FİTNE ve KATL
15 Temmuzdan sonra hepimiz alt üst olmuş durumdayız. Kalkışma ve sonrasında uygulanan tedbirler herkesçe farklı yorumlanmaktadır.
Mesela, üstad Karagülle ısrarla olayı, “katl/karşılıklı yapılan cephe savaşı” olarak değerlendirmekte; taraflardan birinin teslim olduğunu ve artık hukuk kurallarının uygulanması gerektiğini söylemektedir. Ben aynı kanaatte değilim. Şöyle ki;
Tüm karşılaşmalar “denkler” arasında cereyan eder. Mesela sporda 63kg güreşçi ile 63kg güreşçi, ağır sıklet boksör ile ağır sıklet boksör, 1. Lig takımı ile 1. Lig takımı karşılaşır; ihalelerde bile eşit karnesi olanlar aynı ihaleye talip olur; özelleştirmelerde ve şirket birleşmelerinde ve satın almalarda dengelerin bozulmaması için ilgili kamu kurumlarından olur almak gerekir; vs.
Cephe savaşları devletler arasında cereyan eder. Devlet imparatorlu da olabilir, site devleti de olabilir. Devletin tarifi; “Bir ulusun edindiği bir ülke üzerinde, mülkiyet yoluyla edindiği hakimiyet” olarak tarif edilir. Bir toprağa malik olmayanlar devlet sayılmazlar ve onlarla yapılacak çarpışmalar “katl” hükümlerine tabi değildir. Peygamber zamanında yapılan savaşlar da site devletlerine karşı yapılmıştır.
Cephe/devletler arası savaş bitince, kademe kademe neler yapılması gerektiği zaten bilinmektedir, burada onlara girmeyeceğim. Savaşın bittiği ise taraflardan birinin teslim olması ile bilinmektedir. Teslim oluncaya kadar savaş sürer. Bazen 2 saatte savaş biter, bazen 6 yıl sürer, bazen 100 yıl sürer.
Bicimi, şekli, büyüklüğü, adil olup olmadığı, vs hiçbir şeye bakılmaksızın; var olan ve kurumlarıyla yaşayan bir devletin içinde, yapılan her türlü kalkışma “fitnedir”. Kuran’ın ifadesi ile “Fitne katl’den eşeddir, fitne katlden ekberdir”. Fitnenin en büyüğü silahlı kalkışmalardır. Mesela PKK fitnedir, 15 Temmuz bir fitnedir. İkinci derecedeki fitneler silahlı olmasa da toplu olarak yapılan kalkışmalardır. Bürokratik işleyişi, bir kurumu, bir sektörü, bir bölgeyi, vs, mefluç hale getirmek, onun işlevlerini kısmen veya tamamen bozmak, fitnedir. Kaos oluşturmak, belirsizleştirmek fitnedir. Toplu grevler de bunun gibidir. Bir konuda sıkıntısı olup, talebi olanlar sorunlarını hakemler yoluyla çözmeli, tamamen ümidi kestiklerinde de hicret etmelidirler. Yoksa “Allah’ın arzı geniş değil miydi, niçin hicretleşmediniz” sorusuna muhatap olurlar.
Fitne olunca, hem de en büyüğü olan silahlı kalkışma olunca nasıl bir yol izlemek gerekir? Bu konuda Kuran’da pek çok ayet vardır. Bunlardan bir kaçı şunlardır: Bakara 193, 191, 217; Nisa 91; Maide 71; Enfal 25, 28, 39; Tevbe 47, 49; Ahzap 14; …
Dini açıdan kafirler Allah’ı inkar eden manasındadır ama sosyolojik olarak kafir demek, devleti tanımayan, devleti yok etmek isteyen, en azından mevcut yönetimi gayr-ı meşru olarak devirip, kendisi iktidar olmak isteyen anlaşılır. Devleti yok etmek isteyen ülke dışında ise onlarla harb ederiz. Müşrik ise mevcut devleti ve onun mekanizmasını tanıyan ama bir şekilde onu gayr-ı meşru ve gizli bir şekilde kendi veya grubu lehine kullanan demektir. Her türlü iltimas, kayırma, rüşvet, yolsuzluk bu gruptandır. Bunların benzerlerini yapanlar da sosyolojik olarak müşriklerdir, yani kendi lehlerine bu devletin/kamunun otoritesine ortak olanlardır.
En büyük fitne, ülke içinde silahlı kalkışma olunca; ayetlerdeki hüküm uygulanmalıdır. “Fitne arzdan/ülkeden tamamen yok oluncaya ve din/düzen yalnızca Allah’ın/devletin oluncaya kadar onlarla vuruşun”, “onları bulduğunuz yerde öldürün” şeklindeki ayetleri uygulamak gerekir. Hiçbir paralel vesayet kalmayıncaya kadar ve hiçbir acıma duygusuna kapılmadan mücadele sürdürülür. Mücadele bu iki husus gerçekleşene kadar devam ettirilir: Fitne tamamen ortadan kalkacak ve düzen sadece devletin düzeni olacak. Herkesin devlet yönetimine talip olma hakkı vardır. O ülkede usul ne ise o usule uyularak devle talip olunur. Usul de hata varsa onun değişmesi için cihad ederiz ama hiçbir zaman kalkışma yapmayız. Bu, ne kadar zalim olursa olsun, hiçbir devlet için meşru değildir. Ümidimizin bittiği anda da orayı terk ederiz. Buna hicret demokrasisi denmektedir.
Devlet öncesi dönem, Kuranın tabiriyle “cahiliye dönemidir”. Cahiliye demek; hesap kitabın, okuma yazmanın bilinmediği dönem demek değildir. Mekke ve Medine de sayıları az da olsa insanlar okuma yazma biliyorlardı ve tüccar oldukları için neredeyse hepsi hesap bilirdi. Hukukun kan davlarıyla tesis edildiği dönem demektir. İnsanlar artık devlet aşamasına geçmiştir ve bundan dönüş olmayacaktır. Devletler ulusların olacaktır. Ulus demek bir kavim demek değildir.
Saygılarımla.