ANKEBÛT SÛRESİ - 32. Hafta
أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
إِنَّا مُنْزِلُونَ عَلَى أَهْلِ هَذِهِ الْقَرْيَةِ رِجْزًا مِنَ السَّمَاءِ بِمَا كَانُوا يَفْسُقُونَ (34)
Kesinlikle biz bu kasabanın ehlinin üzerine Allah’ın kurallarına uymuyor olmalarından dolayı gökten bir ricz indirenleriz. (34)
إِنَّا: “Kesinlikle biz” demektir. Aslı إِنَّنَا dır. Huruf-u müşebbehe bi-l fiilden olan إِنَّ ile “biz” anlamındaki zamir birleşince إِنَّنَا olmuş ve sonra okuma kolaylığından dolayı إِنَّا şeklinde kısaltılmıştır.
مُنْزِلُونَ: “İndirenler” demektir. Cemi müzekker salim (düzenli eril çoğul) ism-i fâildir. İf’âl bâbındandır. İkinci bâbdan نَزَلَ - يَنْزِلُ şeklinde bir şeyin daha yüksek bir mekândan daha alçak bir mekâna inmesi manasındadır. Lazım fiildir. İkinci bâb if’âl bâbına (أَنْزَلَ – يُنْزِلُ) tadiye etkisi ile gelir. İndirmek anlamına gelir. İkinci bâb tef’îl bâbına (نَزَّلَ – يُنَزِّلُ) tadiye ve teksir etkisi ile gelir. İndirmek anlamına gelir. Teksirle beraberdir. Burada tef’îl değil, if’âl bâbından gelmiştir. İndirmenin bir kerede olduğu söylenmektedir. Fiil değil de ism-i fâil kullanılmış olması bu indirmenin bir süreç içinde gerçekleşeceğini, konuşma sırasında indirme sürecinin başlamış olduğunu ve sürecin halen devam etmekte olduğunu göstermektedir.
عَلَى: “Üzerine” demektir. Harf-i cerdir.
أَهْلِ: “Ehil” demektir. ءهل kökünden gelmiştir. İkinci bâbdan mastar olarak birisini sorumluluğu ve himayesi altına almak, uyruğu haline getirmek manasındadır. Bu mastar manasından kendisinden sorumlu olunan, himaye altına alınan topluluk manasında أَهْل “ehil” anlamında camid isimden ism-i cemdir (topluluk ismidir).
Ehil ile benzer kelimelerin anlam farkını incelersek:
Kelime | Anlamı |
أَهْل | Birbirinin sorumluluğunda olan topluluk |
أَصْحَاب | Aynı zamanda aynı mekân içinde bir arada olan topluluk |
قَوْم | Aynı hedefe yönelmiş topluluk |
أُمَّةً | Başkanı olan her büyüklükteki topluluk |
مِلَّة | Aynı inanca sahip büyük topluluk |
إِخْوَانِ | Genetik kardeşler / vatandaşlar |
هَذِهِ: “Bu” demektir. Yakın ism-i işarettir. Dişil tekildir.
الْقَرْيَةِ: “Kasaba” demektir. قري kökünden gelmiştir. İkinci bâbdan قَرْي mastarı bir şeyleri bir arada toplayıp bir müddet orada kalmasını sağlamak manasındadır. Bu mastar manasından bir şeyleri bir araya toplayan manasında ıstılahi olarak قَرْيَة insanları bir araya toplayıp orada kalmasını sağlayan olarak “kasaba” anlamında isimdir. Sonundaki ة sebebiyle lafzen dişildir. İkili قَرْيَتَيْنِ (mensub-mecrur) dir. Çoğulu قُرًى dır.
هَذِهِ الْقَرْيَةِ: “Bu kasaba” demektir. Yakın ism-i işaret gelmiştir. Zaten kasabanın içindedirler. Daha önceki ayetlerde elçiler İbrahim’le konuşurken de “bu kasaba” demişlerdir. Buradan İbrahim ile çok yakın oldukları anlaşılmaktadır.
أَهْلِ هَذِهِ الْقَرْيَةِ: “Bu kasabanın ehli” demektir. Bu kasaba içinde yaşayarak birbirlerinin sorumluluğunu alan topluluk demektir.
رِجْزًا: “Dalgalar, nöbetler halinde periyodik olarak gelen sıkıntı” demektir. رجز kökünden gelmiştir. Etimolojik olarak incelersek ز harfi kazma demektir, kazmanın hareketi olan kesme ve titreşim manalarına gelir. ر harfi tekrar anlamındadır. ج harfi gitmeyi ifade eder. İkisi bir arada (رج) gidip başlangıç noktasına geri gelmeyi ifade eder. ز eklenmesi ile gidip geri gelme hareketinin ritmik olarak yapıldığı anlamına gelir.
Sıkıntı veren yağmur ricz olur. Çünkü bir anda gelmemekte, damla damla şeklinde gelmektedir.
فَأَرْسَلْنَا عَلَيْهِمُ الطُّوفَانَ وَالْجَرَادَ وَالْقُمَّلَ وَالضَّفَادِعَ وَالدَّمَ آيَاتٍ مُفَصَّلَاتٍ فَاسْتَكْبَرُوا وَكَانُوا قَوْمًا مُجْرِمِينَ (133) وَلَمَّا وَقَعَ عَلَيْهِمُ الرِّجْزُ قَالُوا يَامُوسَى ادْعُ لَنَا رَبَّكَ بِمَا عَهِدَ عِنْدَكَ لَئِنْ كَشَفْتَ عَنَّا الرِّجْزَ لَنُؤْمِنَنَّ لَكَ وَلَنُرْسِلَنَّ مَعَكَ بَنِي إِسْرَائِيلَ (134) فَلَمَّا كَشَفْنَا عَنْهُمُ الرِّجْزَ إِلَى أَجَلٍ هُمْ بَالِغُوهُ إِذَا هُمْ يَنْكُثُونَ (135)
Onlar mücrim kavim iken onların üzerine tufan ve çekirge ve böcek ve kurbağalar ve kanı aralıklı ayetler olarak gönderdik. Onların üzerine ricz vuku bulunda ey Musa rabbine senin indinde olan ahdetmesi sebebiyle dua et, yemin olsun eğer bizden riczi kaldırırsan kesinlikle sana inanacağız ve kesinlikle seninle beraber İsrail Oğullarını göndereceğiz dediler. Onlardan onların ulaştığı bir ecele kadar riczi kaldırınca hemen döndüler. (Araf 133-135)
Bu ayetlerde Mısır halkının başına gelen beş durum vardır. Bunlar birbirinden ayrı ayrı gelmişlerdir. Biri varken diğeri yoktur. Biri bitmiş, diğeri başlamıştır. Bu beş durumun hepsi bir riczdir. Çünkü dalgalar halinde gelmiştir.
Bu kasabanın ehline de ricz indirilmektedir.
مِنَ: “-den” demektir. Harf-i cerdir.
السَّمَاءِ: “Gök” demektir. سمو kökünden gelmiştir. Birinci babdan سُمُوٌّ mastarı bütün seviyelerin üstüne çıkmak, en üst seviyeye yükselmek manasındadır. Bu mastar manasından bütün seviyelerin üstüne çıkan manasında سَمَاءٌ her şeyin en üstü olarak “gök” anlamında camid isimdir. İsm-i cem-i cinstir. Yani hem cinsi ifade eder hem de topluluğu ifade eder. Yani gök cinsi veya gök topluluğu demektir. Cins ifade ettiği zaman eril, cem ifade ettiği zaman dişildir. İsm-i cemi cinsler sonuna ة alarak müfredleşirler. Yani tekili سَمَاوَةٌ veya سَمَاءَةٌ dür. İsm-i cemi cins bu şekilde ة alarak müfredleştikten sonra çoğulu سَمَوَاتٌ dür. Ancak Kuran’da سَمَاوَةٌ veya سَمَاءَةٌ şeklinde kullanımı yoktur. Kuran tekil olarak da yine سَمَاء yı kullanmaktadır.
سمو kökünün ana anlamı yüksekte olmaktır. Bu nedenle buluta da sema denmektedir. Kuran’da da bu kullanımı görürüz. Onlara semayı midrar (damlacık) olarak gönderdik ayeti (أَرْسَلْنَا السَّمَاءَ عَلَيْهِمْ مِدْرَارًا) vardır. Evin ve her şeyin çatısına da atın sırtına hatta otlara bile sema denmektedir. Yüksekte olan ve onu kaplayan her şeye sema denmektedir.
مِنَ السَّمَاءِ: “Gökten” demektir.
رِجْزًا مِنَ السَّمَاءِ: “Gökten bir ricz” demektir. Ricz burada nekre gelmiştir. Buradan anlıyoruz ki riczin türleri vardır. Bir tür ricz indirilmiştir. Zaten dalgalar halinde gelen veya periyodik olan her tür sıkıntı riczdir. Salgınlar da bir riczdir. Dalgalar halinde gelmekte ve insanları sıkıntılara sokmaktadır.
بِ: “İle” demektir. Harf-i cerdir.
مَا: “-me, -ma” demektir. Harf-i mevsuldür yani mastar harfidir.
كَانُوا: Nakıs fiillerdendir. Burada mazi fiil olarak gelmiştir. Bu fiilin mastarının asıl anlamı “olmak” iken nakıs fiil olduğunda kendisinden sonra bir isim ve haber gelir. Asıl anlamıyla kullanıldığında tam fiil, bir isim ve haberden önce kullanıldığında nakıs (eksik) fiil denir. كَانُوا üçüncü şahıs eril çoğul fiildir ve sonundaki و zamirdir. “Onlar” anlamındadır. Merfu muttasıl zamirdir. Bu zamire cem vâvı denir. Kâne’nin ismidir.
يَفْسُقُونَ: “Kurallara uymuyorlar” demektir. Herhangi bir kurala uymamak değildir. Mutlak otorite olan Allah’ın doğal, sosyal kurallarına veya yazdığı kurallarına uymamak, bu kuralları uygulamamaktır. فِسْق bu durumun adıdır. Hak yoldan çıkmaktır. فسق kökünden birinci bâbdan mastardır.
Şirk Allah’ın kurallarına aykırı kurallar koymak iken fısk Allah’ın kurallarına uymamaktır. Fısk yapan Allah’ın kurallarını bilmektedir. Ya kendisine kitap gelmiştir, biliyordur ya da doğal hukuk yoluyla biliyordur ya da yaratılışı gereği biliyordur. Ancak o kuralları göz ardı etmekte ve uymamaktadır. Hamr (Türkçe şarap) içmenin haram olduğunu biliyor ama içerek bu kuralı göz ardı ediyorsa fısk yapıyor demektir.
وَإِذْ قُلْنَا لِلْمَلَائِكَةِ اسْجُدُوا لِآدَمَ فَسَجَدُوا إِلَّا إِبْلِيسَ كَانَ مِنَ الْجِنِّ فَفَسَقَ عَنْ أَمْرِ رَبِّهِ
Meleklere Adem’e secde edin demiştik. İblis hariç secde ettiler. O cinlerdendi. Rabbinin emrinden fısk etti. (Kehf 50)
Bu ayette İblis rabbinin emrine uymayarak fısk etmiştir. Allah’ın kuralı O’nun emrine uyulmasıdır. Allah’ın kuralına uymayarak fısk yapmıştır.
وَاسْأَلْهُمْ عَنِ الْقَرْيَةِ الَّتِي كَانَتْ حَاضِرَةَ الْبَحْرِ إِذْ يَعْدُونَ فِي السَّبْتِ إِذْ تَأْتِيهِمْ حِيتَانُهُمْ يَوْمَ سَبْتِهِمْ شُرَّعًا وَيَوْمَ لَا يَسْبِتُونَ لَا تَأْتِيهِمْ كَذَلِكَ نَبْلُوهُمْ بِمَا كَانُوا يَفْسُقُونَ
Onlara denizin önündeki kasabayı sor. Dinlenmede sınırı aşmışlardı, balıklar onların dinlenme gününde sürüler halinde geliyordu ve dinlenmedikleri günde gelmiyorlardı. Böylece onları fısk etmeleri sebebiyle denedik. (Araf 163)
Bu ayette anlatılan olayda karye ehline yasak günde balıklar gelmekte, yasak olmayan günde gelmemektedir. Bununla denenmektedirler. Yasak gün Allah’ın kuralıdır ve bu yasak günde çok sayıda balık gelmekte, yasağa uyup uymayacakları yani fısk edip etmeyecekleri denenmektedir.
حُرِّمَتْ عَلَيْكُمُ الْمَيْتَةُ وَالدَّمُ وَلَحْمُ الْخِنْزِيرِ وَمَا أُهِلَّ لِغَيْرِ اللَّهِ بِهِ وَالْمُنْخَنِقَةُ وَالْمَوْقُوذَةُ وَالْمُتَرَدِّيَةُ وَالنَّطِيحَةُ وَمَا أَكَلَ السَّبُعُ إِلَّا مَا ذَكَّيْتُمْ وَمَا ذُبِحَ عَلَى النُّصُبِ وَأَنْ تَسْتَقْسِمُوا بِالْأَزْلَامِ ذَلِكُمْ فِسْقٌ
Ölü, kan, domuz eti, Allah’tan gayrısına kesilen, boğulan, vurulan, yuvarlanan, toslanan, temizledikleriniz hariç yırtıcı hayvanın yediği, dikili taş üzerine kesilenler ve şans araçları ile paylaşmanız size haram edildi. Bu fısktır. (Maide 3)
Bu ayette haram edilenler söylenmiş, sonra bu fısktır denilerek haram edilenleri yapmanın fısk olduğu söylenmiştir. Bu haramlar yapıldığı zaman Allah’ın kurallarına uyulmamış olur ve fısk gerçekleşmiş olur.
وَلَا تَأْكُلُوا مِمَّا لَمْ يُذْكَرِ اسْمُ اللَّهِ عَلَيْهِ وَإِنَّهُ لَفِسْقٌ
Üzerinde Allah’ın ismi zikredilmeyenden yemeyin. Kesinlikle o fısktır. (Enam 121)
Bu ayette de Allah’ın kuralına uymamanın fısk olduğu söylenmiştir.
وَلَا يُضَارَّ كَاتِبٌ وَلَا شَهِيدٌ وَإِنْ تَفْعَلُوا فَإِنَّهُ فُسُوقٌ بِكُمْ
Ne kâtip ne de şehid zarara uğratılsın. Eğer yaparsanız kesinlikle o size fusuktur. (Bakara 282)
Bu ayette de kâtip ve şehidin zarara uğratılması yasaklanmış, bu kurala uymamanın fusuk olduğu söylenmiştir.
وَلَقَدْ أَنْزَلْنَا إِلَيْكَ آيَاتٍ بَيِّنَاتٍ وَمَا يَكْفُرُ بِهَا إِلَّا الْفَاسِقُونَ
Yemin olsun, sana açıklanmış ayetleri indirdik. Onları yalnızca fasıklar görmezden gelir. (Bakara 99)
Bu ayette açıklanmış ayetleri yalnızca fasıkların görmezden geleceği söylenmektedir. Bu ayetlerde Allah’ın kuralları vardır ve fasık olanlar o kuralları görmezden gelir ve o kurallara aykırı hareket eder. Bu ayet fasıkların güzel bir tanımını yapmış olmaktadır.
وَلْيَحْكُمْ أَهْلُ الْإِنْجِيلِ بِمَا أَنْزَلَ اللَّهُ فِيهِ وَمَنْ لَمْ يَحْكُمْ بِمَا أَنْزَلَ اللَّهُ فَأُولَئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ
İncil ehli onun içinde Allah’ın indirdiği ile hükmetsin. Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse onlar, onlar fasıklardır. (Maide 47)
Bu ayette İncil ehline İncil’le değil, İncil’in içinde Allah’ın indirdiğiyle hükmetmesi emredilmektedir. Sonra kim Allah’ın indirdiğiyle hükmetmezse onlar fasıklardır denmektedir. Burada ikinci kez söylenen Allah’ın indirdiği İncil’deki indirdikleri değildir. Çünkü zamir gelmemiş, tekrar edilmiştir. Kuran da buna dahildir. Allah’ın kuralları ile hükmetmeyenler fasıklardır. Allah’ın kurallarını bilmekte ama onları görmezden gelmekte ve onlar olmadan hükmetmektedirler. Aralarındaki davalarda Allah’ın indirdiğini değil başka kuralları uygularlar. Burada fasıklık topluluğa aittir. Çünkü مَنْ ile umumi şart getirilmiş ama sonra هُوَ değil, أُولَئِكَ ve هُمْ ile çoğul ifadeler dönmüştür. Çünkü hükmetme, hakemlik topluluk içinde gerçekleşecektir. Allah’ın indirdiğine uymadan yapılan hakemlikler fasıklıktır.
الْمُنَافِقُونَ وَالْمُنَافِقَاتُ بَعْضُهُمْ مِنْ بَعْضٍ يَأْمُرُونَ بِالْمُنْكَرِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمَعْرُوفِ وَيَقْبِضُونَ أَيْدِيَهُمْ نَسُوا اللَّهَ فَنَسِيَهُمْ إِنَّ الْمُنَافِقِينَ هُمُ الْفَاسِقُونَ
Münafık erkekler ve münafık kadınlar, bazısı bazısındandır. Münkeri emrederler ve marufu nehy ederler ve ellerini sıkarlar. Allah’ı unuttular da O da onları unuttu. Kesinlikle münafıklar, onlar fasıklardır. (Tevbe 67)
Münafıklar da fasıklardır. Çünkü onlar da Allah’ın kurallarına uymazlar. Uyar gibi görünürler ama uymazlar. Allah marufu emretmeyi, münkeri nehy etmeyi isterken onlar tersini yaparlar.
وَالَّذِينَ يَرْمُونَ الْمُحْصَنَاتِ ثُمَّ لَمْ يَأْتُوا بِأَرْبَعَةِ شُهَدَاءَ فَاجْلِدُوهُمْ ثَمَانِينَ جَلْدَةً وَلَا تَقْبَلُوا لَهُمْ شَهَادَةً أَبَدًا وَأُولَئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ
Namuslu kadınlara suç atıp sonra dört şehid getirmeyenler, onlara seksen kırbaç vurun ve onlardan ebedi olarak şehadeti kabul etmeyin ve onlar, onlar fasıklardır. (Nur 4)
Dört şehid getirmediği için kurallara uymamıştır ve fasık olmuştur.
وَعَدَ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا مِنْكُمْ وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَيَسْتَخْلِفَنَّهُمْ فِي الْأَرْضِ كَمَا اسْتَخْلَفَ الَّذِينَ مِنْ قَبْلِهِمْ وَلَيُمَكِّنَنَّ لَهُمْ دِينَهُمُ الَّذِي ارْتَضَى لَهُمْ وَلَيُبَدِّلَنَّهُمْ مِنْ بَعْدِ خَوْفِهِمْ أَمْنًا يَعْبُدُونَنِي لَا يُشْرِكُونَ بِي شَيْئًا وَمَنْ كَفَرَ بَعْدَ ذَلِكَ فَأُولَئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ
Allah sizden iman edip salih amel edenlere onlardan öncekileri halef kıldığı gibi onları kesinlikle halef kılacağını ve onlar için onların razı olduğu dinlerine kesinlikle imkanlar kılacağını ve kesinlikle korkularını emniyetle değiştireceğini vaad etti. Onlar bana hiçbir şeyi ortak etmeden bana ibadet ederler ve kim bundan sonra görmezden gelirse onlar, onlar fasıklardır. (Nur 55)
Allah iman edip salih amel edenlere kendilerinden öncekiler gibi halef olacaklarını vaad etmiştir. Yani iman edip salih amel edenler yerde Allah’ın halifesi olarak etkin olacaklardır. Dinleri yani düzenleri de sağlamlaşacaktır. Korkuları emniyete dönüşecek, Allah’a ibadet edecekler ve O’na hiçbir şeyi ortak etmeyeceklerdir. Bundan sonra kim Allah’ın dinini yani kurallarını görmezden gelirse onlar fasıklardır. Çünkü Allah’ın kurallarına uymuyorlardır, uygulamıyorlardır.
وَلَا تَكُونُوا كَالَّذِينَ نَسُوا اللَّهَ فَأَنْسَاهُمْ أَنْفُسَهُمْ أُولَئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ
Allah’ı unutup da O’nun onlara kendilerini unutturdukları gibi olmayın. Onlar, onlar fasıklardır. (Haşr 19)
Allah’ı unutmak demek Allah yokmuş gibi yaşamaktır. Allah’ın kurallarını yok saymak demektir. Allah bunu yapanlara kendilerini unutturacaktır. İşte bunlar fasıklardır. Allah’ın kurallarını unutmuş, onları uygulamamaktadırlar.
يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِنْ جَاءَكُمْ فَاسِقٌ بِنَبَأٍ فَتَبَيَّنُوا أَنْ تُصِيبُوا قَوْمًا بِجَهَالَةٍ فَتُصْبِحُوا عَلَى مَا فَعَلْتُمْ نَادِمِينَ
Ey iman edenler, eğer size bir fasık bir haber getirirse cehaletle bir kavme isabet etmeniz ardından yaptığınız üzerine pişman olanlar olmanızdan dolayı araştırın. (Hucurat 6)
Fasıklar Allah’ın kurallarına uymadıkları için yalan söyleyebilirler, bir topluluğu öbür topluluğa düşürebilirler. Bu nedenle onlara güvenilmez.
أَلَمْ يَأْنِ لِلَّذِينَ آمَنُوا أَنْ تَخْشَعَ قُلُوبُهُمْ لِذِكْرِ اللَّهِ وَمَا نَزَلَ مِنَ الْحَقِّ وَلَا يَكُونُوا كَالَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ مِنْ قَبْلُ فَطَالَ عَلَيْهِمُ الْأَمَدُ فَقَسَتْ قُلُوبُهُمْ وَكَثِيرٌ مِنْهُمْ فَاسِقُونَ
İman edenler için kalplerinin Allah’ın zikri ve haktan inen için coşmasının zamanı gelmedi mi? Önceden kendilerine kitap verilenler gibi olmayın. Onların üzerinden zaman geçti de kalpleri katılaştı ve onlardan çok sayıda fasıklar vardır. (Hadid 16)
İman edenler kendilerine kitap verilenlerden farklıdır. Kendilerine kitap verilenlerin aradan uzun zaman geçince kalpleri katılaşmıştır. Onlardan çok fasık vardır. Çünkü Allah’ın kurallarını uygulamamaktadırlar.
وَمَا وَجَدْنَا لِأَكْثَرِهِمْ مِنْ عَهْدٍ وَإِنْ وَجَدْنَا أَكْثَرَهُمْ لَفَاسِقِينَ
Onların çoğunluğu için hiçbir ahit bulmadık ve kesinlikle onların çoğunluğunu fasıklar olarak bulduk. (Araf 102)
Bu ayete fasıkların hiçbir ahdinin olmadığı söylenmektedir. Fasıklar ahitlere (tek taraflı sözleşmeler) uymazlar. Allah’ın kuralları da ahittir.
وَاللَّهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الْفَاسِقِينَ
Allah fasıklar kavmine rehberlik etmez. (Tevbe 80)
Kavim olarak fasık olmak demek kavim olarak Allah’ın kurallarını kural haline getirmemek demektir. Böyle bir kavme Allah rehberlik etmeyecektir. Siz Allah’ın kurallarını kurallarınız haline getiren bir kavim olma çabasındaysanız Allah size yardım edecektir.
Elhamdülillah müslümanım der, Allah’ın kurallarını gayet iyi bilir ama şarap içer, yalan söyler, zina eder. İşte o kimse fasıktır.
Elhamdülillah Müslümanım der, Allah’ın kurallarını gayet iyi bilir ama bu kuralların çağımızda uygulanamayacağını söyler, günümüzde onları uygulamak imkansızdır der, onları görmezden gelir ve uygulamaz. İşte o kimse hem küfretmiştir hem de fasıktır.
Topluluk olarak Allah’ın indirdiği kurallar ile hükmetme yerine Allah’ı görmezden gelen batının dayattığı kurallarla, kanunlarla davalarını görürler. İşte bu topluluk fasıktır.
كَانُوا يَفْسُقُونَ: “Allah’ın kurallarına uymuyorlardı” demektir.
مَا كَانُوا يَفْسُقُونَ: “Allah’ın kurallarına uymuyor olmaları” demektir.
بِمَا كَانُوا يَفْسُقُونَ: “Allah’ın kurallarına uymuyor olmalarından dolayı” demektir.
إِنَّا مُنْزِلُونَ عَلَى أَهْلِ هَذِهِ الْقَرْيَةِ رِجْزًا مِنَ السَّمَاءِ بِمَا كَانُوا يَفْسُقُونَ: “Kesinlikle biz bu kasabanın ehlinin üzerine Allah’ın kurallarına uymuyor olmalarından dolayı gökten bir ricz indirenleriz” demektir. Bu ayetten anlaşılmaktadır ki Lût kavmi Allah’ın kurallarını bilmekteydi ama uymamaktaydı. Onlar gayet iyi bilmekteydiler ki yaptıkları Allah’ın istemediği bir şeydir. Peki, bunu nereden bilmekteydiler?
كَذَّبَتْ قَوْمُ لُوطٍ الْمُرْسَلِينَ
Lût kavmi mürselleri yalanladı. (Şuara 160)
Lût kavmine Lût’tan önce mürseller gelmiştir. Onlar mürselleri yalanlamışlardır. Kavim aslında Allah’ın kurallarını Lût’tan önce de bilmekteydi. Kurallara uymamaktadırlar, fasıktırlar.
Burada şu soru sorulabilir: Gökten indirilen ricz nedir?
وَأَمْطَرْنَا عَلَيْهِمْ مَطَرًا فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُجْرِمِينَ
Onların üzerine bir yağmur yağdırdık. Mücrimlerin akıbeti nasıl oldu, bak. (Araf 84)
Burada مَطَرًا (yağmur) nekre gelmiştir. Bu nedenle bildiğimiz su içeren bir yağmur değildir. Nekre gelmesiyle bir tür yağmur olduğu ifade edilmiş olur. Bu nedenle Lût kavminin üzerine değişik bir tür yağmur yağdırılmıştır.
فَلَمَّا جَاءَ أَمْرُنَا جَعَلْنَا عَالِيَهَا سَافِلَهَا وَأَمْطَرْنَا عَلَيْهَا حِجَارَةً مِنْ سِجِّيلٍ مَنْضُودٍ (82) مُسَوَّمَةً عِنْدَ رَبِّكَ وَمَا هِيَ مِنَ الظَّالِمِينَ بِبَعِيدٍ (83)
Emrimiz gelince onun üstünü altı kıldık ve üzerine istiflenmiş siccilden, rabbinin indinde işaretlenmiş taşlar yağdırdık. O zalimlerden uzak değildir. (Hud 82-83)
Buradan kasabanın altının üstüne getirildiğini anlıyoruz. Kasabanın üzerine taş yağdırılmıştır. Ancak حِجَارَةً (taşlar) kelimesi nekredir. Bildiğimiz taşlar değildir. Terim anlamı vermek gerekir.
سِجِّيلٍ مَنْضُودٍ sıfat tamlaması olarak önemlidir.
سِجِّيلٍ’in kökü olan سجل bir şeyi emniyetli bir mekâna koyarak onu korumak ve talep halinde onu oradan kolayca çıkarıp teslim etmek manasındadır. Girdisi ve çıktısı kayıt altına alınmış depo demektir. Buraya giren ve çıkan kayıt altındadır. Stok tutulmaktadır.
مَنْضُودٍ istiflenmiş demektir. سِجِّيلٍ’in sıfatıdır. Buradaki kayıt altındaki depoda taşlar istiflenmiş bir şekilde tutulmaktaymış. Buradan kasabanın üzerine yağdırılmış.
Elçilerin مُنْزِلُونَ (indirenleriz) şeklinde söylemesi de bu ayetten anlaşılmaktadır. Lût ile konuşmadan önce bu depoya taşlar getirilmiş ve hazırlanmıştır. Yani indirme sürecinin ilk kısmı gerçekleşmiştir, emri beklemektelermiş. Emir gelince (فَلَمَّا جَاءَ أَمْرُنَا) kasabanın altını üstüne getirmişler ve kayıt tutulan depodan taşları yağdırmışlardır.
رَبِّ نَجِّنِي وَأَهْلِي مِمَّا يَعْمَلُونَ (169) فَنَجَّيْنَاهُ وَأَهْلَهُ أَجْمَعِينَ (170) إِلَّا عَجُوزًا فِي الْغَابِرِينَ (171) ثُمَّ دَمَّرْنَا الْآخَرِينَ (172) وَأَمْطَرْنَا عَلَيْهِمْ مَطَرًا فَسَاءَ مَطَرُ الْمُنْذَرِينَ (173) إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَةً وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُمْ مُؤْمِنِينَ (174)
Rabbim, beni ve ehlimi onların amel ettiklerinden kurtar. Onu ve ehlini kalıntılardan olan bir aciz dışında kurtardık sonra diğerlerinin arkasını kestik ve üzerlerine bir yağmur yağdırdık da uyarılanların yağmuru ne kötüdür. Kesinlikle bunda ayet vardır ve onların çoğunluğu mümin değillerdir. (Şuara 169-174)
Bu ayetlerde kalıntılardan olma açıklanmaktadır. تَدْمِير birisinin veya bir şeyin yapısını bozmak ve arkasında küçük parçalar dışında bir şeyi bırakmamak anlamına gelir. Kalanlar küçük parçalar haline gelmişlerdir. Bunu da bir çeşit yağmurun yağdırılması ile yapmışlardır. Yağmur deyince aklımıza hemen su yağmuru gelmektedir. Yağmur her tür maddeyi yağdırmaktır.
كَذَّبَتْ قَوْمُ لُوطٍ بِالنُّذُرِ (33) إِنَّا أَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ حَاصِبًا إِلَّا آلَ لُوطٍ نَجَّيْنَاهُمْ بِسَحَرٍ (34) نِعْمَةً مِنْ عِنْدِنَا كَذَلِكَ نَجْزِي مَنْ شَكَرَ (35) وَلَقَدْ أَنْذَرَهُمْ بَطْشَتَنَا فَتَمَارَوْا بِالنُّذُرِ (36) وَلَقَدْ رَاوَدُوهُ عَنْ ضَيْفِهِ فَطَمَسْنَا أَعْيُنَهُمْ فَذُوقُوا عَذَابِي وَنُذُرِ (37) وَلَقَدْ صَبَّحَهُمْ بُكْرَةً عَذَابٌ مُسْتَقِرٌّ (38) فَذُوقُوا عَذَابِي وَنُذُرِ (39)
Lût kavmi uyarıyı yalanladı. Kesinlikle biz onların üzerine Lût ailesi hariç bir taş atıcı gönderdik. Onları seherde indimizden nimet olarak kurtardık. Böylece şükredene karşılığını verdik. Onları yakalamamızla uyardı da uyarıma şüpheyle yaklaştılar. Yemin olsun onun konuklarından onu arzuladılar da gözlerini söndürdük. Tadın azabımı ve uyarımı. Yemin olsun istikrar eden bir azap onlara sabah erkenden geldi. Tadın azabımı ve uyarımı. (Kamer 33-39)
حَصَب küçük taş, çakıl demektir. حصب kökünden gelmiştir. İkinci bâbdan حَصْب mastarı birisine, birilerine küçük taşlar atmak manasındadır. Bu mastar manasından atılan küçük taş manasında حَصَب “çakıl” anlamında isimdir. حَاصِبًا taş atıcı demektir. Taşları taşıyarak yağdıran rüzgâr için bu kelime kullanılır. Burada حَاصِبًا nekre gelmiştir. Bildiğimiz bir taş atıcı değildir. Değişik türde bir taş atıcıdır.
Bu ayetleri bütün olarak değerlendirdiğimizde çakıl taşı büyüklüğünde mermilerin olduğunu anlıyoruz. Bunların bir depoda istiflenmiş olarak yerleştirildiğini anlıyoruz. Bu depodan bu mermileri alıp taşıyan bir taş atıcının olduğunu ve kasaba ehlinin üzerine bunları yağdırdıklarını anlıyoruz. Sadece mermi yağdırılmamış kasabanın altı üstüne getirilmiştir. İki yönlü müdahale vardır. Yukarıdan mermi yağmuru, aşağıdan da altını üstüne getirme meydana gelmiştir. Bunun mekanizması hakkında bir ifade Kuran’da yoktur ama en büyük ihtimal kasabada meydana gelen lokal bir tektonik harekettir. Bu hareketle yer yarılmış ve kasabadaki evler terine dönmüş olabilir. Kurtulmaya çalışanları da yukarıdan gelen mermi yağmuru öldürmüştür.
Mermi yağmuru riczdir. Çünkü periyodik bir şekilde mermiler çarpmaktadır.
Allah’ın kurallarına aykırı kurallar koymak olan şirkin tanımında insanlar putlara tapınmak yanılgısına düştükleri gibi fısk için de yanılgıya düşmektedirler. Hatta fıskın anlamını hiç düşünmemektedirler bile. Oysa fısk çok önemli bir sorundur ve insanlar farkında olmadan fasık durumuna çok fazla düşmektedirler.
Allah çoğunluğa uyma demektedir. Bu Allah’ın kuralı değil midir? Bu kurala uymamak fısk değil midir? Alnı secdeden kalkmayan müslim kardeşlerimiz bile çoğunluğu ele geçirme fıskına düşmektedirler. Bunun için vesenlere hizmet etmekte, %50+1 bizim olsun da diğer %50-1’i biz kontrol altında tutalım, onlar bize, davamıza zarar vermesin demektedirler. Çoğunluğu elde tutup kendilerini güvende hissetmeyi istemekte, davayı çoğunlukla koruyacaklarını düşünmekte, seçimlerde bu nedenle sıkı çalışıp diğer tarafa çoğunluğu kaptırmamayı telkin etmektedirler. Oysa bizi çoğunluğu ele geçirmek korumayacaktır, bizi Allah koruyacaktır. Biz doğru işler yaparsak, Allah’ın dininin (düzeninin) güzel örneğini verme çabası (cihadı) içinde olursak Allah bizi koruyacaktır. Bizi rahat bırakmayacaklar diye çoğunluğu ele geçirmek için çalışmak bu nedenle çok tehlikeli bir düşüncedir. Bu Allah’a güvenmemektir. Hakka ulaşmak için batıl içinde çabalamak doğru değildir. İnsanların çoğunluğu zanla hareket ederler. Bu nedenle çoğunluğu kazanmak realiteye değil algıya bakar. Sürekli karşı tarafı kötülemeye, yaptığınız işleri her zaman çok iyi göstermeye, hatasız olduğunuza kalabalıkları ikna etmeye dayanır. Zamanında meydanlarda döner ekmek dağıtılarak çok ciddi oy potansiyeli oluşturulması bunun tipik bir örneğidir. Çoğunluğu ele geçirmeye çalışmak adeta bir oyundur. Bunun içinde çabalamak fısktır. Fısk riczi getirir. Salgınlarla, müsilajla, yangınlarla, ekonomik krizlerle boğuşursunuz ama bunların aslında riczin dalgaları olduğunu anlamazsınız bile. Oysa Kuran bunu çok açık bir biçimde anlatmaktadır. Buna rağmen fısklar devam ederse çok daha büyük sıkıntılar gelecek, ricz devam edecektir. Maalesef görünen odur ki kimse bu uyarılarla ilgilenmemekte, fısk içinde hayatlarını sürdürmektedirler. Allah’ın kurallarına aykırı kurallar koymakta, uygulayabilecekleri ve uyabilecekleri halde de Allah’ın kurallarına uymamaktadırlar. Bu nedenle ricz devam edecektir. Değişik dalgalar şeklinde gelecektir. Bu nedenle fıskın olmadığı bir topluluk içinde Allah’ın kurallarını uygulamanın bir örneğini vermemiz gerekir. İsteyen katılır, isteyen şirk ve fısk içinde yaşamayı tercih eder.
Yalova, Teşvikiye
09 Nisan 2022
M. Lütfi Hocaoğlu