ANKEBÛT SÛRESİ - 9. Hafta
أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَقُولُ آمَنَّا بِاللَّهِ فَإِذَا أُوذِيَ فِي اللَّهِ جَعَلَ فِتْنَةَ النَّاسِ كَعَذَابِ اللَّهِ وَلَئِنْ جَاءَ نَصْرٌ مِنْ رَبِّكَ لَيَقُولُنَّ إِنَّا كُنَّا مَعَكُمْ أَوَلَيْسَ اللَّهُ بِأَعْلَمَ بِمَا فِي صُدُورِ الْعَالَمِينَ (10)
İnsanlardan Allah’a güvendik diyor olan, Allah’la ilgili olarak eziyet edildiğinde insanların fitnesini Allah’ın azabı gibi kılan ve yemin olsun rabbinden bir yardım gelirse kesinlikle sizinle beraberdik diyecek olan vardır. Allah alemlerin başları içinde olanı daha iyi bilen değil midir? (10)
مِنَ النَّاسِ مَنْ يَقُولُ آمَنَّا بِاللَّهِ فَإِذَا أُوذِيَ فِي اللَّهِ جَعَلَ فِتْنَةَ النَّاسِ كَعَذَابِ اللَّهِ وَلَئِنْ جَاءَ نَصْرٌ مِنْ رَبِّكَ لَيَقُولُنَّ إِنَّا كُنَّا مَعَكُمْ
İnsanlardan Allah’a güvendik diyor olan, Allah’la ilgili olarak eziyet edildiğinde insanların fitnesini Allah’ın azabı gibi kılan ve yemin olsun rabbinden bir yardım gelirse kesinlikle sizinle beraberdik diyecek olan vardır.
وَ: Vâv-u isti’nâfiyedir. (الْوَاوُ الاِسْتِئْنَافِيَّةُ) Öncesinde isim cümlesi vardır, sonrasında da isim cümlesi vardır. İkisi de haber cümlesidir. Ancak aralarında anlamsal ilişki uzaktır. Öncesinde iman eden ve salihatı amel edenlerin salihlerin içine girdirileceği söylenmekte, sonrasında insanlardan iman ettik deyip de eziyet durumundaki davranışları bildirilmektedir. İki insan grubu arasında bir bağ kurulmaktadır. Bu şekilde ilk anda anlaşılmayan, düşününce arada bağın kurulduğu bir anlamsal ilişki vardır. Bu nedenle buradaki vâv isti’nâfiyedir.
İsim cümlesi |
Mübteda | Haber |
Sıla cümlesi | İsm-i mevsûl |
Ma'tûf Şart cevap cümlesi | Atıf harfi | Ma'tûfun aleyh Fiil cümlesi |
إِذَا أُوذِيَ فِي اللَّهِ جَعَلَ فِتْنَةَ النَّاسِ كَعَذَابِ اللَّهِ وَلَئِنْ جَاءَ نَصْرٌ مِنْ رَبِّكَ لَيَقُولُنَّ إِنَّا كُنَّا مَعَكُمْ | فَ | يَقُولُ آمَنَّا بِاللَّهِ | مَنْ | مِنَ النَّاسِ |
مِنَ النَّاسِ
İnsanlardan
مِنَ: “-den” demektir.
النَّاسِ: “İnsanlar” demektir.
مِنَ النَّاسِ: “İnsanlardan” demektir.
مَنْ
Kimse
مَنْ: “Kimse” anlamındadır. Umumi ism-i mevsuldür. Şuurlu varlıklar için kullanılır. Arkasından sıla cümlesi gelir. Sıla cümlesinde bu ism-i mevsule dönen bir aid zamiri vardır. Eril tekil zamir döner. هُوَ veya هُ zamiri döner. Eril zamir dönmesi sadece erkekleri ilgilendirdiği anlamında değildir. Hem erkek hem de kadınları kapsar. Tekil zamir dönmesi de tek bir kişiyi ilgilendirdiği anlamında değildir. Hem tek kişiyi hem iki kişiyi hem de çok kişiyi kapsar. Bu nedenle umumi ism-i mevsuldür. Eril tekil zamir dönmesi gramatik bir kuraldır. Bazen de eril çoğul zamir döner. مَا da مَنْ gibi umumi ism-i mevsuldür, şuursuz varlıklar için kullanılır. Hem şuursuz hem şuurlu varlıklar varsa مَا kullanılır.
يَقُولُ آمَنَّا بِاللَّهِ
Allah’a güvendik der.
يَقُولُ: “Söyler” anlamındadır. Muzari fiildir. Şimdiki zamanı ve gelecek zamanı kapsar. Bu fiilin fâili müstetir (gizli) هُوَ zamiridir ve مَنْ ism-i mevsulünün aid zamiridir. Mef’ûlü ise kendisinden sonra gelen cümledir. Söylenilen sözdür. Buna “kavlin me’kûlü” denir.
آمَنَّا: “İman ettik” yani “güvendik” demektir. Sonrasında بِ harf-i ceri geldiği için “güvenmek” anlamındadır. Harf-i cersiz kullanıldığında “güven vermek” anlamındadır.
بِ: “-e” demektir. İman fiilinden sonra kullanıldığında bu harf-i cerden sonra gelene güvenildiğini gösterir.
اللَّهِ: “Allah” demektir. Alemlerin rabbinin özel ismidir.
بِاللَّهِ: “Allah’a” demektir.
آمَنَّا بِاللَّهِ: “Allah’a güvendik” demektir. يَقُولُ fiilinin mef’ûlüdür (kavlin me’kûlü).
يَقُولُ آمَنَّا بِاللَّهِ: “Allah’a güvendik der” demektir.
فَإِذَا أُوذِيَ فِي اللَّهِ جَعَلَ فِتْنَةَ النَّاسِ كَعَذَابِ اللَّهِ
Allah’la ilgili olarak eziyet edildiğinde insanların fitnesini Allah’ın azabı gibi kılar.
فَ: Atıf harfidir. إِذَا أُوذِيَ فِي اللَّهِ جَعَلَ فِتْنَةَ النَّاسِ كَعَذَابِ اللَّهِ وَلَئِنْ جَاءَ نَصْرٌ مِنْ رَبِّكَ لَيَقُولُنَّ إِنَّا كُنَّا مَعَكُمْ cümlelerini يَقُولُ آمَنَّا بِاللَّهِ cümlesine atfeder.
Cevap cümlesi | Şart cümlesi |
جَعَلَ فِتْنَةَ النَّاسِ كَعَذَابِ اللَّهِ | إِذَا أُوذِيَ فِي اللَّهِ |
إِذَا: “İse” demektir. Şart edatıdır. Gelecek zamanı gösterir. Kendisinden sonra mazi fiil de gelse geçmiş zamanı göstermez. Gelecekte gerçekleşip tamamlanma zamanını gösterir. Bir kere gerçekleştiğine işaret eder. Muzari fiil gelirse gerçekleşmenin devam ettiğini, tekrarlamaların olduğunu gösterir.
أُوذِيَ: “Eziyet edildi” demektir. Dördüncü babdan أذِيَ - يَأْذَى şeklindeki fiilin mastarı maddi yapısına gelen zarardan veya manevi baskıdan dolayı acı, huzursuzluk ve hoşnutsuzluk hissetmek manasındadır. Lazım fiildir. Dördüncü bab if’âl bâbına (آذَى – يُؤْذِي) tadiye etkisi ile gelir. Acı hissettirmek, eziyet etmek anlamına gelir. Bu bâb değişimiyle eziyet içinde olan, eziyet edilen haline gelir.
فِي: “İçinde” demektir.
اللَّهِ: “Allah” demektir. Alemlerin rabbinin özel ismidir.
فِي اللَّهِ: “Allah’ın içinde” demektir. Burada hakiki zarfiyet yoktur. فِي harf-i cerinden sonra mekân ya da zaman ifade eden bir kelime gelmediyse bu hakiki zarfiyet değildir. Burada فِي اللَّهِ “Allah’ın içinde” değil, “Allah’la ilgili olarak” anlamındadır.
Kuran’da 9 yerde فِي اللَّهِ geçmektedir.
Ayette geçiş | Anlamı |
يُجَادِلُونَ فِي اللَّهِ | Allah’la ilgili olarak mücadele ederler. (Rad 13) |
أَفِي اللَّهِ شَكٌّ فَاطِرِ السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضِ | Gökleri ve yeri fıtrat eden Allah’la ilgili olarak mı şek var? (İbrahim 10) |
الَّذِينَ هَاجَرُوا فِي اللَّهِ مِنْ بَعْدِ مَا ظُلِمُوا لَنُبَوِّئَنَّهُمْ فِي الدُّنْيَا حَسَنَةً | Zulmedilmelerinden sonrasında Allah’la ilgili olarak muhacere edenler, onları dünyada iyiliğe barındıracağız. (Nahl 41) |
مِنَ النَّاسِ مَنْ يُجَادِلُ فِي اللَّهِ بِغَيْرِ عِلْمٍ وَيَتَّبِعُ كُلَّ شَيْطَانٍ مَرِيدٍ | İnsanlardan Allah’la ilgili olarak bilgisizce mücadele eden ve her direnişçi şeytana uyan vardır. (Hac 3) |
مِنَ النَّاسِ مَنْ يُجَادِلُ فِي اللَّهِ بِغَيْرِ عِلْمٍ وَلَا هُدًى وَلَا كِتَابٍ مُنِيرٍ | İnsanlardan Allah’la ilgili olarak ne bilgiyle ne rehberle ne de aydınlatıcı bir kitapla mücadele eden vardır. (Hac 8, Lokman 20) |
جَاهِدُوا فِي اللَّهِ حَقَّ جِهَادِهِ | Allah’la ilgili olarak cihadın hakkıyla cihad ederler. (Hac 78) |
يُحَاجُّونَ فِي اللَّهِ مِنْ بَعْدِ مَا اسْتُجِيبَ لَهُ | Ona cevap verilmesinden sonrasında Allah’la ilgili olarak tartışırlar. (Şura 16) |
أُوذِيَ فِي اللَّهِ: “Allah’la ilgili olarak eziyet edildi” demektir.
إِذَا أُوذِيَ فِي اللَّهِ: “Allah’la ilgili olarak eziyet edildiğinde” demektir. Şart cümlesidir.
جَعَلَ: “Kıldı” demektir.
فِتْنَةَ: “Fitne” demektir. فتن kökünden gelmiştir. İkinci babdan فُتُون mastarı altın ve gümüş gibi madenleri ateşte eriterek üzerindeki kirleri, katıntıları uzaklaştırmak manasındadır. Buna ilaveten buna benzetilerek birisini şiddetli bir sıkıntı içine sokup bu zorluk içinde kişinin kötülüklerden arınmasını sağlamak, hakikatin ortaya çıkması veya birisinin hangi gruba mensub olduğunu ortaya çıkarmak için zorluk ve sıkıntı içinde bırakmak manasındadır. Fitne kişinin içine sokulduğu zorluk, sıkıntı manasındadır.
النَّاسِ: “İnsanlar” demektir.
فِتْنَةَ النَّاسِ: “İnsanların fitnesi” demektir. Buradan fitnenin eziyet şeklinde gerçekleştiği anlaşılmaktadır. Eziyet edenlerin de insanlar olduğu anlaşılmaktadır.
كَ: “Gibi” demektir. Harf-i cerdir.
عَذَابِ: “Azab” demektir. Bu kök iki ayrı bâbdan gelmektedir. Beşinci babdan geldiğinde عَذْب tatlı demektir. Sıfat-ı müşebbehedir. Su için kullanılır. Suyun tadının hoş olması manasından gelmiştir. İkinci babdan geldiğinde عَذَاب bir fiili yapmasını önlemek, o fiilden caydırmak, uzak tutmak, fiili işlemesini sonlandırmak için darbetmek, engellemek, kahretmek anlamlarındadır. Çeşitleri vardır:
Azab türü | Anlam |
عَذَابٌ عَظِيمٌ | Büyük azab |
عَذَابٌ أَلِيمٌ | Acıtıcı azab |
عَذَابٌ مُهِينٌ | Basitleştirici azab |
عَذَابٌ شَدِيدٌ | Şiddetli azab |
عَذَابٌ مُقِيمٌ | Kalıcı azab |
عَذَابٌ يُخْزِيهِ | Küçültücü azab |
عَذَابٌ قَرِيبٌ | Yakın azab |
عَذَابٌ غَيْرُ مَرْدُودٍ | Döndürülmeyen azab |
عَذَابٌ غَلِيظٌ | Sert azab |
عَذَابٌ وَاصِبٌ | Ayrılmaz azab |
عَذَابٌ مُسْتَقِرٌّ | İstikrarlı azab |
عَذَابٍ بَئِيسٍ | Zor azab |
عَذَابٍ وَاقِعٍ | Vuku bulan azab |
اللَّهِ: “Allah” demektir. Alemlerin rabbinin özel ismidir.
عَذَابِ اللَّهِ: “Allah’ın azabı” demektir.
كَعَذَابِ اللَّهِ: “Allah’ın azabı gibi” demektir.
جَعَلَ فِتْنَةَ النَّاسِ كَعَذَابِ اللَّهِ: “İnsanların fitnesini Allah’ın azabı gibi kıldı” demektir. Cevap cümlesidir. Şart cümlesinden sonra cevap cümlesinin başında gelen cevap fâ’sı gelmemiştir.
Cevâp cümlesinin başına fâ-ı cevabiyye (فَ) gelmemesi:
- Cevap fiili olumlu muzari ise
- Cevap fiili لَا ile olumsuz muzari ise: Muzari fiilin başına gelen لَا muzari fiilin cezm edilmesini engellemez. Bu nedenle şart edatı muzariyi cezm ettiyse başına fâ-u cevabiyye gelmez.
- Cevap fiili başında قَدْ bulunmayan mazi fiilse
- Cevap fiili لَمْ ile olumsuz ise
Burada cevap fiili başında قَدْ bulunmayan mazi fiil olan جَعَلَ olduğu için cevap fâ’sı gelmemiştir.
إِذَا أُوذِيَ فِي اللَّهِ جَعَلَ فِتْنَةَ النَّاسِ كَعَذَابِ اللَّهِ: “Allah’la ilgili olarak eziyet edildiğinde insanların fitnesini Allah’ın azabı gibi kılar” demektir.
Burada dikkat edilmesi gereken nokta eziyetin fitne için gerçekleşmesidir. Hiçbir fitne Allah’ın azabı gibi kılınmamalıdır. İnsanların vereceği eziyetlerden korkulmamalıdır.
Allah’la ilgili olarak eziyet edilme “fiili” olmak zorunda değildir.
لَتَسْمَعُنَّ مِنَ الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ مِنْ قَبْلِكُمْ وَمِنَ الَّذِينَ أَشْرَكُوا أَذًى كَثِيرًا
Sizden önce kendilerine kitap verilenlerden ve işrak edenlerden çok eziyet işiteceksiniz. (Ali İmran 186)
Ali İmran 186’da eziyetin sözle de olduğu gösterilmektedir. Günümüzde siz Allah’ın yolunda çalışın, hemen sözle eziyetler gelir. Adil Düzeni anlatın, hemen sözle eziyetler gelir.
- Siz neyi başardınız ki?
- Siz hayalcisiniz.
- Başarsaydınız paranız olurdu.
- Önerileriniz uygulanabilir değil.
- Çağ dışı işleriniz var.
- Ortaklık sistemi işlemez, sadece hayal.
İnsanlar güçlü olmayı paranın çok olmasıyla ilişkilendirirler. Otoriter, baskıcı, kabadayı liderler isterler. O lider höt desin, her şey olsun isterler. Dünyaya kafa tutsun isterler. Başarının böyle geleceğini sanırlar. Merkezi yönetimi severler, merkezden bir karar verici olsun, onları gütsün isterler.
Oysa Kuran Peygamberi bize örnek olarak gösterir. Yumuşak davranışlı olmasaydın çevrenden dağılırlardı der. Yumuşak davranışlı olmasını da bir rahmet olarak gösterir. Kabadayı davranışlı lider istemez. Baskıcılığı şiddetle reddeder. Musaytır olmayı kabul etmez. Hiçbir ikrahı istemez.
Burada إِذَا gelmiştir. Bu da eziyetin kesinlikle gerçekleşeceğini bildirmektedir. Allah yolunda olursanız kesinlikle eziyete uğrayacaksınız demektir.
Siz Adil Düzeni anlatırsınız. Merkezi değil, yerel yönetim olması gerektiğini, baskının olmayacağını, merkezi kararların yanlış olduğunu anlatırsınız. Hemen size eziyete başlarlar. Önce sözle eziyet başlar. Eğer çevrenizde insanlar toplanmaya başlarsa, güçleneceğinizi görürlerde diğer türlü eziyetler gelir. Bürokratik engeller koyarlar, olmadık engellemelerle karşılaşırsınız. İşte bunlar insanların fitnesidir. İnsanların bu fitnesi aslında Allah’ın fitnelemesidir. Allah onlara izin vermektedir ki sizin içinizden dayanıklı olan gerçek müminleri ortaya çıkarsın. Allah’ın azabı ise bambaşkadır. Allah’ın azabı sizi korumak için size karşı olanlara gelecektir. Bu dünyada uğrayacakları azaptır. Ahiretteki azap ise bambaşkadır.
وَلَئِنْ جَاءَ نَصْرٌ مِنْ رَبِّكَ لَيَقُولُنَّ إِنَّا كُنَّا مَعَكُمْ
Yemin olsun rabbinden bir yardım gelirse kesinlikle sizinle beraberdik diyeceklerdir.
وَ: Atıf harfidir. لَئِنْ جَاءَ نَصْرٌ مِنْ رَبِّكَ لَيَقُولُنَّ إِنَّا كُنَّا مَعَكُمْ cümlesini إِذَا أُوذِيَ فِي اللَّهِ جَعَلَ فِتْنَةَ النَّاسِ كَعَذَابِ اللَّهِ cümlesine atfeder.
لَ: Lâmu-l muvattaa’dır. Yemin cümlesi ile şart cümlesi bir arada gelip ortak bir cevap cümlesinde birleşebilir. Burada yemin cümlesi önce gelir. Bunu takiben bir lâm gelir. Yeminin cevap lâmı gibi olan bu lâma lâmu-l muvattaa (اللام الموطئة للقسم) denir. Bunu takiben şart cümlesi gelir. Şart cümlesini takiben de cevap cümlesi gelir. Bu cevap cümlesi aslında hem yeminin hem de şartın cevap cümlesidir. Ancak yemin cümlesi önce geldiği için bu cevap cümlesi gramersel olarak yeminin cevap cümlesi olarak davranır. Bu nedenle bu cevap cümlesi için cevap lâmını alıp almama kuralları yeminin cevap cümlesi kurallarıdır.
Yemin ve şartın ortak geldiği durumlarda şart cümlesi her zaman إِنْ şart edatı ile gelir. Her zaman şart cümlesi mazi ya da لَمْ ile muzaridir ki bu da mazi anlamlıdır. Burada da şart cümlesi tıpkı parantez cümlesi olan şart cümlesi gibi davranır.
Genellikle yemin cümlesi hazf edilir ve sadece lâmu-l muvattaa gelir. Çok nadiren hazf edilmez. Çünkü lâmu-l muvatta ve arkasından gelen إِنْ şart edatı ve yeminin cevap cümlesi olarak davranan cevap cümlesi başta hazf edilmiş olan yemin cümlesine delalet etmektedir.
Cevap cümlesi | Yemin cümlesi |
Cevap cümlesi | Şart cümlesi | Lâmul muvattaa Cevap lâmı |
| Cevap lâmı | | Fiil | Şart edatı |
... | لَ | ... | فَعَلَ /لَمْ يَفْعَلْ | إِنْ | لَ | |
Bu ayette de buna uygun olarak:
Cevap cümlesi | Yemin cümlesi |
Cevap cümlesi | Şart cümlesi | Lâmul muvattaa Cevap lâmı |
| Te’kîd lâmı | | Fiil | Şart edatı |
... | لَيَقُولُنَّ | ... | جَاءَ | إِنْ | لَ | |
Yeminin cevap cümlesi kurallarına uygun olarak cevap cümlesi cevap lâmı hükmünde olan te’kîd lâmı ile başlamıştır. Yemin cümlesi hazf edilmiştir.
إِنْ: “-se” demektir. Şart edatıdır. Bu edatı takiben şart cümlesi ve sonrasında cevap cümlesi gelir.
جَاءَ: “Geldi” demektir. Mazi fiildir. Üçüncü şahıs eril tekildir.
نَصْرٌ: Yardım demektir. Hasmına karşı galip gelmesi için birine kuvvetle yardım etmek, sıkıntı durumunda sıkıntıdan kurtarmak için yardım etmek manasındadır. Günlük rutin işlerde yardım etmek anlamında değildir.
مِنْ: “-den” demektir. Harf-i cerdir.
رَبِّ: Efendi, yetiştirici, terbiyeci demektir. ربب kökünden gelmiştir. Birinci babdan mastar olarak birisinin/bir şeyin efendisi, yetiştiricisi, terbiyecisi olmak manasındadır. Bu mastar manasından efendi olan manasında رَبٌّ “efendi, yetiştirici, terbiyeci” anlamında, ism-i fâil manasında camid isimdir. Erildir. Çoğulu أَرْبَابٌ dur.
كَ: “Sen” demektir. Zamirdir.
رَبِّكَ: “Senin rabbin” demektir.
مِنْ رَبِّكَ: “Rabbinden” demektir.
نَصْرٌ مِنْ رَبِّكَ: “Rabbinden bir yardım” demektir.
جَاءَ نَصْرٌ مِنْ رَبِّكَ: “Rabbinden bir yardım geldi” demektir.
إِنْ جَاءَ نَصْرٌ مِنْ رَبِّكَ: “Rabbinden bir yardım gelirse” demektir.
لَيَقُولُنَّ: “Kesinlikle söyleyecekler” anlamındadır. Bu fiilin fâili en sondaki lâmın üstünde olan zamme harfinin temsil ettiği cem vâvıdır (لَيَقُولُنَّ). Te’kîd lâmı ve nûnu ile gelen muzari fiillerin fâili üçüncü şahıs eril çoğul olursa şeddeli nûn harfinden önce bir zamme (u) gelir. Bu zamme و hükmünde ve “onlar” manasındadır. Eğer fâil tekil olsaydı yani “kesinlikle söyleyecek” anlamında olsaydı لَيَقُولَنَّ şeklinde gelecekti. Sadece bir hareke değişimiyle fiilin fâili değişmektedir. Buradaki “onlar” anlamındaki و zamiri مَنْ يَقُولُ آمَنَّا بِاللَّهِ (Allah’a iman ettik diyen) e racidir. İlginç bir durum vardır. Öncesinde مَنْ ism-i mevsulüne tekil zamirler dönerken burada çoğul zamir dönmüştür.
وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَقُولُ (هُوَ) آمَنَّا بِاللَّهِ فَإِذَا أُوذِيَ (هُوَ) فِي اللَّهِ جَعَلَ (هُوَ) فِتْنَةَ النَّاسِ كَعَذَابِ اللَّهِ وَلَئِنْ جَاءَ نَصْرٌ مِنْ رَبِّكَ لَيَقُولُنَّ (و) إِنَّا كُنَّا مَعَكُمْ
Bunun sebebi öncesinde söyleyen tek başına söylüyor ama “iman ettim” değil, “iman ettik” diyor. Bir grubun içinde tek başına bir fert durumunda. Sonra fert fert eziyete uğrayarak fitnelenmiş oluyorlar. Sonra yardım gelince bu sefer topluluk olarak söylüyorlar.
إِنَّا: “Kesinlikle biz” demektir. Aslı إِنَّنَا dır. Yazıda ve sözde kısaltılmıştır. نَا (biz) zamiri innenin ismidir. İnnenin haberi burada kendisinden sonra gelen kâne cümlesidir.
كُنَّا: Nakıs fiillerdendir. Burada mazi fiil olarak gelmiştir. Bu fiilin mastarının asıl anlamı “olmak” iken nakıs fiil olduğunda kendisinden sonra bir isim ve haber gelir. Asıl anlamıyla kullanıldığında tam fiil, bir isim ve haberden önce kullanıldığında nakıs (eksik) fiil denir. كُنَّا burada birinci çoğul şahıstır ve kânenin ismi içinde geçen merfu muttasıl zamir olan نَا (biz) zamiridir.
مَعَ: “İle beraber” demektir. Zarftır. Muzaf olarak kullanılır. Muzafun ileyhi olan kelimeyle beraberlik ifade eder.
كُمْ: “Siz” demektir. Zamirdir. مَعَ zarfının muzafun ileyhidir.
مَعَكُمْ: “Sizinle beraber” demektir.
كُنَّا مَعَكُمْ: “Sizinle beraberdik” demektir.
إِنَّا كُنَّا مَعَكُمْ: “Kesinlikle sizinle beraberdik” demektir.
لَيَقُولُنَّ إِنَّا كُنَّا مَعَكُمْ: “Kesinlikle sizinle beraberdik diyeceklerdir” demektir. Hem şartın cevap cümlesidir hem de yeminin cevap cümlesidir. Bu ortak cevap cümlesi olma durumunda şartın cevap cümlesi kuralları değil, yeminin cevap cümlesi kurallarına uyma gereği cümle cevap lâmı hükmünde olan te’kîd lâmlı muzari ile başlamıştır. Olumlu muzari fiiller yeminin cevap cümlesi olduklarında te’kîd lamı ve nunu (nun-u müşeddede veya muhaffefe) ile gelmelidir. Burada da o şekilde (لَيَقُولُنَّ) gelmiştir.
إِنْ جَاءَ نَصْرٌ مِنْ رَبِّكَ لَيَقُولُنَّ إِنَّا كُنَّا مَعَكُمْ: “Rabbinden bir yardım gelirse kesinlikle sizinle beraberdik diyeceklerdir” demektir.
لَئِنْ جَاءَ نَصْرٌ مِنْ رَبِّكَ لَيَقُولُنَّ إِنَّا كُنَّا مَعَكُمْ: “Yemin olsun rabbinden bir yardım gelirse kesinlikle sizinle beraberdik diyeceklerdir” demektir.
Burada yardımın geldiği kimse “sizinle beraberdik” diyen midir yoksa “sizinle” ifadesiyle kastedilen Kuran’ı okuyan müminler midir? “Senin rabbinden bir yardım” denmiş, “onun rabbinden bir yardım” denmemiştir. Burada eziyetin de ve bunun sonucunda meydana gelen fitnenin de yardımın gelmesinin de terbiye amaçlı olduğu bu “senin rabbinden” ifadesiyle anlaşılmaktadır.
إِذَا أُوذِيَ فِي اللَّهِ جَعَلَ فِتْنَةَ النَّاسِ كَعَذَابِ اللَّهِ وَلَئِنْ جَاءَ نَصْرٌ مِنْ رَبِّكَ لَيَقُولُنَّ إِنَّا كُنَّا مَعَكُمْ: “Allah’la ilgili olarak eziyet edildiğinde insanların fitnesini Allah’ın azabı gibi kılar ve yemin olsun rabbinden bir yardım gelirse kesinlikle sizinle beraberdik diyeceklerdir” demektir.
يَقُولُ آمَنَّا بِاللَّهِ فَإِذَا أُوذِيَ فِي اللَّهِ جَعَلَ فِتْنَةَ النَّاسِ كَعَذَابِ اللَّهِ وَلَئِنْ جَاءَ نَصْرٌ مِنْ رَبِّكَ لَيَقُولُنَّ إِنَّا كُنَّا مَعَكُمْ: “Allah’a güvendik der, Allah’la ilgili olarak eziyet edildiğinde insanların fitnesini Allah’ın azabı gibi kılar ve yemin olsun rabbinden bir yardım gelirse kesinlikle sizinle beraberdik diyeceklerdir” demektir.
مَنْ يَقُولُ آمَنَّا بِاللَّهِ فَإِذَا أُوذِيَ فِي اللَّهِ جَعَلَ فِتْنَةَ النَّاسِ كَعَذَابِ اللَّهِ وَلَئِنْ جَاءَ نَصْرٌ مِنْ رَبِّكَ لَيَقُولُنَّ إِنَّا كُنَّا مَعَكُمْ: “Allah’a güvendik diyor olan, Allah’la ilgili olarak eziyet edildiğinde insanların fitnesini Allah’ın azabı gibi kılan ve yemin olsun rabbinden bir yardım gelirse kesinlikle sizinle beraberdik diyecek olan” demektir.
مِنَ النَّاسِ مَنْ يَقُولُ آمَنَّا بِاللَّهِ فَإِذَا أُوذِيَ فِي اللَّهِ جَعَلَ فِتْنَةَ النَّاسِ كَعَذَابِ اللَّهِ وَلَئِنْ جَاءَ نَصْرٌ مِنْ رَبِّكَ لَيَقُولُنَّ إِنَّا كُنَّا مَعَكُمْ: “İnsanlardan Allah’a güvendik diyor olan, Allah’la ilgili olarak eziyet edildiğinde insanların fitnesini Allah’ın azabı gibi kılan ve yemin olsun rabbinden bir yardım gelirse kesinlikle sizinle beraberdik diyecek olan vardır” demektir.
Buna göre:
Allah’a iman ettik demek bir sonuç doğuracaktır. Surenin ilk ayetlerinde iman ettik demekle olayın bitmeyeceğini, fitnelenecekleri belirtilmiştir.
أَحَسِبَ النَّاسُ أَنْ يُتْرَكُوا أَنْ يَقُولُوا آمَنَّا وَهُمْ لَا يُفْتَنُونَ (2) وَلَقَدْ فَتَنَّا الَّذِينَ مِنْ قَبْلِهِمْ فَلَيَعْلَمَنَّ اللَّهُ الَّذِينَ صَدَقُوا وَلَيَعْلَمَنَّ الْكَاذِبِينَ (3)
İnsanlar iman ettik demekle fitnelenmeden bırakılacaklarını sanıyorlar mı? Onlardan öncekileri fitnelemiştik. Allah doğru olanları bilecektir ve yanlış yapanları bilecektir. (Ankebut 2-3)
Bu ayette 2. ve 3. ayetteki durum açıklanmaktadır. Üçüncü ayette fitneledik denmektedir. Bu ayette insanların fitnesi denmektedir. “Biz fitneledik” demek “sebeplerle fitneledik” demektir ki insanların fitnesi bu duruma dahildir.
10. ayette böylece fitnelenmenin örneği verilmektedir.
Bir topluluk içinden bireysel olarak kişiler آمَنَّا بِاللَّهِ “Allah’a iman ettik” demektedir.
Bunu demeleri sebebiyle ki فَ atıf harfi bunu ifade eder, Allah’la ilgili olarak eziyete uğrarlar. Bu eziyet her türlü olabilir. Fiziksel veya sözle olabilir.
Bunun üzerine insanların fitnesini Allah’ın azabı gibi kılar. Oysa insanların eziyetinden değil Allah’ın azabından çekinmesi gerekirdi.
Bunun üzerine “senin rabbinin” yardımı gelir. Buradan Allah’ın azabı gibi kılanlara değil, topluluğa yardım geldiği anlaşılmaktadır.
O zaman “biz sizinle beraberdik” demektedirler. إِنَّا مَعَكُمْ “Kesinlikle biz sizinle beraberiz” dememişler, إِنَّا كُنَّا مَعَكُمْ “kesinlikle biz sizinle beraberdik” demişlerdir. Bunu söylemeleri eziyetle birlikte topluluktan ayrıldıklarının işaretidir. كُنَّا مَعَكُمْ “biz sizinle beraberdik” yerine inneyi kullanmışlardır. Çünkü karşı taraf onların kendileriyle beraber olduğuna inanmamaktadır. Bu nedenle te’kîdli konuşmaktadırlar.
Siz Adil Düzeni anlattıkça, uygulamalar yaptıkça içinizdeki çürüklerin ayıklanması için eziyete uğrarsınız ve bu şekilde fitnelenerek ayıklanma gerçekleşmiş olur. Onlar sizden ayrılırlar. Hiç de beklenmedik bir anda rabbinizden yardım gelir. Rabbinizden gelir, çünkü terbiyenin bir aşamasıdır bu. Rabbinizden gelen yardımla çürükler bir anda geri dönerler. Biz sizinle beraberdik derler. Bunu diyeceklerine bu ayette yemin edilmektedir. Hem de o kadar çok te’kîdli ifade vardır ki bunu diyeceklerine. Yemin vardır (1), tekîd lâmı (1) ve şeddeli te’kîd nûnu (2) vardır. Tam 4 adet te’kîd vardır. Bu ayete göre rabbinin yardımı geldiğinde eziyet durumunda fitnelenerek ayıklananlar başarıyı görecek ve sizinle tekrar beraber olmak isteyeceklerdir. Bu kimseler Allah’a iman ettik demişlerdir ve aslında iman etmedikleri ortaya çıkmaktadır. Allah’a güvenenler eziyetlerle vazgeçmezler.
أَوَلَيْسَ اللَّهُ بِأَعْلَمَ بِمَا فِي صُدُورِ الْعَالَمِينَ
Allah alemlerin başları içinde olanı daha iyi bilen değil midir?
أَ: Soru hemzesidir (همزة الاستفهام). “Mı, mi” demektir. Her zaman cümlenin başına gelir. Buna sadaratu-l kelâm hakkı denir. Hatta önceki cümleleri bu cümleye bağlayan وَ ve فَ bağlaçları bile soru hemzesinden sonra gelir. Sonrasındaki kelimeyi (وَ ya da فَ varsa bunlardan sonra gelen kelimeyi) sorunun konusu yapar. Bu nedenle soru cümlelerinde sorunun konusu olan kelime cümledeki görevi ne olursa olsun bu hemzeden hemen sonra gelerek (وَ ya da فَ varsa bunlardan sonra gelerek) cümlenin ikinci kelimesi olur. “Mı, mi” anlamına gelen ikinci bir soru harfi هَلْ dir. Soru hemzesi her zaman soruya cevap istemek için gelmez. Elifin güç etkisi nedeniyle asıl amaç soru değildir. Arkasından gelen kelimeye cümlede önem katarak soru manasını oluşturur. Burada da وَ harfi soru hemzesinin sadaratu-l kelâm hakkı nedeniyle cümlenin ikinci kelimesi olmuştur.
وَ: Manasal olarak cümlenin ilk kelimesidir. Soru hemzesi nedeniyle ikinci kelime haline gelmiştir.
لَيْسَ: “Değildir” demektir. Olumsuzluk bildirir. Değil(dir), yok(tur), olmaz gibi manalara gelir. Câmid fiildir, sadece mazi çekimi vardır. Muzari çekimi yoktur. Kâne tam fiil olabilirken لَيْسَ tam fiil olarak kullanılmaz, her zaman nakıs fiildir. Bazen haberinin başına anlamı kuvvetlendirmek için (te’kîd için) zaid بِ harf-i ceri gelir. Burada da öyle gelmiştir.
اللَّهُ: “Allah” demektir. Alemlerin rabbinin özel ismidir. Leysenin ismidir.
بِ: Leysenin anlamını kuvvetlendirmek için zaid olarak getirilmiştir.
أَعْلَمَ: “Daha iyi bilen” demektir. İsm-i tafdildir.
بِ: “-ı” anlamındadır. Harf-i cerdir. Sonrasında daha iyi bilinenin ne olduğu gelmektedir.
مَا: Umumi ism-i mevsuldür. Sonrasında sıla cümlesi gelir.
فِي: “İçinde” demektir. Harf-i cerdir.
صُدُورِ: “Başlar” demektir. Tekili صَدْر’ dır. “Baş” demektir. صدر kökünden gelmiştir. Birinci babdan mastar olarak bir mekândan başka bir mekânda geçici olarak kalmak üzere ayrılmak için hareket etmek manasındadır. Bu mastardan ayrılma hareketini başlatmada kullanılan araç veya başlangıç yeri veya zamanı yani başlangıç noktası manasında “baş” anlamında ism-i alet veya ism-i mekân veya ism-i zaman manasında isimdir. Her şeyin baş kısmına, ilk kısmına صَدْرٌ denir. Sadr kelimesinde yapılan en yaygın hata göğüs anlamında kullanılmasıdır. Oysa Lisanu’l Arab’da daha en başta “الصَّدْر: أَعلى مقدَّم كل شيء وأَوَّله، حتى إِنهم ليقولون: صَدْر النهار والليل، وصَدْر الشتاء والصيف” “Sadr: Her şeyin ön tarafının en üstü ve başlangıcıdır. Hatta onlar derler ki: gündüzün ve gecenin başlangıcı ve kışın ve yazın başlangıcı” şeklinde tanım yapılmaktadır. جَوْف kelimesi “göğüs” anlamındadır. Türkçede de sadrazam (büyüklerin başı), sadaratü-l kelam (sözün başı), masdar (başlangıç) şeklinde doğru anlamda kullanılışı mevcuttur.
الْعَالَمِينَ: “Alemler” demektir. عَالَم “alem” demektir. علم kökünden gelmiştir. İkinci babdan عَلْمٌ mastarı bir şeyle, bir işle, bir sıfatla ya da bir belirti ile bir şeyi, birisini tanımlamak, karakterize etmek, sınıflamak manasındadır. Bu manadan gelerek عَالَم kendine has özellikleri ile çevresinden ayrılan, tanınan, aynı özelliğe sahip olup bu özellikleri ile diğer topluluklardan ayrılarak sınıflandırılan topluluk manasından “alem” anlamında camid isimden ism-i cemdir. Lafzen tekildir ama topluluktaki her birey de manen tekili olacağından içeriği ile çoğuldur. Bu durum ism-i cemlerin özelliğidir. Çoğulu عَالَمِينَ dir. الْعَالَمِينَ kurallı erkek çoğuldur ve Kuran’da hep bu şekilde geçmektedir. Âkil varlıklar için kullanılır. “Birbirinden farklı vasıflara sahip topluluklar” demektir.
صُدُورِ الْعَالَمِينَ: “Alemlerin başları” demektir.
فِي صُدُورِ الْعَالَمِينَ: “Alemlerin başları içinde” demektir.
مَا فِي صُدُورِ الْعَالَمِينَ: “Alemlerin başları içinde olan” demektir. Beyinlerinde olan demektir. Beyinlerinde dönen düşünceler, fikirlerin hepsini içermektedir. Bilgileri, anıları, beyinlerinde olan hastalıklar buna dahildir.
أَعْلَمَ بِمَا فِي صُدُورِ الْعَالَمِينَ: “Alemlerin başları içinde olanı daha iyi bilen” demektir.
أَلَيْسَ اللَّهُ بِأَعْلَمَ بِمَا فِي صُدُورِ الْعَالَمِينَ: “Allah alemlerin başları içinde olanı daha iyi bilen değil midir?” demektir.
Burada dikkat edilmesi gereken nokta Allah için أَعْلَمَ “daha iyi bilen” şeklinde nekre gelmesidir. Beklenen الْأَعْلَمَ “en iyi bilen” şeklinde marife gelmesidir. Ancak arkasından بِ harf-i ceri ile mef’ûl aldığı için nekre gelmiştir. “Daha iyi bilen” şeklinde anlamlandırılması yerine “en iyi bilen” şeklinde anlamlandırılması daha uygundur.
Burada soru hemzesi gerçekten soru amaçlı değildir. İkrar amaçlıdır. “Allah alemlerin başlarının içinde olanı en iyi bilendir” anlamındadır.
Bu cümlenin öncesinde “biz sizinle beraberdik” diyenlerin başlarının içinde olanı, düşüncelerini, fikirlerini, içlerinden geçirdiklerini Allah bilmektedir. Allah herkesin düşüncelerini bilir. Bu nedenle alemlerin sadrlarının içinde olanı bilir demektedir.
Başarı sonrası aranıza geri dönmek için “sizinle beraberdik” diyenlerin aslında sizinle beraber olmadıklarını Allah bilmektedir. Onların başlarının içindeki her düşünce Allah tarafından bilinmektedir. İstedikleri kadar sizinle beraberdik desinler onlar sizinle beraber değildirler.
Yalova, Teşvikiye; 23 Ekim 2021
M. Lütfi Hocaoğlu