ANKEBÛT SÛRESİ - 25. Hafta
أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
فَآمَنَ لَهُ لُوطٌ وَقَالَ إِنِّي مُهَاجِرٌ إِلَى رَبِّي إِنَّهُ هُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ (26)
Lût ona güvendi ve “Kesinlikle ben rabbime göç edenim. Kesinlikle O, O etkindir, hükme varıcıdır.” dedi. (26)
فَآمَنَ لَهُ لُوطٌ
Lût ona güvendi.
فَ: Atıf harfidir. Önceki ayette İbrahim Peygamberin söylemesine (قَالَ إِنَّمَا اتَّخَذْتُمْ مِنْ دُونِ اللَّهِ أَوْثَانًا مَوَدَّةَ بَيْنِكُمْ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا ثُمَّ يَوْمَ الْقِيَامَةِ يَكْفُرُ بَعْضُكُمْ بِبَعْضٍ وَيَلْعَنُ بَعْضُكُمْ بَعْضًا وَمَأْوَاكُمُ النَّارُ وَمَا لَكُمْ مِنْ نَاصِرِينَ) atfedilmiştir. Sebep sonuç ilişkisi içindir. Yani İbrahim Peyamberin vesenler hakkında söylediği dört cümleyi duyan Lût’un bu sözden dolayı olan durumunu göstermektedir.
آمَنَ: “İman etti” demektir. ءمن kökünden if’âl bâbındandır. ءمن kökü Kuran’da 4.bâb ve if’âl bâbından gelir. 4.bâbda harf-i cersiz, على harf-i ceri ve بِ harf-i ceri ile gelir. İf’âl bâbında harf-i cersiz, لِ harf-i ceri ve بِ harf-i ceri ile gelir.
Fiil | Bâb | H.Cer | Mâna |
أَمِنَ | Sülasi Mücerred 4. Bab | | Birine güvenmek, kötü bir olayın veya durumun gerçekleşmesinden emin olmak |
أَمِنَ | Sülasi Mücerred 4. Bab | على | Birine bir şeyi/birini aynen geri almak üzere güvenmek (emanet etmek) |
أَمِنَ | Sülasi Mücerred 4. Bab | بِ | Birine bir şeyi mislen geri almak üzere güvenmek |
آمَنَ | Sülasi Mezid (Rubai)-İf’al | | Güven vermek |
آمَنَ | Sülasi Mezid (Rubai)-İf’al | لِ | Birinin geçmişine ve o anına güvenmek |
آمَنَ | Sülasi Mezid (Rubai)-İf’al | بِ | Birinin o anı dahil geçmişine ve geleceğine güvenmek |
لِ: “-e” demektir. İman fiilinin harf-i ceri olarak gelmiştir.
هُ: “O” demektir. Mecrur muttasıl zamirdir. İbrahim’e racidir.
لَهُ: “Ona” demektir.
آمَنَ لَهُ: “Ona güvendi” demektir.
لُوطٌ: “Lût” demektir. Peygamberin özel ismidir.
Tevrat’a göre Terah’ın çocuklarından İbrahim’in kardeşi olan Haran’ın oğludur. Buna göre İbrâhim Lût’un amcasıdır.
آمَنَ لَهُ لُوطٌ: “Lût ona güvendi” demektir. Burada آمَنَ بِهِ لُوطٌ dememiştir. بِ harf-i ceri ile gelen iman güvencesi altına girmeyi ifade eder. Lût orada İbrahim’in güvencesi altına girmemiştir, girememiştir. Çünkü İbrahim o güvenceyi verecek durumda değildir. Topluluk vesenlere ibadet etmekte, vesenler dışında bir güvence sağlanamamaktadır. Bu nedenle آمَنَ بِهِ değil آمَنَ لَهُ denmiştir. İbrahim Peygamber vesenleri kabul etmemekte, vesenlere ibadet etmemekte ancak kendi güvencesini de o toplulukta oluşturamamaktadır. Buna rağmen o toplulukta İbrahim Peygamberin sözlerine güvenen insanlar vardır. Onun doğru sözlü olduğunu, doğru görüşlere sahip olduğunu anlamış ve ona güvenmişlerdir.
قَدْ كَانَتْ لَكُمْ أُسْوَةٌ حَسَنَةٌ فِي إِبْرَاهِيمَ وَالَّذِينَ مَعَهُ إِذْ قَالُوا لِقَوْمِهِمْ إِنَّا بُرَآءُ مِنْكُمْ وَمِمَّا تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللَّهِ كَفَرْنَا بِكُمْ وَبَدَا بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمُ الْعَدَاوَةُ وَالْبَغْضَاءُ أَبَدًا حَتَّى تُؤْمِنُوا بِاللَّهِ وَحْدَهُ إِلَّا قَوْلَ إِبْرَاهِيمَ لِأَبِيهِ لَأَسْتَغْفِرَنَّ لَكَ وَمَا أَمْلِكُ لَكَ مِنَ اللَّهِ مِنْ شَيْءٍ
Sizin için İbrahim ve onunla beraber olanlarda iyi bir örnek vardır. Kavimlerine demişlerdi ki “Kesinlikle biz sizden ve Allah’ın dununda ibadet ettiklerinizden uzak olanlarız, sizi görmezden geldik ve bizimle sizin aranızda ebediyyen siz Allah’a, O’nun birliğine iman edene kadar düşmanlık ve sevmemek başladı.” Yalnızca İbrahim’in babası için “kesinlikle senin için bağışlanma isteyeceğim, sana Allah’tan gelen hiçbir şeye mülküm olmaz” sözü dışında. (Mümtehine 4)
Bu ayetten anlıyoruz ki İbrahim’le beraber olan bir topluluk varmış. Yeğeni olan Lût’un da bu topluluktan olduğu anlaşılmaktadır. Bu topluluk vesenlere ibadet eden kavimlerine karşı düşman olmuşlardır, onları sevmemekte, onların iyiliğini de artık istememektedirler. İbrahim’in babasına duası bile istisna edilmiş ama zaten başka ayetlerden anladığımıza göre kabul edilmemiştir. Tek şart Allah’a tek ilah olarak güvenmeleridir. O duruma gelene kadar artık kendi kavimleri ile düşman haline gelmişlerdir.
وَقَالَ
Ve dedi
وَ: Atıf harfidir.
قَالَ: “Söyledi” demektir. Fâili müstetir هُوَ dir. Lût’a racidir. Söyleyen Lût’tur. Kime söylediği hazf edilmiştir. Kavmine söylemesi en muhtemel olandır. İki cümle söylemiştir.
إِنِّي مُهَاجِرٌ إِلَى رَبِّي
Kesinlikle ben rabbime göç edenim.
إِنَّ: “Kesinlikle” demektir. Huruf-u müşebbehe bi-l fiildendir. Te’kîd için gelir.
ي: “Ben” demektir. Mensub muttuasıl zamirdir. İnnenin ismidir.
مُهَاجِرٌ: “Göç eden” demektir. Müfâele bâbından ism-i fâildir. Sülasi olarak birinci bâbdan هَجْر mastarı terk etmek demektir. Bir şeyi, bir kimseyi, bir mekânı, bir işi terk edip ondan uzaklaşmak ve onunla her türlü ilişkiyi kesmek manasındadır. هجر kökünden birinci bâbdandır. Müfâele bâbına geldiğinde kökün birinci ve ikinci harfinin arasına bir elif eklenir. Elif etimolojik olarak öküz kelimesinden gelmiştir ve gücü ifade eder. Fiili güçlendirir. Ortaya geldiği için fiili iki taraflı yapar ve fiilde bir müşareket (ortaklık) oluşturur. Türkçede buna işteşlik denir. Örnek olarak “vurdu” fiilinin işteşli hali “vuruştu” fiili, “dövdü” fiilinin işteşli hali “dövüştü” fiilidir. Bunun dışında ortaya geldiği için söylenen sözü uzatarak bitmesini geciktirdiği gibi başlayan fiilin bitmesini uzatır, fiile süreklilik, devamlılık kazandırır. Buna da mutabaat etkisi denir. مُهَاجِرٌ ism-i faildir. Müfâele babındandır. Sülasi gelseydi هَاجِرٌ şeklinde “terk eden” anlamında olurdu. Ancak muhacirlik düz bir terk ediş değildir. Süreklilik arz eder. Bir yeri terk edip başka bir yere gidersiniz ve oraya sürekli olarak yerleşirsiniz. Ayrıldığınız yere kalıcı olarak ya çok uzun bir süre geri dönmezsiniz ya da hiç dönmezsiniz. Bu nedenle “göç etmek” anlamı vardır.
إِلَى: “-e” demektir. Harf-i cerdir. Göç edilenin diğer tarafını gösterir. Yani kendisine göç edilen kimse bu harf-i cerden sonra gelir. Bu harfi cerle gelen muhacere bir yere göç etme demek değildir. Birisine/birilerine göç etme demektir. Bunun sebebi müşareket ve mutabaattır. Yani kalkıp başka bir ülkeye taşınıp orada yaşamak demek değildir. Bu harf-i cer geldiğinde bu harf-i cerden sonra gelen kimse/kimseler sizi barındıran kimselerdir.
وَالَّذِينَ آمَنُوا وَهَاجَرُوا وَجَاهَدُوا فِي سَبِيلِ اللَّهِ وَالَّذِينَ آوَوْا وَنَصَرُوا أُولَئِكَ هُمُ الْمُؤْمِنُونَ حَقًّا
İman eden ve hicret eden ve Allah’ın yolunda cihad edenler ve barındıran ve yardım edenler, onlar, onlar gerçek müminlerdir. (Enfal 74)
Bu ayette barındıranlar ve yardım edenler kendilerine hicret edilenlerdir.
رَبَّ: “Rab, efendi, yetiştirici, terbiyeci” demektir. ربب kökünden gelmiştir. Burada Allah’ın sıfatı olarak kullanılmıştır.
ي: “Ben” demektir. Mecrur muttasıl zamirdir.
رَبِّي: “Rabbim” demektir. Aslında buradaki رَبِّ değil رَبَّ dir. Muzafun ileyhi olan ben anlamındaki ي harfinden önce kesre gelmesi gerektiğinden kesreye dönüşmüştür.
رَبَّ + ي رَبِّــي
مُهَاجِرٌ إِلَى رَبِّي: “Rabbime göç eden” demektir.
إِنِّي مُهَاجِرٌ إِلَى رَبِّي: “Kesinlikle ben rabbime göç edenim” demektir. Rabbine göç etmek ne demektir? Bir insan rabbine nasıl göç eder? Lût nasıl göç etmiştir? Kuran’ın tamamını incelediğinizde Lût’un kavminde ayrılıp başka bir yere göç ettiğini, orada yaşadığını ama orada erkek eşcinselliğinin norm haline geldiğini ve sonunda Lût’un oradan ayrıldığını ve orasının helak edildiğini görürüz. Lût aslında daha kötü bir yere gitmiştir. Ama rabbine göç etmiştir. Çünkü rabbi ona görev vermiştir. Rabbine göç etmesi demek rabbinin istediği yere göç etmesidir. Rabbi büyük bir günah içinde olan bir kavme Lût’u gönderip son uyarısını yapmasını istemiştir ve o da bunu yapmıştır. Bu şekilde anlamamıza neden olan ise Lût’un rabbime göç edeceğim (إِنِّي أُهَاجِرُ إِلَى رَبِّي) demeyip rabbime göç edenim (إِنِّي مُهَاجِرٌ إِلَى رَبِّي) demesidir. Muzari fiille değil de ism-i fâille gelmiştir. İsm-i fâil istimrarı gösterir yani süreklilik vardır. Rabbine göç etmesi süreklidir. Bu da görevli olduğunu, rabbi nereye isterse oraya göç edeceğini göstermektedir.
إِنَّهُ هُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ
Kesinlikle O, O etkindir, hükme varıcıdır.
إِنَّ: “Kesinlikle” demektir. Huruf-u müşebbehe bi-l fiildendir. Te’kîd için gelir.
هُ: “O” demektir. Mensub muttuasıl zamirdir. İnnenin ismidir. رَبِّي (rabbim) ye racidir.
إِنَّهُ: “Kesinlikle O” demektir.
هُوَ: “O” demektir. Mensub muttasıl zamir olan هُ zaten rabbe raci iken tekrar merfu munfasıl zamir olan هُوَ gelmiştir. Bunun sebebi te’kîddir. Muhatabın kafasındaki derin şüpheler nedeniyle bu şekilde kullanılmaktadır.
الْعَزِيزُ: “Üst, üstün, etkin” demektir. Sıfat-ı müşebbehedir. Kökü عزز dir. İkinci bâbdan gelmektedir. Lazım fiildir. Üst olan, üstün olan, etkin olan manasındadır. Sübut ve devam özelliği olan bir sıfattır. Çoğulu أَفْعِلَة kalıbından أَعِزَّة dür.
الْحَكِيمُ: “Hükme varıcı” demektir. Kökü حكم dir. Birinci bâbdan lazım fiilden türeyen sıfat-ı müşebbehedir. Bir işte, bir konuda, bir ihtilafta hükme varan demektir. İçinde karışıklık olan bir şeyin içindeki karışıklıkları gideren, ihtilaflı bir konunun içindeki ihtilafı gideren demektir.
إِنَّهُ هُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ: “Kesinlikle O, O etkindir, hükme varıcıdır” demektir. Lût rabbinden görevi almıştır, rabbinin istediği yere göç edecektir. Bu cümle ile göçüne karar verenin rabbi olduğunu ve bu kararı rabbinin aziz ve hakîm sıfatı ile aldığını söylemektedir. Aziz olarak almıştır çünkü Allah etkindir, etkilidir. Aziz olanın sözü değerlidir, onun sözüne insanlar isteyerek uyarlar. Hakîm olmasıyla hükme varıcıdır, hükme varmış, Lût’un göç etmesine karar vermiştir. Lût’un ne yapacağı konusunda bir ihtilaf olmuş olabilir. Amcası İbrahim’le ne yapacaklarına karar verememiş olabilirler. İşte Allah Lût’un göç etmesini bu kararsızlık ve ihtilaf içindelerken vermiş ve ihtilafı gidermiştir.
Kuran’da Allah’ın sıfatları genellikle iki sıfatın ardı ardına söylenmesi ile gelir. Başka şekillerde de gelebilir ama en çok bu şekilde gelir. Bu yönüyle aziz ve hakîm sıfatlarını incelediğimizde aşağıdaki sonuçları elde ederiz.
Allah’ın الْحَكِيمُ sıfatının Kuran’da geçiş şekilleri:
Marife geçiş | Sayı | Nekre geçiş | Sayı |
الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ | 29 | عَزِيزٌ حَكِيمٌ | 19 |
الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ | 4 | عَلِيمٌ حَكِيمٌ | 24 |
الْحَكِيمُ الْعَلِيمُ | 2 | حَكِيمٌ عَلِيمٌ | 5 |
الْحَكِيمُ الْخَبِيرُ | 3 | حَكِيمٍ خَبِيرٍ | 1 |
| | تَوَّابٌ حَكِيمٌ | 1 |
| | عَلِيٌّ حَكِيمٌ | 2 |
| | حَكِيمٍ حَمِيدٍ | 1 |
| | وَاسِعًا حَكِيمًا | 1 |
Geçiş şekillerini incelediğimizde 4 şekilde marife, 8 şekilde nekre geçtiğini görürüz. Marife geçişlerinin dördünün de nekre geçişleri vardır. 4 nekre geçişin marife geçişi yoktur. الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ in tersi olan الْحَكِيمُ الْعَلِيمُ şeklinde ters geçişi de vardır. Bu geçişin nekre geçişleri de vardır. Bunun dışındakilerin ters sırada geçişleri yoktur.
Allah’ın الْعَزِيزُ sıfatının Kuran’da geçiş şekilleri:
Marife geçiş | Sayı | Nekre geçiş | Sayı |
الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ | 29 | عَزِيزٌ حَكِيمٌ | 19 |
الْقَوِيُّ الْعَزِيزُ | 2 | قَوِيٌّ عَزِيزٌ | 5 |
الْعَزِيزُ الْغَفُورُ | 1 | عَزِيزٌ غَفُورٌ | 1 |
الْعَزِيزُ الرَّحِيمُ | 12 | | |
الْعَزِيزُ الْعَلِيمُ | 6 | | |
الْعَزِيزُ الْغَفَّارُ | 3 | | |
الْعَزِيزُ الْكَرِيمُ | 1 | | |
الْعَزِيزِ الْحَمِيدِ | 3 | | |
الْعَزِيزِ الْوَهَّابِ | 1 | | |
الْمَلِكُ الْقُدُّوسُ السَّلَامُ الْمُؤْمِنُ الْمُهَيْمِنُ الْعَزِيزُ الْجَبَّارُ الْمُتَكَبِّرُ | 1 | | |
| | عَزِيزٌ ذُو انْتِقَامٍ | 4 |
| | عَزِيزٍ مُقْتَدِرٍ | 1 |
Burada hiçbir geçişin ters sırada geçişi yoktur. 10 şekilde marife, 5 şekilde nekre olarak geçmektedir. 3 şekilde geçişin nekre geçişi de vardır.
Aziz sıfatı her zaman hakîm sıfatından önce gelmiştir. Buna göre aziz sıfatı hakîm sıfatından daha önemlidir diyebiliriz. Alîm ve hakîm sıfatları ise yer değiştirebilir. Buna göre bu iki sıfat eşit öneme sahiptir diyebiliriz. Kavi sıfatı her zaman aziz sıfatından önce geldiğinden aziz sıfatından daha önemlidir diyebiliriz. Aziz sıfatı her zaman alîm sıfatından önce gelir. Alîm sıfatı da hâkim sıfatıyla eşit öneme sahip olduğundan şu şekilde bir sıralama yapılabilir:
Kavi > Aziz > Alîm = Hakîm
Bu sistemle Allah’ın bütün sıfatları incelenebilir ve önem sırası belirlenebilir. Buna başka bir örnek Rahman ve rahim sıfatları ile verilebilir. Hiçbir ayette rahim rahmandan önce gelmez. Rahman sıfatı rahim sıfatından daha önemlidir diyebiliriz. Rahman sıfatı yalnız Allah’a aittir. Rahim sıfatı ise insanlara ait olabilir.
Bu metodoloji kullanılarak Allah’ın sıfatları önem sırasına göre dizilebilir.
Bu ayette aziz ve hakîm sıfatları marife olarak gelmiştir. Niçin nekre değil de marife gelmiştir? Allah’ın sıfatları marife geldiği zaman ne anlamalıyız, nekre geldiği zaman ne anlamalıyız? Allah’ın sıfatı marife gelmişse o sıfatın gerçekleşmesinin nasıl olduğunu biz kavrayabiliriz, anlayabiliriz, bilebiliriz, nekre gelirse o sıfatın gerçekleşmesinin nasıl olduğunu biz kavrayamayız, bilemeyiz.
Bu ayette Lût Allah’ın aziz ve hakîm olduğunu söylemektedir. Bu sıfatlarının nasıl gerçekleştiğini bilmektedir. Allah ona muhacereyi emretmiş ve bunu aziz ve hakîm sıfatı ile yapmıştır. Muhatabı olan kavmi bunu kabul etmeyeceği için de araya bir zamir de getirmiş ve te’kîdle söylemiştir.
Yalova, Teşvikiye
19 Şubat 2022
M. Lütfi Hocaoğlu