ANKEBÛT SÛRESİ - 33. Hafta
أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
وَلَقَدْ تَرَكْنَا مِنْهَا آيَةً بَيِّنَةً لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ (35)
Yemin olsun, aklediyor olan bir kavim için ondan bir kanıt ayet bıraktık. (35)
وَ: “Ve” demektir. Atıf harfidir. Bir önceki ayetteki إِنَّا مُنْزِلُونَ عَلَى أَهْلِ هَذِهِ الْقَرْيَةِ رِجْزًا مِنَ السَّمَاءِ بِمَا كَانُوا يَفْسُقُونَ cümlesine لَقَدْ تَرَكْنَا مِنْهَا آيَةً بَيِّنَةً لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ cümlesini atfetmektedir.
لَقَدْ: İki harfin birleşimidir.
لَ: Yeminin cevap lâmıdır. Yemin iki cümleden oluşur. İlk cümle üzerine yemin edilendir. İkinci cümle yeminin kendisidir. İlk cümleye yemin cümlesi, ikinci cümleye yeminin cevap cümlesi denir. Bazı durumlarda yeminin cevap cümlesinin başına لَ gelir. Buna cevap lâmı denir. Kuran’da çoğunlukla yemin cümlesi hazf edilir (söylenmez). Cevap cümlesinde öncesinde yemin olduğuna dair delil varsa yemin cümlesi hazf edilebilir (söylenmez). Genellikle لَقَدْ ile başlayan mazi veya muzari fiiller, لَ ile başlayan isim cümleleri, övme ve yerme cümleleri öncesindeki yemin cümlesi hazf edilmiş olarak gelir. Te’kîd lâmı ile başlayan muzari fiil cümlelerinin öncesindeki yemin cümlesi hazf edilmiş olabilir. لَئِنْ ile başlayan şart ve cevap cümlelerinin de öncesinde yemin cümlesi hazf edilmiştir.
Bu ayette de cevap cümlesi لَقَدْ ile başladığından yemin cümlesi hazf edilmiştir.
قَدْ: Harftir. İsim cümlesinden önce gelmez. Her zaman olumlu fiillerden önce gelir, olumsuz fiillerden önce gelmez. Fiil ile arasında başka bir şey bulunmaz. Hem mazi fiilden hem de muzari fiilden önce gelir. Mazi fiilden önce gelince Tahkîk (gerçekleştirme) edatı (حَرْفُ التَّحْقِيقِ) veya tevakku (beklenti) edatı (حَرْفُ التَّوَقُّعِ) veya takrîb (yaklaştırma) edatı (حَرْفُ التَّقْرِيبِ) olur. Muzari fiilden önce gelince tahkîk edatı olur. Yeminin cevap lâmından sonra gelirse tahkîk edatı olur. Bu ayette olduğu gibi لَقَدْ şeklinde geldiği durumlar yeminin cevap lâmı olduğu için her zaman قَدْ tahkîk edatıdır. Kesinlik ifade etmek için gelmiştir. Hem yemin gelmesi hem de tahkik edatı gelmesi kesinliği daha da belirgin hale getirmektedir.
تَرَكْنَا: “Bıraktık” demektir. Birinci şahıs çoğul mazi fiildir. Allah eğer bir işi melekler, insanlar, doğa olayları gibi araçlarla gerçekleştirirse birinci çoğul şahıs (biz) fiillerini kullanır. Burada da öyledir. Elçiler tarafından fiil gerçekleştirilmiştir.
مِنْ: “-den” demektir. Harf-i cerdir.
هَا: “O” demektir. Mecrur muttasıl zamirdir. 34. ayetteki هَذِهِ الْقَرْيَةِ ye (bu kasabaya) racidir.
مِنْهَا: “Ondan” demektir.
آيَةً: “Ayet, gösterge” demektir. ءيي kökünden gelmiştir. Dördüncü bâbdan mastar olarak bir kimse ya da bir şey hakkında onun bilinmesini sağlayacak bir işaret koymak manasındadır. Bu mastar manasından konulan işaret manasında آيَةٌ “gösterge” anlamında isimdir.
بَيِّنَةً: “Açık, anlaşılır, kanıt” demektir. Dişil tekil sıfat-ı müşebbehedir. Kökü بين dir. İkinci bâbdan gelmektedir. بَيْنٌ mastarı başkasının ayırması, fark etmesi için bir şeyin çevresinden ayrılacak ve çevresindekilerden farklılaşacak şekilde sınırlarının belli olması manasındadır. Eril tekili بَيِّنًا dir. Sıfat-ı müşebbehe olduğu için sübut bildirir. Aslı فَيْعِلٌ kalıbından بَيْيِنٌ dur.
Burada idgam gerçekleşmiştir.
Düzensiz çoğullarından biri أَبْيَانٌ dur. أَفْعَالٌ kalıbındandır. Diğer düzensiz çoğulu ise أَبْيِنَاءُ dur. Kalıbı ise أَفْعِلَاءُ dur. Diğer düzensiz çoğulu ise بُيَنَاءُ dur. Kalıbı ise فُعَلَاءُ dur.
بَيِّنٌ sıfat-ı müşebbehesinin çekimi
Nekre | |
Düzensiz çoğul | Çoğul | İkil | Tekil |
أَبْيَانٌ أَبْيِنَاءُ بُيَنَاءُ | بَيِّنُونَ | بَيِّنَانِ | بَيِّنٌ | Eril | Merfu |
| بَيِّنَاتٌ | بَيِّنَتَانِ | بَيِّنَةٌ | Dişil |
أَبْيَانًا أَبْيِنَاءَ بُيَنَاءَ | بَيِّنِينَ | بَيِّنَيْنِ | بَيِّنًا | Eril | Mensub |
| بَيِّنَاتٍ | بَيِّنَتَيْنِ | بَيِّنَةً | Dişil |
أَبْيَانٍ أَبْيِنَاءَ بُيَنَاءَ | بَيِّنِينَ | بَيِّنَيْنِ | بَيِّنٍ | Eril | Mecrur |
| بَيِّنَاتٍ | بَيِّنَتَيْنِ | بَيِّنَةٍ | Dişil |
Marife | |
Düzensiz çoğul | Çoğul | İkil | Tekil |
الْأَبْيَانُ الْأَبْيِنَاءُ الْبُيَنَاءُ | الْبَيِّنُونَ | الْبَيِّنَانِ | الْبَيِّنُ | Eril | Merfu |
| الْبَيِّنَاتُ | الْبَيِّنَتَانِ | الْبَيِّنَةُ | Dişil |
الْأَبْيَانَ الْأَبْيِنَاءَ الْبُيَنَاءَ | الْبَيِّنِينَ | الْبَيِّنَيْنِ | الْبَيِّنَ | Eril | Mensub |
| الْبَيِّنَاتِ | الْبَيِّنَتَيْنِ | الْبَيِّنَةَ | Dişil |
الْأَبْيَانِ الْأَبْيِنَاءِ الْبُيَنَاءِ | الْبَيِّنِينَ | الْبَيِّنَيْنِ | الْبَيِّنِ | Eril | Mecrur |
| الْبَيِّنَاتِ | الْبَيِّنَتَيْنِ | الْبَيِّنَةِ | Dişil |
آيَةً بَيِّنَةً: “Kanıt olan bir ayet” demektir. “Doğruluğu kesin olan bir veri” demektir. Bu veriye dayanarak enformasyona ve genel bilgiye ulaşılır.
لِ: “İçin” demektir. Harf-i cerdir.
قَوْمٍ: “Kavim” demektir. قوم kökünden gelmiştir. Birinci bâbdan mastar olarak kalkıp bir hedefe yönelerek dik durmak manasındadır. Bu mastar manasından ortak bir hedefe yönelmiş insan topluluğu manasında ism-i cemdir (topluluk ismidir).
يَعْقِلُونَ: “Aklederler” demektir. Akletmek bağlantılar kurarak belirli bir metodolojiyle sonuca varmak, karar almak demektir. Bilimsel metodolojiyi ifade eder. Cehaletin zıddıdır. Cehalet bilmemek değil akletmemektir, ilmi yöntemleri kullanmadan sonuca varmaktır.
Etimolojisine bakarsak ع uzaklaşma, ق harfin piktografisi muhtemelen yatayda bir güneş resmidir, güneşin devri manasındadır. İkisi bir arada عق devirlerden uzaklaşma demektir. Döngülerin durması manasındadır. Sona gelen ل harfi çobanın sopası demektir. Bağlanma, bağ kurma anlamındadır. Sona geldiği için sonuçtur. Üçü bir arada (عقل) verilerin döndürülmesi yani incelenmesi ve incelemenin sonuçlanmasıyla bir sonuca bağlanması anlamında akletmek demektir.
قَوْمٍ يَعْقِلُونَ: “Aklediyor olan bir kavim” demektir. “Bilim adamları” demektir. Bilimsel metodolojiyi kullanarak sonuca varan topluluk demektir. Kavim aynı hedefe yönelen topluluk demektir. Aklediyor olan kavim de bilimsel metotlarla sonuca varmayı hedefleyen topluluktur.
لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ: “Aklediyor olan bir kavim için” demektir.
آيَةً بَيِّنَةً لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ: “Aklediyor olan bir kavim için bir kanıt ayet” demektir.
مِنْهَا آيَةً بَيِّنَةً لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ: “Aklediyor olan bir kavim için ondan bir kanıt ayet” demektir.
تَرَكْنَا مِنْهَا آيَةً بَيِّنَةً لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ: “Aklediyor olan bir kavim için ondan bir kanıt ayet bıraktık” demektir.
لَقَدْ تَرَكْنَا مِنْهَا آيَةً بَيِّنَةً لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ: “Yemin olsun, aklediyor olan bir kavim için ondan bir kanıt ayet bıraktık” demektir.
Kanıt ayet nedir? Ondan ayet bırakılmıştır. Kasabanın kendisi değil ondan kalan bir ayet bırakılmıştır. Bu ayet akledenler içindir. Akletmeyenler için bu, ayet değildir.
قَالَ فَمَا خَطْبُكُمْ أَيُّهَا الْمُرْسَلُونَ (31) قَالُوا إِنَّا أُرْسِلْنَا إِلَى قَوْمٍ مُجْرِمِينَ (32) لِنُرْسِلَ عَلَيْهِمْ حِجَارَةً مِنْ طِينٍ (33) مُسَوَّمَةً عِنْدَ رَبِّكَ لِلْمُسْرِفِينَ (34) فَأَخْرَجْنَا مَنْ كَانَ فِيهَا مِنَ الْمُؤْمِنِينَ (35) فَمَا وَجَدْنَا فِيهَا غَيْرَ بَيْتٍ مِنَ الْمُسْلِمِينَ (36) وَتَرَكْنَا فِيهَا آيَةً لِلَّذِينَ يَخَافُونَ الْعَذَابَ الْأَلِيمَ (37)
Dedi ki amacınız nedir ey Mürseller? Dediler ki kesinlikle biz mücrimler kavmine onların üzerine müsrifler için rabbinin indinde damgalanmış tinden taşlar göndermek için gönderildik. Orada müminlerden olanları çıkardık. Orada müslimlerden bir evin dışında bulmadık. Orada elim azaptan korkanlar için bir ayet bıraktık. (Zariyat 31-37)
Bu ayetlerde müminlerin çıkarıldığı söylenmekte, müslimlerin çıkarıldığı söylenmemektedir. Allah’ın dünyadaki azabından müminler kurtarılacaktır, müslimler için böyle bir garanti yoktur. Müslimler helak olanlarla beraber helak olabilir. Mümin-müslim farkı için tanımlara bakarsak:
Tanım | Anlamı |
الْمُؤْمِنُ | Allah’ın helal ve haramlarını koruyan |
الْمُسْلِمُ | Allah’ın helal ve haramlarına uyan |
الْمُشْرِكُ | Allah’ın helallerini yasaklayan ve haramlarını zorla yaptıran kuralları uygulayan |
الْكَافِرُ | Allah’ın helallerini ve haramlarını görmezden gelen |
Buna göre Lût kavmi içinde hem müslimler hem de müminler vardır. Lût gibi kavminin yaptığı kötülüklere karşı çıkanlar vardır. Bunlar müminlerdir. Bir de kavminin yaptığı kötülükleri yapmayan ama onlara da karşı çıkmayanlar vardır. Bunlar da müslimlerdir. Bunların çıkarılıp çıkarılmadığı ayette geçmemektedir. Mefhum-u muhalefete göre çıkarılmadıklarını anlarız, kıyasa göre çıkarıldıklarını anlarız.
Zariyat Sûresindeki bu ayetlerde kasabanın içinde bir ayet bırakıldığı söylenmektedir. Ayet dışarıda değil, kasabanın içindedir. Burada ayetin vasfı elim azabdan korkanlar için olmasıdır. Buna göre ayet elim azabın işareti olmalıdır. Öncesindeki ayetlerde tinden hicare (taşlar) gönderildiği yazmaktadır. Buna göre ayet bununla ilgilidir. حِجَارَةً (taşlar) nekre geldiği için bildiğimiz taş değildir. Tin de nekre geldiği için bildiğimiz çamur değildir. Tin’in anlamını incelediğimizde:
طِين “Çamur, çamursu karışım” demektir. طين kökünden gelmiştir. İkinci bâbdan طَيْنٌ mastarı bir şeyin içine başka bir şeyin karışmasıyla, onunla yoğrulmasıyla kıvamının değişmesi manasındadır. Bu mastar manasından içine bir şey karışarak, onunla yoğrularak kıvamı değişen manasında طِين toprak için kullanıldığında “çamur” (Arapçada çamur=وَحَلٌ), diğer maddeler için kullanıldığında “çamur kıvamında karışım”, ıstılahi olarak yumurtanın spermle döllenmesiyle “döllenmiş yumurta” anlamında isimdir. Fertleştirilmiş (tekilleşmiş) hali طِينَةٌ dür.
طِين ismi cem-i cinstir. Burada cins olarak gelmiştir ve taşların vasfını ifade etmektedir. Taşların çamurumsu kıvamda yumuşak taşlar olduğu anlaşılmaktadır. Ancak nasıl olur da yumuşak bir taş elim azaba sebep olabilir?
Bu durumda hem kasabanın içindeki ayeti (Zariyat 37) hem de kasabadan olan ayeti (Ankebut 33) bulmamız için Lût kavminin yaşadığı kasabayı bulmamız gereklidir. Bu taşların nasıl yumuşak olup da azaba sebep olduğunu ancak bu şekilde anlayabiliriz.
وَإِنَّهَا لَبِسَبِيلٍ مُقِيمٍ
Kesinlikle o mukim bir sebildedir. (Hicr 76)
Burada Lût kavminin kasabası için mukim bir sebildedir denmektedir. بِ harf-i ceri zarfiyet için gelmiştir. بِ harf-i ceri müphem (belirsiz) zarfiyet ifade eden فِي gibi zarfiyet için kullanıldığında muayyenlik (belirlilik) ifade eder. Yani mezrufun zarf içinde bulunduğu yer belirlidir. سَبِيل “yol” demektir. Ancak sebil nekre gelmiştir. Bu önemlidir. Bildiğimiz klasik anlamda bir yol değildir. Başka bir mana verilmesi gerekir. Diğer taraftan mukim sıfatı vardır. Bu da önemlidir. Mukim ise devam eden, süregelen, değişmeden duran, yerleşik anlamlarındadır. Yol manasında kullandığınızda o zamandan bugüne değişmeden kalan bir yol olması gerekir ki mümkün değildir. Kökün çıktığı ilk mana için Makayisu-l Luga’ya ve Lisanu-l Arab’a baktığımızda bunu görürüz.
السين والباء واللام أصلٌ واحد يدلُّ على إرسال شيءٍ من عُلو إلى سُفل، وعلى امتداد شيء.
Sin, dal ve lâm tek köktür. Bir şeyi yukarıdan aşağıya göndermeye ve bir şeyin uzanmasına delalet eder. (Makayisu-l Luga)
أسبلتُ السِّتْرَ، وأسبلَتِ السَّحابةُ ماءَها وبمائِها. والسَّبَل: المطر الجَوْد. وسِبال الإنسان من هذا، لأنّه شعر منسدل.
Örtüyü isbâl ettim (aşağı düşürdüm, sarkıttım), bulut suyunu isbâl etti (düşürdü). Sebel: güzel yağmur. İnsanın sibali (bıyığı) bundandır, onun sarkık kıl olmasındandır. (Makayisu-l Luga)
وامرأَة مُسْبِلٌ: أَسْبَلَتْ ذيلها. وأَسْبَلَ الفرسُ ذَنِبَه: أَرسله. التهذيب: والفرس يُسْبِل ذَنَبه والمرأَة تُسْبِل ذيلها. يقال: أَسْبَل فلان ثيابه إِذا طوّلها وأَرسلها إِلى الأَرض.
Musbil kadın: Eteğini sarkıttı. At kuyruğunu isbal etti: onu irsal etti. Tehzib: At kuyruğunu isbal etti ve kadın eteğini isbal etti. Denilir ki fülan elbisesini onu uzattığı ve yere doğru gönderdiği zaman isbal etti. (Lisanu-l Arab)
والاسم السَّبَلُ، وهو المطر بين السحاب والأَرض حين يَخْرج من السحاب ولم يَصِلْ إِلى الأَرض.
Sebel ismi: O buluttan çıkıp yere ulaşmadığı zaman bulutla yer arasındaki yağmurdur. (Lisanu-l Arab)
Görüldüğü gibi sebil yukarıdan aşağı doğru giden yolun adıdır. Mukim sebil ise yukarıdan aşağı gidişi değişmeyen yolun adıdır. “İniş” anlamı verilmesi uygundur. Yani o yolda inerken düz yerler ve yokuş yerler olmaz demektir. Bunun için öncelikle Tevrat’ta Lût’un yaşadığı yer olarak bahsedilen Sodom bölgesine bakıyoruz. Bu bölge dünyanın en alçak bölgesidir.
Ölü Denizin güneyinde yer almaktadır. Ölü denizin rakımı -431 m’dir. Bu yere ulaşan yol her zaman yukarıdan aşağıya gitmeyi gerektirir ve mukim sebil tanımına uymaktadır. Oraya ancak yukarıdan aşağı doğru inerek gidilebilmektedir.
İbrahim Peygamberin bulunduğu El Halil (Hebron)’e 50 km uzaklıktadır. El Halil 980 m rakıma sahipken kasaba -300 -400 m arası rakıma sahiptir.
Lût kavminin kasabası El Halil’den görülebilmektedir. Aradaki 1300-1400 m’lik rakım farkı vardır ve yukarıdan aşağı doğru görülebilmektedir. Bu nedenle elçiler İbrahim’e uğradığında إِنَّا مُهْلِكُو أَهْلِ هَذِهِ الْقَرْيَةِ (biz bu kasabanın ehlini helak edenleriz) demişlerdir. هَذِهِ (bu) ism-i işaretini kullanmış yani kasabayı elleriyle işaret etmişlerdir.
Burada yığıntı şeklinde yapılar ve aralarında boşluklar vardır. Bitki çıkmamaktadır.
Yapıların içinde korunmuş taşlar vardır. Bu taşlar beyaz renklidir ve tamamen sülfürden (kükürtten) meydana gelmektedir. Yumuşaktır.
Yakıldığı zaman kolaylıkla yanmaktadır. Sarımsı mavimsi bir alevle yanarak tükenmektedir.
حِجَارَةً مِنْ طِينٍ bu taşlardır. Sülfür taşlarıdır. Yumuşaktırlar ve yanıcıdırlar. Yanıcılıkları ile elim azaba sebep olmuşlardır. Bu sülfür taşlarının bize ayet olarak bırakılanları dışındakiler yanmışlardır ve oradaki insanlar bu yangınlarda kalıntılardan olmuşlardır. Burada bulduğumuz bu sülfür taşları kasabanın içindeki ayettir. (وَتَرَكْنَا فِيهَا آيَةً لِلَّذِينَ يَخَافُونَ الْعَذَابَ الْأَلِيمَ)
Burada bulunan yapılarda çok miktarda kül mevcuttur. Yanmaları göstermektedir. Sülfür taşlarının oluşturduğu yangınlarla kasabanın neredeyse tamamı yanmış, kül ve kömür olmuştur. Yapılarda kömür tabakaları ve kül tabakaları vardır ve bu bölgede bitki bitmemektedir.
Bu yapıların evler, saraylar, piramitler, sfenksler olduğu düşünülmektedir.
Bu yapılar incelendiğinde kalsiyum sülfattan oluştuğu görülmektedir. Bu bölgede jeotermal aktivite yoktur. Yanardağ da yoktur. Bu nedenle volkanik bir patlama ile kalsiyum sülfatın oluşması mümkün değildir.
Kireçtaşı (kalsiyum karbonat) ve içine giren sülfür yüksek sıcaklıkta kalsiyum sülfata dönüşür. O dönemlerde oradaki binaların kireçtaşından yapıldığı bilinmektedir. Buna göre sülfür taşları bu binalara girmiş ve yanma sonucunda kalsiyum sülfat yığını haline dönüşmüştür. Bu da kasabadan bırakılan akledenler için olan ayettir (تَرَكْنَا مِنْهَا آيَةً بَيِّنَةً لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ). Bu kimyasal tepkimeyi akledebilen kavim (bilim adamları) ancak bu ayeti anlayabilirler. Bu çıkan büyük yangın ile oradaki tüm insanlar kalıntılar haline dönüşmüştür. الْغَابِرِينَ (Kalıntılar) ifadesinin çok yerde tekrarlanmasının sebebi de budur.
Lût kavminin helaki bilindik doğa olayları ile gerçekleşmemiştir. Elçiler gelmiş ve elçiler eliyle helak edilmişlerdir. Bir proje ile gerçekleştirilmiştir. Öyle bir zaman seçilmiştir ki o gün kasabada yaşayanlardan hiç kimse kasabanın dışında değildir. O gece kasabanın dışında bir yerde kalıp kurtulan kimse olmamıştır. Daha da ilginç bir nokta oradaki çocukların da helak olduğudur. Aslında bu helak o çocuklar için de bir kurtuluştur. Günah batağı içinde büyüyecekler ve cehennemlik günahlara batacaklardır. Nûh kavminde de aynı durum vardır. Nûh, kavmi için onlar yalnızca kafir doğururlar demektedir. Çocuklar doğduğunda kâfir olmazlar ama kâfir olarak yetişeceklerdir. Lût kavminde de büyüdüklerinde o ahlaksızlığa bulaşacak olan çocuklar da helak olmuşlardır ancak cehennemlik olmaktan kurtulmuşlardır. Diğer önemli bir nokta müminlerin kurtarıldığı ama müslimler için bu garantinin olmadığıdır. Helak ricz olarak gelmiştir. Dalgalar şeklindedir. Sülfür taşları yağmakta, ara verilmekte, tekrar yağmaktadır. Taşlar hedefe tam isabet etmişlerdir. Bunu da hicare için hem yağdırma (إِمْطَار) hem de gönderme (إِرْسَال) ifadesi kullanılmasından anlıyoruz. Yağdırma ifadesi yer çekimi marifetiyle taşların indirildiğini, gönderme ifadesi de hedefin tutturulduğunu, hedef dışına yağmanın olmadığını göstermektedir.
Günümüzde Lût kavminin eşcinselliğini pek çok açıdan geçen kavimler vardır. Bu kavimleri ne gibi bir helak beklemektedir? Bu soru sorulabilir ama bunun cevabını asla bilemeyiz. Lût kavmi gibi coğrafik olarak çok sınırlı bir alanda değil dünyanın pek çok yerinde bu eşcinsel faaliyetler yaygın olarak gerçekleştirilmekte, kanun koruması altına alınmaktadır. Allah’ın cezalandırması bu nedenle çok daha farklı bir şekilde gerçekleşecektir. İmkânsız olduğunu düşündüğümüz bir cezalandırmanın o gün gelince gerçekleştiğini şaşkınlıkla izleyeceğiz. Kendisi bu ahlaksızlığı yapmayan ama bu ahlaksızlıkları kişisel tercih olarak hoş görenlerin de helak olabileceğini unutmayalım.
Yalova, Teşvikiye
16 Nisan 2022
M. Lütfi Hocaoğlu