَ الْهُونِ | Basitleşmenin azabı |
عَذَابَ الْخُلْدِ | Kalıcılığın azabı |
عَذَابَ الْخِزْيِ | Rezilliğin azabı |
عَذَابَ يَوْمٍ كَبِيرٍ | Kebir yevmin azabı |
عَذَابَ يَوْمٍ أَلِيمٍ | Elim yevmin azabı |
عَذَابَ يَوْمٍ مُحِيطٍ | Kuşatıcı yevmin azabı |
عَذَابَ الْآخِرَةِ | Ahiretin azabı |
عَذَابَ رَبِّكَ | Rabbinin azabı |
عَذَابَ اللَّهِ | Allah’ın azabı |
عَذَابَ جَهَنَّمَ | Cehennemin azabı |
عَذَابَ الْجَحِيمِ | Cehimin azabı |
عَذَابَ السَّمُومِ | Semumun azabı |
عَذَابَ السَّعِيرِ | Yakıcının azabı |
عَذَابَ رَبِّهِمْ | Rablerinin azabı |
عَذَابُ يَوْمٍ عَقِيمٍ | Akim yevmin azabı |
عَذَابُ يَوْمِ الظُّلَّةِ | Gölgeliğin yevminin azabı |
عَذَابِ يَوْمِ الْقِيَامَةِ | Kıyamet yevminin azabı |
عَذَابِ الْحَمِيمِ | Sıcak suyun azabı |
عَذَابًا أَلِيمًا acı verici azab demektir. Acıdan dolayı yeme içme ihtiyaçlarını karşılayamama durumu ortaya çıkmıştır. Vücudunuzda ağrı olduğu zaman canınız yemek ve içmek istemez. İhtiyacınız olduğu halde yiyemezsiniz, içemezsiniz. Bu durumda azab fiili acı veren bir fiildir. Her tür acı veren fiil elim azaba yol açar.
عَذَابٌ عَظِيمٌ demek büyük azab demektir. Burada azaba yol açan fiil çok büyük etki bırakarak temel ihtiyaçları önemli derecede engelleyen bir fiildir.
عَذَابٌ شَدِيدٌ demek şiddetli azab demektir. Temel ihtiyaçları engelleyen azab fiili şiddetli etki yapıyor demektir.
عَذَابٌ مُهِينٌ basitleştiren, zayıf düşüren azab demektir. Bu durumda eski günlerden farklı olarak kişi temel ihtiyaçlarını karşılayamaz duruma düşmüştür. Eski şaşalı günleri yerine basitleşmiş, sıradanlaşmış ve sıradanın bile altına düşen bir hayatı yaşıyor hale gelmiş demektir. Bu yaşam bu dünya hayatında da olabilir ahirette cehennem hayatı da olabilir.
وَلَقَدْ نَجَّيْنَا بَنِي إِسْرَائِيلَ مِنَ الْعَذَابِ الْمُهِينِ مِنْ فِرْعَوْنَ
Yemin olsun İsrail oğullarını Firavun’dan basitleştiren azabdan kurtarmıştık. (Duhan 30-31)
Bu ayetlerde İsrail Oğulları Mısır’da Firavun’un yaptığı basitleştiren bir azab içindelermiş. Hayatları temel ihtiyaçlarını minimum seviyede karşılayacak bir şekilde devam ediyormuş.
وَيَوْمَ يُعْرَضُ الَّذِينَ كَفَرُوا عَلَى النَّارِ أَذْهَبْتُمْ طَيِّبَاتِكُمْ فِي حَيَاتِكُمُ الدُّنْيَا وَاسْتَمْتَعْتُمْ بِهَا فَالْيَوْمَ تُجْزَوْنَ عَذَابَ الْهُونِ بِمَا كُنْتُمْ تَسْتَكْبِرُونَ فِي الْأَرْضِ بِغَيْرِ الْحَقِّ وَبِمَا كُنْتُمْ تَفْسُقُونَ
Küfredenlerin ateşe arzedildikleri dönem, dünya hayatınızda tayyibatınızı giderdiniz ve onlarla metalandınız, bugün yerde haksız olarak büyükleniyor olmanız ve fısk yapıyor olmanız sebebiyle basitleşmenin azabıyla cezalandırılıyorsunuz. (Ahkaf 20)
Bu ayette dünya hayatında refah içinde yaşadıklarını söylüyor, arkasından ateşe sunulduklarını ve artık temel ihtiyaçlarını ancak minimum karşılayabilecek kadar izin veren bir azabla cezalandırılacakları ve çok basit bir hayat yaşayacakları ifade edilmektedir. Buradaki azab cehennemdeki azabdır.
عَذَابٌ مُقِيمٌ yerinde duran, yerinden ayrılmayan, yerine geçen, süregelen azab demektir. Temel ihtiyaçlara engel olan azab kesintisiz bir şekilde devam etmektedir.
يُرِيدُونَ أَنْ يَخْرُجُوا مِنَ النَّارِ وَمَا هُمْ بِخَارِجِينَ مِنْهَا وَلَهُمْ عَذَابٌ مُقِيمٌ
Ateşten çıkmayı irade ediyorlar ve onlar ondan çıkacak değildirler ve onlar için süregelen bir azab vardır. (Maide 37)
Azab eziyet ederek de olur eziyet etmeden de olur. Sonuçta kişi yeme-içme ve barınma ihtiyaçlarını gerektiği şekilde karşılayamaz. Cehennem azabı da bu şekildedir. Cehennemde de olsa insanların temel ihtiyaçları vardır. Yeme-içme ve barınma ihtiyaçları vardır. Orada bu ihtiyaçlarını gerektiği gibi karşılayamadıklarından dolayı cehennem azabına maruz kalırlar.
مَنْ: “Kimse” anlamındadır. Umumi ism-i mevsuldür. Şuurlu varlıklar için kullanılır. Arkasından sıla cümlesi gelir. Sıla cümlesinde bu ism-i mevsule dönen bir aid zamiri vardır. Eril tekil zamir döner. هُوَ veya هُ zamiri döner. Eril zamir dönmesi sadece erkekleri ilgilendirdiği anlamında değildir. Hem erkek hem de kadınları kapsar. Tekil zamir dönmesi de tek bir kişiyi ilgilendirdiği anlamında değildir. Hem tek kişiyi hem iki kişiyi hem de çok kişiyi kapsar. Bu nedenle umumi ism-i mevsuldür. Eril tekil zamir dönmesi gramatik bir kuraldır. Bazen de eril çoğul zamir döner. مَا da مَنْ gibi umumi ism-i mevsuldür, şuursuz varlıklar için kullanılır. Hem şuursuz hem şuurlu varlıklar varsa مَا kullanılır.
يَشَاءُ: “İster” demektir. Bir durumu, bir varlığı, bir işi dilemek, istemek manasındadır. Talep etmek demek değildir. Birisinden bir şeyi istemek demek değildir. Kendi içinden istemek, olmasını istemek demektir. Fâili müstetir هُوَ dir. Önceki ayetteki Allah’a racidir.
مَنْ يَشَاءُ: “İstediği kimse” veya “isteyen kimse” demektir. İki anlama da gelmektedir. Bunun sebebi “aid zamiri” kavramıdır. يَشَاءُ nun fâili müstetir هُوَ dir. Mef’ûlü ise mahzuf هُ dur.
Aid zamiri fâil olan müstetir هُوَ olursa anlam “isteyen” şeklinde olur, mef’ûl olan mahzuf هُ ise anlam “istediği” şeklinde olur. Bu nedenle iki anlamın da verilmesi uygundur. Ancak öncelik aid zamirinin mef’ûl olan mahzuf هُ olduğu anlamın tercih edilmesindedir.
Sıla cümlesi Fiil cümlesi | İsm-i mevsûl |
Fâil Aid zamiri | Mefûlun bih | Fiil |
هُوَ | هُ | يَشَاءُ | مَنْ |
İsteyen kimse |
Sıla cümlesi Fiil cümlesi | İsm-i mevsûl |
Fâil | Mefûlun bih Aid zamiri | Fiil |
هُوَ | هُ | يَشَاءُ | مَنْ |
İstediği kimse |
يُعَذِّبُ مَنْ يَشَاءُ: “İstediği kimseye azab eder” veya “isteyen kimseye azab eder” demektir. Öncelik mef’ûlün âid zamiri olduğu durumun tercih edilmesidir. Bu durumda “Allah istediğine azab eder” anlamına gelir. “İsteyene azab eder” dendiğinde de şunu düşünürüz ki kim kendisine azabı istemiş olabilir. Allah’ın istediği kimseye azab etmesi de bize çok tuhaf gelmektedir. Kişi iyi bir insan olur da Allah istediği için ona azab eder mi? Bu durumda istemenin anlamı üzerinde düşünmemiz gerekir.
إِنْ هِيَ إِلَّا فِتْنَتُكَ تُضِلُّ بِهَا مَنْ تَشَاءُ وَتَهْدِي مَنْ تَشَاءُ
O yalnızca senin fitnendir. Onunla istediğin kimseyi saptırırsın ve istediğin kimseye rehberlik edersin (Araf 155)
Musa Peygamber bu ayette Allah’a söylemektedir. Burada مَنْ تَشَاءُ ye iki anlam verilememektedir. Aid zamiri mahzuf mef’ûl olan هُ dur. “İstediğin” anlamındadır. İkinci anlam verilememektedir. Yani Allah istediği kimseyi saptırmakta, istediği kimseye de yol göstermektedir.
Bu durumda yine Kuran’a müracaat edersek iki ayetle karşılaşırız.
وَمَا تَشَاءُونَ إِلَّا أَنْ يَشَاءَ اللَّهُ إِنَّ اللَّهَ كَانَ عَلِيمًا حَكِيمًا
Yalnızca Allah’ın istemesiyle isteyebilirsiniz. Kesinlikle Allah alîmdir, hakîmdir. (İnsan 30)
وَمَا تَشَاءُونَ إِلَّا أَنْ يَشَاءَ اللَّهُ رَبُّ الْعَالَمِينَ
Yalnızca alemlerin rabbi olan Allah’ın istemesiyle isteyebilirsiniz. (Tekvir 29)
وَلَا تَقُولَنَّ لِشَيْءٍ إِنِّي فَاعِلٌ ذَلِكَ غَدًا إِلَّا أَنْ يَشَاءَ اللَّهُ
Bir şey için kesinlikle ben onu yalnızca Allah’ın istemesiyle yarın yapacağım de. (Kehf 23-24)
Bizim bütün istediklerimiz ancak ve ancak Allah’ın istediklerinin içinden gelmektedir. Allah’ın istemesi demek kuantum uzayında o seçeneği yaratması demektir. Allah’ın istediği kimseye azab etmesi demek kuantum seçeneklerinden azab etmeyi hak etme seçeneğini tercih ederek azabı hak eden kimseye azab etmesi demektir. Böylece o seçeneği seçen kimse de aslında azabı istemiş olmaktadır. İstediği kimseye hidayet etmesi de hidayet etmeyi isteme kuantum seçeneğini tercih ederek hidayeti hak eden kimseye hidayet etmesi demektir. O seçeneği seçen kimse de hidayeti istemiş olmaktadır. İstediği kimseyi saptırması da saptırmayı isteme kuantum seçeneğini tercih ederek saptırılmayı hak eden kimseyi saptırmasıdır. Böylece saptırılmayı o kimse kendisi istemiş olmaktadır.
Allah bütün seçenekleri yaratmıştır. Bunlar geçmişten zamanın durduğu ana kadar olan bütün seçeneklerdir. Bu seçeneklerden her biri bir şeydir. İyi ve kötü bütün şeyleri Allah yaratmıştır. Hepsi Allah’ın meşietidir. Bu nedenle Allah meşiet etmeden biz hiçbir şeyi meşiet edemeyiz. Bu seçenekler (şeyler) içinden belli seçeneği seçenler Allah’ın dalalet ettirme seçeneğine girmiş olurlar, belli seçeneği seçenler de Allah’ın hidayet ettirme seçeneğine girmiş olurlar. Allah’ın istediğine dalalet ettirmesi, istediğine hidayet etmesi, istediğine azab etmesi hep bu mekanizma içindedir. İstediği kimse bu seçeneği seçen kimsedir. Bu şekilde aynı zamanda isteyene dalalet ettirmesi, isteyene hidayet etmesi, isteyene azab etmesi de gerçekleşmiş olmaktadır. Siz doğru seçeneği seçerseniz Allah’ın hidayet etmeyi istediği kimse olmuş olursunuz. Yanlış seçeneği seçerseniz azab etmeyi istediği kimse haline gelmiş olursunuz.
إِنَّمَا أَمْرُهُ إِذَا أَرَادَ شَيْئًا أَنْ يَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ
Bir şeyi irade ettiği zaman O’nun emri yalnızca ona ol demesidir ki hemen olur. (Yasin 82)
Eğer Allah bu şeylerden birini irade ederse o şey yani o seçenek gerçekleşir. Başka bir seçenek gerçekleşmez. İrade ettiği şey daha önceden yarattığı şeydir. O yüzden ona ol demektedir. Var olan bir şeye ol demektedir. Bütün şeyler Allah tarafından önceden yaratılmıştır. Biz o şeyleri seçeriz ve seçtiğimiz şeyle Allah’ın hidayet etmek, dalalet etmek, azab etmek, rahmet etmek istediği kimselerden biri olabiliriz. Eğer Allah o şeylerden birinin olmasını irade ederse o şey gerçekleşir. Kimse o şeyin yani o kuantum seçeneğinin gerçekleşmesini önleyemez. Eğer Allah irade etmezse bizim tercihlerimizin süperpozisyonu şeklinde olaylar gerçekleşir.
وَيَرْحَمُ مَنْ يَشَاءُ
Ve istediği kimseye merhamet eder
وَ: “Ve” demektir. Atıf harfidir. يَرْحَمُ مَنْ يَشَاءُ cümlesini يُعَذِّبُ مَنْ يَشَاءُ cümlesine atfetmektedir.
يَرْحَمُ: “Merhamet eder” demektir. Birisine fayda etmek, ondaki zararı gidermek için yardım etmek manasındadır.
مَنْ: “Kimse” anlamındadır. Umumi ism-i mevsuldür. Şuurlu varlıklar için kullanılır.
يَشَاءُ: “İster” demektir. Bir durumu, bir varlığı, bir işi dilemek, istemek manasındadır. Fâili müstetir هُوَ dir. Önceki ayetteki Allah’a racidir. Mef’ûlü mahzuf هُ dur. İsm-i mevsulün aid zamiri bu zamirdir.
مَنْ يَشَاءُ: “İstediği kimse” veya “isteyen kimse” demektir.
يَرْحَمُ مَنْ يَشَاءُ: “İstediği kimseye merhamet eder” veya “isteyen kimseye merhamet eder” demektir. Burada da istediği kimse umumi ism-i mevsuldür. O’nun merhamet için istediği seçeneği seçen kimseye merhamet eder. Kişi O’nun meşiet ettiği şeylerden merhamete giden şeyi seçer ve o zaman o kişi merhameti isteyen yani hak eden kimse olarak O’nun istediği kimse haline gelir ve ona Allah merhamet eder. Merhameti hak etme seçeneğini seçen herkes Allah’ın merhamet etmek istediği kimsedir, aynı zamanda onlar merhameti isteyen kimselerdir. Onlar arasından ayırım yapmaz, hepsine merhamet eder. Eğer istemesi belirli kişilere özel olsaydı مَنْ ile değil الَّذِي ile gelirdi. Allah’ın istediği yolu seçen herkes bu kapsama girdiği için مَنْ ile gelmiştir. İstediği her kimseye azab eder ve istediği her kimseye merhamet eder denmiştir. Azab edilme seçeneğini seçen herkes azab için istenilen kimsedir hem de azabı isteyen kimsedir, merhamet edilme seçeneğini seçen herkes de merhamet edilmek istenen kimsedir hem de merhameti isteyen kimsedir.
وَإِلَيْهِ تُقْلَبُونَ
Ve O’na doğru yönünüz değiştirilecektir.
وَ: “Ve” demektir. Atıf harfidir. إِلَيْهِ تُقْلَبُونَ cümlesini يَرْحَمُ مَنْ يَشَاءُ cümlesine atfetmektedir.
إِلَى: “-e” demektir.
هُ: “O” demektir. Mecrur muttasıl zamirdir. Allah’a racidir.
إِلَيْهِ: “O’na” demektir. “Allah’a” demektir.
تُقْلَبُونَ: “Yönünüz değiştirilecektir” demektir. İkinci şahıs muzari meçhul çoğuldur.
القَلْبُ: تَحْويلُ الشيءِ عن وجهه.
Kalb: Bir şeyin yönünü değiştirmektir. (Lisanu-l Arab)
وقَلَّبه: حَوَّله ظَهْراً لبَطْنٍ.
Onu taklib etti: Onu sırtı karnı olacak şekilde değiştirdi. (Lisanu-l Arab)
(قلب) على رَدِّ شيءٍ من جهةٍ إلى جهة
Kalb: Bir şeyi bir yönden bir yöne döndürmektir. (Makayisu-l Luga)
Sizin yönünüz değiştirilecektir denmektedir. Ancak meçhul fiil olarak geldiği için kimin değiştireceği söylenmemiş olmaktadır.
إِلَيْهِ تُقْلَبُونَ: “O’na doğru yönünüz değiştirilecektir” demektir. Yönümüz Allah’a doğru olacaktır. İnsanların yönü başka tarafa doğru mudur? Allah’ın bir yeri mi vardır da biz o yöne döndürüleceğiz? Bu sorular akla gelmektedir. Fiilin çoğul gelmesinden bu yönün fiziksel olmadığı bir yönelmeyi ifade ettiği anlaşılmaktadır. Yönünüz demek yöneliminiz demektir. İnsanların yönelimleri Allah’a doğru değil midir de Allah’a yönlendirileceklerdir. Mefhum-u muhalefetle düşünseydik bu şekilde düşünecektik. Oysa öyle düşünmediğimiz zaman insanların bazılarının yönelimlerinin Allah’a doğru olduğu, bazılarının olmadığı ve bu ayete göre sonunda herkesin Allah’a doğru yöneleceğini anlamaktayız. Herkes Allah’ın istediği yönelime girecektir. Öncesinde Allah’ın azabından ve merhametinden bahsettikten sonra insanların yönelimlerinin Allah’a olacağı söylenmektedir. Bunun sebebi hem azabın hem de merhametin Allah’a yönelim araçlarından olmalarıdır. İnsanların hepsi eninde sonunda Allah’a yöneleceklerdir.
Sonuç:
يُعَذِّبُ مَنْ يَشَاءُ
İstediği kimseye azab eder
İktidara gelirsiniz. Hem de büyük güçlerle iktidara gelirsiniz. Referansınızın Kuran olduğu bilinmektedir. Ama yıllarca ülkeyi yönetirsiniz, faizli sistemi devam ettirirsiniz. İlk anda her şey iyi görünür. Faizli sistem içinde başarıyı elde etmişsiniz ve iktidarınızı sağlamlaştırmışsınızdır. Ancak bu yapılanlar Allah’ın azab meşietine uygundur. Ekonomik kriz bir azab olarak kaçınılmazdır. Çünkü Allah’ın azab etmek istediği kimse haline gelmişsinizdir. Daha da ilginci azab artık tüm ülkeyi sarmıştır. Karşılıksız para ekonomisini uygulayan tüm dünya ekonomileri de Allah’ın azab etmek istediği kimse haline gelmişlerdir ve bu azab tüm dünyayı saracaktır. Azab temel ihtiyaçlarını karşılamadaki zorluktur ve ekonomik krizlerle tüm dünya bu duruma doğru gitmektedir. Sonra gün gelir, çözüm olarak faizli sistemin yerine Allah’ın düzenini uygulamak yerine faizi daha da güçlü hale getiren uygulamalar yaparsanız azabdan çıkamazsınız. Bataklık içinde çırpındıkça batarsınız. Faizli sistem içinde çözümler aramak çözüm değildir. Yıkılmak üzere olan binayı tamir etmeye uğraşmak yerine Allah’ın düzeninin küçük bir uygulamasını yapmak gereklidir. Ama o hale gelmişsinizdir ki göremezsiniz, size yapılan teklifleri “pratik” değil diye reddedersiniz. Sanki ayette faizleri düşürün emri varmış gibi faizleri düşürme pratikliği (!) içinde yaptığınız sadece bankaların aldıkları faizleri düşürmek iken vatandaşın aldığı kredi faizlerini artırmaktan öte gidememiştir. Hatta daha da kötüsü parasını faizlerle çoğaltanların paralarını faizde iken güvence altına alan sistemler getirerek zengini daha da zengin edip hazineye yükler getirmek size “pratik” gelmiştir.
وَيَرْحَمُ مَنْ يَشَاءُ
Ve istediği kimseye merhamet eder
Peki, tüm insanlar bu azabdan nasibini alırken kimler Allah’ın merhamet etmek istediği kişiler olacaktır. Bu faizli düzen içinde faizsiz ekonomik uygulamalar yapanlar merhameti isteyen ve Allah’ın merhamet etmek istediği kimseler olacaktır.
وَإِلَيْهِ تُقْلَبُونَ
Ve O’na doğru yönünüz değiştirilecektir
Sonra gün gelecek ve bu merhamet içindeki insanların uygulamalarına mecburen tüm insanlar katılmak zorunda kalacaklardır. Faizle iş yapanlar, faizden geçinenler, karşılıksız dolar ve para sahipleri, kripto paralarla insanları soyanlar, yatırım adı altında başkalarının cebindekini kendi ceplerine aktaranlar afallayacaklar, gerçek ekonomi olan Adil Düzen ekonomisi tüm dünyaya hâkim olacak ve zalimler elleri boş bir şekilde şaşkın şaşkın bakarken insanların gelecek korkusu kalmayacak, kimse aç kalacağım, işsiz kalacağım, sokakta kalacağım, hastalanıp bakılmayacağım korkusu yaşamayacaktır. İnsanların bu korkularından beslenip insanları köle haline getiren, küçük işletmelerin batması için değişik kurallar uydurarak bunu hükümetlere uygulatan Sermaye boşlukta kalacak, eğer tevbe ederse bu reel ekonomi içinde kendine yer bulacak, aksi takdirde silinip gidecektir. Sonunda mecburen tüm insanların Allah’ın yönüne doğru yönleri değiştirilecektir. Kendi kendilerine değil, onlar değişmeyecekler, ayette söylendiği gibi değiştirilecektir. Azabı yaşamak ve merhamettekilerin başarılarını gördükten sonra tüm insanların yönelimleri Allah’a doğru değiştirilecek, Allah’ın düzenine girecekler, Adil Düzene gireceklerdir.
Yalova, Teşvikiye
15 Ocak 2022
M. Lütfi Hocaoğlu