ANKEBÛT SÛRESİ - 22. Hafta
أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
وَالَّذِينَ كَفَرُوا بِآيَاتِ اللَّهِ وَلِقَائِهِ أُولَئِكَ يَئِسُوا مِنْ رَحْمَتِي وَأُولَئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ (23)
Ve Allah’ın ayetlerini ve O’nunla karşılaşmayı görmezden gelenler, onlar, benim rahmetimden ümit kestiler ve onlar, onlar için acı verici azab vardır. (23)
Haber | Mübteda |
Ma'tûf İsim cümlesi | Atıf harfi | Ma'tûfun aleyh İsim cümlesi |
أُولَئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ | وَ | أُولَئِكَ يَئِسُوا مِنْ رَحْمَتِي | الَّذِينَ كَفَرُوا بِآيَاتِ اللَّهِ وَلِقَائِهِ |
Bu cümle yirminci ayetin başındaki قُلْ (söyle) emrine dahil olabilir.
وَ: “Ve” demektir. Atıf harfidir. Bir önceki ayetteki مَا لَكُمْ مِنْ دُونِ اللَّهِ مِنْ وَلِيٍّ وَلَا نَصِيرٍ cümlesine bu ayetteki cümleyi atfetmektedir.
الَّذِينَ: “Kimseler” demektir. Eril çoğul (müzekker cem) has ism-i mevsuldür. Kendisinden sonra sıla cümlesi gelir ve bu sıla cümlesinde eril çoğul bir aid zamiri bulunur.
كَفَرُوا: “Görmezden geldiler” demektir. Fâil olan و (كَفَرُوا) has ism-i mevsulün aid zamiridir.
بِ: Harf-i cerdir. كَفَرُوا nun mef’ûlünün önüne gelir ve görmezden gelinen bu harf-i cerin arkasından gelir. Bu harf-i cer ile mecrûr olur.
آيَاتِ: “Ayetler” demektir. Tekili آيَة dir. Ayet gösterge demektir. ءيي kökünden gelmiştir. Dördüncü bâbdan mastar olarak bir kimse ya da bir şey hakkında onun bilinmesini sağlayacak bir işaret koymak manasındadır. Bu mastar manasından konulan işaret manasında آيَةٌ “gösterge” anlamında isimdir.
اللَّهِ: “Allah” demektir. Alemlerin rabbinin özel ismidir.
آيَاتِ اللَّهِ: “Allah’ın ayetleri” demektir. Allah’ın ayetleri denilince insanların aklına Kuran ayetleri gelmektedir.
إِنَّ فِي السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضِ لَآيَاتٍ لِلْمُؤْمِنِينَ (3) وَفِي خَلْقِكُمْ وَمَا يَبُثُّ مِنْ دَابَّةٍ آيَاتٌ لِقَوْمٍ يُوقِنُونَ (4) وَاخْتِلَافِ اللَّيْلِ وَالنَّهَارِ وَمَا أَنْزَلَ اللَّهُ مِنَ السَّمَاءِ مِنْ رِزْقٍ فَأَحْيَا بِهِ الْأَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا وَتَصْرِيفِ الرِّيَاحِ آيَاتٌ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ (5) تِلْكَ آيَاتُ اللَّهِ نَتْلُوهَا عَلَيْكَ بِالْحَقِّ فَبِأَيِّ حَدِيثٍ بَعْدَ اللَّهِ وَآيَاتِهِ يُؤْمِنُونَ (6)
Kesinlikle gökler ve yerde müminler için ayetler vardır ve sizin yaratılmanız ve dabbeden yaymasında inanan kavim için ayetler vardır ve leyl ve neharın ihtilaf etmesi ve Allah’ın semadan rızıkdan indirmesi ve onunla ölümünden sonra arzı ihya etmesi ve rüzgarları tasrif etmesinde aklediyor olan kavim için ayetler vardır. Onlar sana hak olarak tilavet ettiğimiz Allah’ın ayetleridir ki Allah ve ayetlerinden sonra hangi söze iman ediyorsunuz? (Casiye 3-6)
Bu ayetlerde astronomik olayların, canlıların ve insanın yaratılışının, doğa olaylarının Allah’ın ayetlerinden olduğu anlaşılmaktadır. Allah’ın bilinmesini sağlayan işaretler olduğu için Allah’ın ayetleridir.
يَابَنِي آدَمَ قَدْ أَنْزَلْنَا عَلَيْكُمْ لِبَاسًا يُوَارِي سَوْءَاتِكُمْ وَرِيشًا وَلِبَاسُ التَّقْوَى ذَلِكَ خَيْرٌ ذَلِكَ مِنْ آيَاتِ اللَّهِ لَعَلَّهُمْ يَذَّكَّرُونَ
Ey Âdem Oğulları, Size sevetlerinizi örttüğünüz elbise ve süslü elbise indirdik ve takva elbisesi, o daha hayırlıdır. O Allah’ın ayetlerindendir. Umulur ki anlarsınız. (Araf 26)
Takva korunma demektir. Allah’ın korumasına girmek demektir. Takva elbisesi her hareketinde her davranışında dışarıdan görenler için Allah’ın bilinmesini sağlayacak şekilde davranışlarda bulunma demektir. Bu nedenle Allah’ın ayetlerindendir.
Kuran’daki ayetler de Allah’ın ayetleridir. Çünkü onlar da Allah’ın bilinmesini sağlayan işaretlerdir. Kuran’ın harfleri de Kuran’ın ayetleridir. Çünkü Kuran’ın bilinmesini sağlayan işaretlerdir.
وَ: “Ve” demektir. Atıf harfidir. لِقَائِهِ yi آيَاتِ اللَّهِ ye atfetmektedir.
لِقَاءِ: “Karşılaşmak” demektir. لقي kökünden dördüncü bâbdan mastardır. Birisiyle, bir kimseyle, bir şeyle karşılaşmak, buluşmak manasındadır.
هِ: “O” demektir. آيَاتِ اللَّهِ isim tamlamasındaki Allah’a racidir.
لِقَائِهِ: “O’nunla karşılaşmak” demektir. Allah’la karşılaşmayı ifade eder. Dünya hayatında Allah’la konuşabiliriz, içimizden geçirerek bile O’na seslenebiliriz. O bizi duyar, düşüncelerimize kadar bilir. Ancak bize doğrudan cevap vermez. Vera-i hicabdan bizimle konuşur. Kıyamet yevminde ise Allah bizimle direk olarak konuşur. İşte bu Allah’la karşılaşmaktır.
آيَاتِ اللَّهِ وَلِقَائِهِ: “Allah’ın ayetleri ve O’nunla karşılaşmak” demektir.
كَفَرُوا بِآيَاتِ اللَّهِ وَلِقَائِهِ: “Allah’ın ayetlerini ve O’nunla karşılaşmayı görmezden geldiler” demektir. Has ism-i mevsulün sıla cümlesidir.
الَّذِينَ كَفَرُوا بِآيَاتِ اللَّهِ وَلِقَائِهِ: “Allah’ın ayetlerini ve O’nunla karşılaşmayı görmezden gelenler” demektir. İsim cümlesinin mübtedasıdır. Burada küfredenler yani görmezden gelenler marifedir, tanınmaktadırlar, küfretme şekilleri de belirlidir, tanınmaktadır. Görmezden gelmenin çeşitli yöntemleri vardır. Bunlardan hangisini kullandıkları bellidir. Tüm topluluk da aynı has ism-i mevsul içine alındığı için görmezden gelmenin organize bir biçimde yapıldığı anlaşılmaktadır. Bunlar Allah’ın bilinmesini sağlayan işaretleri görmektedirler ve Allah’ı bilmektedirler ama görmezden gelmektedirler. Bu ayetler yokmuş gibi davranmaktadırlar. Allah’la karşılaşacaklarını da bilmektedirler, Allah’ın hesap soracağını, kendilerinden cevap isteyeceğini ve birebir kendileriyle hesaplaşacağını da bilmektedirler ama görmezden gelmektedirler. Dünya hayatında bu şekilde yaşamak kolaydır. Allah’ın ayetlerini görürseniz, O’nunla karşılaşacağınız aklınızdaysa yanlış işler yapmaktan korkarsınız.
أُولَئِكَ: “Onlar” demektir. Eril çoğul uzak ism-i işarettir.
يَئِسُوا: “Ümit kestiler” demektir. Kökü يءس dir. Bir şeyin gerçekleşmesini sağlayacak imkânlardan umudunu kaybetmek manasındadır.
مِنْ: “-den” demektir. Harf-i cerdir.
رَحْمَةِ: “Rahmet, merhamet etmek” demektir. Birisine fayda etmek, ondaki zararı gidermek için yardım etmek manasındadır. رحم kökünden dördüncü bâbdan mastardır.
ي: “Ben” demektir. Mecrur muttasıl zamirdir.
رَحْمَتِي: “Benim rahmetim” demektir.
يَئِسُوا مِنْ رَحْمَتِي: “Benim rahmetimden ümit kestiler” demektir. Allah’ın ayetlerini ve O’nunla kavuşmayı görmezden gelenler rahmetten ümidini kesmişlerdir. Buna göre önceden bir beklentileri varmış, Allah’ın rahmetini bekliyorlarmış. Ancak zaman içinde Allah’ın ayetlerini ve O’nunla karşılaşmayı organize bir şekilde görmezden gelerek artık rahmetten ümitleri kesilmiştir. Allah’ın onlara faydası olmayacağı görüşü oluşmuştur.
أُولَئِكَ يَئِسُوا مِنْ رَحْمَتِي: “Onlar, benim rahmetimden ümit kestiler” demektir.
وَ: “Ve” demektir. Atıf harfidir. أُولَئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ cümlesini أُولَئِكَ يَئِسُوا مِنْ رَحْمَتِي cümlesine atfetmektedir.
أُولَئِكَ: “Onlar” demektir. Eril çoğul uzak ism-i işarettir.
لِ: “İçin” demektir. Harf-i cerdir.
هُمْ: “Onlar” demektir. Mecrur muttasıl zamirdir.
لَهُمْ: “Onlar için” demektir.
عَذَابٌ: “Azab” demektir. Bu kök iki ayrı bâbdan gelmektedir. Beşinci bâbdan geldiğinde عَذْب tatlı demektir. Sıfat-ı müşebbehedir. Su için kullanılır. Suyun tadının hoş olması manasından gelmiştir. İkinci bâbdan geldiğinde عَذَاب bir fiili yapmasını önlemek, o fiilden caydırmak, uzak tutmak, fiili işlemesini sonlandırmak için darbetmek, engellemek, kahretmek anlamlarındadır.
Azab etmek birisinin temel yaşamsal ihtiyaçlarını karşılamasını engelleyen her türlü fiildir. Yemesini veya içmesini veya barınmasını engellemek demek ona azab etmek demektir.
Azab belirli bir fiil değildir. Azab her tür fiille gerçekleşebilir. Hatta bir fiil olmadan bir durum da azab olur. Temel ihtiyaçlara engel olan her fiil, her durum, her olay azabdır. Ekonomik kriz bir azabdır. İnsanların temel ihtiyaçlarına karşı engel oluşturur. Kıtlık bir azabdır. Sel bir azabdır, yangın bir azabdır. Cehennem bir azabdır. Hastalık bir azabdır.
أَلِيمٌ: “Acı verici” demektir. Kökü ءلم dir. İf’âl babından müteaddi fiilden türeyen mübalağalı ism-i fâildir. Sülasi dördüncü bâbdan bu kökten gelen fiil acı hissetmek manasındadır. İf’âl bâbına gelince acı hissettirmek manasından acı verici manasına gelmiştir.
عَذَابٌ أَلِيمٌ: “Acı verici azab” demektir. Acıdan dolayı yeme içme ihtiyaçlarını karşılayamama durumu ortaya çıkmıştır. Vücudunuzda ağrı olduğu zaman canınız yemek ve içmek istemez. İhtiyacınız olduğu halde yiyemezsiniz, içemezsiniz. Bu durumda azab fiili acı veren bir fiildir. Her tür acı veren fiil elim azaba yol açar.
لَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ: “Onlar için acı verici azab vardır” demektir. Bu azabın zamanı burada belirtilmemiştir. Ancak ümit kesme ile atfedildiği için dünya hayatında olmaya daha uygundur. Acı verici olması nedeniyle Kıyamet yevminde olmaya daha uygundur. İkisi de düşünülebilir.
أُولَئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ: “Onlar, onlar için acı verici azab vardır” demektir.
أُولَئِكَ يَئِسُوا مِنْ رَحْمَتِي وَأُولَئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ: “Onlar, benim rahmetimden ümit kestiler ve onlar, onlar için acı verici azab vardır” demektir.
الَّذِينَ كَفَرُوا بِآيَاتِ اللَّهِ وَلِقَائِهِ أُولَئِكَ يَئِسُوا مِنْ رَحْمَتِي وَأُولَئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ: “Allah’ın ayetlerini ve O’nunla karşılaşmayı görmezden gelenler, onlar, benim rahmetimden ümit kestiler ve onlar, onlar için acı verici azab vardır” demektir.
Bu cümlede haber birbirine atfedilmiş iki isim cümlesinden oluşmaktadır ve iki isim cümlesinde de mübteda أُولَئِكَ dir. Böyle gelmesi çok önemlidir.
Cümle أُولَئِكَ olmadan şu şekilde olabilirdi:
الَّذِينَ كَفَرُوا بِآيَاتِ اللَّهِ وَلِقَائِهِ يَئِسُوا مِنْ رَحْمَتِي وَلَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ
“Allah’ın ayetlerini ve O’nunla karşılaşmayı görmezden gelenler, benim rahmetimden ümit kestiler ve onlar için acı verici azab vardır” anlamında olurdu. Ayette iki أُولَئِكَ vardır. أُولَئِكَ yerine هُمْ de kullanılabilirdi.
الَّذِينَ كَفَرُوا بِآيَاتِ اللَّهِ وَلِقَائِهِ هُمْ يَئِسُوا مِنْ رَحْمَتِي وَهُمْ لَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ
Türkçeye çevirdiğimizde hem أُولَئِكَ ye hem de هُمْ a “onlar” dediğimiz için ikisi de aynı olacaktı. Ama aradaki farkı düşünmek gerekir.
أُولَئِكَ ism-i işarettir. Birisine işaret ettiğin zaman o kimse veya o varlık o anda mevcut olan bir varlıktır. هُمْ zamirdir. Sözle ifade edilen veya fehmedilen bir varlığı ifade eder. O anda orada olması gerekmez.
Ayette أُولَئِكَ kullanılmasının sebebi الَّذِينَ كَفَرُوا بِآيَاتِ اللَّهِ وَلِقَائِهِ nin bu ayeti okuduğun anda bulunduğun yerde işaret ederek gösterebildiğin kimseler olmasıdır. هَؤُلَاءِ yakın ism-i işarettir. Bunlar demektir. أُولَئِكَ onlar demektir. Uzak ism-i işarettir. Uzak ism-i işaret kullanılması o kimselerin mesafe olarak uzakta olmaları değildir. Hem yakın hem de uzak ism-i işaret ile ifade edilmesi gerekenler uzak ism-i işaretle ifade edilirler. Buna tağlib denir.
أُولَئِكَ + هَؤُلَاءِ = أُولَئِكَ
Yani hem uzaktakileri hem de yakındakileri işaret etmek istediğin zaman uzak ism-i işaret kullanırsın. Bu ayette أُولَئِكَ kullanılması Allah’ın ayetlerini ve O’nunla karşılaşmayı görmezden gelenlerin her zaman işaret edilebilecek kimseler olduğunu, her çağda ve her dönemde bu kimselerin olacağını göstermektedir. أُولَئِكَ kullanılmasına rağmen haber cümlelerinde de zamir kullanılmıştır. يَئِسُوا daki و harfi “onlar” anlamında zamirdir. لَهُمْ daki هُمْ da “onlar” anlamında zamirdir. Bu zamirlere gramer olarak ihtiyaç vardır. Çünkü haberde mübtedayla uyumlu bir zamir olması gereklidir ki ikisi arasındaki bağlantı kurulsun. Bu zamire rabıt zamiri denir. الَّذِينَ eril çoğul ism-i mevsul olduğu için zamirler de bununla uyumlu olmalıdır. أُولَئِكَ ism-i işaret olduğu için rabıt zamiri gibi mübteda ile haberi bağlamaz. Bu nedenle cümle الَّذِينَ كَفَرُوا بِآيَاتِ اللَّهِ وَلِقَائِهِ يَئِسَ أُولَئِكَ مِنْ رَحْمَتِي وَلِأُولَئِكَ عَذَابٌ أَلِيمٌ şeklinde gelirse mübteda ile haber arasında bağ kurulmamış olacağından gramer olarak cümle olmamış olacaktı. Hem bahsedilen kimselerin bu ayeti okuduğumuz anda var olduğunu hem de cümlenin gramer olarak gerçekleşmesini sağlamanın yolu cümlenin bu şekilde kurulmasıdır ki bu da Kuran’ın mükemmel ve en ideal şekilde anlatmak istediğini anlatma özelliğini gösterir.
Bu ayette iltifat denen bir durum vardır. İltifat (الاِلْتِفَاتُ) sözün başlangıcında birinci (mütekellim), ikinci (muhatap), üçüncü (gâib) şahıslardan biri olan varlığın sözün devamında diğerlerinden birisiyle tanımlanmasıdır. Altı şekilde olur:
- Mütekellimden muhataba iltifat (الاِلْتِفَاتُ مِنَ التَّكَلُّمِ إِلَى الْخِطَابِ)
- Mütekellimden gâibe iltifat (الاِلْتِفَاتُ مِنَ التَّكَلُّمِ إِلَى الْغِيْبَةِ)
- Muhataptan mütekellime iltifat (الاِلْتِفَاتُ مِنَ الْخِطَابِ إِلَى التَّكَلُّمِ)
- Muhataptan gâibe iltifat (الاِلْتِفَاتُ مِنَ الْخِطَابِ إِلَى الْغِيْبَةِ)
- Gâipten mütekellime iltifat (الاِلْتِفَاتُ مِنَ الْغِيْبَةِ إِلَى التَّكَلُّمِ)
- Gâipten muhataba iltifat (الاِلْتِفَاتُ مِنَ الْغِيْبَةِ إِلَى الْخِطَابِ)
Örnek:
إِنَّا أَعْطَيْنَاكَ الْكَوْثَرَ فَصَلِّ لِرَبِّكَ وَانْحَرْ
İltifat (الاِلْتِفَاتُ) |
Muktezayı hâle aykırı durum | فَصَلِّ لِرَبِّكَ وَانْحَرْ | | إِنَّا أَعْطَيْنَاكَ الْكَوْثَرَ |
Anlamı | Kesinlikle sana kevseri verdik. Öyleyse Rabbin için sal et ve toplantı yap. |
Muktezayı hâle uygun durum 1 | فَصَلِّ لَهُ وَانْحَرْ | | إِنَّ أَعْطَاكَ رَبُّكَ الْكَوْثَرَ |
Anlamı 1 | Kesinlikle rabbin sana kevseri verdi. Öyleyse O’nun için sal et ve toplantı yap. |
Muktezayı hâle uygun durum 2 | فَصَلِّ لَنَا وَانْحَرْ | | إِنَّا أَعْطَيْنَاكَ الْكَوْثَرَ |
Anlamı 2 | Kesinlikle sana kevseri verdik. Öyleyse bizim için sal et ve toplantı yap. |
İltifatın tipi | Mütekellimden gâibe iltifat |
İltifatın sebebi | Hükümde veya hükmün kapsamında değişiklik. |
Açıklama | Allah bir şeyi vasıtalarla verince (Melekler, ruhlar, insanlar gibi) biz kelimesini kullanır. Böylece kevser vasıtalarla verilmiş oluyor. Sonra sal etmek ve toplantının istenme sebebi sadece kevseri vermek değil, aynı zamanda terbiye edilmeden dolayı olduğu için “Rabbin için” şeklinde bir değişimle iltifat yapılmış olmaktadır. |
Ayetteki geçişe bakarsak
İltifat (الاِلْتِفَاتُ) |
Muktezayı hâle aykırı durum | أُولَئِكَ يَئِسُوا مِنْ رَحْمَتِي وَأُولَئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ | | الَّذِينَ كَفَرُوا بِآيَاتِ اللَّهِ وَلِقَائِهِ |
Anlamı | Allah’ın ayetlerini ve O’nunla karşılaşmayı görmezden gelenler, onlar, benim rahmetimden ümit kestiler ve onlar, onlar için acı verici azab vardır. |
Muktezayı hâle uygun durum 1 | أُولَئِكَ يَئِسُوا مِنْ رَحْمَتِهِ وَأُولَئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ | | الَّذِينَ كَفَرُوا بِآيَاتِ اللَّهِ وَلِقَائِهِ |
Anlamı 1 | Allah’ın ayetlerini ve O’nunla karşılaşmayı görmezden gelenler, onlar, O’nun rahmetimden ümit kestiler ve onlar, onlar için acı verici azab vardır. |
Muktezayı hâle uygun durum 2 | أُولَئِكَ يَئِسُوا مِنْ رَحْمَتِي وَأُولَئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ | | الَّذِينَ كَفَرُوا بِآيَاتِـي وَلِقَائِي |
Anlamı 2 | Ayetlerimi ve benimle karşılaşmayı görmezden gelenler, onlar, benim rahmetimden ümit kestiler ve onlar, onlar için acı verici azab vardır. |
İltifatın tipi | Gâibden mütekellimden iltifat |
İltifatın sebebi | Hükümde veya hükmün kapsamında değişiklik. |
Açıklama | Allah’ın ayetleri ve O’nunla karşılaşmak üçüncü şahısla ifade edilirken rahmet birinci şahısla ifade edilmiştir. Allah’ın ayetleri herkese uzaktan gelebilir, Allah’la karşılaşmak da uzak bir zamanda olacaktır. Ancak Allah’ın rahmeti yerine benim rahmetim kullanılması Allah’ın rahmetinin daha yakın olmasındandır. Allah’ın rahmeti daha kolay gelmekte, doğal kanunlar dışında da Allah’ın özel ilgisi ile olmaktadır. Bunu ifade etmek için iltifat yapılmıştır. |
Sonuç:
الَّذِينَ كَفَرُوا بِآيَاتِ اللَّهِ وَلِقَائِهِ أُولَئِكَ يَئِسُوا مِنْ رَحْمَتِي وَأُولَئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ
Allah’ın ayetlerini ve O’nunla karşılaşmayı görmezden gelenler, onlar, benim rahmetimden ümit kestiler ve onlar, onlar için acı verici azab vardır.
Allah’ın ayetleri her yerden gelmektedir. Gayet açık ve nettir. Karşınızdaki insana bakın, ağaca bakın, kuşlara bakın, bitkilere bakın, hemen göreceksiniz O’nun ayetlerini. Daha derinden bakın. Mikroskopla insan hücrelerine bakın, yapraktaki hücrelere bakın, yine göreceksiniz. Sonra elektron mikroskopla hücrenin içindeki organellere bakın. Mitokondriye bakın, çekirdeğe bakın, yine göreceksiniz Allah’ın ayetlerini. Gökyüzüne bakın, Ay’a bakın, Güneş’e bakın, yıldızlara bakın, yine göreceksiniz Allah’ın ayetlerini. Sonra topluluğa bakın, sosyal olaylara bakın, yine göreceksiniz Allah’ın ayetlerini. Bu kadar açık olduğu halde, gördüğünüz halde eğer Allah’ın ayetlerini görmezden geliyorsanız Allah yok gibi yaşıyorsunuz demektir. Allah’ın ayetlerini görenler bilirler ki Allah’la karşılaşacaklardır. Allah’a hesap vereceklerdir. Bunu da görmezden geliyorsanız Allah yok gibi davranıyorsunuz demektir. Bunları okuyunca hemen aklınıza ateistler geliyor. Yanılıyorsunuz. Allah’ın ayetlerini görmezden gelmeniz için Allah’ın ayetlerini görmeniz gerekir. Aksi halde nasıl görmezden gelesiniz. O’na hesap vereceğinizi bilmeniz gerekir ki görmezden gelesiniz. Namaz ritüelini yerine getirip de Allah’ın dinini yalanlayanlar Maun suresinde açıkça belirtilmektedir. Namaz kılıyor, Allah’ın varlığını biliyor ama Allah yok gibi davranıyorlar. Bunun örneklerini bolca görmekteyiz. Allah’ın ayetleri hem Kuran’la gelmiştir ve gözümüzün önündedir, doğal ve sosyal ayetleri de gözümüzün önündedir. Allah’ın dinini (düzenini) yani uyulmasını istediği kurallarını uygulamak için gelen ayetler gözümüzün önündedir ama onlar yok gibi yaşamaktayız. Faizli düzen içinde mutlu mutlu yaşamaktayız. O’na hesap vereceğimizi de bilmiyor gibi yaşamaktayız. Bütün kurallar, kanunlar Allah’ın istediklerinin tersidir. O anda vesenin menfaati neyi gerektiriyorsa onu yapmaktayız. Rakip veseni kötü göstermektir önemli olan. Kendi vesenini yüceltmek için her tür iş mubahtır. Maddi manevi her iş Allah’ın istemediği şekilde yapılır. Namazlar kılınır, nağmeli nağmeli tilavetler yapılır, yeri gelir İslamiyet’ten örnekler anlatılır, Allah’ın emirlerinin en önemli olduğu söylenir ama camiden çıkınca, namaz bitince Allah yokmuş gibi yaşamaya devam edilir.
Onlar ism-i işaretle gösterilmiştir. Şu anda mevcutturlar. Elimizle işaret edebileceğimiz kimselerdir. Gözümüzün önündedirler. Sayıları o kadar çoktur ki en tepedeki insanlardan en alt kademedekine kadar vardır. Allah’ın rahmetinden ümitlerini kesmişlerdir. Rahmet birisine fayda etmek, ondaki zararı gidermek için yardım etmek demektir. Artık zararlarını Allah’ın rahmeti ile gidereceklerini düşünmemektedirler. Kurtuluşu başka yerlerde aramaktadırlar. Dolarda aramaktadırlar. Faizin değişik türlerinde aramaktadırlar. Dış desteklerde aramaktadırlar. Oysa Allah’ın ayetlerini ve O’na kavuşmayı akıllarından çıkarmasalar ve buna göre yaşarlarsa Allah onlara rahmet edecektir. Onları ve yönettikleri ülkeyi kurtaracaktır. Ama organize bir şekilde görmezden gelmek, sistemi Allah’ın ayetlerine göre kurmayarak faizli sistem üzerine kurmuşlardır veya kurulan sistem işlerine geldiği için devam ettirmektedirler. İstedikleri kadar faiz yanlıştır desinler yaptıkları bütün işler faize göredir, karşılıksız paralara göredir. Hakkı söylemek değil kendi vesenini üstün göstererek çoğunluğun desteğini almak ana amaçlarıdır. Has ism-i mevsulle gelerek bu organizasyon gösterilmiştir.
Onlar için elim azab vardır. Allah yokmuş gibi davranmışlar ve bunu organize bir şekilde yapmışlardır. Tevbe edip gördükleri Allah’ın ayetlerine uygun davranmazlarsa elim azabdan kaçamayacaklardır. Dünya hayatında veya kıyamet yevminde bu azaba duçar olacaklardır. Eğer silkinip kendilerine gelmezlerse namazları da oruçları da sadakaları da boşa gidecektir. Allah’ın ayetleri yokmuş gibi davranmak ve bunu da organize bir biçimde yapmak işte bu kadar tehlikelidir. Vesenlerde üst seviyelere çıkıp vesenlerin gereklerini yerine getireceğim diyerek bu duruma düşmek işte bu kadar tehlikelidir.
Yalova, Teşvikiye
29 Ocak 2022
M. Lütfi Hocaoğlu