ANKEBÛT SÛRESİ - 42. Hafta
أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
خَلَقَ اللَّهُ السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضَ بِالْحَقِّ إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَةً لِلْمُؤْمِنِينَ (44)
Allah kâinatı gerçeklikle yarattı. Kesinlikle onda müminler için bir ayet vardır. (44)
خَلَقَ اللَّهُ السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضَ بِالْحَقِّ
Allah kâinatı gerçeklikle yarattı.
خَلَقَ: “Yarattı” demektir. خلق kökünden birinci bâbdan üçüncü tekil şahıs eril mazi fiildir. Var olan başka bir şeyden yeni bir şey üretmek, biçimlendirmek manasındadır.
اللَّهُ: “Allah” demektir. Alemlerin rabbinin özel ismidir.
السَّمَوَاتِ: “Gökler” demektir. سمو kökünden gelmiştir. Birinci bâbdan سُمُوٌّ mastarı bütün seviyelerin üstüne çıkmak, en üst seviyeye yükselmek manasındadır. Bu mastar manasından bütün seviyelerin üstüne çıkan manasında سَمَاءٌ her şeyin en üstü olarak “gök” anlamında camid isimdir. İsm-i cem-i cinstir. Yani hem cinsi ifade eder hem de topluluğu ifade eder. Yani gök cinsi veya gök topluluğu demektir. Cins ifade ettiği zaman eril, cem ifade ettiği zaman dişildir. İsm-i cemi cinsler sonuna ة alarak müfredleşirler. Yani tekili سَمَاوَةٌ veya سَمَاءَةٌ dür. İsm-i cemi cins bu şekilde ة alarak müfredleştikten sonra çoğulu سَمَوَاتٌ dür. Ancak Kuran’da سَمَاوَةٌ veya سَمَاءَةٌ şeklinde kullanımı yoktur. Kuran tekil olarak da yine سَمَاء yı kullanmaktadır.
وَ: “Ve” demektir. Atıf harfidir. السَّمَوَاتِ ı الْأَرْضَ a atfetmektedir.
الْأَرْضَ: “Yer” demektir. ءرض kökünden gelmiştir. Dördüncü bâbdan أَرَضٌ mastarı bir mekânın bereketli, verimli olması, hayrının çok olması ve yerleşme ve ikamet için uygun olması manasındadır. Bu mastar manasından yerleşme için uygun olan manasında أَرْضٌ “yer” anlamındadır. “Yeryüzü” manasına da gelir.
السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضَ: “Gökler ve yer” demektir. İki ayrı varlık değildir. “Kâinat” anlamında terimdir.
بِ: “ile” demektir. Harf-i cerdir.
الْحَقِّ: “Hak, gerçek, geçerli, gerçeklik, geçerlilik” demektir. حقق kökünden gelmiştir. İkinci bâbdan mastar olarak bir olayın, bir durumun gerçekleşmesi manasındadır.
بِالْحَقِّ: “Gerçeklikle” demektir.
خَلَقَ اللَّهُ السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضَ بِالْحَقِّ: “Allah kâinatı gerçeklikle yarattı” demektir. خَلْق var olan bir şeyden başka bir şey yapmak demektir. Buna göre evren var olan başka bir şeyden yaratılmış olmalıdır. Buna göre büyük patlama evrenin yaratılışı değildir. Evrenin yaratılışı büyük patlamadan sonraki bir dönemde gerçekleşmiştir.
إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَةً لِلْمُؤْمِنِينَ
Kesinlikle onda müminler için bir ayet vardır.
إِنَّ: İnne ve benzerlerindendir. Te’kid yani pekiştirme harfidir. İsim cümlesinin anlamını te’kid eder. Üç veya daha fazla harfli olmalarından dolayı fiile benzetilerek Hurufu-l müşebbehe bi-l fiil (الْحُرُوفُ الْمُشَبَّهَةُ بِلْفِعْلِ) denir.
فِي: “İçinde” demektir. Harf-i cerdir.
ذَلِكَ: “Sana söylüyorum, o” demektir. Uzak ism-i işarettir. Asıl ism-i işaret olan ذَا ve uzaklık lâmı olan لِ ve kâfu-l hitbe olan كَ den meydana gelmiştir. Muhatap كَ yani “sen”dir. İşaret edilen “o”dur. Burada uzak ism-i işaretle işaret edilen Allah’ın kâinatı gerçeklikle yaratmasıdır. Muhatap olan كَ (sen) Kuran’ı okuyandır.
فِي ذَلِكَ: “Onda” demektir. İnnenin haberidir.
لَ: Başlama lâmıdır. İsim cümlesinde mübtedanın başına gelen fethalı te’kid lâmı (başlama lâmı=lâmu-l ibtidaiyye) inne cümlesinin hem isminin hem de haberinin başına gelebilir. Burada da innenin haberinin başına gelmiştir. Te’kîd amacıyla gelir.
آيَةً: “Gösterge” demektir. ءيي kökünden gelmiştir. Dördüncü bâbdan mastar olarak bir kimse ya da bir şey hakkında onun bilinmesini sağlayacak bir işaret koymak manasındadır. Bu mastar manasından konulan işaret manasında آيَةٌ “gösterge” anlamında isimdir.
لِ: “İçin” demektir. Harf-i cerdir.
الْمُؤْمِنِينَ: “Müminler, güvenenler, güven verenler” demektir. Cem müzekker marife mecrur ism-i fâildir. ءمن kökünden if’âl bâbındandır. ءمن kökü Kuran’da 4.bâb ve if’âl bâbından gelir. 4.bâbda harf-i cersiz, على harf-i ceri ve بِ harf-i ceri ile gelir. İf’âl bâbında harf-i cersiz, لِ harf-i ceri ve بِ harf-i ceri ile gelir.
Fiil | Bâb | H.Cer | Mâna |
أَمِنَ | Sülasi Mücerred 4. Bab | | Birine güvenmek, kötü bir olayın veya durumun gerçekleşmesinden emin olmak |
أَمِنَ | Sülasi Mücerred 4. Bab | عَلَى | Birine bir şeyi/birini aynen geri almak üzere güvenmek (emanet etmek) |
أَمِنَ | Sülasi Mücerred 4. Bab | بِ | Birine bir şeyi mislen geri almak üzere güvenmek |
آمَنَ | Sülasi Mezid (Rubai)-İf’al | | Güven vermek |
آمَنَ | Sülasi Mezid (Rubai)-İf’al | لِ | Birinin geçmişine ve o anına güvenmek |
آمَنَ | Sülasi Mezid (Rubai)-İf’al | بِ | Birinin o anı dahil geçmişine ve geleceğine güvenmek |
لِلْمُؤْمِنِينَ: “Müminler için” demektir.
آيَةً لِلْمُؤْمِنِينَ: “Müminler için bir gösterge” demektir. İnnenin ismidir. Tehir edilmiştir.
إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَةً لِلْمُؤْمِنِينَ: “Kesinlikle onda müminler için bir ayet vardır” demektir. Burada dikkat edilmesi gereken husus müminler ifadesi ile kimlerin kastedildiğidir. Müminler ifadesi ism-i fâildir. Bu nedenle بِ harf-i cerini varmış gibi takdir edebiliriz de etmeyebiliriz de.
İsm-i Fâil | Anlamı |
الْمُؤْمِنُ بِ | Birine güvenen |
الْمُؤْمِنُ | Güven veren |
هُوَ اللَّهُ الَّذِي لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ الْمَلِكُ الْقُدُّوسُ السَّلَامُ الْمُؤْمِنُ الْمُهَيْمِنُ الْعَزِيزُ الْجَبَّارُ الْمُتَكَبِّرُ
O O’ndan başka ilah olmayan, melik, kuddüs, selam, mümin, egemen, aziz, cebbar, büyük olan Allah’tır. (Haşr 23)
Bu ayette Allah’ın mümin olduğu söylenmektedir. Burada بِ harf-i ceri takdir edilmeyeceği kesindir. Allah’ın hiçbir şeye ihtiyacı olmadığı gibi birisine güvenmeye de ihtiyacı yoktur. Bilinmesi gereken önemli bir nokta da الْمُؤْمِنُ ism-i fâilinin marife tekil olarak sadece burada geçmesidir. Bunun sebebi insanların tek başına mümin olmayıp ancak topluluk içinde mümin olabilmesindendir. Müminler topluluğu içinde mümin olabilirler. Yalnızca Allah tek başına mümindir.
Nekre | |
Çoğul | İkil | Tekil |
مُؤْمِنُونَ 45 | مُؤْمِنَانِ - مُؤْمِنَيْنِ 1 | مُؤْمِن 21 | Eril |
مُؤْمِنَات 3 | مُؤْمِنَتَانِ – مُؤْمِنَتَيْنِ 0 | مُؤْمِنَة 6 | Dişil |
Marife | |
Çoğul | İkil | Tekil |
الْمُؤْمِنُونَ 133 | الْمُؤْمِنَانِ - الْمُؤْمِنَيْنِ 0 | الْمُؤْمِن 1 | Eril |
الْمُؤْمِنَات 19 | الْمُؤْمِنَتَانِ - الْمُؤْمِنَتَيْنِ 0 | الْمُؤْمِنَة 0 | Dişil |
Allah için tek kullanıldığı yer marife tekil geçiştir ve tüm Kuran’da sadece 1 keredir. Bu geçişi hariç tutarsak geçişler 19’un katı şeklindedir:
Marife geçişler: 152 = 19x8 (Eril çoğul geçişler: 133 = 19x7, Dişil çoğul geçişler: 19 = 19x1)
Nekre geçişler: 76 = 19x4
Nekre geçişler marife geçişlerin yarısı kadardır: 152/2 = 76
Marife + Nekre geçişler: 228 = 19x12
19 asal sayıdır.
Sadece Allah için kullanılan الْمُؤْمِنُ ile birlikte tüm geçişler 229’dur ve 229 da asal sayılardan ellincisidir.
Ayetteki kendisi için bir ayet olan الْمُؤْمِنِينَ kimlerdir? Bunun için ayetlere bakalım ve müminlerin vasıflarının neler olduğunu görelim.
إِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ الَّذِينَ إِذَا ذُكِرَ اللَّهُ وَجِلَتْ قُلُوبُهُمْ وَإِذَا تُلِيَتْ عَلَيْهِمْ آيَاتُهُ زَادَتْهُمْ إِيمَانًا وَعَلَى رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَ (2) الَّذِينَ يُقِيمُونَ الصَّلَاةَ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَ (3) أُولَئِكَ هُمُ الْمُؤْمِنُونَ حَقًّا لَهُمْ دَرَجَاتٌ عِنْدَ رَبِّهِمْ وَمَغْفِرَةٌ وَرِزْقٌ كَرِيمٌ (4)
Müminler yalnızca Allah zikredildiğinde kalpleri tatmin olmayarak tasalanan ve onlara O’nun ayetleri aktarıldığında iman olarak artanlar ve yalnızca rablerine tevekkül ediyor olanlardır, salatı ikame edenler ve onları rızıklandırdığımızdan harcayanlardır. Onlar, onlar gerçek müminlerdir. Onlar için rablerinin indinde dereceler ve bir bağışlanma ve bir cömert rızık vardır. (Enfal 2-4)
- Allah’ın zikredilmesi (anılması, anlatılması, anlanması, anımsanması) onlarda psikolojik bir etki yapar.
- Allah’ın ayetleri güvenlerini artırır.
- Allah’ı vekil kılarlar.
- Salatı ikame ederler.
- Harcama yaparlar.
وَالَّذِينَ آمَنُوا وَهَاجَرُوا وَجَاهَدُوا فِي سَبِيلِ اللَّهِ وَالَّذِينَ آوَوْا وَنَصَرُوا أُولَئِكَ هُمُ الْمُؤْمِنُونَ حَقًّا لَهُمْ مَغْفِرَةٌ وَرِزْقٌ كَرِيمٌ (74)
İman eden ve hicret eden ve Allah’ın yolunda cihad edenler ve barındırıp yardım edenler, onlar, onlar gerçek müminlerdir. Onlar için bir bağışlanma ve cömert bir rızık vardır. (Enfal 74)
- Güvenirler.
- Hicret ederler.
- Allah yolunda cihad ederler.
- Barındırırlar.
- Yardım ederler.
إِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ الَّذِينَ آمَنُوا بِاللَّهِ وَرَسُولِهِ ثُمَّ لَمْ يَرْتَابُوا وَجَاهَدُوا بِأَمْوَالِهِمْ وَأَنْفُسِهِمْ فِي سَبِيلِ اللَّهِ أُولَئِكَ هُمُ الصَّادِقُونَ
Müminler yalnızca Allah’a ve elçisine güvenen sonra kafası karışmayan ve malları ve canları ile Allah’ın yolunda cihad edenlerdir. Onlar, onlar sadıklardır. (Hucurat 15)
- Hakemlerin kararlarına uyarlar, karardan sonra şüphe içinde olmazlar.
- Malları ve canları ile Allah yolunda çaba içindedirler.
- Doğrudurlar.
آمَنَ الرَّسُولُ بِمَا أُنْزِلَ إِلَيْهِ مِنْ رَبِّهِ وَالْمُؤْمِنُونَ كُلٌّ آمَنَ بِاللَّهِ وَمَلَائِكَتِهِ وَكُتُبِهِ وَرُسُلِهِ
Resul rabbinden ona indirilene güvendi ve müminler de. Hepsi Allah’a ve meleklerine ve kitaplarına ve resullerine güvendi. (Bakara 285)
- Allah’a, meleklerine, kitaplarına (kurallarına) ve elçilerine hep birlikte güvenirler.
قَدْ أَفْلَحَ الْمُؤْمِنُونَ (1) الَّذِينَ هُمْ فِي صَلَاتِهِمْ خَاشِعُونَ (2) وَالَّذِينَ هُمْ عَنِ اللَّغْوِ مُعْرِضُونَ (3) وَالَّذِينَ هُمْ لِلزَّكَاةِ فَاعِلُونَ (4) وَالَّذِينَ هُمْ لِفُرُوجِهِمْ حَافِظُونَ (5) إِلَّا عَلَى أَزْوَاجِهِمْ أَوْ مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُهُمْ فَإِنَّهُمْ غَيْرُ مَلُومِينَ (6) فَمَنِ ابْتَغَى وَرَاءَ ذَلِكَ فَأُولَئِكَ هُمُ الْعَادُونَ (7) وَالَّذِينَ هُمْ لِأَمَانَاتِهِمْ وَعَهْدِهِمْ رَاعُونَ (8) وَالَّذِينَ هُمْ عَلَى صَلَوَاتِهِمْ يُحَافِظُونَ (9)
Salatlarında huşu içinde olan ve boş işlerden uzak duran ve zekâtı yapan ve ferclerini eşleri ve cariyeleri haricinde koruyan ki onlar kınanmayanlardır da kim bunun veraına ibtiğa ederse onlar sınırı aşanlardır ve emanetlerine ve ahitlerine riayet eden ve salatlarını koruyan müminler iflah olmuştur. (Müminun 1-9)
- Salatlarında huşu içindedirler.
- Boş işlerden uzak dururlar.
- Zekât sistemini gerçekleştirirler.
- Namuslarını korurlar. Eşleri ve cariyeri dışındakilerle ilişkiye girmezler.
- Emanetlere riayet ederler.
- Ahitlerine riayet ederler. Verdikleri sözden çıkmazlar.
- Salatlarını korurlar.
إِنَّ اللَّهَ اشْتَرَى مِنَ الْمُؤْمِنِينَ أَنْفُسَهُمْ وَأَمْوَالَهُمْ بِأَنَّ لَهُمُ الْجَنَّةَ يُقَاتِلُونَ فِي سَبِيلِ اللَّهِ فَيَقْتُلُونَ وَيُقْتَلُونَ وَعْدًا عَلَيْهِ حَقًّا فِي التَّوْرَاةِ وَالْإِنْجِيلِ وَالْقُرْآنِ
Kesinlikle Allah müminlerden canlarını ve mallarını onlar için cennet olması karşılığında satın almıştır. Allah’ın yolunda savaşırlar da öldürürler ve öldürülürler. Tevrat ve İncil ve Kuran’da bir hak olarak, O’nun üzerine bir vaad olarak. (Tevbe 111)
- Müminler canlarını ve mallarını cennet karşılığı Allah’a satanlardır.
- Allah yolunda savaşırlar.
- Ölürler ve öldürülürler.
- Bu müminler Tevrat ehli, İncil ehli ve Kuran ehlindendir.
وَلَوْ آمَنَ أَهْلُ الْكِتَابِ لَكَانَ خَيْرًا لَهُمْ مِنْهُمُ الْمُؤْمِنُونَ وَأَكْثَرُهُمُ الْفَاسِقُونَ
Kitap ehli iman etseydi onlar için daha hayırlı olurdu. Onlardan müminler vardır ve onların çoğunluğu fasıklardır. (Ali İmran 110)
- Kitap ehlinden müminler vardır.
لَا يَتَّخِذِ الْمُؤْمِنُونَ الْكَافِرِينَ أَوْلِيَاءَ مِنْ دُونِ الْمُؤْمِنِينَ
Müminler, müminleri bırakıp kafirleri veliler edinmesinler. (Ali İmran 78)
- Müminler kâfirlerle dayanışmazlar.
إِنَّ الصَّلَاةَ كَانَتْ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ كِتَابًا مَوْقُوتًا
Salat müminlerin üzerine vakitlenmiş bir kitaptır. (Nisa 103)
- Salat müminlere vakitli olarak yazılmıştır.
Müminlerin vasıflarını gördükten sonra neden evrenin gerçeklikle yaratılmasında müminler için bir ayet vardır? Diğer insanlar için ayet değil midir? Burada ayet kelimesi nekredir. Bu nedenle “bir tür ayet” olarak düşünülmelidir. Evrenin yaratılmasında herkes için ayetler vardır ama müminler için gerçeklikle yaratılmasında “bir tür ayet” vardır. Mefhumu muhalefetle diğerleri için ayet yoktur anlamına gelmez.
إِنَّ فِي السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضِ لَآيَاتٍ لِلْمُؤْمِنِينَ
Kesinlikle gökler ve yerde müminler için ayetler vardır. (Casiye 3)
Bu ayette de evrende müminler için ayetler vardır denmektedir.
Ayet gösterge demektir. Evrenin gerçeklikle yaratılmasındaki ayet nedir? Evren gerçeklikle yaratılmıştır. Bir hayal değildir. Gördüğümüz bir rüya değildir. Matrix filmindeki gibi insanların ortak hayal evreni değildir. Evren gerçektir. Bu durum müminler için bir ayettir, bir göstergedir. Neyin göstergesidir? Müminlerin yukarıdaki vasıflarıyla ilgili göstergelerdir. Tek bir mümin için değil, müminler için ayettir. Buna göre bu ayet mümin toplulukla ilgilidir, bireysel değildir.
- Önce büyük patlama olmuştur, sonra yıldızlar, gezegenler, galaksiler oluşmuştur. Müminler için de önce büyük olaylar, sıkıntılar büyük patlama gibi gerçekleşecektir. Sonra düzenlerini kuracaklardır.
- Müminler zekâtı gerçek mallardan alacaklardır.
- Müminlerin kuracakları tüm sistemler gerçeklik üzerine olacaktır. Hayali hiçbir iş yoktur. Evrendeki Allah’ın koyduğu kurallarla hareket ederler. Mucizevi beklentiler içine girmezler ve Allah’ın koyduğu doğal ve sosyal kanunlara göre kurallar koyarlar. Kâinatın yaratılması belirli kurallar dahilindedir. Kâinatın işleyişi de belirli kurallar dahilindedir. Müminler bu kuralları değiştirecek girişimlerde bulunmazlar. Allah’ın yarattığını bozmazlar ve Allah’ın kurallarına uygun şekilde yaşarlar.
- Müminlerin işlerinin tamamı gerçeklikle olacaktır. Sahte paralar olmayacaktır. Gerçek olacaktır. Karşılıksız paralar, bitcoin gibi akla ziyan, saçmalıklarla dolu batıl bir sistem asla ve asla müminlerin işlerinde olmayacaktır. Ayetlerde müminlerin kendilerine verilen rızık üzerinden harcadıkları söylenmektedir. Bu da paranın karşılıklı olması gerektiğini göstermektedir. Para sadece bir malı temsil eden senettir. O senet ambara girdiğinde para dolaşımdan çıkar. Yani piyasada ya para dolaşır ya da mal. İşte bu gerçekliktir, realitedir. Bugünkü gibi faize karşılık basılan ya da dijital olarak bankada üretilen paralar hakkın karşıtı olarak batıldır. Hiçbir güvencesi olmayan bitcoin gibi paralar ise batılın da batılıdır. Müminler bunlarla uğraşmaz. Gerçek mallara dayalı paralar üreten sistem kurmak için cihad ederler.
- Allah’ın kurallarını geçerli kurallar kılmak için hem mallarını hem de canlarını feda ederler.
- Kâinat nasıl yaratıldıysa bitecektir. Müminler bunu bilirler ve kendilerinin de sonu olacağını bilirler. Bu nedenle gerektiğinde Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve öldürülürler.
- Kâinatta yaratılan her şeyin bir amacı vardır. Hiçbir şey boşuna yaratılmamıştır. Müminler de boş işlerden uzak dururlar. Yaptıkları bütün işler faydalıdır.
- Kâinat insan için güvenilir yerler içerir. Müminler de insanlar için güvenilir yerler oluştururlar. Buraları İslam’dır. Buralarda kimse gelecekten korkmaz, kötülüklerden korkmaz. Huzur vardır. Kâinatta insan için güvenilir olmayan yerler vardır. Oralar İslam değildir. Müminler yerde yaşayan tüm insanların İslam içinde yani güvenlik içinde yaşamaları için çabalarlar.
- Kâinat yaratılırken çoğunluk azınlığa galip gelmemiştir. Çok fazla madde alan yıldızlar daha az maddeye sahip olan gezegenlere hakimiyet kurmamışlardır. Sadece onlara hizmet etmektedirler. Güneş ışınları ile dünyaya hayat vermektedir. Güneş dünyaya emretmemektedir. Güçsüz olan topluluklar tıpkı güneşin çevresindeki gezegenler gibi güçlü toplulukların çevresinde olmalıdır ama güçlü toplulukların onları ezmesi için değil, onlara yardımcı olması içindir. Kâinatta çoğunluğun hakimiyeti yoktur, müminler bunu bilirler ve çoğunluğu ele geçirme üzerine çaba göstermezler.
- Kâinat yaratılırken galaksilerden, galaksiler yıldız sistemlerinden oluşturulmuştur. Müminlerin topluluklarında da böyle hiyerarşiler olacaktır. Hiçbir galaksi başka galaksiye hükmetmediğine göre hiçbir topluluk da başka topluluğa hükmetmeyecektir. Müminlerin kurduğu İslam düzeninde topluluklar arasında hükmetme olmayacaktır. Bugün herkes sanmaktadır ki biz çok iyi insanlarız, biz çoğunluğu ele geçirip iktidarı ele geçirince her şey iyi olacak, diğer insanları bize uyduracağız. Bu son derece büyük bir yanılgıdır. Siyasi partiler içindeki samimi insanlar partileri güçlendikçe dışlanırlar ve içeriye menfaatçiler dolarlar ve artık samimi insanların esamesi okunmaz. Çoğunluk sisteminin sonucu budur. Çoğunluğu ele geçirmek ancak algı operasyonları ile olur. Ne yaptığınız önemli değildir, nasıl algılandığı önemlidir. Allah’ın istemediği bir şey topluluk tarafından iyi algılanıyorsa o algı oluşturulmalıdır ya da Allah’ın istediği bir şey topluluk tarafından iyi algılanmıyorsa hiç sözü edilmemelidir. Bugün hangi siyasi parti iktidara gelince “çok eşlilik” bizim iktidarımızda resmi evlilik şeklinde gerçekleşecek diyebilir? Bunu boş verin, o siyasi partide son derece samimi insanlardan (!) kaç tanesi Allah’ın bu helalini savunabilir? Size hemen açıklamalar yapacaklardır, ama bugün olur mu? Şimdi bunun sırası mı? Ondan sonra çoğunluk sistemiyle iktidarı ele geçirmeyi savunsun dursunlar, Allah’ın helalini haram ettikten sonra ne faydası var.
Yalova, Teşvikiye
25 Haziran 2022
M. Lütfi Hocaoğlu