ANKEBÛT SÛRESİ - 6. Hafta
أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
وَالَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَنُكَفِّرَنَّ عَنْهُمْ سَيِّئَاتِهِمْ وَلَنَجْزِيَنَّهُمْ أَحْسَنَ الَّذِي كَانُوا يَعْمَلُونَ (7)
İman eden ve salihatı amel edenler, onların seyyielerini görmezden geleceğiz ve onlara amel ediyor olduklarının en iyisini karşılık olarak vereceğiz. (7)
İsim cümlesi | Vâv-u isti’nâfiye |
Haber | Mübteda |
Ma'tûf Fiil cümlesi | Atıf harfi | Ma'tûfun aleyh Fiil cümlesi |
لَنَجْزِيَنَّهُمْ أَحْسَنَ الَّذِي كَانُوا يَعْمَلُونَ | وَ | لَنُكَفِّرَنَّ عَنْهُمْ سَيِّئَاتِهِمْ | الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ | وَ |
وَ: Vâv-u isti’nâfiyedir. (الْوَاوُ الاِسْتِئْنَافِيَّةُ) Cümle başında bulunur. Kendisinden önce inşa cümlesi (emir, nehiy, istifhâm), sonrasında haber cümlesi olursa veya öncesinde haber cümlesi sonrasında inşa cümlesi olursa bu durumlarda atıf harfi olamayan bu harf isti’nâfiye edatı olur. Kendisinden sonraki cümle yeni cümle olacağından bu edata isti’nâfiye (başlangıç) edatı denir. İsim cümlesi ve fiil cümlesi anlamsal yakınlık durumunda birbirine atfolunabilir. Eğer anlamsal yakınlık yoksa bu iki cümle arasındaki vâv harfi isti’nâfiye edatıdır. Fiil cümleleri hem zaman hem de anlam bakımından birbirine uymuyorsa yani mazi ile muzari veya muzari ile mazi fiil cümlesi arasında vâv harfi varsa ve anlamsal yakınlık yoksa bu durumda bu vâv harfi isti’nâfiye edatıdır. Zamansal olarak cümleler uysa bile konular arasında uyumsuzluk varsa, yani vâv harfinden sonraki cümle ile önceki cümle arasında anlamsal bakımdan irtibat yoksa yine bu durumda vâv harfi isti’nâfiye edatıdır.
Arkasından öncesindeki cümle ile i’râb yönünden ilişkisi olmayan yeni bir cümle başlatır. İ’râbsal ilişki olmamasına rağmen öncekisindeki cümle ile sonrasındaki cümle arasında ilk anda anlaşılmayan anlamsal bir irtibat vardır. “Bununla beraber”, “buna ilaveten” şeklinde anlamlandırılabilir.
Burada da öncesinde şart-cevap cümlesi ve inne cümlesi vardır. İnne cümlesi haber cümlesidir. Sonrasındaki cümle de haber cümlesidir. Ancak aralarında anlamsal ilişki uzaktır. Öncesinde Allah’ın alemlere ihtiyacı olmadığı söylenmekte, sonrasında iman edip salih amel edenlerin durumu anlatılmaktadır. Yakın bir anlam ilişkisi olmayıp uzak ilişki vardır. Allah’ın alemlere ihtiyacı yoktur buna ilaveten iman edip salih amel edenlere gerekli karşılığı vermektedir yani iman edip salih amel işleyenlerin O’na ihtiyacı vardır. Bu şekilde ilk anda anlaşılmayan, düşününce arada bağın kurulduğu bir anlamsal ilişki vardır. Bu nedenle buradaki vâv isti’nâfiyedir.
الَّذِينَ: Has ism-i mevsuldür. Arkasından sıla cümlesi gelir ve sıla cümlesinde şahıs ve çoğulluk açısından has ism-i mevsulle uyumlu bir zamir bulunur. Buna aid zamiri denir. الَّذِينَ ile uyumlu olan هُمْ (onlar) veya و (onlar) zamiridir. Has ism-i mevsullerde aid zamirinin raci olduğu fâil ya da mef’ûl de marifedir, fiilin işleniş şekli de bilinmektedir. Bu nedenle organize işler has ism-i mevsullerle ifade edilirler.
آمَنُوا: “İman ettiler” demektir. ءمن kökünden if’âl bâbındandır. ءمن kökü Kuran’da 4.bâb ve if’âl bâbından gelir. 4.bâbda harf-i cersiz, على harf-i ceri ve بِ harf-i ceri ile gelir. İf’âl bâbında harf-i cersiz, لِ harf-i ceri ve بِ harf-i ceri ile gelir.
FİİL | BÂB | H.CER | MÂNA |
أَمِنَ | Sülasi Mücerred 4. Bab | | Birine güvenmek, kötü bir olayın veya durumun gerçekleşmesinden emin olmak |
أَمِنَ | Sülasi Mücerred 4. Bab | على | Birine bir şeyi/birini aynen geri almak üzere güvenmek (emanet etmek) |
أَمِنَ | Sülasi Mücerred 4. Bab | بِ | Birine bir şeyi mislen geri almak üzere güvenmek |
آمَنَ | Sülasi Mezid (Rubai)-İf’al | | Güven vermek |
آمَنَ | Sülasi Mezid (Rubai)-İf’al | لِ | Birinin geçmişine ve o anına güvenmek |
آمَنَ | Sülasi Mezid (Rubai)-İf’al | بِ | Birinin o anı dahil geçmişine ve geleceğine güvenmek |
İman günümüzde “inanmak” anlamında kullanılmaktadır. Bu anlam gayet yaygınlaşmıştır. Aslında gerçek anlamı olan “güven” ile yakın ilişkisi olduğu için bu anlam yerleşmiştir. Diğer bir sebebi güvenlik gibi somut bir iş yerine sadece inanmak gibi düşünsel bir iş insanlara kolay gelmiştir. Olay inanmaya indirgenince sorumluluk azalmış ve bu anlam kayması günümüze kadar gelmiştir. Oysa asıl anlamının da korunduğu yerler vardır. Emniyet Müdürlüğünü kimse inanma müdürlüğü olarak anlamamaktadır. Haşr suresi 23. ayette (هُوَ اللَّهُ الَّذِي لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ الْمَلِكُ الْقُدُّوسُ السَّلَامُ الْمُؤْمِنُ الْمُهَيْمِنُ الْعَزِيزُ الْجَبَّارُ الْمُتَكَبِّرُ سُبْحَانَ اللَّهِ عَمَّا يُشْرِكُونَ) Allah’ın isimlerinden birisinin mümin olduğu açıkça ifade edilmektedir. Allah’ın “inanan” olarak isimlendirilmesi abestir. Allah mümindir yani güven verendir.
İnanmanın Kuran’daki karşılığı إِيقَان dır.
وَالَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِمَا أُنْزِلَ إِلَيْكَ وَمَا أُنْزِلَ مِنْ قَبْلِكَ وَبِالْآخِرَةِ هُمْ يُوقِنُونَ
(Bakara-4)
Bu ayette إِيمَان ve إِيقَان birlikte geçmektedir. İlk başka indirilene iman yani güvenme anlatılırken, sonunda ahirete ikan yani inanma anlatılmaktadır.
وَ: Atıf harfidir. عَمِلُوا الصَّالِحَاتِ cümlesini آمَنُوا cümlesine atfeder.
عَمِلُوا: “Amel ettiler” demektir. Mazi fiildir. Amel hukuki sonuç doğuran fiildir. Amelle bir ürün üretebilirsiniz ve üründen pay alırsınız, bir iş yaparak ücret hak edebilirsiniz, birisine zarar vererek cezayı hak edebilirsiniz, birisine fayda ederek ödülü hak edebilirsiniz. Amel fiilin alt kümesidir. Tüm ameller fiildir ama tüm fiiller amel değildir.
الصَّالِحَاتِ: “Uyumlular” demektir. Birinci babdan صَلَحَ - يَصْلُحُ şeklinde amellerinin yaratılışına, yapısına uyumlu olması manasındadır.
عَمِلُوا الصَّالِحَاتِ: “Salihatı amel ettiler” yani “uyumlu ameller yaptılar” demektir. Kur’an’da عَمِلَ fiilinin صَالِح kelimesi ile geçişlerine baktığımızda; عَمِلَ صَالِحًا, عَمِلَ الصَّالِحَاتِ, صَالِحًا اعْمَلُوا ve عَمِلُوا الصَّالِحَاتِ olduğu halde عَمِلَ صَالِحَاتٍ veya صَالِحَاتٍ عَمِلُوا şeklinde salihatın nekre çoğul geçişinin olmadığını görüyoruz. Salihat, proje içinde hareket etmek demektir. Bu nedenle fâilin çoğul geldiği ayetlerde الصَّالِحَ şeklinde tekil değil, الصَّالِحَاتِ şeklinde çoğul olarak gelmiştir.
Bu ayette amel الصَّالِحَاتِ ile beraber kullanılmıştır. Kuran’da amel etme ya سَيِّئَة ile ya da صَالِح ile beraber kullanılır. Oysa سَيِّئَة’nin zıttı حَسَنَة, صَالِح’in zıttı فَاسِد’dir. حَسَنَة amel ve فَاسِد amel Kuran’da geçmez.
Olumlu | Olumsuz |
صَالِح | فَاسِد |
حَسَنَة | سَيِّئَة |
فَاسِد bozuk, uyumsuz demektir. Ameller bozuk olmazlar. Bozuk olursa amel olmaz, gerçekleşmez. Ameller kötü olabilirler.
حَسَنَة iyi demektir. Ameller uyumlu olurlar, iyi olmazlar. Fiiller iyi olurlar.
Eskiden beri gelmiş olan yanlış bir inanış vardır. Salih amel dendiği zaman herkesin aklına namaz kılmak, zekât vermek gibi ameller gelmektedir. Oysa namaz kılmak da zekât vermek de salih amel değildir.
إِنَّ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَأَقَامُوا الصَّلَاةَ وَآتَوُا الزَّكَاةَ لَهُمْ أَجْرُهُمْ عِنْدَ رَبِّهِمْ
“İman eden, salihatı amel eden, salatı ikame eden ve zekatı verenlere Rablerinin indinde ecirleri vardır.” (Bakara, 2/277)
Bu ayetle salatı ikame etmenin, zekât vermenin ve iman etmenin salih amelden farklı olduğu anlaşılmaktadır çünkü hepsi ayrı ayrı zikredilmiş ve atıf harfi (وَ) ile bağlanmıştır.
Salih amel hem erkek hem de kadınlar için bireysel olarak katılınması gereken faaliyettir.
وَمَنْ يَعْمَلْ مِنَ الصَّالِحَاتِ مِنْ ذَكَرٍ أَوْ أُنْثَى وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَأُولَئِكَ يَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ
“Erkek veya kadından kim mümin olarak salihattan amel ederse onlar cennete girecekler.” (Nisa, 4/124)
ذَكَرٍ أَوْ أُنْثَى ve salihattan önce مِنْ harfi ceri getirerek salihat sisteminde bireysel olarak bir görev almayı ifade eder. Salihattan amel etme cennete girme için tek başına yetmemektedir. Mümin olarak bunu yapmaları gerekir. Aksi takdirde kâfir birisi de projeli işler yaparak salih ameller yapabilir.
مَنْ يَأْتِهِ مُؤْمِنًا قَدْ عَمِلَ الصَّالِحَاتِ فَأُولَئِكَ لَهُمُ الدَّرَجَاتُ الْعُلَى
“Kim O’na Mümin olarak gelmişse, salihatı amel etmiştir. Onlara yüksek dereceler vardır.” (Taha, 20/75)
Mümin gelmenin şartının salihatı amel etme olduğu anlaşılmaktadır. Mümin gelenler salihatı amel etmiştir ama salihatı amel eden mümindir anlamı çıkmaz. Zaten yukarıdaki ayetten de bu durum anlaşılmaktadır. Burada مَنْ umumi ismi mevsulü kullanıldığı için bireysel veya grup halinde olmayı da kapsar. Bu nedenle عَمِلَ müfred olarak gelmiştir.
Ayetleri bütün olarak düşündüğümüzde görüyoruz ki الصَّالِحَاتِ sistemli uyumluluğu ifade ediyor. Proje içinde hareket etmek demektir. Bu nedenle fâilin çoğul geldiği ayetlerde الصَّالِحَ şeklinde tekil değil, الصَّالِحَاتِ şeklinde çoğul olarak gelmiştir.
آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ: “İman ettiler ve salihatı amel ettiler” demektir.
الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ: “İman eden ve salihatı amel edenler” demektir.
الَّذِينَ ile imanın mazi çekimi olan آمَنُوا ve muzari çekimi olan يُؤْمِنُونَ Kuran’da çok sayıda geçmektedir.
Kuran’daki geçişi | Anlamı |
الَّذِينَ آمَنُوا | İman edenler |
الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ | İman eden ve salihatı amel edenler |
الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَأَقَامُوا الصَّلَاةَ وَآتَوُا الزَّكَاةَ | İman eden ve salihatı amel eden ve salatı ikame eden ve zekâtı verenler |
الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَأَخْبَتُوا إِلَى رَبِّهِمْ | İman eden ve salihatı amel eden ve rablerine boyun eğenler |
الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَذَكَرُوا اللَّهَ كَثِيرًا وَانْتَصَرُوا مِنْ بَعْدِ مَا ظُلِمُوا | İman eden ve salihatı amel eden ve Allah’ı çok zikreden ve zulmedildikten sonrasında yardım alanlar |
الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَتَوَاصَوْا بِالْحَقِّ وَتَوَاصَوْا بِالصَّبْرِ | İman eden ve salihatı amel eden ve hakkı tevasi eden ve sabrı tevasi edenler |
الَّذِينَ آمَنُوا بِاللَّهِ وَرَسُولِهِ | Allah’a ve resulüne iman edenler |
الَّذِينَ آمَنُوا بِاللَّهِ وَاعْتَصَمُوا بِهِ | Allah’a iman eden O’na tutunanlar |
الَّذِينَ آمَنُوا وَهَاجَرُوا وَجَاهَدُوا بِأَمْوَالِهِمْ وَأَنْفُسِهِمْ فِي سَبِيلِ اللَّهِ | İman eden ve hicret eden ve mallarıyla ve canlarıyla Allah yolunda cihad edenler |
الَّذِينَ آمَنُوا وَلَمْ يُهَاجِرُوا | İman eden ve hicret etmeyenler |
الَّذِينَ آمَنُوا مِنْ بَعْدُ وَهَاجَرُوا وَجَاهَدُوا | Bundan sonra iman eden ve hicret eden ve cihad edenler |
الَّذِينَ آمَنُوا وَهَاجَرُوا وَجَاهَدُوا فِي سَبِيلِ اللَّهِ بِأَمْوَالِهِمْ وَأَنْفُسِهِمْ | Bundan sonra iman eden ve hicret eden ve Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenler |
الَّذِينَ آمَنُوا وَكَانُوا يَتَّقُونَ | İman eden ve ittika ediyor olanlar |
الَّذِينَ آمَنُوا بِآيَاتِنَا وَكَانُوا مُسْلِمِينَ | Ayetlerimize iman eden ve müslimler olanlar |
الَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِالْغَيْبِ وَيُقِيمُونَ الصَّلَاةَ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَ | Gayba iman eden ve salatı ikame eden ve rızıklandırdıklarımızdan harcayanlar |
الَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِمَا أُنْزِلَ إِلَيْكَ وَمَا أُنْزِلَ مِنْ قَبْلِكَ وَبِالْآخِرَةِ هُمْ يُوقِنُونَ | Sana indirilene ve senden önce indirilene iman edenler ve ahirete inananlar |
الَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِآيَاتِنَا | Ayetlerimize iman edenler |
الَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِالْآخِرَةِ | Ahirete iman edenler |
الَّذِينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْآخِرَةِ | Ahirete iman etmeyenler |
الَّذِينَ لَا يُؤْمِنُونَ | İman etmeyenler |
الَّذِينَ هُمْ بِآيَاتِنَا يُؤْمِنُونَ | Ayetlerimize iman etmeyenler |
فَآمِنُوا بِاللَّهِ وَرَسُولِهِ النَّبِيِّ الْأُمِّيِّ الَّذِي يُؤْمِنُ بِاللَّهِ وَكَلِمَاتِهِ | Allah’a ve onun Allah’a ve kelimelerine iman eden ümmi nebi resulüne iman edin. |
الَّذِينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِآيَاتِ اللَّهِ | Allah’ın ayetlerine iman etmeyenler |
الَّذِينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ وَلَا بِالْيَوْمِ الْآخِرِ وَلَا يُحَرِّمُونَ مَا حَرَّمَ اللَّهُ وَرَسُولُهُ وَلَا يَدِينُونَ دِينَ الْحَقِّ | Ne Allah’a ne ahir yevme iman eden ne Allah ve resulünün haram ettiğini haram eden ne de hakkın dinini din edinenler |
الَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ | Allah’a ve ahir yevme iman edenler |
الَّذِينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ | Allah’a ve ahir yevme iman etmeyenler |
الَّذِينَ هُمْ بِآيَاتِ رَبِّهِمْ يُؤْمِنُونَ | Rabbinin ayetlerine iman edenler |
الَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ وَرَسُولِهِ | Allah ve resulüne iman edenler |
الَّذِينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِهَا | Ona (saate) iman etmeyenler Burada هَا السَّاعَةَ dir |
Kuran’da الَّذِينَ آمَنُوا mef’ûl almadan çok sayıda geçmektedir ancak الَّذِينَ يُؤْمِنُونَ mef’ûlsüz geçmemektedir.
آمَنُوا mazi fiildir ve normalde fiilin geçmişte yapıldığını gösterir. الَّذِينَ has ism-i mevsulünden sonra gelince fiilin yapılıp bittiğini değil, fiilin tamamlanıp fiildeki vasfın artık o toplulukta organize bir şekilde yerleşik olduğunu gösterir. يُؤْمِنُونَ muzari fiildir, normalde fiilin şimdi yapıldığını veya gelecekte yapılacağını gösterir. الَّذِينَ’ den sonra gelirse fiilin şimdiki zamanda yapıldığını ve halen organize bir şekilde yapıldığını gösterir.
الَّذِينَ آمَنُوا, الَّذِينَ يُؤْمِنُونَ’ den daha belirgindir. الَّذِينَ آمَنُوا’ da iman yani güvenlik organize bir şekilde yerleşiktir ve tamamlanmıştır. الَّذِينَ يُؤْمِنُونَ’ de ise iman organize olma aşamasındadır, organizasyon tamamlanmamıştır. Bu nedenle Kuran’da bu şekilde geçmemektedir.
الَّذِينَ ile geldiği için iki şart da organizasyon şeklinde gerçekleşmelidir. Tek الَّذِينَ ile geldiği için iki şart da aynı organizasyon içinde olmalıdır, birbirinden bağımsız olmamalıdır.
1.Şart: İmandır yani güvenliğin sağlanmasıdır. (آمَنُوا)
2.Şart: Projeli ortak üretim veya iş yapmaktır. (عَمِلُوا الصَّالِحَاتِ)
Bu nedenle الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ organize bir şekilde güvenliği sağlayıp projeli ortak üretim ve iş yapanlardır.
لَنُكَفِّرَنَّ: “Kesinlikle görmezden geleceğiz” demektir. Bir şeyin üstünü kapatıp onu görmezden gelmek manasındadır. Te’kîd lâmı ve şeddeli te’kîd nûnuyla (لَنُكَفِّرَنَّ) gelmiştir. Üç kere te’kîd vardır ve her zaman gelecek zaman ifade eder. Tef’îl bâbından gelmiştir. Bu da teksir ve mübalağa bildirir. Yani görmezden gelmede bir çokluk vardır. Tef’îl bâbında çokluk ya fiilde olur ya fâilde olur ya da mef’ûlde olur. Yani ya görmezden gelme fiili çok sayıda işlenmiştir ya görmezden gelenler çok sayıdadır ya da görmezden gelinenler çok sayıdadır.
عَنْ: “-den” anlamında harf-i cerdir. كَفَّرَ fiili ile birlikte kullanılır. Bu harf-i cerden sonra gelen isim üstü örtülen, görmezden gelinen amellerin sahibi olandır.
هُمْ: “Onlar” demektir. Harf-i cerin mecrurudur. Kötü amelleri görmezden gelinenlerdir. الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ ye (iman eden ve salihatı amel edenlere) racidir.
عَنْهُمْ: “Onlardan” demektir.
سَيِّئَاتِ: “Kötüler” demektir. Kurallı dişil çoğuldur. Tekili سَيِّئَة dir. Erili سَيِّئ dir, sıfat-ı müşebbehedir. Kökü سوء dir. Birinci babdan gelmektedir. Kötü olmak manasından gelmiştir. Kötü olmak fiili lazım fiildir. Kötü olmak da sübut bildirir. Bu sıfat-ı müşebbehe sadece ameller için kullanılır. Varlıklara sıfat olmaz.
هِمْ: “Onlar” demektir. Aslı هُمْ dur. سَيِّئَاتِ kesre ile bittiği için okuma kolaylığı nedeniyle هِمْ şekline dönüşmüştür. الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ ye (iman eden ve salihatı amel edenlere) racidir.
سَيِّئَاتِهِمْ: “Onların kötüleri” demektir. Yalnız amel için kullanıldığından “onların kötü amelleri” veya “onların kötülükleri” şeklinde tercüme edilebilir.
لَنُكَفِّرَنَّ عَنْهُمْ سَيِّئَاتِهِمْ: “Kesinlikle onların kötülüklerini görmezden geleceğiz” demektir. Burada tef’îl bâbı eğer fâilde çokluk ise görmezden gelenlerin çok olmasını ifade eder ki mantıken uygun değildir. Eğer fiilin çokluğunu ifade ederse görmezden gelme fiili çok sayıda işlenmektedir ki mantıken uygundur. Eğer mef’ûlün çokluğunu ifade ederse görmezden gelinen kötü ameller çok sayıdadır ki en uygunu budur.
وَ: “Ve” demektir. Atıf harfidir. لَنَجْزِيَنَّهُمْ أَحْسَنَ الَّذِي كَانُوا يَعْمَلُونَ cümlesini لَنُكَفِّرَنَّ عَنْهُمْ سَيِّئَاتِهِمْ cümlesine atfetmektedir.
لَنَجْزِيَنَّ: “Kesinlikle karşılık vereceğiz” demektir. جَزَاء “karşılık” demektir. جزي kökünden gelmiştir. Mastar olarak birisinin bir fiilinden dolayı hakettiği fayda veya zararı ona karşılık olarak vermek manasındadır. Bu mastar manasından جَزَاء “verilen karşılık” manasındadır. Türkçe de sadece kötü karşılık anlamında kullanılmakta iken kelime aslında hem iyi karşılık hem de kötü karşılık anlamındadır.
أَحْسَنَ: “Daha iyi” demektir. İsm-i tafdildir. İsm-i tafdiller مِنْ harf-i ceri ile gelirlerse “daha” anlamındadır. İsim tamlamasında muzaf olarak gelirlerse “en” anlamındadır. Burada isim tamlamasında gelmiştir ve “en” anlamındadır.
الَّذِي: Has ism-i mevsuldür. Eril tekildir. Bu nedenle sıla cümlesi içinde bu has ism-i mevsule dönen eril üçüncü şahıs bir zamir olmak zorundadır. Ya هُوَ ya da هُ olur. Eğer cümlede geçmiyorsa mahzuftur yani söylenmemiştir. Genellikle bu söylenmeyen zamir sıla cümlesinde fiilin mef’ûlüdür.
كَانُوا: Nakıs fiillerdendir. Burada mazi fiil olarak gelmiştir. Bu fiilin mastarının asıl anlamı “olmak” iken nakıs fiil olduğunda kendisinden sonra bir isim ve haber gelir. Asıl anlamıyla kullanıldığında tam fiil, bir isim ve haberden önce kullanıldığında nakıs (eksik) fiil denir. Burada kânenin ismi “onlar” anlamındaki و dır.
يَعْمَلُونَ: “Amel ediyorlar” demektir.
كَانُوا يَعْمَلُونَ: “Amel ediyorlardı” الَّذِي has ism-i mevsulünün sıla cümlesidir. Aid zamiri يَعْمَلُونَ fiilinin mef’ûlü olan هُ dur. Hazf edilmiştir. Aslı كَانُوا يَعْمَلُونَهُ şeklindedir. Mazi kâneden sonra muzari fiil geliyorsa şimdiki zamanın hikâyesi olur. Geçmişte bir süre devam edip tamamlanmış ya da halen devam eden durumlar için kullanılır. -yordu ekiyle ifade edilir.
الَّذِي كَانُوا يَعْمَلُونَ: “Amel ediyor oldukları” demektir.
أَحْسَنَ الَّذِي كَانُوا يَعْمَلُونَ: “Amel ediyor olduklarının en iyisi” demektir.
لَنَجْزِيَنَّهُمْ أَحْسَنَ الَّذِي كَانُوا يَعْمَلُونَ: “Kesinlikle amel ediyor olduklarının en iyisini karşılık olarak vereceğiz” demektir.
الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَنُكَفِّرَنَّ عَنْهُمْ سَيِّئَاتِهِمْ وَلَنَجْزِيَنَّهُمْ أَحْسَنَ الَّذِي كَانُوا يَعْمَلُونَ: “İman eden ve salih amel edenler, onların kötülüklerini kesinlikle görmezden geleceğiz ve amel ediyor olduklarının en iyisini karşılık olarak onlara vereceğiz” demektir.
Bu ayette cümle isim cümlesi şeklinde kurulmuştur. Eğer fiil cümlesi şeklinde gelseydi لَنُكَفِّرَنَّ عَنِ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ سَيِّئَاتِهِمْ وَلَنَجْزِيَنَّهُمْ أَحْسَنَ الَّذِي كَانُوا يَعْمَلُونَ şeklinde gelirdi. “İman eden ve salih amel edenlerin kötülüklerini kesinlikle görmezden geleceğiz ve amel ediyor olduklarının en iyisini karşılık onlara vereceğiz” anlamında olurdu. Fiil cümlesi ile gelebilecek bir cümle isim cümlesine dönüştürüldüğünde iki sebebi vardır. Biri tahsis diğeri te’kîddir. Tahsis yalnızca ona özel kılar, te’kîd kafalardaki şüpheleri giderir. Tahsis durumunda kötülüklerin görmezden gelinmesi ve amel ediyor olduklarının en iyisinin karşılık olarak verilmesi yalnızca iman eden ve salih amel edenleredir. Te’kîd durumunda iman eden ve salih amel edenler için yapılacaklarda kafalardaki şüpheleri giderme durumu vardır.
Burada isim cümlesinde mübteda olarak gelen organize bir şekilde güvenliği sağlayıp, projeli ortak üretim ve iş yapanların durumu te’kîd edilmektedir. Onların aynı zamanda seyyie amellerinin de var olduğunu bu ayetten anlıyoruz. Seyyie ameller görmezden gelinecektir.
Bu görmezden gelinme ne zaman olacaktır? Te’kîd lâmlı ve nûnlu geldiği için gelecek zamandadır. Ayeti ne zaman okursanız okuyun gelecek zamandadır. Buna göre görmezden gelme ahirette olacaktır. Diğer taraftan salih amelin yapıldığı zamana göre düşünürseniz salih amelin yapıldığı zamandan sonrasını içermektedir ki görmezden gelme bu dünyada ileride olacak şeklindedir. Ancak görmezden gelme fiili ancak ukubatın kalkmasını ifade ettiği için ahirette olacak şeklinde anlamak daha doğrudur. Aynı şekilde bu cümleye yapılan atıf olan amel ettiklerinin en iyisini onlara karşılık olarak vereceğiz ifadesi de bu şekilde değerlendirilmelidir. Yapılan amelin en iyisi nedir? Amele karşılık amel mi verilecektir? Amel sonucunda bir ürün elde edilmektedir. En iyisi demek elde edilen üründen daha iyi ürün karşılık olarak verilecektir demektir.
Diğer taraftan biz görmezden geleceğiz ve biz karşılık vereceğiz şeklinde birinci çoğul şahısla gelmiştir. Bu durumda yapılan işler melekler, ruhlar, diğer insanlar veya doğal kanunlar içinde gerçekleşecek demektir. Melekler ve ruhlarla gerçekleşecek olması ahirette gerçekleşmesini veya bu dünyada onların eliyle yapılacağını gösterirken diğer insanlar ve doğal kanunlar ile gerçekleşmesi bu dünyada olacağını gösterir. Ancak seyyie amellerin görmezden gelinmesi önemli bir karinedir ve bu dünyada olması beklenen bir durum değildir. Bu nedenle buradaki “biz” ifadesinin ahirette melekler vasıtasıyla gerçekleşeceğini ifade etmesi daha doğru görünmektedir.
Bu durumda başka bir soru ortaya çıkmaktadır. Organize olmadan salih amel işlenmez mi? Onlara bir ödül yok mu?
إِنَّ الَّذِينَ آمَنُوا وَالَّذِينَ هَادُوا وَالنَّصَارَى وَالصَّابِئِينَ مَنْ آمَنَ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ وَعَمِلَ صَالِحًا فَلَهُمْ أَجْرُهُمْ عِنْدَ رَبِّهِمْ وَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ
İman edenler ve hevd edenler ve Hıristiyanlar ve diğerleri, kim Allah’a ve ahir yevme iman eder ve salih amel ederse onlara aittir rablerinin indindeki ecirleri ve onlara korku yoktur ve onlar hüzünlenmeyeceklerdir. (Bakara 62)
Bu ayette imanda örgütlenenler, Yahudiler, Hıristiyanlar ve diğerleri için iki şart ileri sürülmektedir. Birisi Allah’a ve ahir yevme güvenmek, diğeri salih amel etmektir. Burada imanda yani güvenlikte organize olanlara da Yahudilere de Hıristiyanlara da diğerlerine de bireysel olarak Allah’a ve ahir yevme güvenmeleri ve salih amel etme şartı getirilmiştir.
Yukarıda geçen Nisa 124 ayetinde (وَمَنْ يَعْمَلْ مِنَ الصَّالِحَاتِ مِنْ ذَكَرٍ أَوْ أُنْثَى وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَأُولَئِكَ يَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ) de bireysel veya topluluk olarak salihatı amel etme durumu gösterilmiştir.
Bu ayette akıllara şu soru da gelebilir. İmanda ve projeli işlerde organize olanlar nasıl oluyor da seyyie ameller yapıyorlar? Kuran’da يَعْمَلُونَ السُّوءَ بِجَهَالَةٍ (kötüyü cehaletle amel ediyorlar) ifadesi vardır.
وَمَنْ يَعْمَلْ سُوءًا أَوْ يَظْلِمْ نَفْسَهُ ثُمَّ يَسْتَغْفِرِ اللَّهَ يَجِدِ اللَّهَ غَفُورًا رَحِيمًا
Kim kötüyü amel ederse veya kendine zulmederse sonra Allah’a istiğfar ederse Allah’ı bağışlayıcı ve rahmetli olarak bulur. (Nisa 110)
Kötüyü amel edenlerin Allah’tan bağışlanma istemesi durumunda Allah’ın bağışlayıcı olduğu bu ayette ifade edilmiştir.
Bunun dışında Ankebut Sûresi 7. ayetteki iman eden ve salihatı amel edenlerin seyyieleri geçmişteki durumları olabileceği gibi cehaletle yapılan seyyieleri de olabilir.
Covid-19 aşılarının bir dayatma haline getirilmesi seyyiedir. Bu seyyieyi pek çok insan cehaletle yapmaktadır. Bile bile yapan bir grup vardır. Onlar artık olayı öyle bir hale getirmişlerdir ki aşı hakkında istemedikleri şeyleri söyleyenleri tüm medya mecralarında engellemektedirler. Hukukçular bile uygulamanın hukuka aykırı olduğunu bildikleri halde insanların zorlanması gerektiğini düşünmekte, hukuka uygun hale getirilmesi gerektiğini akıllarına bile getirmemektedirler. Tüm medya Sermaye’nin kontrolündedir ve Sermaye aşısına engeller konulmasını istememektedir. Bu seyyieyi cehaletle yapanlar istiğfar etmeliler ve bundan hızlıca dönmelidirler. Dayatarak aşı yapılmak zorunda kalan insanların veballerini nasıl ödeyeceklerdir, onu Allah bilir ama çok ciddi şekilde günah yüklenmiş durumdadırlar.
Yalova, Teşvikiye; 2 Ekim 2021
M. Lütfi Hocaoğlu